zeberus1234
Yeni Üye
Ahmed Şah Mesud ( .... - 2001)
Afganistan'daki Taliban yönetimine karşı mücadelesiyle efsaneleşen Ahmed Şah Mesud, Batı dünyasında romantik bir savaşçı imajıyla tanınıyor. Mesud, 1979-1989 yıllarındaki Sovyet işgali sırasında doğum yeri Penşir Vadisi'nde verdiği mücadeleyle adını duyurmuştu. Başkent Kabil'in kuzeydoğusundaki bu stratejik noktayı koruması sayesinde adı 'Penşir Aslanı'na çıktı. Sovyetler'in çekilmesinin ardından Moskova yanlısı hükümet 1992'de devrilirken, o Kâbil'e giren tanklardan birinin üstündeydi. Şah Mesud, daha sonra Burhaneddin Rabbani hükümetinde savunma bakanlığı yaptı. Ancak mücahit gruplar birbirlerine girdiğinde işler değişti. 1996'da Taliban hareketi ortaya çıkıp başkenti ele geçirdiğinde Şah Mesud, yanına devrik lider Rabbani ve Afgan ordusunun geri kalanını alıp dağlara çekildi.
Şah Mesud 10 Eylül 2001 tarihinde iki taliban militanın tarafından öldürüldü.
AZINLIKLARIN TEMSİLCİSİYDİ
Bir subayın oğlu olan Tacik kökenli Şah Mesud, Özbek ve Hazara azınlıkların desteğiyle muhalefeti örgütledi ve Taliban'ın kuzeye ilerlemesini durdurdu. Afganistan'da çoğunluğu oluşturan Paştunlardan oluşan Taliban'a karşı azınlıkların desteğine sahip. Ayrıca artık bir dönemki düşmanı Rusya ile ittifak halinde. Çünkü Rusya Taliban'ın Orta Asya'ya yayılmasından endişeli. 1996'dan beri Şah Mesud'un denetimindeki topraklar azaldı. Geçen yıl Baglan ve Takhar bölgesini Taliban'a kaptırdı. Artık egemen olduğu tek bölge Badakistan.
Şah Mesud son dönemde özellikle Afgan muhalefetinin Avrupa ile ilişkilerinde yeni bir sayfa açtı. Efsanevi komutan, geçtiğimiz aylarda Avrupa'ya yaptığı ziyarette AB liderleri tarafından adeta 'kahramanlar' gibi karşılanmıştı.
__________________________________________________ _____________________
Nasreddin Hoca (1208 - 1284)
Türk halk bilgesi. Halk dilinde, duygu ve inceliği içeren, gülmece türünün öncüsü olmuştur.
Sivrihisar'ın Hortu yöresinde doğdu, Akşehir'de öldü. Babası Hortu köyü imamı Abdullah Efendi, annesi aynı köyden Sıdıka Hatun'dur. Önce Sivrihisar'da medrese öğrenimi gördü. Babasının ölümü üzerine Hortu'ya dönerek köy imamı oldu. 1237'de Akşehir'e yerleşerek, Seyyid Mahmud Hayrani ve Seyyid Hacı İbrahim'in derslerini dinledi. İslam diniyle ilgili çalışmalarını sürdürdü. Bir söylentiye göre medresede ders okuttu, kadılık görevinde bulundu. Bu görevlerinden dolayı kendisine Nasuriddin Hâce adı verilmiş, sonradan bu ad Nasreddin Hoca biçimini almıştır.
Onun yaşamıyla ilgili bilgiler, halkın kendisine olan aşırı sevgisi yüzünden, söylentilerle karışmış, yer yer olağanüstü nitelikler kazanmıştır. Bu söylentiler arasında, onun Selçuklu sultanlarıyla tanıştığı, Mevlânâ Celâleddin ile yakınlık kurduğu, kendisinden en az yetmiş yıl sonra yaşayan Timur'la konuştuğu, birkaç yerde birden göründüğü bile vardır.
Nasreddin Hoca'nın değeri, yaşadığı olaylarla değil, gerek kendisinin, gerek halkın onun ağzından söylediği gülmecelerdeki anlam, yergi ve alay öğelerinin inceliğiyle ölçülür. Onun olduğu ileri sürülen gülmecelerin incelenmesinden, bunlarda geçen sözcüklerin açıklanışından anlaşıldığına göre o, belli bir dönemin değil Anadolu halkının yaşama biçimini, güldürü öğesini, alay ve eğlenme türünü, övgü ve yergi becerisini dile getirmiştir.
