19 Mayıs nasıl bayram oldu? 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'nın da ilginç ama genelde gözlerden gizlenen bir tarihî arka planı var...
"Son zamanlarda, ‘tarihimizle yüzleşmek’ adına pek çok saçma sapan iddia öne sürüldü, tarihsel gerçekler saptırıldı… Türkiye’de eğitim rezalet. Tarih anlayışı ve tarih eğitimi ise bu rezaletin içinde ayrı bir fecaat!
İnsanlar tarihi, genellikle sahip oldukları ideolojilere göre saptırırlar. Tarihe bakarken, genellikle kasıtlı yapılan yanlışların altında yatan ‘ideolojik saptırma’ en çok dinci ve milliyetçi çizgide, Müslümanlığı ve Türklüğü yüceltmek veya tam tersine, haksız ve yersiz suçlamalarla yermek ve küçültmek konularında görülür.” diyor Prof Emre Kongar, "Tarihle Yüzleşmek" adlı kitabında.
Tarih yazmaya soyunmak kolaydır ama bilim ahlakıyla tarih yazabilmek aynı oranda kolay mıdır?
Tarihçiliğin zorluğunu Prof. İlber Ortaylı, "Son İmparatorluk Osmanlı" adlı kitabında ilginç bir örnekle izah ediyor. "Tarihçi topladığı verileri yazarken, bir edebiyatçı, bir yazın adamıdır. Burada topladığı malzemeyi adeta tuvalini istediği şekillerle, renklerle dolduran bit ressam gibi yansıtır. Mesela ilmi ve ciddi çalışan üç tarihçiye aynı konuyu verip, "Üçünüz de Osmanlı Celali İsyanları'nı yazacaksınız" diyor ve üçünün de önüne aynı vesikaları, yani arşivlerdeki mühimme kayıtlarını, vilayetlerdeki şeriyye sicillerini, name-i hümayunları veya başka kayıtları koyuyorsunuz, onlar da okuyorlar. Emin olunuz, sonunda çizilen üç resim birbirinden çok farklı olacaktır.
Bu üç resim de namuslu, bilimsel, Osmanlıcayı doğru okuyan tarihçilerin eseridir; ama üç farklı resim çıkat gözünüzün önüne. Bunlardan biri, Celali Eşkıyası dediğimiz adamın kendi trajedisini, kendi zaviyesinden çizer. Diğeri onlara Evliya Çelebi gibi bakar; çünkü orada kargaşa olmuştur, celalleri ve notları vardır. Öbürküsü bazı olayları küçümser, bazılarını vur^ulayabilir ve bilahare bunun gibi konularla kompozisyon çıkabilir. Hiç şüphesiz her yeni vesika, her yeni buluntu da çorbanın tadını ve tuzunu değiştirmeye yönelecektir, işte bundan dolayıdır ki tarihçilikte malzemenin dışında bir öğretim mümkün değildir."
Ama Türkiye'nin akliliği en tartışmalı tarih denemecisi Yalçın Küçük, kendi tezlerinin aksini ileri sürenleri, "hiç polita bilmeden politika yapmaya ve hiç tarih bilmeden tarih yazmaya kalkan Profesör İdris Küçükömer ve benzerlerinin mektebine dahil" olmakla itham ediyor ve hatta bu tarz tarihçiliği "ana okulu" olarak tanımlayarak ne denli küçümsediğini şeddeliyor....
Bu satırların yazarı "Tarihte ne oldu ise başka türlü olamayacağı için öyle oldu" mantığını önde tutacak kadar tarih öğrenebildiği için "tarihin aslında nasıl olması gerektiği" tartışmalarını tarih bilimine ihanet olarak algıladığından, tarihte gerçekte ne olduğunu görmeye yönelik tartışmaları ne kadar yanlı, ne kadar kışkırtıcı olursa olsun dikkate değer bulmuştur...
Tarih üzerine kafa yoran son dönemlerin en popüler isimlerinden birisi olan Araştırmacı Yazar Mustafa Armağan'ın geçtiğimiz günlerde raflarda yerini alan "Küller Altında Yatan Tarih Vahdettin'den Mustafa Kemal'e Unutulan Gerçekler" adlı kitabını elime aldığımda; ilk dikkatimi çeken konu başlığı, 19 Mayıs'ın Bilinmeyen Tarihi oldu. Çünkü bu konu başlığı altında 19 Mayıs törenlerinin daha Osmanlı Devleti zamanında kutlanmaya başlandığını ileri süren, tartışma açmaya yönelik, tahrikkar bir söylem vardı.
