Kaç dakikadır trafiktesiniz, bilmiyorsunuz. Öndeki araba yavaş gidiyor. Üstelik sol şeridi de işgal etmiş. Çok öfkelendiniz. Korna çalıyorsunuz, selektörle uyarıyorsunuz ama gitmiyor. Hınçla orta şeride geçiyorsunuz. Yetişmeniz gereken önemli bir yer var. Şimdiden geç kalmışsınız. Telefonunuzçalıyor. Arayan eşiniz. Bir süredir akan banyo tavanınız hakkında komşuyla konuşup konuşmadığınızı merak ediyor. “Hani bugün kesin arayacaktınız?” Tam bu sırada arkadan bir araba sizi sıkıştırmaya başlıyor. Birkaç saniye içinde sesinizi yükseltmiş, eşinizi öfkeyle terslerken buluyorsunuz kendinizi.Dişlerinizi sıktığınızı fark ediyorsunuz. Birden hafif bir çarpıntı başlıyor, nefes darlığı ve ardından ateş bastığını hissediyorsunuz. Tüm bu yaşananlar da neyin nesi? Sabrınızı nasıl kaybettiniz?
Günümüzde stres faktörleri ile karşılaşmak hayatın her aşamasında kaçınılmazdır. Atalarımızdan gelen genlerle baş etmeye çalıştığımız bu stresörler, onların baş ettiği stresörlerden oldukça farklı görünüyor. Vahşi bir hayvandan kaçmak ya da doğal afetlerle hemen her gün yüz yüze kalmak yerine, iş, okul başarısı, maddi problemler, trafik gibi stresörlere maruz kalıyoruz. Her adımda zamanı yönetmeye çalışıyoruz. Hal böyleyken baş etme yollarımızınne kadar sağlıklı olduğu bu faktörlerden ne kadar etkileneceğimizi belirliyor. Stres faktörlerine maruziyetin azaltılamadığı durumlarda bireysel baş etme yollarının doğru kullanılması ile, karşılaşılan zorluklarla daha iyi mücadele edebilmek ve fiziksel ve psikolojik zararın azaltılmasının mümkün olabileceğini görüyoruz. Bu anlamda baş etme yollarının güçlenmesi açısından sabır kavramı önem kazanmaktadır. Sabır, zorluklar karşısında bilinçli dayanma gücüdür. Sabrederken, problem çözmeye yönelik duygusal, bilişsel ve davranışsal süreçleri aktif kullanırız. Dolayısıyla sabrı yönetebilmenin bireysel farklılıkları olduğunu görüyoruz. Bir anne şikâyet ediyor; “İşim yoğun ve stresli. Tüm gün insanlara laf anlatmaya çalışıyorum. Eve geldiğimde çok yorgun oluyorum.Çocuklarıma sabredemiyorum. Son zamanlarda onlara bağırmaya başladım. Sonrasında nasıl pişman oluyorum bilemezsiniz. Ne olur yardım edin…”. Maalesef sabrımızı en çok da yakınlarımıza gösteremiyoruz. Kaybetme korkumuzun olmadığı insanlara yani… Hatta bir süre sonra onlara öfkelenmeye başlıyoruz. Sabrımızı tükettikleri için… Oysa ki sabrın kişilik yapısı ile yakından ilişkili olduğunu unutuyoruz. Bireyin taşıdığı kişilik yapısı onun taşıdığı potansiyel sabrına işaret ediyor. Sorunu dışarıda aramaksa daha kolay geliyor. “Ama bana şöyle dedi, böyle davrandı” dediğinizi duyar gibiyim… Kişilik özelliği açısından hoşgörülü, anlayışlı ve sağlıklı iletişim kurup kendini anlatma ve karşıyı anlama isteği olan bireylerin zor olaylar karşısında anlam arayışlarının daha olumlu sağlandığını görüyoruz. Sabrın nasıl olduğu ve yönetim şekli bireylerin sıkıntılı olaylarla başa çıkmada olaylara ve hayata yükledikleri anlamlardan etkileniyor. Bununla beraber önemli bir diğer nokta ise modern zamanda kentleşmenin de getirisiyle daha fazla olay ve insanla temas halinde olduğumuz bu süreçte, uğruna en çok savaştığımız hazlarımızın zamanımızın pek çoğunu aldığı yönünde. Haz odaklı yaşamak hayatımızın merkezinde duruyor. Sadece mutluluğu hedefleyip diğer tüm olumsuz duygulardan arınmaya çalışırken kısa sürede kazanmayı dilediğimiz başarılar, hemen her planımızın anında gerçekleşmesi isteği ve anlık doyumların bizi aslında uzun vadede pek de mutlu etmediğini görüyoruz. Fark etmeden, hatta seve seve sabrımızı hazzımıza feda ederken, sabrımıza veda ediyoruz…