Onunla ilgili gülmeceleri oluşturan öğelerin odağı sevgi, yergi, övgü, alaya alma, gülünç duruma düşürme, kendi kendiyle çelişkiye sürükleme, Şeriat'ın katılıkları karşısında çok ince ve iğneli bir söyleyişle yumuşaklığı yeğlemedir. O, bunları söylerken bilgin, bilgisiz, açıkgöz, uysal, vurdumduymaz, utangaç, atak, şaşkın, kurnaz, korkak, atılgan gibi çelişik niteliklere bürünür. Özellikle karşısındakinin durumuyla çelişki içinde bulunma, gülmecelerinin egemen öğesidir. Bu öğeler Anadolu insanının, belli olaylar karşısındaki tutumun yansıtan, düşünce ürünlerini oluşturur.
Nasreddin Hoca, halkın duygularını yansıtan bir gülmece odağı olarak ortaya çıkarılır. Söyletilen kişi, söyletenin ağzını kullanır, böylece halk Nasreddin Hoca'nın diliyle kendi sesini duyurur.
Nasreddin Hoca, bütün gülmecelerinde, soyut bir varlık olarak değil, yaşanmış, yaşanan bir olayla, bir olguyla bağlantılı bir biçimde ortaya çıkar. Olay karşısında duyulan tepkiyi ya da onayı gülmece türlerinden biriyle dile getirir. Tanık olduğu olaylar genellikle halk arasında geçer. Hoca, soyluların, yüksek saray çevresinde bulunanların aralarına ya çok seyrek girer ya da hiç girmez. Sözgelişi onun tanıştığı söylenen Selçuklu sultanlarıyla ilgili gülmecesi yoktur.
Timur'la ilgili "hamam, Timur ve peştemal" gülmecesi de, Timur'dan çok önce yaşadığı için, sonradan üretilmiştir. Halk beğenisi Hoca'yı Timur gibi çevresine korku salan bir imparatorun karşısına hamamda çıkarak, "kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit" türünden bir yergi yaratmıştır. Burada yerilen, dolaylı olarak kendini toplumun, halkın üstünde gören saray insanlarıdır.
Nasreddin Hoca gülmecelerinde dile gelen, onun kişiliğinde, halkın duygularını yansıtan başka bir özellik de eşeğin yeridir. Hoca eşeğinden ayrı düşünülemez. Onun taşıtı, bineği olan eşek gerçekte bir yergi ve alay öğesidir. Anadolu insanının yarattığı gülmece ürünlerinde atın yeri yoktur denilebilir. Eşek, acıya, sıkıntıya, dayağa, açlığa katlanışın en yaygın simgesidir. Soyluların, sarayların çevresinde üretilmiş gülmecelerde eşek bulunmaz, oysa at geniş bir yer tutar.
Bu konuda başka bir çelişki sergilenir. Gülmecede güldürücü öğe ile yerici öğe yanyana getirilir. Bunun örneği de kendisinden eşeği isteyen köylüye, "eşek evde yok" deyince ahırda onun anırmasını duyan köylünün "işte eşek ahırda" diye diretmesi karşısında, Hocanın "eşeğin sözüne mi inanacaksın benimkine mi" demesidir.
Onun gülmecelerinde, kaba sofuların "ahret" le ilgili inançları da önemli bir yer tutar. "Fincancı Katırları", "Ben Sağlığımda Hep Burdan Geçerdim" başlıklı gülmeceler katı bir inanç karşısındaki duyguyu açığa vurur. Toplumda neye önem verildiğini anlatan "Ye Kürküm Ye" gülmecesi, Hoca'nın dilinde, halkın tepkisini gösterir.
Nasreddin Hoca'nın etkisi bütün toplum kesimlerine yayılmış, "İncili Çavuş", "Bekri Mustafa", "Bektaşi" gibi çok değişik yörelerin duygularını yansıtan gülmece türlerinin doğmasına olanak sağlamıştır. Bunlardan ilk ikisi saray çevresinin oldukça kaba beğenisini, üçüncüsü de gene halkın, Şeriat'ın katılığına karşı duyduğu tepkiyi dile getirir.