Atatürk'ün Nutuk'unun 19 Mayıs 1919 ile başlıyor olmasına rağmen bu tarihin önemini tartışmaya sanırım gerek yok. Nutuk, günümüz Türkçesi ile Söylev; Gazi'nin 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak bastığı günden başlayarak, Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu durumu gözler önüne serer, Kurtuluş Savaşının öyküsünü anlattıktan sonra Cumhuriyet'in ilanı ve Devrimlerin savunmasını yaptıktan sonra ünlü Gençliğe Hitabe ile sona erer...
19 Mayıs gerçek bir milat mıdır? Kimilerine göre bunu sormak bile abestir, kimilerine göre ise bu tarih tartışmaya açıktır. Bir Hukuk mezunu olduğu halde tiyatro sanatına meyleden ancak aradığı şöhreti "Şu Çılgın Türkler" adlı belgesel kitabıyla yakalayan ve milyonlarca Türk gencini yakın tarih ile seviştiren Turgut Özakman da tarih denemelerinde bu güne özel önem verir.
1990'lı yıların ikinci yarısından itibaren tarih merakını gözler önüne seren eserlere imza atarken 19 Mayıs 1999 Atatürk Yeniden Samsun'da adlı iki ciltlik siyasi bir roman yazıp, "Bir mucize gerçekleşip Atatürk 19 Mayıs 1999'da geri dönse ve yeniden Samsun'a ayak bassaydı, ne derdi acaba, Türkiye'de neler olurdu, bugünkü durumun sorumluları ne yaparlardı?" diye sormayı ihmal etmeyecek kadar önyargısızdı(!).
Bir diğer önyargısız(!) tarih meraklısı olan Yalçın Küçük'e göre ise bu tarih Milli Mücadele'nin gerçek başlangıç tarihi değil. Hatta "Mustafa Kemal de yola çıkarken, bu yolculukla, yıktığını yıkacağını bilmiyordu" Daha önceleri Mustafa Kemal'i değişiklik göstermekle itham eden Yalçın Küçük, her fırsatta 19 Mayıs 1919 tarihinden ihtibaren bir başka Mustafa Kemal'in doğduğunu yazıyordu. Gizli Tarih 1 adlı son eserinde ise kendisi de bir değişiklik göstererek aslında Amasya Tamimi'nin bir başlangıç olduğuna karar verdi. Küçük'e göre; "Kemal Paşa Hazretleri'nin mücadelye başlama tarihini, 1919 Haziranına alabiliriz... "Amasya Tamimi" olmasa, "19 Mayıs" tarihinin her hangi bir mana ihtiva ettiğini söyleyemeyiz"
Mustafa Armağan'a göre ise "bugün kutlanan 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'nın da ilginç ama genelde gözlerden gizlenen bir tarihî arka planı var"
"Tarih, bu "doğal" kabul edilen özel günlerin dışındadır. Bugün kutlandıkları şekilleriyle eskiden ve bir defada var oldukları sorgusuz sualsiz kabul edilir ve üzerinde kafa yormaya gerek duyulmaz" diyen Armağan'a göre "23 Nisan Çocuk Bayramını Mustafa Kemal Atatürk'ün çocuklara armağan ettiği iddiası, ideolojik bir köpürtme ve gözbağcılıktan öte bir şey değil".
Küller Altında Yakın Tarih adlı eserinde Armağan, "Bu kutlamalar, başlangıçta İstiklal Harbi şehit ve gazi çocuklarının yararına Himaye-i Etfal Cemiyeti tarafından düzenlenen bir kutlama iken (güzel elbise giydirilerek yetimlerin sevindirilmesi amaçlanmıştı), çocuklar üzerinden büyüklerin güç ve makamlarını ilan etme [vali kızları olayını hatırlayın) yarışma dönüşmüştür" diyor 23 Nisan törenleri için. Ve dönüyor 19 Mayıs törenlerine.
"Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkışı ile cadde ve meydanlarda yapılan spor gösterilerinin ne alakası olabilir? Ne zaman akla gelmiştir böyle sportif bir bayramın kutlanması? İik olarak hangi tarihte kutlanmıştır?" sorularına yanıt arayan Armağan işe, İsmet Bozdağ'ın Şükrü Kaya'dan aktardığı bir anısına yer veriyor:
***************
"Yıl 1936. Günlerden 19 Mayıs. Atatürk Dolmabahçe'de, yanında Şükrü Kaya, Ruşen Eşref, Kılıç Ali, Salih Bozok, Mehmet Seydan, Nuri Conker var, konuşuyorlar. Birden bire Atatürk soruyor: 'Bugün günlerden ne?' Diyorlar 'Salı, Çarşamba' neyse.
Ayın kaçı? 19'u. Aylardan ne? Mayıs.
