Siyaset inanca bulaştığında ya da inancı kullanmaya kalktığında hiç kimse nereye gidileceğini, neyle sonuçlanacağını bilemez. Bu yüzden inançları politik malzeme olarak kullanmak çok tehlikeli ve yanlıştır.
ALEVİLER BİR ULUS MU?
ALEVİLER BİR SINIF MI?
Nasrettin Hoca’nın çok sevdiğim bir hikâyesi var. Bu hikâye bugünkü Alevilerin durumunu anlattığı için size anlatmak istiyorum... Nasrettin Hoca’nın kızı komşu köyden asabi, zorba bir köylüyle evlenir. Aradan çok geçmeden köylü, Nasrettin Hoca’nın kızını çok kötü bir şekilde döver. Nasrettin Hoca’nın kızı da kaçıp Hoca’nın evine gelir. Tarla dönüşünde, yüzü gözü yara bere, şiş içerisinde kalmış kızını evde gören Hoca sinirlenerek “Bu halin ne böyle kızım?” diye bağırır kızına. Kızı da “Kocam beni dövdü baba. Çok dövdü. Artık onun dayağına dayanamıyorum baba! Ben de kaçıp geldim. Artık o eve gitmek istemiyorum!” der ağlayarak. Kızının bu sözleri üzerine Hoca daha çok öfkelenir, bağırıp çağırmaya başlar. Eline geçirdiği bir sopayla kızını damadından daha çok döverek geri gönderir ve kızına şöyle söyler: “Git o zorba kocana söyle, o benim kızımı döverse, ben de onun karısını böyle döverim!”
Bu hikâye Alevilerin şu anki halini ne güzel anlatıyor değil mi? Belki içinizde bu hikâyeyle Alevilerin şu anki hali arasında bağ kuramayanlar çıkabilir, bu yüzden ne demek istediğimi anlatayım size.
Uzun yıllardır varlığı inkâr edilerek, baskıyla, asimilasyonla yok edilmeye çalışılan Aleviler, şimdi bir yandan temel insani haklarını elde etmek için çalışırlarken, bir yandan da kim oldukları konusunda bir arayış içerisindedirler. Her kafadan bir ses çıkıyor; her siyasi parti, siyasi örgüt Alevileri kendine çekmek için, Alevilerin varlığıyla ilgili gerçekle ilişkisi olmayan, kendine özgü siyasal yorumlarda bulunuyor. Aleviler siyasal partilerin, örgütlerin birbirine vuruşturduğu insanlar haline dönüştürüldü. Aleviler, varlığını kabul etmeyen, temel insani haklarını vermeyen iktidar çevreleri ile onları kendi ideolojisine, siyasal çizgisine çekmeye çalışan çevreler tarafından sıkıştırılmış durumda. Alevilerin hali, kocasından dayak yediği için babasının evine kaçan ama orada da babasından dayak yiyen Hoca’nın kızının halini andırıyor. Sol düşünceli Alevi örgütleri, sağ düşünceli Alevi örgütlerinde/partilerinde yer alan, destekleyen Alevileri Alevi olarak görmüyor. Sağ düşünceli Alevi örgütleri de sol düşünceli Alevi örgütlerinde/partilerinde yer alan, destekleyen Alevileri Alevi olarak görmüyor. Çünkü bu her iki kesime göre Alevilik bir inanç değil, bir siyasal ideoloji, bir toplumsal projedir. Aleviliği bir inanç değil de bir siyasal ideoloji, çağımızın sorunlarına çözüm üretecek, uygulanabilir bir toplumsal proje olarak gördükleri için doğal olarak kendi ideolojilerinden, siyasi düşüncelerinden olmayan Alevileri Alevi olarak görmüyorlar. Sağcı Alevilere göre solcu Aleviler Alevi değil, solcu Alevilere göre sağcı Aleviler Alevi değil. Siyasete bulaşmamış Aleviler ise şaşkın, ne yapacaklarını bilmez vaziyette, Aleviler içerisinde sürüp giden bu post kavgasını izlemekte. Çetin bir kavgadır almış başını gidiyor. Bu aralar Aleviler kendi demokratik taleplerini gerçekleştirmekten çok birbirleriyle olan siyasal husumetleriyle uğraşıp duruyorlar. Öyle görünüyor ki bu kavga daha uzun zaman sürecek.