-__________________________________________________ __________________________________
Köse Mihal ( .... - .... )
Uludağ eteklerinde, Harmankaya adı verilen Rum kalesinin tekfuru iken Müslüman olup, Osmanlı Devletine büyük hizmetlerde bulundu. "Mihal Gazi" adıyla anılır. Evlat ve torunlarının da Osmanlı Devletine büyük hizmetleri vardır.
__________________________________________________ ____________________
Halil Nuri Yurdakul (1898 - 1970)
Halil Nuri Yurdakul Mazlumoğulları'ndan Kolağası Halil Efendi'nin oğludur. 1898 yılında Bor'da doğmuş, 1918'de harbiyeyi bitirmiştir. Mondros Mütarekesi yapıldığı sırada teğmen rütbesinde idi. Vatanın tehlikede olduğu o dönemde Milli Mücedele gizli teşkilatına girdi. Yakalanma tehlikesi karşısında maiyeti ile birlikte Anadolu'ya geçti.
Yunan kuvvetleri 22 Haziran 1920 tarihinde Ayvalık-Aydın hattında genel bir taarruza geçmişti. Beş tümen kadar olan bu kuvvet karşısında direnebilmek çok güçtü. Nitekim kısa zamanda Bursa'yı ele geçirdiler. Milli güçler mahalli erattan meydana geliyordu. Onlar da düşmanın zulmünden çoluk çocuğunu daha içerilere kaçırma telaşına düştüler. Bu bölgede henüz güvenilir kuvvetler yoktu. Gayret genç subaylara düşüyordu. O tarihte XX. Kolordu Komutanı olan Ali Fuat Cebesoy "Milli Mücadele Hatıraları" isimli kitabında şöyle yazıyor:
"Bozüyük'ten Bursa'ya kadar bölgeyi gözetleyecek gücümüz kalmamıştı. İlk icraat olarak Geyve'de bulunan 70. Alay'ın Karaköy'e getirilmesini ve Karaköy Boğazı'nın müdafaa vaziyetine konulmasını düşünmüştüm. 70. Alay gelinceye kadar, müdafaa mevziinin keşfi için erkân-ı harp binbaşısı Halis Bey'i oraya göndermiştim. Bu işler tamamlanıncaya kadar birkaç gün geçecekti. Bu esnada düşmanla nasıl temas edilecek ve hangi kuvvetle zaman kazanılacaktı?"
"70. Alay kumandanı Halit Bey, emir almak için Geyve'den yanıma gelmişti. Fakat Bursa'dan ilerleyecek düşmanla meşgul olmak onun işi değildi. Mutlaka o saatte bir kuvvet bulmak lâzımdı. Bu sırada karargahıma mülazım-ı sani (teğmen) Halil Nuri Efendi adında genç bir zabit müracaat ederek Bozüyük'ten toplayacağı 20-30 tüfekli ile Pazarcık'a gidebileceğini, oradaki Müdafaa-i Hkuk Cemiyeti Reisi Yetimoğlu'nun yardımını evvelce sağladığını söyledi. Halil Nuri Efendi, bir taraftan düşmanla temas edinceye kadar İnegöl istikametinde gideceğini diğer taraftan düşmanı Nazif Paşa mevkiinde oyalamak için de kafi miktarda kuvvet toplayabileceğini ileri sürüyordu. Bu genç ve cesur zabiti Bo-züyüklüler de seviyordu. Muvafakat ettim. Derhal faaliyete geçti. Ufak bir müfreze yaptı. Eğer kafi miktar silah bulmuş olsaydı müfrezenin mevcudu belki yüzü bulurdu. Halil Nuri Efendi aldığı emri tamamiyle ifa etti. Bir taraftan Nazif Paşa'daki müfrezesini Bozüyük ve Pazarcık'tan gelen müfrezelerle kuvvetlendirirken, diğer taraftan kendisi de İnegöl'e kadar ilerlemişti. Yunanlılar'in İnegöl'ü işgal edecekleri güne kadar orada kalmıştı. Bundan sonra da Nazif Paşa'daki müfrezesinin başına geçti."