'Ne oldu bugün söyleyin bakalım?' diyor.
Düşünüyorlar, "19 Mayıs'ta ne oldu?" Düşünüyorlar ama bir türlü o tarihte Mustafa Kemal'in Samsun'a çıktığı hatırlarına gelmiyor! Çeşitiİ tahminlerde bulunuyorlar: izmir'in işgalinin 3. günü, Ankara mitingi, İsmet Paşa'nın Lozan'dan Gazi'ye çektiği telgraf, Haliç Konferansı, ingilizlerle Irak meselesinin konuşulması. Terakkiperver Fırka'nın kapatılması.
Atatürk'ün bu kadar yakınındaki zevatın bile 19 Mayıs'ı bilmemesi gerçekten de çok tuhaf. Aslında sözün gelimi tuhaf dedim, hiç de tuhaf değil. Çünkü o tarihe kadar 19 Mayıs'a Nutuk'ta geçen "1335 senesi Mayıs'ının 19. günü Samsun'a çıktım" ifadesi dışında herhangi bir özel anlam atfedilmiş değildir.
İsmet Bozdağ'a göre bu garip tahminlerden sıkılan Atatürk sonunda, 'Bırakın yahu bunları' diyor. 'Öyle bir şeydir ki bu, ülkenin kurtuluşudur.' Yine bulamıyorlar. En sonunda Şükrü Kaya hatırlıyor. 'Bu sizin İstanbul'dan ayrıldığınız gün mü?' deyince 'Yaklaştın' diyor. 'Samsun'a çıktığımız gün'
Sonra, 'Asıl yapacağımız bayram bu' diyor. Ertesi sene 19 Mayıs'ta Şükrü Kaya'nın tertibiyle 19 Mayıs Bayramı kutlanıyor.
Nuriye Akman'ın 13 Haziran 1995'te Sabah'ta yayımlanan bu röportajında bir konuk daha vardır. 28 Şubat sürecinde adını sık sık duyduğumuz ve yakında kaybettiğimiz bu isim, Cemal Kutay'dır, Akman'a o da ilginç bir hususu hatırlatıyor;
19 Mayıs'ın ayrıca bayram olarak kutlanması kararı bence Atatürk'ün hastalığının acı bir gerçek olarak ortaya çıkması ile ilgilidir. Artık ömrünün kısa olduğu kabul edilince O'nun hayatında önemli olan günler daha derinden anılmaya başlandı.
Şimdi anlaşıldı mı 19 Mayıs'ın icad sebebi?"
***********
Peki, Atatürk'ün Samsun'a çıktığı gün olan 19 Mayıs'ın Gençlik ve Spor Bayramı ile öncüsü saydığı törenlerin nasıl ilişkilendirildiği konusuna Armağan nasıl bir açıklama getiriyor. Bu sorunun yanıtını da kitaptan olduğu gibi aktarmakta yarar var?
"... şunu sormamız gerekir: Resmi söylemde ifade edildiği üzere "pusulasız", kırık dökük bir gemi sayesinde karaya vastl olunması (ki böyle bir şey olmadığını artık biliyoruz) ile bir gençlik ve spor bayramı arasında ne tür bir münasebet kurulabilir? Aslında tarihi arka planına bakıldığında bir neden-sonuç bağlantısı kurulamasa da, ustaca bir "montaj"Ia işin halledildiği anlaşılıyor.
Bakın nasıl?
İşin kökü, İttihat ve Terakki dönemine kadar uzanıyor. Devrin Maarif Nezareti Müfettişi olan Selim Sırrı (Tarcan), şahsi teşebbüsüyle 12 Mayıs 1916'da (yani Samsun'a ayak basılmasından yaklaşık üç yıl önce) ilk defe bir "idman Bayramı" kutlanmasına ön ayak olmuştur.
Kadıköy'deki Ittihad Spor Kulübü'nün çayırında gerçekleşen bu ilk îdman Bayramında yeni bir zeybek oyunu da (Sarı Zeybek) dâhil olmak üzere çeşitli gösteriler düzenlenmiştir. (Selim Sırtı Tarcan'm hayatı hakkında geniş bilgi için bkz. Pars Tuğlacı, Çağda? Türkiye, cilt: 3, İstanbul 1990, Cem Yayınevi, s. 1965-1966.)