Bilirsiniz, kendilerine sol/sosyalist diyen örgütler, siyasal partiler projelerini, amaçlarını ya da ülkedeki sosyal sınıfları, ulusal katmanları açıklarken şöyle bir cümle kurarlar: “Türkler, Kürtler, Aleviler, emekçi halkımız…” Bu cümleyi o kadar severler ki, sorunlarını anlatırken özellikle altını çizerek bu cümleyi kurmaktan derin bir haz alırlar. Ve yıllardır hiç kimse, hiçbir siyasal parti/örgüt kalkıp bu cümleyi sorgulamadı. Çünkü bu cümle kutsal kitaplardaki kutsal vahiyler gibi tabulaştı, dogmalaştı.
Biliyorum, bu yazıyı okuyacak olan siz okuyucular bana kızacak, bu cümlenin neyini eleştirdiğimi soracaksınız. Görünüşte çok masumane, çok insani bir cümle, öyle değil mi? Biliyorum, evet diyeceksiniz. Ama şapkamızı önümüze koyup düşünmenin zamanı; ülkemiz için yapılan bu sosyolojik tespit doğru mu? Hiç kimse de bu soruyu kendine sorma zahmetine katlanmıyor.
Herkesin bildiği gibi Kürtler, Türkler inançsal olgular değil, etnik olgulardır; yani Türk ya da Kürt sözünü kullandığımızda herhangi bir inançsal, sınıfsal olguyu değil, bir etnik olguyu ifade ediyoruz. Ülkemizdeki etnik durumu anlatırken Alevileri de Türkler ve Kürtlerle birlikte vurgulamamız, onların Türkler ve Kürtler dışında ayrı bir etnik bir olgu olduğu anlamına gelir ki zaten bu cümleyi kuran insanların bilinçaltında yatan gerçek de bu. Ama bu tespit doğru mu? Yani Alevilik ülkemizdeki Türkler ve Kürtler dışında ayrı bir etnik olgu mu? Bu düşünceyi savunan Alevilerin ayrı bir ırksal olgu olduğunu söyleyen çok sayıda kitap yazıldı, ama bunlar bilimsel, sosyolojik çalışmadan çok Alevi gerçeğiyle ilişkisi olmayan hayalî kurgulardır. Ciddiye alınacak çalışmalar değildir.
Alevilik etnik bir olgu değil, inançsal bir olgudur. Alevilik, Musevi dininde olduğu gibi soydan gelen, soy ile inancın bütünleştiği ulusu oluşturan önemli öğelerden biri olan, kendilerine has bir dili olan bir olgu değildir. Aleviliği böyle gören, böyle göstermeye çalışan çevreler, eğer niyetlerinin arkasında gizli bir hinoğluhinlik yoksa yanılmaktadırlar. Gerçi
1900’lü yılların başlarında İttihat ve Terakki Partisi taraftarları Aleviliği tıpkı Yahudilerde olduğu gibi Türk ırkının ırksal bir inancı haline dönüştürmeyi düşünmüşler, ama uygulanabilirliğine inanmayarak bu politikayı uygulamaktan vazgeçmişlerdir. Bugün ülkemizde yaşayan Aleviler, Türkler ve Kürtler dışında ayrı bir etnisite değildir; kendilerine özgü bir dilleri yoktur. Tam tersine Türk, Kürt, Arap etnisiteden gelme insanlardan oluşmuş bir inançsal varlıktır. Kendi başına bir etnisiteye dayanan ya da Yahudilikte olduğu gibi inançla etnisitenin bütünleştiği bir olgu değildir. Bu yüzden Aleviliği Kürt, Türk, Arap etnisitelerinin dışında ayrı bir etnik olguymuş gibi düşünmek, ifade etmek doğru değildir.