Halil Nuri'nin düşmanı durdurduğunu öğrenen ve umumi vaziyeti bildiren raporunu dikkatle dinleyen Mustafa Kemal Paşa, yaveri Muzaffer Kılıç Bey'e dönerek, "Çocuk bir sigara ver. Bu çocuk vaziyeti kurtardı" demiş ve hemen Ankara'ya dönmüştür. Bu fedakârane hizmet meclis kürsüsünden de dile getirilmiştir.
Harp tarihinde önemli yeri olan Halil Nuri, Sakarya'da yaralanmış ve savaştan sonra harbiyeye öğretmen olarak tayin edilmiştir. Bundan sonra muhtelif askeri görevleri sırasında çeşitli kültür hizmetleri ifa etmiştir.
Tasavvurlarını gerçekleştirmek için 1932 senesi sonlarına doğru Niğde'de bulanan 41. Alay'a yüzbaşı rütbesi ile tayinini yaptırır. Talebelik yıllarından beri Bor'da bir kütüphane kurmayı düşünmekte idi. Uzun müddettir topladığı kitaplarını kamyonlarla Bor'a getirtir. Belediye Meclis Salonu'na 5000 ciltlik ilk kütüphaneyi açar. Bununla kalmaz Altunhisar, Çukurkuyu, Kemerhisar ve Ulukışla'da da okuma odaları tesis eder.
Boş zamanlarında kar-kış demeden Bor'a koşar. Bir kaynaşma, bir uyanış sağlamak üzere konferanslar verdirir, spor kulübü, atış poligonu, arkeoloji müzesi, çocuk bahçesi ve köycülük bürosu kurar. Okullara trampetler temin eder. Haftada bir gün milli oyunlar tertip eder. Bor gençlik marşı için yarışma açar. Birinci gelen Talat Gün' ün şiiri bestelenir.
Halil Nuri Yurdakul yalnız memleketine hizmet vermemiş, Erciş, Zincidere, Pozantı, Dörtyol'da da kitaplık, müze, yol açma, cami inşası gibi birçok işlere ön ayak olmuştur.
1950 seçimlerinde Niğde Milletvekili olarak meclise girer. 1954 yılında Emekli Sandığı İdare Heyeti'ne getirilir.
Halil Nuri Yurdakul 28 Şubat 1970 tarihinde hayata veda etmiştir. Acıgöl Mezarlığı'nda metfundur.
Afganistan'daki Taliban yönetimine karşı mücadelesiyle efsaneleşen Ahmed Şah Mesud, Batı dünyasında romantik bir savaşçı imajıyla tanınıyor. Mesud, 1979-1989 yıllarındaki Sovyet işgali sırasında doğum yeri Penşir Vadisi'nde verdiği mücadeleyle adını duyurmuştu. Başkent Kabil'in kuzeydoğusundaki bu stratejik noktayı koruması sayesinde adı 'Penşir Aslanı'na çıktı. Sovyetler'in çekilmesinin ardından Moskova yanlısı hükümet 1992'de devrilirken, o Kâbil'e giren tanklardan birinin üstündeydi. Şah Mesud, daha sonra Burhaneddin Rabbani hükümetinde savunma bakanlığı yaptı. Ancak mücahit gruplar birbirlerine girdiğinde işler değişti. 1996'da Taliban hareketi ortaya çıkıp başkenti ele geçirdiğinde Şah Mesud, yanına devrik lider Rabbani ve Afgan ordusunun geri kalanını alıp dağlara çekildi.
Şah Mesud 10 Eylül 2001 tarihinde iki taliban militanın tarafından öldürüldü.
AZINLIKLARIN TEMSİLCİSİYDİ
Bir subayın oğlu olan Tacik kökenli Şah Mesud, Özbek ve Hazara azınlıkların desteğiyle muhalefeti örgütledi ve Taliban'ın kuzeye ilerlemesini durdurdu. Afganistan'da çoğunluğu oluşturan Paştunlardan oluşan Taliban'a karşı azınlıkların desteğine sahip. Ayrıca artık bir dönemki düşmanı Rusya ile ittifak halinde. Çünkü Rusya Taliban'ın Orta Asya'ya yayılmasından endişeli. 1996'dan beri Şah Mesud'un denetimindeki topraklar azaldı. Geçen yıl Baglan ve Takhar bölgesini Taliban'a kaptırdı. Artık egemen olduğu tek bölge Badakistan.