Avrupa ülkelerindeki jimnastik şenliklerinden esinlenen bu bayram için bir de marş yapılmasına kanaat getiren Selim Sırrı, isveçli Felix Korling'in Tre Trallade Jantor (Tralalla Diyen Üç Kız) adlı şarkısını, Gençlik Marşı adıyla uyarlamış, sözlerini Ali Ulvi Elöve yazmış ve sonunda ortaya, bizim "Dağ başını duman almış" adıyla bildiğimiz marş çıkmıştır. (Özbay Güven, "Osmanlı'dan Cumhuriyete gençlik ve spor bayramları", Toplumsal Tarih, sayı: 65, Mayıs 1999, s. 33-38)
1917'de İdman Bayramı'nın ikincisi kutlanıyorsa da, araya savaş yıllarının girmesiyle I928'e kadar bir daha düzenlenemiyor. O yıl 10 Mayıs'ta Ankara'da, 11 Mayıs'ta istanbul ve îzmir başta olmak üzere çeşitli şehirlerde kutlanan yeni adıyla "Jimnastik Şenlikleri"ne Gazi Mustafa Kemal de katılmış, fakat tabiatıyla şenliklerin neden 19 Mayıs'ta değil de 10 Mayıs'ta yapıldığını sormak aklına bile gelmemiştir!
Bu arada ilginç bir gelişme yaşanır ve Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nden gelen bir teklifle 1935 yılında idman Şenlikleri "Atatürk Günü"ne dönüştürülür. Ancak ilginç olan husus, yine 19 Mayıs tarihinin tutturulamamış olmasıdır. Sıkı durun: Atatürk Günü'nün tarihi, 19 Mayıs değil, 24 Mayıs'tır! (Nevin Yudsever Ateş, "19 Mayıs nasıl bayram oldu", Toplumsal Tarih, sayı: 113, Mayıs 2003, s. 34-37)
Bundan sonra 1937'ye kadar yine Jimnastik Şenlikleri veya Jimnastik Bayramı adıyla ama kesinlikle bir bayram hüviyeti kazanmadan devam etmiş olan kutlamalar ancak 1937'de Atatürk'ten 19 Mayıs'ın bayram yapılması talimatını alan Şükrü Kaya'nın marifetiyle şenlikler 19 Mayıs'a alınmış ve Gençlik ve Spor Bayramı olarak ilan edilmiştir. Edilmiştir edilmesine ya, bu bayramın kanunlaşması için 1938'in 20 Haziran'ını beklemek gerecektir.
Yine de 'gençlik ve spor' kavranılan ile Samsun'a ayak basma eylemi arasındaki bağ netleşmemiş olacak ki, 19 Mayıs 1960 tarihli Cumhuriyette yazan Burhan Felek, kendince bir gerekçe bulmaya çalışmaktadır 19 Mayıs'ın gençlik ve spor bayramı yapılmasına. Lakin hafızası bu kadar kuvvetli bir muharririmiz bile aralarındaki bağı hatırlayamamakta ve Güreş Federasyonu eski Başkam Ahmet Fetgeri'den yardım istemektedir.
1938 yılının gazetelerine göz attığımızda basınımızın güzide kalemlerinin birdenbire 19 Mayıs'ı hafıza sandıklarından çıkartıp büyük bir emekle allayıp pullamaya gayret ettiklerini görüyoruz. Mesela 19 Mayıs 1938 tarihli Cumhuriyette Abidin Daver, aradığımız bağlantıyı keşfetmiş bir ideolog edasıyla şöyle yazmaktadır:
19 Mayıs 1919, parlak bir istikbalin başlangıcı idi. Gençlik ise milletin daimi ve ebedi istikbalidir. Milletin istikbalini temin eden büyük bir günün yıldönümü, gençlik ve spor bayramı yaparak ebedileştirmenin manası da büyüktür... İstiyoruz ki Türk gençliği 19 Mayıs'ın manevi ve ahlaki varlığından alacağı canlı ve temiz ilhamla yurda ve millete karşı olan vazifelerini yapabilmek için kafası kadar kolunun da sağlam olması lazım geldiğini anlasın"
Ufak bir notla yazımızı noktalayalım: 19 Mayıs kutlamalarının resmi adının başına "Atatürk'ü anma" kelimelerini 12 Eylül rejimi eklemişti. Yani 17 Mart 1981'de çıkarılan bir kanunla bu bayramın adı bir kere daha değiştirilmiş oldu. 12 Eylül'ün bütün tortularının temizlenmesi gerektiğini savunanların bu "tortu"yu temizlemeye cesaret dahi edemeyeceklerine bahse girerim! "
Armağan'ın 19 Mayıs araştırmasını ortaya koyduğu sonuçlar böyle... Biz de bu ilginç tarihi tartışmaya kendi noktamızı, son günlerin en gözde tarihçisi olan üstad İlber Ortaylı'nın son kitabında Osmanlı için kullandığı bir cümleyi uyarlayarak koyalım: "Kısacası, Türkiye Cumhuriyet'ini sadece belli tarihlerde törenle değil, yeniden düşünerek anlamalı..."
