1920'lerde Cumhuriyetin ilk yıllarındaki sosyal ortam

SoruCevap

Yeni Üye
Çözümler
1
Tepkime
51
Yaş
36
Coin
256,936
1920'lerde Cumhuriyetin ilk yıllarındaki sosyal ortam nasıldı - 1920 yıllarında sosyal ortam - 1920 Cumhuriyetin ilk yıllarında sosyal ortam

Kişiler arasındaki sosyal iletişim fazlaydı denebilir. çünkü komşuluk ilişkileri daha güçlüydü. Mesela şuan televizyonlar çok yaygın şimdi akşam oluyor herkes televizyon izliyor kesinlikle bir sosyalik olmuyor iletişim olmuyor. 20 li yıllarda televizyon falan olmadığı için herkes bi arada toplanıp konuşurdu.

Cumhuriyet Öncesi Dönem
Türkiye’de devletin sosyal hayata müdahalesinin Cumhuriyet dönemi ile başlatmak bazı eksiklikler doğuracağından,Cumhuriyet öncesi dönemdeki sosyal nitelikli önlemlere ve bu mahiyetteki kanunlara kısaca değinmek uygun görülmüştür.
Küçük sınıfların zayıflaması,bunların mesleki organizasyonları olan Loncaları da etkilemiş ve 19.yüzyılın ortalarına doğru Türk sanayiinin modern esaslar dairesinde gelişebilmesi için siyasi ve ekonomik şartların uygun olmadığı bir dönemde Mecelle ile ortadan kaldırılmaları ile sonuçlanmıştır. 1860’da kabul edilen Mecelle,çalışma ilişkilerini düzenleyici ilk yasa niteliğine sahip olmak bakımından önemlidir. Bu dönemde çalışma hayatı ile ilgili çeşitli mesleklere uygulanmak üzere bazı yasalar ve tüzükler çıkarılmasına rağmen,hepsinde de iş ilişkilerinin düzenlenmesinde Mecelle’de olduğu bireyci görüş egemen olmuştur .
1869 yılında çıkarılan “Maadin Nizamnamesi”ile maden ocaklarında çalışanların sağlık ve güvenliği ile ilgili önlemler getirildiği görülmektedir . Bu nizamnameyi sosyal güvenlik alanındaki ilk devlet müdahalesi olarak kabul etmek mümkündür .
I. Meşrutiyet ve bunu izleyen dönemde sınırlı ve dolaylı bazı yasalaştırma girişimleri yapılmış olmakla birlikte,II.Meşrutiyet dönemine kadar maden işçilerini korumaya yönelik faaliyetler dışında bir devlet müdahalesine rastlanılmamaktadır. Meşrutiyetin ilanından sonra Fransız Devrimi ile gelen siyasi akımlar,zaman zaman sosyal hareketlerle de birleşerek bu devrin işçi hareketini oluşturmuştur .
II.Meşrutiyetin ilanı ile ortaya çıkan nispi özgürlük havası içinde,siyasi faktörlerin etkinliği daha fazla artmış ve işçi faaliyetleri hızla artmış,dernek kurma grev hakkı ve hatta 1909’da çıkarılan Cemiyetler Kanunu ile sendika kurma hakları kazanılmıştır.
İmparatorluk döneminde asker ve memurlarla sınırlı bazı işyerlerinde çalışanların belirli risklere karşı korunması amacıyla resmi ve özel yardımlaşma sandıkları kurulmuştur. Bunlardan 1909 yılında kurulan “Tersane-i Amireye Mensup İşçi Vesairenin Tekaüdiyeleri Hakkında Nizamname”isimli tüzükle kurulmuş olan sandık,işçileri yaşlılık ve malullükten ötür uğrayacakları gelir kayıplarına karşı koruyacak ilk sosyal güvenlik kurumunu teşkil etmektedir .

------------------------
1. Kadın Hakları
a) Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını

Atatürk devlet kurumlarında yaptığı çağdaşlaşma hareketini yeterli görmüyordu. Çağdaş medeniyet düzeyinin üstüne çıkmak, Türk toplumun yaşantısını, dünyaya bakış şeklini değiştirmeye bağlıydı. Bunun için işe aileden başlamak gerekiyordu. Ailenin temel direği kadın olduğuna göre, onun eğitilmesi, toplumda aktif bir konuma getirilmesi, gelecek nesillerin inkilâpcı çizgide yetişmelerinin de bir güvencesi olacaktı.
Cumhuriyetin devraldığı Türk kadınının statüsü acaba beklenilen görevi yerine getirmeye elverişli miydi? Türk kadını ailede, eğitim kültür ve sosyal hayatın içinde nasıl faal ve üretken bir hale getirilebilirdi? Bu sorulara Atatürk’ün getirdiği çözümü görmeden önce, Cumhuriyet öncesi Türk kadınının statüsüne kısaca bakmakta yarar vardır.

