Âlemgîr Şah (Evrengzib)

Tepkime
10
Yaş
36
Coin
2
Âlemgîr Şah (Evrengzib)


Babür İmparatorluğu hükümdarı, Şah Cihan’ın Mümtaz Mahal’den doğan üçüncü oğlu. 1618’de Malva Duhad’da doğdu. Muhyiddîn Muhammed Birinci Âlemgîr Şah olarak da bilinir. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin oğlu Muhammed Mâsum Fârûkî’nin terbiyesinde yetişti. İyi bir tahsil gördü. Din ve fen ilimlerinde ilerledi. Askerlik ve idarecilikte ustalaştı. Dekken valiliği esnasında (1634-1644) idaresinin ve ahlâkının güzelliği ile kendisini halka ve çevresine sevdirdi. Safevîlere karşı yapılan seferlere komutan olarak katıldı ve başarılı savaşlar yaptı (1646-1647). İkinci defa Dekken valiliğine tayin edildi (1654). Yaklaşık dört sene bu vazifede kalıp başarılı hizmetlerde bulundu. Şah Cihan, daha çok Hindulara yakınlığı ile tanınan oğlu Dara Şükuh’u veliaht tayin etmişti. 1657 yılında Şah Cihan’ın ciddî bir şekilde rahatsızlanması Evrengzib ile Dara Şükuh’u taht mücadelesinde karşı karşıya getirdi. Evrengzib, ağabeyi Dara Şükuh’u, Samugarh’da kesin bir mağlûbiyete uğrattı. Bu arada rahatsızlığı geçen babası Şah Cihan’ı da Agra’daki sarayında göz hapsine aldı. İki sene süren iktidar mücadelesini 1659 da bitirerek hâkimiyeti sağladı. Muhyiddîn Birinci Âlemgîr unvanıyla tahta çıktı.

Âlemgîr Şah, tahta geçtikten kısa bir müddet sonra memlekette sulh ve sükûnu sağladı. Müslim ve gayrimüslim herkesin, huzur içinde yaşamasını temin etti. Zulüm ve kötülüklere, bid’at ve sapıklıklara son verdi. Ayak altına düşme ihtimalini göz önüne alarak, paralardaki Kelime-i şehâdet yazılarını kaldırdı. Ateşe tapan Mecûsilerin dini bayramı olan Nevruz (21 Mart) ve Mihrican günlerinin resmî bayram olarak kutlanmasını yasakladı. Allah-u Teâlâ'nın emir ve yasaklarının memleketin her tarafında tatbikinin kontrolü için, Molla İvaz Vecih isimli âlimi vazifelendirip emrine müfettişler verdi. Molla İvaz’ın emirlerine aynen kendi emirleri gibi itaat edilmesini, memleketin her köşesindeki idari âmirlere fermanlarla bildirdi. İslâmiyet'in emretmediği seksen çeşit vergiyi halktan kaldırdı. Müslüman ve kâfir herkesin gönlünü aldı. Bu uygulamalardan sonra hazine zayıflaması gerekirken, zenginleşti.

Agra başta olmak üzere ülkenin her yerinde imaret vazifesini gören bulgurhâneler açtırdı. Yolcu ve misafirler için han ve kervansaraylar yaptırdı. İlim ve ilim ehline çok kıymet verip, talebelerin ve müderrislerin vazifelerini rahat yapmaları için maaş verdi. İlmî yayın faaliyetlerini teşvik ederek eser takdim eden âlimleri mükâfatlandırdı. Din ve fen ilimlerinin herkes tarafından öğrenilmesine büyük gayret sarf etti.

Âlemgîr Şah, memleketin ileri gelen ulemasından meydana getirdiği kalabalık bir heyete her türlü imkânları verip büyük bir kütüphane kurarak Fetâvâ-yı Âlemgiriyye ve Fetâvâ-yı Hindiyye adları verilen kânun kitabını ve devletin anayasasını, Hanefî mezhebi hükümlerine göre hazırlattı. Bu hükümler, yetişen âdil kadılar tarafından memleketin her tarafında tatbik edildi. Daha sonra aynı şey Mecelle ile Osmanlı Devleti'nde de yapıldı. Âlemgîr Şah'ın âdil idaresine hayran kalan Hindular, böyle bir sultanın dinine girmek için adeta yarışıyorlardı. Böylece binlerce Hindunun batıl dinlerini bırakıp hak din olan İslâmiyet'i seçmelerine sebep oldu.

Âlemgîr’in ilk fetihleri Hind-Pakistan Yarımadası'nın doğu ucunda cereyan etti. Kuç-Bihar ve Assam’ın Hindû idarecileri, taht mücadelesi sırasında devletin zayıf durumundan faydalanarak buraları istilâ etmişlerdi. Âlemgîr buraları geri aldı. Şah Cihan zamanından beri Müslümanların alâkasını cezbeden Bengal topraklarını fethetti. Bu zengin memleketin gelirleri daha sonra Âlemgîr Şah’ın ordularının ana mali kaynağı oldu.