"Son zamanlarda, ‘tarihimizle yüzleşmek’ adına pek çok saçma sapan iddia öne sürüldü, tarihsel gerçekler saptırıldı… Türkiye’de eğitim rezalet. Tarih anlayışı ve tarih eğitimi ise bu rezaletin içinde ayrı bir fecaat!
İnsanlar tarihi, genellikle sahip oldukları ideolojilere göre saptırırlar. Tarihe bakarken, genellikle kasıtlı yapılan yanlışların altında yatan ‘ideolojik saptırma’ en çok dinci ve milliyetçi çizgide, Müslümanlığı ve Türklüğü yüceltmek veya tam tersine, haksız ve yersiz suçlamalarla yermek ve küçültmek konularında görülür.” diyor Prof Emre Kongar, "Tarihle Yüzleşmek" adlı kitabında.
Tarih yazmaya soyunmak kolaydır ama bilim ahlakıyla tarih yazabilmek aynı oranda kolay mıdır?
Tarihçiliğin zorluğunu Prof. İlber Ortaylı, "Son İmparatorluk Osmanlı" adlı kitabında ilginç bir örnekle izah ediyor. "Tarihçi topladığı verileri yazarken, bir edebiyatçı, bir yazın adamıdır. Burada topladığı malzemeyi adeta tuvalini istediği şekillerle, renklerle dolduran bit ressam gibi yansıtır. Mesela ilmi ve ciddi çalışan üç tarihçiye aynı konuyu verip, "Üçünüz de Osmanlı Celali İsyanları'nı yazacaksınız" diyor ve üçünün de önüne aynı vesikaları, yani arşivlerdeki mühimme kayıtlarını, vilayetlerdeki şeriyye sicillerini, name-i hümayunları veya başka kayıtları koyuyorsunuz, onlar da okuyorlar. Emin olunuz, sonunda çizilen üç resim birbirinden çok farklı olacaktır.
Bu üç resim de namuslu, bilimsel, Osmanlıcayı doğru okuyan tarihçilerin eseridir; ama üç farklı resim çıkat gözünüzün önüne. Bunlardan biri, Celali Eşkıyası dediğimiz adamın kendi trajedisini, kendi zaviyesinden çizer. Diğeri onlara Evliya Çelebi gibi bakar; çünkü orada kargaşa olmuştur, celalleri ve notları vardır. Öbürküsü bazı olayları küçümser, bazılarını vur^ulayabilir ve bilahare bunun gibi konularla kompozisyon çıkabilir. Hiç şüphesiz her yeni vesika, her yeni buluntu da çorbanın tadını ve tuzunu değiştirmeye yönelecektir, işte bundan dolayıdır ki tarihçilikte malzemenin dışında bir öğretim mümkün değildir."
Ama Türkiye'nin akliliği en tartışmalı tarih denemecisi Yalçın Küçük, kendi tezlerinin aksini ileri sürenleri, "hiç polita bilmeden politika yapmaya ve hiç tarih bilmeden tarih yazmaya kalkan Profesör İdris Küçükömer ve benzerlerinin mektebine dahil" olmakla itham ediyor ve hatta bu tarz tarihçiliği "ana okulu" olarak tanımlayarak ne denli küçümsediğini şeddeliyor....
Bu satırların yazarı "Tarihte ne oldu ise başka türlü olamayacağı için öyle oldu" mantığını önde tutacak kadar tarih öğrenebildiği için "tarihin aslında nasıl olması gerektiği" tartışmalarını tarih bilimine ihanet olarak algıladığından, tarihte gerçekte ne olduğunu görmeye yönelik tartışmaları ne kadar yanlı, ne kadar kışkırtıcı olursa olsun dikkate değer bulmuştur...
Tarih üzerine kafa yoran son dönemlerin en popüler isimlerinden birisi olan Araştırmacı Yazar Mustafa Armağan'ın geçtiğimiz günlerde raflarda yerini alan "Küller Altında Yatan Tarih Vahdettin'den Mustafa Kemal'e Unutulan Gerçekler" adlı kitabını elime aldığımda; ilk dikkatimi çeken konu başlığı, 19 Mayıs'ın Bilinmeyen Tarihi oldu. Çünkü bu konu başlığı altında 19 Mayıs törenlerinin daha Osmanlı Devleti zamanında kutlanmaya başlandığını ileri süren, tartışma açmaya yönelik, tahrikkar bir söylem vardı.