Eski Türk toplumunda kadın erkeğe eşit bir varlık olarak saygı görürdü. Aile tek evliliğe dayandığı gibi, mülkiyet bakımından da karı koca arasında eşitlik vardı. Türklerin islâmiyeti kabul etmelerinden sonra Arap etkisi çoğaldı.
İslâmiyet çok eşliliğe izin vermekteydi. Erkek karısını istediği zaman boşayabiliyordu. Kız çocukları erkek çocuğa göre, ancak yarım hisse miras alabiliyordu. Mahkemede bir erkek şahide karşılık iki kadın şahit olması gerekmekteydi. Kadın eğitim imkânlarından yoksundur. Kafes arkasında, dışa kapalı bir hayat sürdürmekteydi.
Batıda başlayan kadın hakları konusundaki gelişmeler, Tanzimat döneminde Osmanlı toplumunda küçük çapta gelişmelere yol açtı. 1843’de tıbbiyede ebelik kursları açılmıştır. Bunu 1870’de açılan Kız Öğretmen Okulu (Darülmuallimât) takip etti. Böylece kadınlar, sınırlı ölçüde ve mütevazı bir şekilde iş hayatına atıldılar. Kadın meseleleri ile ilgili kadın dergileri boy gösterdiler. Meşrutiyette konu ile ilgili tartışmalar çoğaldı. Bunda adetleri önemli ölçüde çoğalmış olan kadın dergi ve derneklerinin rolü vardır. (Derneklerin sayısı 40’a, Dergilerin sayısı 27’ye ulaşmıştır.)
Bu gelişmelerde Batı etkilerinin yanı sıra, Rusya kökenli Türk fikir adamları ve Türk ocakları da etken oldular. Özellikle II. Meşrutiyetin getirdiği ortamda çeşitli fikir akımları görüşlerini ortaya koydular. Tartışmalar sonunda, mevcut fikir akımlarının hepsi Türk kadınının eğitilmesinde birleşiyorlardı. İslâmcılar böylece kadının iyi bir ev hanımı olacağını, Batıcılar ve Türkçüler ise, bunun ev hayatının yanı sıra, kadının sosyal hayata girmesi için de gerekli olduğunu düşünüyorlardı.
Bu ortamda oldukça gelişen kız rüştiyelerinin sayısı artmış, öğrencileri özellikle İstanbul’da çoğalmıştır. kız idadileri İstanbulla sınırlı olup sayıları ancak beşe ulaşmışıtır. Kızlar için meslek eğitimi alanında ebe okulu açılmış, hemşirelik kursları düzenlenmiş, kızların tıp ve eczacılık alanında eğitime başlamaları ise 1922’yi bulmuştur. Tıp Fakültesine yedi kız öğrenci kaydolmuştur. Kadın eğitimi alanında üzerinde durulması gereken kız öğretmen okullarındaki nisbî gelişmedir. 1870’de açılmış olan İstanbul Kız Öğretmen Okulu (Dârülmuallimât) Meşrutiyet döneminde yatılı hale getirildi, yeni bir düzenlemeye tabi kılındı. Öğrenci sayısı bine ulaştı. İstanbul dışındaki kız öğretmen okullarıyla bu sayı altı bini bulmaktaydı. Kız öğretmen okuluna öğretmen yetiştirmek maksatıyla bu okulların yüksek kısmı (Dârülmuallimât-ı Âliye) açıldı. Daha sonra 1915’de İnas Dârülfünunu kuruldu.

