Ahmet Yesevi -Ahmet Yesevi Kimdir - Ahmet Yesevi Hayatı ve Eserleri
Türk tasavvuf geleneğinin hareket noktası “Pîr-i Türkistan” Hoca Ahmet Yesevî, Güney Kazakistan’da Çimkent şehrine 7 km, bugün Türkistan adıyla tanınan Yesi şehrine 157 km uzaklıktaki Sayram kasabasında doğmuştur. Doğum yılı kesin olarak bilinmemektedir. 73 yıl yaşadığı ve 1166 yılında vefat ettiği şeklindeki yaygın görüş ışığında, 1093 yılında doğduğu ortaya çıkar. Babası Sayram’ın ünlü bilginlerinden İbrahim Şeyh, annesi ise Kara Saç Ana’dır. Halkın inanışı, İbrahim Şeyh’in soyunu Hz. Ali’nin oğullarından Muhammed el-Hanefî’ye çıkarır.
Ahmet Yesevî, ilk öğrenimini yedi yaşında iken kaybettiği babası İbrahim Şeyh’ten alır. Babasının vefatından sonra ise, onun eğitimini menkıbelerin Hz. Peygamber’in talimatıyla bu iş için görevlendirildiğini söyledikleri Şeyh Arslan Baba üstlenir ve Ahmet Yesevî’nin manevî babası olur. Arslan Baba’dan tasavvufla ilgili ilk bilgileri alan Ahmet Yesevî, onun vefatından sonra yine onun önceden verdiği işarete uyarak dönemin ilim ve irfan merkezi olan Buhâra’ya gider.
Ahmet Yesevî, muhtemelen 27 yaşlarında iken, Buhâra’da, devrin önde gelen mutasavvıf ve bilginlerinden olan Şeyh Yûsuf Hemedânî’nin öğrencisi ve müridi olur. Yûsuf Hemedânî, eğer deyim yerinde ise, “gezginci bir şeyh”tir. O, çoğunlukla Buhâra’da ikamet etmekle beraber Mevr, Semerkanî, Herat gibi önemli merkezleri dolaşarak halkı Allah yolunda hizmete çağırır, dinî açıdan aydınlatır ve özellikle dînin özünün ve temel amacının, insanın ahlâkî açıdan olgunlaşması olduğunu söylerdi .
İşte Ahmet Yesevî de hocası Yusuf Hemedânî’den dinî ve tasavvufî bilgileri onunla birlikte gezerek, görerek ve yaşayarak öğrenmiş ve öğrendiklerini de yalnız Türkistan’a değil, bütün Türk dünyasına güzel, sade ve saf Türkçesiyle vermiş ve öğretmiştir. Nitekim o, şeyhi Yusuf Hemedânî’nin vefatından sonra onun dergâhında halifelik postuna oturmuş ve bir süre Buhâra’da Şeyhinin görevlerini üstlenmiştir. Daha sonra Yesî’ye dönen Ahmet Yesevî, vefat tarihi olan 1156 yılına kadar burayı merkez edinmiştir.
Yesî, artık Hoca Ahmet Yesevî’nin görüşleri ve eğitimiyle aydınlanan hareketli bir kent haline gelmiştir. Çünkü Türkistan’ın hemen hemen her yerinden öğrenci gelmiş ve Hoca Ahmet Yesevî’nin irşad halkasına girmişlerdir. Yesevî ocağında öğrenimlerini tamamlayan genç-yaşlı Yesevî müritleri, Türkistan’dan Balkanlara kadar uzanan bütün Türk yurtlarında Hoca Ahmet Yesevî’nin saf ve sâde Türkçe ile söylenmiş “hikmet”lerini terennüm ettiler ve eski Türk inanışlarının kalıntılarını İslâmiyet’le uzlaştırmaya çalışan ve dolayısıyla kitabî dinin emirlerini tam olarak yerine getiremeyen henüz Müslüman olmuş insanlara İslâm’ın sıcak, samimî, hoşgörü, tanrı ve insan sevgisine dayalı gerçek güzel yüzünü tanıttılar. Böylece Hoca Ahmet Yesevî’nin dinin özünü tam olarak yakalamış aydınlık görüşleri, çok kısa sürede , bütün Türk illerine yayıldı.
Hoca Ahmet Yesevî, içinde yaşadığı dönemin Türk toplumunun bozkırlarda at koşturan yarı göçebe insanlar olduklarını; kadın-erkek, yaşlı genç hareketli ve kendi gelenek ve göreneklerini diri tutma yolunda başarılı ve mücadeleli bir hayatın içinde olduklarını çok iyi biliyordu. Bu insanlara o, kılı kırk yaran fıkıh kuralları içinde ve Arap Acem kültür çevresinin etkileriyle boğulmuş karma karışık bir İslâm yerine, samimî ve sarsılmaz bir iman anlayışım telkin eden dinî ve ahlakî kuralları Arapça ve Farsçayı çok iyi bildiği halde; kendi dilleriyle ve onların seviyelerine uygun bir üslûpla sunmanın başarısının temeli olacağımı görmüştür. Onun için de Türk boylarının halk edebiyatından alınmış şekillerle insanlar arasında, dostluğu, sevgiyi, dayanışmayı, dünyayı Tanrı ve insan sevgisi ile kucaklamayı, yine Kuran’dan aldığı ilhamla öğretti.