Atatürk'ün Nutuk'unun 19 Mayıs 1919 ile başlıyor olmasına rağmen bu tarihin önemini tartışmaya sanırım gerek yok. Nutuk, günümüz Türkçesi ile Söylev; Gazi'nin 19 Mayıs 1919'da Samsun'a ayak bastığı günden başlayarak, Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu durumu gözler önüne serer, Kurtuluş Savaşının öyküsünü anlattıktan sonra Cumhuriyet'in ilanı ve Devrimlerin savunmasını yaptıktan sonra ünlü Gençliğe Hitabe ile sona erer...
19 Mayıs gerçek bir milat mıdır? Kimilerine göre bunu sormak bile abestir, kimilerine göre ise bu tarih tartışmaya açıktır. Bir Hukuk mezunu olduğu halde tiyatro sanatına meyleden ancak aradığı şöhreti "Şu Çılgın Türkler" adlı belgesel kitabıyla yakalayan ve milyonlarca Türk gencini yakın tarih ile seviştiren Turgut Özakman da tarih denemelerinde bu güne özel önem verir.
1990'lı yıların ikinci yarısından itibaren tarih merakını gözler önüne seren eserlere imza atarken 19 Mayıs 1999 Atatürk Yeniden Samsun'da adlı iki ciltlik siyasi bir roman yazıp, "Bir mucize gerçekleşip Atatürk 19 Mayıs 1999'da geri dönse ve yeniden Samsun'a ayak bassaydı, ne derdi acaba, Türkiye'de neler olurdu, bugünkü durumun sorumluları ne yaparlardı?" diye sormayı ihmal etmeyecek kadar önyargısızdı(!).
Bir diğer önyargısız(!) tarih meraklısı olan Yalçın Küçük'e göre ise bu tarih Milli Mücadele'nin gerçek başlangıç tarihi değil. Hatta "Mustafa Kemal de yola çıkarken, bu yolculukla, yıktığını yıkacağını bilmiyordu" Daha önceleri Mustafa Kemal'i değişiklik göstermekle itham eden Yalçın Küçük, her fırsatta 19 Mayıs 1919 tarihinden ihtibaren bir başka Mustafa Kemal'in doğduğunu yazıyordu. Gizli Tarih 1 adlı son eserinde ise kendisi de bir değişiklik göstererek aslında Amasya Tamimi'nin bir başlangıç olduğuna karar verdi. Küçük'e göre; "Kemal Paşa Hazretleri'nin mücadelye başlama tarihini, 1919 Haziranına alabiliriz... "Amasya Tamimi" olmasa, "19 Mayıs" tarihinin her hangi bir mana ihtiva ettiğini söyleyemeyiz"
Mustafa Armağan'a göre ise "bugün kutlanan 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'nın da ilginç ama genelde gözlerden gizlenen bir tarihî arka planı var"
"Tarih, bu "doğal" kabul edilen özel günlerin dışındadır. Bugün kutlandıkları şekilleriyle eskiden ve bir defada var oldukları sorgusuz sualsiz kabul edilir ve üzerinde kafa yormaya gerek duyulmaz" diyen Armağan'a göre "23 Nisan Çocuk Bayramını Mustafa Kemal Atatürk'ün çocuklara armağan ettiği iddiası, ideolojik bir köpürtme ve gözbağcılıktan öte bir şey değil".
Küller Altında Yakın Tarih adlı eserinde Armağan, "Bu kutlamalar, başlangıçta İstiklal Harbi şehit ve gazi çocuklarının yararına Himaye-i Etfal Cemiyeti tarafından düzenlenen bir kutlama iken (güzel elbise giydirilerek yetimlerin sevindirilmesi amaçlanmıştı), çocuklar üzerinden büyüklerin güç ve makamlarını ilan etme [vali kızları olayını hatırlayın) yarışma dönüşmüştür" diyor 23 Nisan törenleri için. Ve dönüyor 19 Mayıs törenlerine.
"Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkışı ile cadde ve meydanlarda yapılan spor gösterilerinin ne alakası olabilir? Ne zaman akla gelmiştir böyle sportif bir bayramın kutlanması? İik olarak hangi tarihte kutlanmıştır?" sorularına yanıt arayan Armağan işe, İsmet Bozdağ'ın Şükrü Kaya'dan aktardığı bir anısına yer veriyor:
***************
"Yıl 1936. Günlerden 19 Mayıs. Atatürk Dolmabahçe'de, yanında Şükrü Kaya, Ruşen Eşref, Kılıç Ali, Salih Bozok, Mehmet Seydan, Nuri Conker var, konuşuyorlar. Birden bire Atatürk soruyor: 'Bugün günlerden ne?' Diyorlar 'Salı, Çarşamba' neyse.
Ayın kaçı? 19'u. Aylardan ne? Mayıs.
'Ne oldu bugün söyleyin bakalım?' diyor.