Şah Mesud son dönemde özellikle Afgan muhalefetinin Avrupa ile ilişkilerinde yeni bir sayfa açtı. Efsanevi komutan, geçtiğimiz aylarda Avrupa'ya yaptığı ziyarette AB liderleri tarafından adeta 'kahramanlar' gibi karşılanmıştı.
__________________________________________________ _____________________
Nasreddin Hoca (1208 - 1284)
Türk halk bilgesi. Halk dilinde, duygu ve inceliği içeren, gülmece türünün öncüsü olmuştur.
Sivrihisar'ın Hortu yöresinde doğdu, Akşehir'de öldü. Babası Hortu köyü imamı Abdullah Efendi, annesi aynı köyden Sıdıka Hatun'dur. Önce Sivrihisar'da medrese öğrenimi gördü. Babasının ölümü üzerine Hortu'ya dönerek köy imamı oldu. 1237'de Akşehir'e yerleşerek, Seyyid Mahmud Hayrani ve Seyyid Hacı İbrahim'in derslerini dinledi. İslam diniyle ilgili çalışmalarını sürdürdü. Bir söylentiye göre medresede ders okuttu, kadılık görevinde bulundu. Bu görevlerinden dolayı kendisine Nasuriddin Hâce adı verilmiş, sonradan bu ad Nasreddin Hoca biçimini almıştır.
Onun yaşamıyla ilgili bilgiler, halkın kendisine olan aşırı sevgisi yüzünden, söylentilerle karışmış, yer yer olağanüstü nitelikler kazanmıştır. Bu söylentiler arasında, onun Selçuklu sultanlarıyla tanıştığı, Mevlânâ Celâleddin ile yakınlık kurduğu, kendisinden en az yetmiş yıl sonra yaşayan Timur'la konuştuğu, birkaç yerde birden göründüğü bile vardır.
Nasreddin Hoca'nın değeri, yaşadığı olaylarla değil, gerek kendisinin, gerek halkın onun ağzından söylediği gülmecelerdeki anlam, yergi ve alay öğelerinin inceliğiyle ölçülür. Onun olduğu ileri sürülen gülmecelerin incelenmesinden, bunlarda geçen sözcüklerin açıklanışından anlaşıldığına göre o, belli bir dönemin değil Anadolu halkının yaşama biçimini, güldürü öğesini, alay ve eğlenme türünü, övgü ve yergi becerisini dile getirmiştir.
Onunla ilgili gülmeceleri oluşturan öğelerin odağı sevgi, yergi, övgü, alaya alma, gülünç duruma düşürme, kendi kendiyle çelişkiye sürükleme, Şeriat'ın katılıkları karşısında çok ince ve iğneli bir söyleyişle yumuşaklığı yeğlemedir. O, bunları söylerken bilgin, bilgisiz, açıkgöz, uysal, vurdumduymaz, utangaç, atak, şaşkın, kurnaz, korkak, atılgan gibi çelişik niteliklere bürünür. Özellikle karşısındakinin durumuyla çelişki içinde bulunma, gülmecelerinin egemen öğesidir. Bu öğeler Anadolu insanının, belli olaylar karşısındaki tutumun yansıtan, düşünce ürünlerini oluşturur.
Nasreddin Hoca, halkın duygularını yansıtan bir gülmece odağı olarak ortaya çıkarılır. Söyletilen kişi, söyletenin ağzını kullanır, böylece halk Nasreddin Hoca'nın diliyle kendi sesini duyurur.
Nasreddin Hoca, bütün gülmecelerinde, soyut bir varlık olarak değil, yaşanmış, yaşanan bir olayla, bir olguyla bağlantılı bir biçimde ortaya çıkar. Olay karşısında duyulan tepkiyi ya da onayı gülmece türlerinden biriyle dile getirir. Tanık olduğu olaylar genellikle halk arasında geçer. Hoca, soyluların, yüksek saray çevresinde bulunanların aralarına ya çok seyrek girer ya da hiç girmez. Sözgelişi onun tanıştığı söylenen Selçuklu sultanlarıyla ilgili gülmecesi yoktur.
Timur'la ilgili "hamam, Timur ve peştemal" gülmecesi de, Timur'dan çok önce yaşadığı için, sonradan üretilmiştir. Halk beğenisi Hoca'yı Timur gibi çevresine korku salan bir imparatorun karşısına hamamda çıkarak, "kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit" türünden bir yergi yaratmıştır. Burada yerilen, dolaylı olarak kendini toplumun, halkın üstünde gören saray insanlarıdır.