Günümüzde stres faktörleri ile karşılaşmak hayatın her aşamasında kaçınılmazdır. Atalarımızdan gelen genlerle baş etmeye çalıştığımız bu stresörler, onların baş ettiği stresörlerden oldukça farklı görünüyor. Vahşi bir hayvandan kaçmak ya da doğal afetlerle hemen her gün yüz yüze kalmak yerine, iş, okul başarısı, maddi problemler, trafik gibi stresörlere maruz kalıyoruz. Her adımda zamanı yönetmeye çalışıyoruz. Hal böyleyken baş etme yollarımızınne kadar sağlıklı olduğu bu faktörlerden ne kadar etkileneceğimizi belirliyor. Stres faktörlerine maruziyetin azaltılamadığı durumlarda bireysel baş etme yollarının doğru kullanılması ile, karşılaşılan zorluklarla daha iyi mücadele edebilmek ve fiziksel ve psikolojik zararın azaltılmasının mümkün olabileceğini görüyoruz. Bu anlamda baş etme yollarının güçlenmesi açısından sabır kavramı önem kazanmaktadır. Sabır, zorluklar karşısında bilinçli dayanma gücüdür. Sabrederken, problem çözmeye yönelik duygusal, bilişsel ve davranışsal süreçleri aktif kullanırız. Dolayısıyla sabrı yönetebilmenin bireysel farklılıkları olduğunu görüyoruz. Bir anne şikâyet ediyor; “İşim yoğun ve stresli. Tüm gün insanlara laf anlatmaya çalışıyorum. Eve geldiğimde çok yorgun oluyorum.Çocuklarıma sabredemiyorum. Son zamanlarda onlara bağırmaya başladım. Sonrasında nasıl pişman oluyorum bilemezsiniz. Ne olur yardım edin…”. Maalesef sabrımızı en çok da yakınlarımıza gösteremiyoruz. Kaybetme korkumuzun olmadığı insanlara yani… Hatta bir süre sonra onlara öfkelenmeye başlıyoruz. Sabrımızı tükettikleri için… Oysa ki sabrın kişilik yapısı ile yakından ilişkili olduğunu unutuyoruz. Bireyin taşıdığı kişilik yapısı onun taşıdığı potansiyel sabrına işaret ediyor. Sorunu dışarıda aramaksa daha kolay geliyor. “Ama bana şöyle dedi, böyle davrandı” dediğinizi duyar gibiyim… Kişilik özelliği açısından hoşgörülü, anlayışlı ve sağlıklı iletişim kurup kendini anlatma ve karşıyı anlama isteği olan bireylerin zor olaylar karşısında anlam arayışlarının daha olumlu sağlandığını görüyoruz. Sabrın nasıl olduğu ve yönetim şekli bireylerin sıkıntılı olaylarla başa çıkmada olaylara ve hayata yükledikleri anlamlardan etkileniyor. Bununla beraber önemli bir diğer nokta ise modern zamanda kentleşmenin de getirisiyle daha fazla olay ve insanla temas halinde olduğumuz bu süreçte, uğruna en çok savaştığımız hazlarımızın zamanımızın pek çoğunu aldığı yönünde. Haz odaklı yaşamak hayatımızın merkezinde duruyor. Sadece mutluluğu hedefleyip diğer tüm olumsuz duygulardan arınmaya çalışırken kısa sürede kazanmayı dilediğimiz başarılar, hemen her planımızın anında gerçekleşmesi isteği ve anlık doyumların bizi aslında uzun vadede pek de mutlu etmediğini görüyoruz. Fark etmeden, hatta seve seve sabrımızı hazzımıza feda ederken, sabrımıza veda ediyoruz…