Düşünüyorlar, "19 Mayıs'ta ne oldu?" Düşünüyorlar ama bir türlü o tarihte Mustafa Kemal'in Samsun'a çıktığı hatırlarına gelmiyor! Çeşitiİ tahminlerde bulunuyorlar: izmir'in işgalinin 3. günü, Ankara mitingi, İsmet Paşa'nın Lozan'dan Gazi'ye çektiği telgraf, Haliç Konferansı, ingilizlerle Irak meselesinin konuşulması. Terakkiperver Fırka'nın kapatılması.
Atatürk'ün bu kadar yakınındaki zevatın bile 19 Mayıs'ı bilmemesi gerçekten de çok tuhaf. Aslında sözün gelimi tuhaf dedim, hiç de tuhaf değil. Çünkü o tarihe kadar 19 Mayıs'a Nutuk'ta geçen "1335 senesi Mayıs'ının 19. günü Samsun'a çıktım" ifadesi dışında herhangi bir özel anlam atfedilmiş değildir.
İsmet Bozdağ'a göre bu garip tahminlerden sıkılan Atatürk sonunda, 'Bırakın yahu bunları' diyor. 'Öyle bir şeydir ki bu, ülkenin kurtuluşudur.' Yine bulamıyorlar. En sonunda Şükrü Kaya hatırlıyor. 'Bu sizin İstanbul'dan ayrıldığınız gün mü?' deyince 'Yaklaştın' diyor. 'Samsun'a çıktığımız gün'
Sonra, 'Asıl yapacağımız bayram bu' diyor. Ertesi sene 19 Mayıs'ta Şükrü Kaya'nın tertibiyle 19 Mayıs Bayramı kutlanıyor.
Nuriye Akman'ın 13 Haziran 1995'te Sabah'ta yayımlanan bu röportajında bir konuk daha vardır. 28 Şubat sürecinde adını sık sık duyduğumuz ve yakında kaybettiğimiz bu isim, Cemal Kutay'dır, Akman'a o da ilginç bir hususu hatırlatıyor;
19 Mayıs'ın ayrıca bayram olarak kutlanması kararı bence Atatürk'ün hastalığının acı bir gerçek olarak ortaya çıkması ile ilgilidir. Artık ömrünün kısa olduğu kabul edilince O'nun hayatında önemli olan günler daha derinden anılmaya başlandı.
Şimdi anlaşıldı mı 19 Mayıs'ın icad sebebi?"
***********
Peki, Atatürk'ün Samsun'a çıktığı gün olan 19 Mayıs'ın Gençlik ve Spor Bayramı ile öncüsü saydığı törenlerin nasıl ilişkilendirildiği konusuna Armağan nasıl bir açıklama getiriyor. Bu sorunun yanıtını da kitaptan olduğu gibi aktarmakta yarar var?
"... şunu sormamız gerekir: Resmi söylemde ifade edildiği üzere "pusulasız", kırık dökük bir gemi sayesinde karaya vastl olunması (ki böyle bir şey olmadığını artık biliyoruz) ile bir gençlik ve spor bayramı arasında ne tür bir münasebet kurulabilir? Aslında tarihi arka planına bakıldığında bir neden-sonuç bağlantısı kurulamasa da, ustaca bir "montaj"Ia işin halledildiği anlaşılıyor.
Bakın nasıl?
İşin kökü, İttihat ve Terakki dönemine kadar uzanıyor. Devrin Maarif Nezareti Müfettişi olan Selim Sırrı (Tarcan), şahsi teşebbüsüyle 12 Mayıs 1916'da (yani Samsun'a ayak basılmasından yaklaşık üç yıl önce) ilk defe bir "idman Bayramı" kutlanmasına ön ayak olmuştur.
Kadıköy'deki Ittihad Spor Kulübü'nün çayırında gerçekleşen bu ilk îdman Bayramında yeni bir zeybek oyunu da (Sarı Zeybek) dâhil olmak üzere çeşitli gösteriler düzenlenmiştir. (Selim Sırtı Tarcan'm hayatı hakkında geniş bilgi için bkz. Pars Tuğlacı, Çağda? Türkiye, cilt: 3, İstanbul 1990, Cem Yayınevi, s. 1965-1966.)