Türk tasavvuf geleneğinin hareket noktası “Pîr-i Türkistan” Hoca Ahmet Yesevî, Güney Kazakistan’da Çimkent şehrine 7 km, bugün Türkistan adıyla tanınan Yesi şehrine 157 km uzaklıktaki Sayram kasabasında doğmuştur. Doğum yılı kesin olarak bilinmemektedir. 73 yıl yaşadığı ve 1166 yılında vefat ettiği şeklindeki yaygın görüş ışığında, 1093 yılında doğduğu ortaya çıkar. Babası Sayram’ın ünlü bilginlerinden İbrahim Şeyh, annesi ise Kara Saç Ana’dır. Halkın inanışı, İbrahim Şeyh’in soyunu Hz. Ali’nin oğullarından Muhammed el-Hanefî’ye çıkarır.
Ahmet Yesevî, ilk öğrenimini yedi yaşında iken kaybettiği babası İbrahim Şeyh’ten alır. Babasının vefatından sonra ise, onun eğitimini menkıbelerin Hz. Peygamber’in talimatıyla bu iş için görevlendirildiğini söyledikleri Şeyh Arslan Baba üstlenir ve Ahmet Yesevî’nin manevî babası olur. Arslan Baba’dan tasavvufla ilgili ilk bilgileri alan Ahmet Yesevî, onun vefatından sonra yine onun önceden verdiği işarete uyarak dönemin ilim ve irfan merkezi olan Buhâra’ya gider.
Ahmet Yesevî, muhtemelen 27 yaşlarında iken, Buhâra’da, devrin önde gelen mutasavvıf ve bilginlerinden olan Şeyh Yûsuf Hemedânî’nin öğrencisi ve müridi olur. Yûsuf Hemedânî, eğer deyim yerinde ise, “gezginci bir şeyh”tir. O, çoğunlukla Buhâra’da ikamet etmekle beraber Mevr, Semerkanî, Herat gibi önemli merkezleri dolaşarak halkı Allah yolunda hizmete çağırır, dinî açıdan aydınlatır ve özellikle dînin özünün ve temel amacının, insanın ahlâkî açıdan olgunlaşması olduğunu söylerdi .
İşte Ahmet Yesevî de hocası Yusuf Hemedânî’den dinî ve tasavvufî bilgileri onunla birlikte gezerek, görerek ve yaşayarak öğrenmiş ve öğrendiklerini de yalnız Türkistan’a değil, bütün Türk dünyasına güzel, sade ve saf Türkçesiyle vermiş ve öğretmiştir. Nitekim o, şeyhi Yusuf Hemedânî’nin vefatından sonra onun dergâhında halifelik postuna oturmuş ve bir süre Buhâra’da Şeyhinin görevlerini üstlenmiştir. Daha sonra Yesî’ye dönen Ahmet Yesevî, vefat tarihi olan 1156 yılına kadar burayı merkez edinmiştir.
Yesî, artık Hoca Ahmet Yesevî’nin görüşleri ve eğitimiyle aydınlanan hareketli bir kent haline gelmiştir. Çünkü Türkistan’ın hemen hemen her yerinden öğrenci gelmiş ve Hoca Ahmet Yesevî’nin irşad halkasına girmişlerdir. Yesevî ocağında öğrenimlerini tamamlayan genç-yaşlı Yesevî müritleri, Türkistan’dan Balkanlara kadar uzanan bütün Türk yurtlarında Hoca Ahmet Yesevî’nin saf ve sâde Türkçe ile söylenmiş “hikmet”lerini terennüm ettiler ve eski Türk inanışlarının kalıntılarını İslâmiyet’le uzlaştırmaya çalışan ve dolayısıyla kitabî dinin emirlerini tam olarak yerine getiremeyen henüz Müslüman olmuş insanlara İslâm’ın sıcak, samimî, hoşgörü, tanrı ve insan sevgisine dayalı gerçek güzel yüzünü tanıttılar. Böylece Hoca Ahmet Yesevî’nin dinin özünü tam olarak yakalamış aydınlık görüşleri, çok kısa sürede , bütün Türk illerine yayıldı.
Hoca Ahmet Yesevî, içinde yaşadığı dönemin Türk toplumunun bozkırlarda at koşturan yarı göçebe insanlar olduklarını; kadın-erkek, yaşlı genç hareketli ve kendi gelenek ve göreneklerini diri tutma yolunda başarılı ve mücadeleli bir hayatın içinde olduklarını çok iyi biliyordu. Bu insanlara o, kılı kırk yaran fıkıh kuralları içinde ve Arap Acem kültür çevresinin etkileriyle boğulmuş karma karışık bir İslâm yerine, samimî ve sarsılmaz bir iman anlayışım telkin eden dinî ve ahlakî kuralları Arapça ve Farsçayı çok iyi bildiği halde; kendi dilleriyle ve onların seviyelerine uygun bir üslûpla sunmanın başarısının temeli olacağımı görmüştür. Onun için de Türk boylarının halk edebiyatından alınmış şekillerle insanlar arasında, dostluğu, sevgiyi, dayanışmayı, dünyayı Tanrı ve insan sevgisi ile kucaklamayı, yine Kuran’dan aldığı ilhamla öğretti.