Birinci Dünya harbinde, erkeklerin çoğu askere alınmış, onların bıraktığı boşluğu doldurmak için, kadın memur ve işçiler alındı. Kadınlar ordunun geri hizmetlerinde de görev aldılar.
Kadınların sosyal hayatta yer etmeğe başlaması üzerine, aile hukukunda düzenleme yapıldı. 8 Ekim 1917’de Aile Hukuku Kararnamesi çıkarıldı. Buna göre, evlenme ve boşanma devlet iznine bağlanıyordu. Evlenme yaşı kadında 17, erkekte 18 olarak düzenleniyordu. İkinci evlilik kadının iznine bağlanıyor, bazı şartlarla kadına boşanmak hakkı tanınıyordu. Kararname, İstanbul’un işgali esnasında azınlıkların şikâyeti üzerine kaldırıldı.
Kısaca özetlenen bu gelişmelerle kadının sosyal hayatta etkin olması için öncü sayılabilecek bazı adımlar atılmıştı Fakat gelişmeler çok sınırlı bir kesimle ilgiliydi. İstanbul ve bazı büyük şehirlerde yaşayan kadınlar için geçerliydi. İstanbul’da bile kadınlar kocalarıyla lokanta ve gazinolara gidemezler, Tramvaylar ve vapurlarda kadınlara mahsus perde çekili bölmelerde otururlardı. Okullarda jimnastik dersleri özel kıyafetle kapalı yerlerde yapılırdı. Bir erkek, tanıdığı bir kadına sokakta selâm veremez, durup konuşamazdı.
Milli Mücadele başlayınca Türk kadını vatanın kurtuluşu için canla başla çalıştı. Önce işgalleri protesto eden, halkı mücadeleye çağıran mitinglerde aktif rol oynadılar. Silâhlı direnme hareketleri başlayınca, bazıları cephelere koştular, vuruşmalara katıldılar. Bir kısmı cephe gerisi hizmetlerde fedakârca çalıştı. Bazıları da kadın cemiyetleri kurup Millî Mücadeleyi var güçleriyle desteklediler. Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyetinde olduğu gibi. Halide Edip, Müfide Ferit gibi, eli kalem tutan kadınlar, coşkulu yazılarla ruhları ateşlediler.
Prof. Dr. Abdurrahman Çaycı

CUMHURİYET ÖNCESİ SOSYAL VE EKONOMİK HAYAT
Altın Ordu'nun XIII-XIV. Yüzyıllarda siyasî, iktisadî ve kültür bakımından yalnız Şarkî Avrupa'nın değil, umumiyetle Türk dünyasının en mühim mevkilerinden biri olduğunda şüphe yoktur. Bu devletin ahalisinin büyük bir kısmı -Rus yurdu müstesna- halis Türk'tü; ancak üst tabakada Moğol unsur mevcuttu. Bu unsur da kısa bir zaman içinde tamamiyle Türkleşmişti. Devlet teşkilâtı, Çingiz'den çok önce teşekkül eden devlet sisteminden ibaretti. Gök-Türk ve Uygur teşkilâtının mühim unsurlarının Altın Ordu (ve umumiyetle bütün diğer Türk devletlerinde ) mevcut olduğu muhakkak gibidir; hele teşkilât sözleri (ıstılahları)nde Uygarca mefhumların kullanıldığı görülmektedir; bunun içindir ki, Altın Ordu ve sonraki hanlıkların devlet, iktisat ve sosyal teşkilâtlarını öğrenmek, Moğolların kendi iç teşkilâtlarından başka daha evvelki Türk devletleri ve hey'etlerinin vaziyetlerini bilmeğe bağlıdır. Elde mevcut sınırlı kaynaklara göre Altın ordu'da askerlik, ziraat, ticaret, vergi ve her çeşit mükellefiyetleri tanzim eden belirli kanunlar mevcuttu. Çingiz tarafından kurulan teşkilâttan başka, siyasî ve sosyal hayatın her safhasını düzenleyen birçok nizamlar tatbik edilmekte idi. Bu itibarla da Altın Ordu Devleti'ni "yasalı" (kanunlu) bir siyasî varlık olduğu ortadadır.
Ahalinin yalnız göçebe olmadığı, şehirlerin ve köylerin çokluğu ile derhal görülmektedir. Zaten Orta-İdil boyundaki Türkler'in çok erkenden köyler ve şehirler kurdukları malûmdur. İdil'in aşağı mecrasında bulunan Türk-Moğol unsurunun da yavaş yavaş şehir ve köylere yerleştikleri görülüyor. Azerbaycan da dahil olduğu halde Altın Ordu'ya ait sahada şimdiye kadar 25 şehir tesbit edilmiştir. Bunlar: Azak, Batçin, Baku, Büler, Bulgar, Derbent, Gülistan (Saray'ın banliyösü), Kırım, Kırım-Cedit, Macar, Macar-Cedit, Mahmûd Âbad, Muhşı, Ordu, Ordu-Cedit, Ordu-Bazar, Recan, Saray, Saray-Cedit, Saraycık, Sığnak-Cedit, Tebriz, Ükek, Hacı-Tarhan (Zeci-Tarhan), Şabran, Şamaha.