Avrupa ülkelerindeki jimnastik şenliklerinden esinlenen bu bayram için bir de marş yapılmasına kanaat getiren Selim Sırrı, isveçli Felix Korling'in Tre Trallade Jantor (Tralalla Diyen Üç Kız) adlı şarkısını, Gençlik Marşı adıyla uyarlamış, sözlerini Ali Ulvi Elöve yazmış ve sonunda ortaya, bizim "Dağ başını duman almış" adıyla bildiğimiz marş çıkmıştır. (Özbay Güven, "Osmanlı'dan Cumhuriyete gençlik ve spor bayramları", Toplumsal Tarih, sayı: 65, Mayıs 1999, s. 33-38)
1917'de İdman Bayramı'nın ikincisi kutlanıyorsa da, araya savaş yıllarının girmesiyle I928'e kadar bir daha düzenlenemiyor. O yıl 10 Mayıs'ta Ankara'da, 11 Mayıs'ta istanbul ve îzmir başta olmak üzere çeşitli şehirlerde kutlanan yeni adıyla "Jimnastik Şenlikleri"ne Gazi Mustafa Kemal de katılmış, fakat tabiatıyla şenliklerin neden 19 Mayıs'ta değil de 10 Mayıs'ta yapıldığını sormak aklına bile gelmemiştir!
Bu arada ilginç bir gelişme yaşanır ve Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nden gelen bir teklifle 1935 yılında idman Şenlikleri "Atatürk Günü"ne dönüştürülür. Ancak ilginç olan husus, yine 19 Mayıs tarihinin tutturulamamış olmasıdır. Sıkı durun: Atatürk Günü'nün tarihi, 19 Mayıs değil, 24 Mayıs'tır! (Nevin Yudsever Ateş, "19 Mayıs nasıl bayram oldu", Toplumsal Tarih, sayı: 113, Mayıs 2003, s. 34-37)
Bundan sonra 1937'ye kadar yine Jimnastik Şenlikleri veya Jimnastik Bayramı adıyla ama kesinlikle bir bayram hüviyeti kazanmadan devam etmiş olan kutlamalar ancak 1937'de Atatürk'ten 19 Mayıs'ın bayram yapılması talimatını alan Şükrü Kaya'nın marifetiyle şenlikler 19 Mayıs'a alınmış ve Gençlik ve Spor Bayramı olarak ilan edilmiştir. Edilmiştir edilmesine ya, bu bayramın kanunlaşması için 1938'in 20 Haziran'ını beklemek gerecektir.
Yine de 'gençlik ve spor' kavranılan ile Samsun'a ayak basma eylemi arasındaki bağ netleşmemiş olacak ki, 19 Mayıs 1960 tarihli Cumhuriyette yazan Burhan Felek, kendince bir gerekçe bulmaya çalışmaktadır 19 Mayıs'ın gençlik ve spor bayramı yapılmasına. Lakin hafızası bu kadar kuvvetli bir muharririmiz bile aralarındaki bağı hatırlayamamakta ve Güreş Federasyonu eski Başkam Ahmet Fetgeri'den yardım istemektedir.
1938 yılının gazetelerine göz attığımızda basınımızın güzide kalemlerinin birdenbire 19 Mayıs'ı hafıza sandıklarından çıkartıp büyük bir emekle allayıp pullamaya gayret ettiklerini görüyoruz. Mesela 19 Mayıs 1938 tarihli Cumhuriyette Abidin Daver, aradığımız bağlantıyı keşfetmiş bir ideolog edasıyla şöyle yazmaktadır:
19 Mayıs 1919, parlak bir istikbalin başlangıcı idi. Gençlik ise milletin daimi ve ebedi istikbalidir. Milletin istikbalini temin eden büyük bir günün yıldönümü, gençlik ve spor bayramı yaparak ebedileştirmenin manası da büyüktür... İstiyoruz ki Türk gençliği 19 Mayıs'ın manevi ve ahlaki varlığından alacağı canlı ve temiz ilhamla yurda ve millete karşı olan vazifelerini yapabilmek için kafası kadar kolunun da sağlam olması lazım geldiğini anlasın"
Ufak bir notla yazımızı noktalayalım: 19 Mayıs kutlamalarının resmi adının başına "Atatürk'ü anma" kelimelerini 12 Eylül rejimi eklemişti. Yani 17 Mart 1981'de çıkarılan bir kanunla bu bayramın adı bir kere daha değiştirilmiş oldu. 12 Eylül'ün bütün tortularının temizlenmesi gerektiğini savunanların bu "tortu"yu temizlemeye cesaret dahi edemeyeceklerine bahse girerim! "
Armağan'ın 19 Mayıs araştırmasını ortaya koyduğu sonuçlar böyle... Biz de bu ilginç tarihi tartışmaya kendi noktamızı, son günlerin en gözde tarihçisi olan üstad İlber Ortaylı'nın son kitabında Osmanlı için kullandığı bir cümleyi uyarlayarak koyalım: "Kısacası, Türkiye Cumhuriyet'ini sadece belli tarihlerde törenle değil, yeniden düşünerek anlamalı..."