Nasreddin Hoca gülmecelerinde dile gelen, onun kişiliğinde, halkın duygularını yansıtan başka bir özellik de eşeğin yeridir. Hoca eşeğinden ayrı düşünülemez. Onun taşıtı, bineği olan eşek gerçekte bir yergi ve alay öğesidir. Anadolu insanının yarattığı gülmece ürünlerinde atın yeri yoktur denilebilir. Eşek, acıya, sıkıntıya, dayağa, açlığa katlanışın en yaygın simgesidir. Soyluların, sarayların çevresinde üretilmiş gülmecelerde eşek bulunmaz, oysa at geniş bir yer tutar.
Bu konuda başka bir çelişki sergilenir. Gülmecede güldürücü öğe ile yerici öğe yanyana getirilir. Bunun örneği de kendisinden eşeği isteyen köylüye, "eşek evde yok" deyince ahırda onun anırmasını duyan köylünün "işte eşek ahırda" diye diretmesi karşısında, Hocanın "eşeğin sözüne mi inanacaksın benimkine mi" demesidir.
Onun gülmecelerinde, kaba sofuların "ahret" le ilgili inançları da önemli bir yer tutar. "Fincancı Katırları", "Ben Sağlığımda Hep Burdan Geçerdim" başlıklı gülmeceler katı bir inanç karşısındaki duyguyu açığa vurur. Toplumda neye önem verildiğini anlatan "Ye Kürküm Ye" gülmecesi, Hoca'nın dilinde, halkın tepkisini gösterir.
Nasreddin Hoca'nın etkisi bütün toplum kesimlerine yayılmış, "İncili Çavuş", "Bekri Mustafa", "Bektaşi" gibi çok değişik yörelerin duygularını yansıtan gülmece türlerinin doğmasına olanak sağlamıştır. Bunlardan ilk ikisi saray çevresinin oldukça kaba beğenisini, üçüncüsü de gene halkın, Şeriat'ın katılığına karşı duyduğu tepkiyi dile getirir.
-__________________________________________________ __________________________________
Köse Mihal ( .... - .... )
Uludağ eteklerinde, Harmankaya adı verilen Rum kalesinin tekfuru iken Müslüman olup, Osmanlı Devletine büyük hizmetlerde bulundu. "Mihal Gazi" adıyla anılır. Evlat ve torunlarının da Osmanlı Devletine büyük hizmetleri vardır.
__________________________________________________ ____________________
Halil Nuri Yurdakul (1898 - 1970)
Halil Nuri Yurdakul Mazlumoğulları'ndan Kolağası Halil Efendi'nin oğludur. 1898 yılında Bor'da doğmuş, 1918'de harbiyeyi bitirmiştir. Mondros Mütarekesi yapıldığı sırada teğmen rütbesinde idi. Vatanın tehlikede olduğu o dönemde Milli Mücedele gizli teşkilatına girdi. Yakalanma tehlikesi karşısında maiyeti ile birlikte Anadolu'ya geçti.
Yunan kuvvetleri 22 Haziran 1920 tarihinde Ayvalık-Aydın hattında genel bir taarruza geçmişti. Beş tümen kadar olan bu kuvvet karşısında direnebilmek çok güçtü. Nitekim kısa zamanda Bursa'yı ele geçirdiler. Milli güçler mahalli erattan meydana geliyordu. Onlar da düşmanın zulmünden çoluk çocuğunu daha içerilere kaçırma telaşına düştüler. Bu bölgede henüz güvenilir kuvvetler yoktu. Gayret genç subaylara düşüyordu. O tarihte XX. Kolordu Komutanı olan Ali Fuat Cebesoy "Milli Mücadele Hatıraları" isimli kitabında şöyle yazıyor:
"Bozüyük'ten Bursa'ya kadar bölgeyi gözetleyecek gücümüz kalmamıştı. İlk icraat olarak Geyve'de bulunan 70. Alay'ın Karaköy'e getirilmesini ve Karaköy Boğazı'nın müdafaa vaziyetine konulmasını düşünmüştüm. 70. Alay gelinceye kadar, müdafaa mevziinin keşfi için erkân-ı harp binbaşısı Halis Bey'i oraya göndermiştim. Bu işler tamamlanıncaya kadar birkaç gün geçecekti. Bu esnada düşmanla nasıl temas edilecek ve hangi kuvvetle zaman kazanılacaktı?"