Bugün inançsal örgütlenmeler dışında Alevilerin diğer inançlardan insanlardan ayrı oluşturduğu siyasal örgütlenmeler, bu yanlış bakış açısının ürünüdür. Yıllarca inançsal örgütlenmelere karşı çıkan sol, her ne hikmetse Alevilerin inançsal ayrışmaya dayanan örgütlenme tarzını desteklemekte, hatta bizzat bu örgütlenmeleri oluşturmaktadır.
Asimilasyon değil, entegrasyon...
Bugün Alevi halkını birlikte yaşadığı diğer inançlardan, mezheplerden insanlardan ayrıştırarak ayrı örgütlerde örgütlenmeye çalışan kesimlerin büyük çoğunluğu kendilerini sol olarak tanıtan kesimlerdir. Sünni ve Alevi halkın aynı kurumlarda örgütlenmesinden rahatsız olan iktidar çevrelerinin teşvikiyle son yıllarda bu çabalar öylesine artı ki nereye varacağını, neyle sonuçlanacağını bilen yok. Alevi iş adamlarını, Alevi işçileri ayrı kurumlarda örgütlemeyi, hatta Alevilerin ayrı siyasal patilerde toplanmasını savunan kesimler, devletin de desteğiyle Aleviler içerisinde hatırı sayılır bir güç kazanmaya başladılar. Bu kesimler işi o kadar abarttılar ki Alevi ve Sünni yurttaşlarımızın entegrasyonuna da karşı çıkmaya başladılar. Asimilasyonla yapılan bütünleşmeye karşı durmak insani bir görevdir, çünkü asimilasyon zorla, baskıyla yapılmak istenen bir birleşme bütünleşmedir; ama asimilasyona karşı durmayı abartarak, aynı iktisadi yapı ve hayatın kendi gidişatı içerisinde inançların entegrasyona uğrayıp farklı inançların ortak noktalarda bir araya gelmesine karşı durmak çok tehlikeli ve çok yanlış bir düşüncedir. Asimilasyon ile entegrasyon arasındaki bu farkı görmek, asimilasyona karşı çıkarken entegrasyondan yana olmak gerekir. Cem evlerinin Alevilerin ibadetini amaçlayan, yani inançsal görevlerini icra eden Alevi kurumlaşması dışında, Alevilerin ülkemizdeki diğer inançlardan halklardan, insanlardan ayrı siyasal örgütlenmeler oluşturmaları hem yanlış hem de uzun vadede Alevilere zarar veren bir örgütlenme tarzıdır.
Bu örgütlenmeyi oluşturan insanların en önemli yanılgılarından biri de Alevileri sınıfsal açıdan bir bütün olarak görmeleridir. Bu kesimlere göre Alevilik sol, hatta sosyalist bir ideoloji, siyasal bir projedir. Dolayısıyla Aleviler emekçi sınıfıdır. Aleviliği emekçi sınıfla özdeşleştiren bu sol çevreler Aleviliği yekpare bir sınıf olarak gördükleri için, sol düşüncede olmayan Alevileri Alevi olarak görmediklerini söylemektedirler.
Son yıllarda bazı Alevi derneklerinin başındaki insanlarla AKP’den milletvekili olan Reha Çamuroğlu arasındaki tartışma bu anlayışın ürünüdür. Bu zatların bazıları CHP’de görev almayı Aleviler için bir erdem, AKP’de yer almayı da ihanet sayacak kadar Alevidirler. Oysa bu doğru bir bakış tarzı değildir. Ülkemizde Sünni mezhebi ve Hıristiyan dininden yurttaşlarımızda olduğu gibi Aleviler de farklı sosyal sınıflardan, farklı düşüncelerden oluşmuş bir inançsal gruptur.