Bugün Bangladeş olarak bilinen bölgenin dünyaya açılması ve iskânı da büyük ölçüde Âlemgîr Şah tarafından gerçekleştirildi. Daha önceleri bölge kapalı bir hayat sürmekteydi. Dışarıdan gelen tesirler kendilerini ancak büyük yerleşim merkezleri ve zengin manastırlarda gösterebiliyordu. Hindular ve Hıristiyanlar, Doğu Bengal insanının şahsı ve dili ile alay ediyorlardı. Diğer insanların kötülükleri, Müslümanların bölgedeki çalışmasını kolaylaştırdı. İslâm medeniyetini Doğu Bengal’e yerleştirerek ülkenin çehresini değiştirdiler.

Bu sırada Batıda Peşâver civarında oturan Afgan kabilesi Yusufzâîlerin lideri Baku başkaldırdı. Âlemgîr’in komutanlarını mağlûp etti. Âlemgîr, bizzat müdahale edinceye kadar da mücadelesini devam ettirdi. Ancak Âlemgîr’in uzun iktidarı boyunca takip ettiği usta siyaset, Afganlılarla münasebetlerinin iyiye dönüşmesini temin etti. 1675’lerde ortaya çıkan Sih isyanlarını bastırdı. Evrengzib döneminde Safevîlerle olan dostluk devam ettirildi. Mekke şerifine elçiler yollanarak büyük maddî yardımda bulunuldu. Osmanlı-Babür münasebetleri ileri bir safhaya ulaştı. İkinci Süleyman Han zamanında Hindistan elçiliği ile Babür ülkesine gelen Ahmed Ağa büyük bir merasimle karşılandı ve Anadolu’nun temsilcisi olarak kabul edildi (1690). Batılı devletlerden İtalya, Fransa ve İngiltere ile temaslarda bulunuldu.

Babür İmparatorluğu'nu yönetmeye başladığı ilk günden itibaren, Allah-u Teâlâ'nın rızası için çalışmayı elden bırakmayan Âlemgîr Şah, vefat edeceği zaman bile, Marata denilen isyankar Hindularla savaşıyordu. 3 Mart 1707 tarihinde Bombay’ın kuzey doğusuna düşen Evrengâbâd yakınlarında, Ahmednagar’da vefat etti ve Huldâbâd (Ravza) denilen yerde defnedildi. Âlemgîr Şah'ın dört oğlu, üç kızı vardı.

Tarihlerde Âlemgîr Şah'ın en müşahhas özelliklerinin, eksiksiz bir cesaret ile gayesine erişmekte gösterdiği azim ve sebat olduğu yazılmıştır. Askerî harekâtları, cesaretinin seviyesini yeteri kadar ortaya koymaktadır. Düşmanlarını saf dışı etme veyâ kendine bağlamada gösterdiği maharet onun diplomasi ve devlet adamlığındaki ihtisasını göstermiştir. Çok iyi bir hafızaya sahip olan Âlemgîr, aynı zamanda yorulmaz bir liderdi. İktidarı zamanında kendisiyle görüşebilme fırsatını bulan İtalyan doktor Gemalli Careri, Âlemgîr’in kendisine yapılan müracaatları tek tek okuduğunu, bunları cevapladığını ve bu işten büyük haz duyduğunu kaydetmiştir.

Devletinin bütün ihtişamına karşılık Âlemgîr’in sade bir hayatı vardı. Giyim-kuşamı, yeme-içmesi ve diğer her türlü faaliyeti sadelik sınırlarını geçmezdi. Çok düzenli bir hayatı vardı. Doksan yaşında vefat ettiğinde, işitme hariç bedenî faaliyetlerinde hiçbir bozukluk yoktu.

Okumayı çok severdi, bu sevgisini vefatına kadar devam ettirdi. Kendisi de yazardı. Fârisî nesirleri çok beğenilmektedir. Mektuplarını ihtiva eden, Ruk’at-i Âlemgîrî kitabı, uzun zaman, basit fakat güzel nesir yazma umumi ders kitabı olarak kaldı. Şiir söylemede de kabiliyetliydi. Hemen hemen bütün Hint-İslâm liderlerine ağır bir dille saldıran Will Durant, Âlemgîr Şah için şu itirafı yapmaktan kendini alıkoyamamıştır: “Suç ve suçlunun üzerine gitmede hemen hiç cezai metotlar kullanmadı. Din tarafından yasaklanan bütün yiyecek, içecek ve şatafattan uzak durdu.”

Tasavvufta Muhammed Mâsum-i Fârûkî gibi bir zâta talebe ve halife olmakla şereflenen bu büyük hükümdar, İslâm hukukuna büyük hizmet etmiş, hadis ilminde pek kıymetli bir eser kaleme almış, aynı eseri şerh ettikten sonra yine kendisi Farsça'ya çevirmişti. Ayrıca belâgat yönü çok üstündü. Bu sebeple, belâgat şaheserleri denilebilecek pek kıymetli risaleler de kaleme almıştır.
 

Create an account or login to comment

You must be a member in order to leave a comment

Create account

Create an account on our community. It's easy!

Log in

Already have an account? Log in here.

Üst Alt