"70. Alay kumandanı Halit Bey, emir almak için Geyve'den yanıma gelmişti. Fakat Bursa'dan ilerleyecek düşmanla meşgul olmak onun işi değildi. Mutlaka o saatte bir kuvvet bulmak lâzımdı. Bu sırada karargahıma mülazım-ı sani (teğmen) Halil Nuri Efendi adında genç bir zabit müracaat ederek Bozüyük'ten toplayacağı 20-30 tüfekli ile Pazarcık'a gidebileceğini, oradaki Müdafaa-i Hkuk Cemiyeti Reisi Yetimoğlu'nun yardımını evvelce sağladığını söyledi. Halil Nuri Efendi, bir taraftan düşmanla temas edinceye kadar İnegöl istikametinde gideceğini diğer taraftan düşmanı Nazif Paşa mevkiinde oyalamak için de kafi miktarda kuvvet toplayabileceğini ileri sürüyordu. Bu genç ve cesur zabiti Bo-züyüklüler de seviyordu. Muvafakat ettim. Derhal faaliyete geçti. Ufak bir müfreze yaptı. Eğer kafi miktar silah bulmuş olsaydı müfrezenin mevcudu belki yüzü bulurdu. Halil Nuri Efendi aldığı emri tamamiyle ifa etti. Bir taraftan Nazif Paşa'daki müfrezesini Bozüyük ve Pazarcık'tan gelen müfrezelerle kuvvetlendirirken, diğer taraftan kendisi de İnegöl'e kadar ilerlemişti. Yunanlılar'in İnegöl'ü işgal edecekleri güne kadar orada kalmıştı. Bundan sonra da Nazif Paşa'daki müfrezesinin başına geçti."
Halil Nuri'nin düşmanı durdurduğunu öğrenen ve umumi vaziyeti bildiren raporunu dikkatle dinleyen Mustafa Kemal Paşa, yaveri Muzaffer Kılıç Bey'e dönerek, "Çocuk bir sigara ver. Bu çocuk vaziyeti kurtardı" demiş ve hemen Ankara'ya dönmüştür. Bu fedakârane hizmet meclis kürsüsünden de dile getirilmiştir.
Harp tarihinde önemli yeri olan Halil Nuri, Sakarya'da yaralanmış ve savaştan sonra harbiyeye öğretmen olarak tayin edilmiştir. Bundan sonra muhtelif askeri görevleri sırasında çeşitli kültür hizmetleri ifa etmiştir.
Tasavvurlarını gerçekleştirmek için 1932 senesi sonlarına doğru Niğde'de bulanan 41. Alay'a yüzbaşı rütbesi ile tayinini yaptırır. Talebelik yıllarından beri Bor'da bir kütüphane kurmayı düşünmekte idi. Uzun müddettir topladığı kitaplarını kamyonlarla Bor'a getirtir. Belediye Meclis Salonu'na 5000 ciltlik ilk kütüphaneyi açar. Bununla kalmaz Altunhisar, Çukurkuyu, Kemerhisar ve Ulukışla'da da okuma odaları tesis eder.
Boş zamanlarında kar-kış demeden Bor'a koşar. Bir kaynaşma, bir uyanış sağlamak üzere konferanslar verdirir, spor kulübü, atış poligonu, arkeoloji müzesi, çocuk bahçesi ve köycülük bürosu kurar. Okullara trampetler temin eder. Haftada bir gün milli oyunlar tertip eder. Bor gençlik marşı için yarışma açar. Birinci gelen Talat Gün' ün şiiri bestelenir.
Halil Nuri Yurdakul yalnız memleketine hizmet vermemiş, Erciş, Zincidere, Pozantı, Dörtyol'da da kitaplık, müze, yol açma, cami inşası gibi birçok işlere ön ayak olmuştur.
1950 seçimlerinde Niğde Milletvekili olarak meclise girer. 1954 yılında Emekli Sandığı İdare Heyeti'ne getirilir.
Halil Nuri Yurdakul 28 Şubat 1970 tarihinde hayata veda etmiştir. Acıgöl Mezarlığı'nda metfundur.