Aleviliği nasıl ırksal bir olgu olarak görmek yanlışsa, Alevileri sınıfsal bir olgu olarak görmek de aynı derecede yanlış, zararlı bir anlayıştır. Dolayısıyla inançsal görevleri icra eden kurumlar/örgütler hariç, farklı sosyal sınıflardan oluşmuş Alevileri diğer inançlardan insanlarımızdan ayrı kurumlarda, ayrı siyasal örgütlerde örgütlendirmeye kalkmak hem gerçekleşmesi mümkün olmayan bir çaba hem de uzun vadede emekçi Alevi halkını Alevi sermayesine, devleti elinde tutan egemen sınıflara mahkûm eden bir anlayıştır. Alevi kökenli emekçi sınıflar Alevi kökenli burjuva sınıfıyla ancak inançsal görevler icra eden kurumlarda (cem evlerinde) bir arayla gelebilir. Siyasal çalışmalarda ise Alevi kökenli emekçilerin yeri Alevi burjuvazisiyle aynı siyasal kurumlar değil, ülkemizde bütün inançlardan emekçilerin oluşturduğu ortak siyasal kurumlar olmalıdır. İnançsal görevler icra eden Alevi örgütleri dışında, Alevi siyasal örgütleri/kurumları bir an önce ülkemizde diğer inançlardan halktan ayrı kurumlarda örgütlenme tarzından vazgeçmelidir. Çünkü bütün inançsal yapılar eninde sonunda toplumsal sorunlar da dahil hayata dair bütün sorunlara inanç gözüyle bakarlar. Ve Alevilik mezhebi de dahil hiçbir inançsal anlayış, günümüz dünyasının sorunlarına çözüm üretecek, farklı ırklardan, uluslardan, inançlardan, düşüncelerden insanların bir arada yaşamasını sağlayacak perspektife, olgunluğa sahip değildir. Hele inançlardan kaynaklanan husumetleri canlı tutarak, besleyerek gelecek kurmaya kalkmak hiç mümkün değildir. Dolayısıyla hem birey hem de topluluk olarak, hem insanlara hem de sorunlara bakış tarzımız ırksal ya da inançsal değil sınıfsal olmalıdır. Birlikte yaşadığımız insanlara ve ülkemizin, dünyanın sorunlarına böyle bakmazsak, hem kendimiz hem de birlikte yaşadığımız insanlara acı çektiririz.
Alevi, kendi siyasal düşüncesine ve sınıfsal yapısına göre bütün inançlardan insanların ortak örgütlendiği kurumlarda yer almalı. Herkes için ideal olan örgütlenme budur. Bugün Alevileri diğer inançlardan insanlardan ayrıştırarak ayrı kurumlarda, örgütlerde örgütlenmeye çalışan insanlar, kurumlar, örgütler en çok Alevilere zarar vermektedirler. Çünkü Alevilerin, demokratik haklarını Sünni yurttaşlarımızdan ayrı kurumlarda örgütlenerek değil, onlarla aynı kurumlarda örgütlenerek kazanma, elde etme şansları daha yüksektir. Alevilerle Sünniler birbirlerini tanıyıp birbirlerinin farklılıklarını kabul edecek bir kültüre, ruha sahip olmadıkça çıkarılacak yasalar uygulanamaz. Çünkü toplumumuzun ve insanımızın günlük yaşamında yasalardan çok törelerin, gelenek-göreneklerin egemen olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Sünni yurttaşlarımızın Alevilerin varlığını kabul etmeleri, çıkarılacak bütün yasalardan çok daha önemli hayati bir olaydır. Bunun da tek yolu Alevilerle Sünnileri aynı kurumlarda örgütlendirerek birbirlerini tanımaların sağlamaktır.
Sol düşünceli bir insan olarak öncelikle çuvaldızı kendime batırarak, sol düşünceli Alevilere şunu söylemek istiyorum: Alevileri seviyorsanız Alevi inancını kendinize bir propaganda aracı olarak kullanmaktan vazgeçin. Çünkü sizin söylediğinizin aksine Alevilik ne sol bir düşünce, ne de sosyalist bir ideolojidir. Siyaset inanca bulaştığında ya da inancı kullanmaya kalktığında hiç kimse nereye gidileceğini, neyle sonuçlanacağını bilemez. Bu yüzden inançları politik malzeme olarak kullanmak çok tehlikeli ve yanlıştır. İnançların, iktidarı elinde tutan güçlerin eline geçtiğinde arınmadığını, güzelleşmediğini, tam tersine zarar gördüğünü, kirlendiğini bugün yaşayarak görüyoruz. İyi bir inanansanız, inancı siyasal iktidar aracı olarak kullanmaktan vazgeçin. Bırakın o bütün sosyal sınıfların olsun...