Demekki, Altın Ordu sadece bir "step imparatorluğu" değildi. Bu sayılan şehirlerin büyük bölümü büyük ticaret merkezleri ve "ihracat ve ithalât" iskeleleri ve transit istasyonları idi. Bilhassa Saray şehrinin büyüklüğü ve güzelliği hakkında şehri bizzat gezen seyyahların elinden çıkan kayıtlar mevcuttur. Bu cins kayıtlar yapılan hafriyat neticesinde tamamiyle tesbit edilmiştir. Saray şehrinde mükemmel bir su tesisatı olduğu, bahçelere, evlere varıncaya kadar su borulariyle su getirildiği meydana çıkmıştır; çini tezyinatı, yapıcılık ve bilhassa maden işleme hususunda mühim ilerlemeler elde edildiği, çıkan eserlerle sabittir.
Bu itibarla, Saray şehrinin ve içinde yaşayan ahalisinin (yani yerli Türkler'in), devirlerinin diğer memleketlerinden geride durmadıkları açıktır. Meydana çıkarılan maden eritme ve işletme tesisatının mükemmelliği, Altın Ordu ustalarının, hattâ bu hususta birçok millet ustalarını geride bıraktıklarını gösterir. Bu suretle Saray şehrinde (bilhassa Saray-Berke'de) İtil ve Bulgar şehirlerinin geleneği yalnız muhafaza edilmekle kalmamış, daha da ileriye götürülmüştür. Saray aynı zamanda Türkistan, İran, Anadolu, Bizans, Rus, Ceneviz ve Orta Avrupa'dan gelen tüccarların buluştukları bir merkez olması hasebiyle de büyük bir ehemmiyete sahipti; burada ayrı milletler için ayrı mahaller kurulduğu ve herkese kendi memleketinde alışık olduğu hayata göre yaşamak imkânı verildiğini biliyoruz. Altın Ordu'nun merkezi Saray şehri idi. Saray şehrine "Taht ili" denirdi. Batu zamanında tesis edilen Saray şehri, Berke Han zamanında daha müsait bir yere nakledilerek Yeni Saray, yahut Saray-Berke adını aldı (İdil'in sol kollarından biri olan Tsares mevkiine yakın). Hanlar Saray şehrinin "Gülistan" denilen banliyösünde yaşıyorlardı; burası bilhassa hanların kışı geçirdikleri bir yerdi; yazları ise eski âdet üzere "yaylağa" çıkarlar, Don ve Özü arasında kalırlardı. Hanların "yaylak"lardaki ordugâhları da büyük bir şehir manzarası arzediyor, hanım ve büyüklerin süslü çadırları geniş bir sahayı kaplıyordu.
Keçeden yapılan çadırların (yurt) içi kıymetli halılarla süslü idi; hanın tahtı altun ve kıymetli taşlarla bezenmiş, ayakları gümüşten idi. Bayram ve yortu günlerinde yabancı elçiler merasimle kabul edilirdi; bu münasebetle hanın tahtı etrafında hatunu ve hanedan âzasına mensup büyükler bulunuyordu. Hanın birkaç karısı olurdu; fakat biri Ulu-Hatun, yani baş kadın sayılırdı. Ulu-Hatunların mevkileri gayet yüksek olup, devlet idaresine bilfiil iştirak ederler, hattâ, hanın muvaffakiyetiyle, kendi adlarından "yarlık" verdikleri olurdu. Ulu Hatun Osmanlı sultanlarının saraylarındaki Baş-kadın efendi ve Valide sultana çok benzemektedir; yalnız Valide Sultanın yetkileri daha geniştir.
Hanlar, yalnız Tatar büyüklerinin kızlarını değil, Bizans imparatorlarının ve Rus knezlerinin kızlarını da alıyorlardı; ezcümle Özbek Han'ın karısı Rum kayseri Andronik Paleologos'un kızı idi. Umumiyetle Altın Ordu Devleti'nde kadınların sosyal konumları yüksekti ve bu konuda eski Türk gelenenekleri devam ettiriliyordu. Doğu memleketlerinin kadınları ezici tesirleri henüz kökleşmemişti. Hanın hatunları ayrı saraylarda yaşıyorlar, göç ederken kendilerine mahsus çadırları bulunuyordu; hattâ kendilerinin mescit ve camileri, hoca ve imamları olduğu gibi umumî hayatta ayrı muhafız kıt'aları da vardı; Altın Ordu kadınları peçe taşımadıkları gibi, umumî hayatta görünürler, hattâ han hatunları âlimler ve şairler meclisine bile devam ederlerdi.
 
Üst Alt