ALEVİLER BİR ULUS MU?
ALEVİLER BİR SINIF MI?
Nasrettin Hoca’nın çok sevdiğim bir hikâyesi var. Bu hikâye bugünkü Alevilerin durumunu anlattığı için size anlatmak istiyorum... Nasrettin Hoca’nın kızı komşu köyden asabi, zorba bir köylüyle evlenir. Aradan çok geçmeden köylü, Nasrettin Hoca’nın kızını çok kötü bir şekilde döver. Nasrettin Hoca’nın kızı da kaçıp Hoca’nın evine gelir. Tarla dönüşünde, yüzü gözü yara bere, şiş içerisinde kalmış kızını evde gören Hoca sinirlenerek “Bu halin ne böyle kızım?” diye bağırır kızına. Kızı da “Kocam beni dövdü baba. Çok dövdü. Artık onun dayağına dayanamıyorum baba! Ben de kaçıp geldim. Artık o eve gitmek istemiyorum!” der ağlayarak. Kızının bu sözleri üzerine Hoca daha çok öfkelenir, bağırıp çağırmaya başlar. Eline geçirdiği bir sopayla kızını damadından daha çok döverek geri gönderir ve kızına şöyle söyler: “Git o zorba kocana söyle, o benim kızımı döverse, ben de onun karısını böyle döverim!”
Bu hikâye Alevilerin şu anki halini ne güzel anlatıyor değil mi? Belki içinizde bu hikâyeyle Alevilerin şu anki hali arasında bağ kuramayanlar çıkabilir, bu yüzden ne demek istediğimi anlatayım size.
Uzun yıllardır varlığı inkâr edilerek, baskıyla, asimilasyonla yok edilmeye çalışılan Aleviler, şimdi bir yandan temel insani haklarını elde etmek için çalışırlarken, bir yandan da kim oldukları konusunda bir arayış içerisindedirler. Her kafadan bir ses çıkıyor; her siyasi parti, siyasi örgüt Alevileri kendine çekmek için, Alevilerin varlığıyla ilgili gerçekle ilişkisi olmayan, kendine özgü siyasal yorumlarda bulunuyor. Aleviler siyasal partilerin, örgütlerin birbirine vuruşturduğu insanlar haline dönüştürüldü. Aleviler, varlığını kabul etmeyen, temel insani haklarını vermeyen iktidar çevreleri ile onları kendi ideolojisine, siyasal çizgisine çekmeye çalışan çevreler tarafından sıkıştırılmış durumda. Alevilerin hali, kocasından dayak yediği için babasının evine kaçan ama orada da babasından dayak yiyen Hoca’nın kızının halini andırıyor. Sol düşünceli Alevi örgütleri, sağ düşünceli Alevi örgütlerinde/partilerinde yer alan, destekleyen Alevileri Alevi olarak görmüyor. Sağ düşünceli Alevi örgütleri de sol düşünceli Alevi örgütlerinde/partilerinde yer alan, destekleyen Alevileri Alevi olarak görmüyor. Çünkü bu her iki kesime göre Alevilik bir inanç değil, bir siyasal ideoloji, bir toplumsal projedir. Aleviliği bir inanç değil de bir siyasal ideoloji, çağımızın sorunlarına çözüm üretecek, uygulanabilir bir toplumsal proje olarak gördükleri için doğal olarak kendi ideolojilerinden, siyasi düşüncelerinden olmayan Alevileri Alevi olarak görmüyorlar. Sağcı Alevilere göre solcu Aleviler Alevi değil, solcu Alevilere göre sağcı Aleviler Alevi değil. Siyasete bulaşmamış Aleviler ise şaşkın, ne yapacaklarını bilmez vaziyette, Aleviler içerisinde sürüp giden bu post kavgasını izlemekte. Çetin bir kavgadır almış başını gidiyor. Bu aralar Aleviler kendi demokratik taleplerini gerçekleştirmekten çok birbirleriyle olan siyasal husumetleriyle uğraşıp duruyorlar. Öyle görünüyor ki bu kavga daha uzun zaman sürecek.
Bilirsiniz, kendilerine sol/sosyalist diyen örgütler, siyasal partiler projelerini, amaçlarını ya da ülkedeki sosyal sınıfları, ulusal katmanları açıklarken şöyle bir cümle kurarlar: “Türkler, Kürtler, Aleviler, emekçi halkımız…” Bu cümleyi o kadar severler ki, sorunlarını anlatırken özellikle altını çizerek bu cümleyi kurmaktan derin bir haz alırlar. Ve yıllardır hiç kimse, hiçbir siyasal parti/örgüt kalkıp bu cümleyi sorgulamadı. Çünkü bu cümle kutsal kitaplardaki kutsal vahiyler gibi tabulaştı, dogmalaştı.
Biliyorum, bu yazıyı okuyacak olan siz okuyucular bana kızacak, bu cümlenin neyini eleştirdiğimi soracaksınız. Görünüşte çok masumane, çok insani bir cümle, öyle değil mi? Biliyorum, evet diyeceksiniz. Ama şapkamızı önümüze koyup düşünmenin zamanı; ülkemiz için yapılan bu sosyolojik tespit doğru mu? Hiç kimse de bu soruyu kendine sorma zahmetine katlanmıyor.
Herkesin bildiği gibi Kürtler, Türkler inançsal olgular değil, etnik olgulardır; yani Türk ya da Kürt sözünü kullandığımızda herhangi bir inançsal, sınıfsal olguyu değil, bir etnik olguyu ifade ediyoruz. Ülkemizdeki etnik durumu anlatırken Alevileri de Türkler ve Kürtlerle birlikte vurgulamamız, onların Türkler ve Kürtler dışında ayrı bir etnik bir olgu olduğu anlamına gelir ki zaten bu cümleyi kuran insanların bilinçaltında yatan gerçek de bu. Ama bu tespit doğru mu? Yani Alevilik ülkemizdeki Türkler ve Kürtler dışında ayrı bir etnik olgu mu? Bu düşünceyi savunan Alevilerin ayrı bir ırksal olgu olduğunu söyleyen çok sayıda kitap yazıldı, ama bunlar bilimsel, sosyolojik çalışmadan çok Alevi gerçeğiyle ilişkisi olmayan hayalî kurgulardır. Ciddiye alınacak çalışmalar değildir.
Alevilik etnik bir olgu değil, inançsal bir olgudur. Alevilik, Musevi dininde olduğu gibi soydan gelen, soy ile inancın bütünleştiği ulusu oluşturan önemli öğelerden biri olan, kendilerine has bir dili olan bir olgu değildir. Aleviliği böyle gören, böyle göstermeye çalışan çevreler, eğer niyetlerinin arkasında gizli bir hinoğluhinlik yoksa yanılmaktadırlar. Gerçi
1900’lü yılların başlarında İttihat ve Terakki Partisi taraftarları Aleviliği tıpkı Yahudilerde olduğu gibi Türk ırkının ırksal bir inancı haline dönüştürmeyi düşünmüşler, ama uygulanabilirliğine inanmayarak bu politikayı uygulamaktan vazgeçmişlerdir. Bugün ülkemizde yaşayan Aleviler, Türkler ve Kürtler dışında ayrı bir etnisite değildir; kendilerine özgü bir dilleri yoktur. Tam tersine Türk, Kürt, Arap etnisiteden gelme insanlardan oluşmuş bir inançsal varlıktır. Kendi başına bir etnisiteye dayanan ya da Yahudilikte olduğu gibi inançla etnisitenin bütünleştiği bir olgu değildir. Bu yüzden Aleviliği Kürt, Türk, Arap etnisitelerinin dışında ayrı bir etnik olguymuş gibi düşünmek, ifade etmek doğru değildir.
Bugün inançsal örgütlenmeler dışında Alevilerin diğer inançlardan insanlardan ayrı oluşturduğu siyasal örgütlenmeler, bu yanlış bakış açısının ürünüdür. Yıllarca inançsal örgütlenmelere karşı çıkan sol, her ne hikmetse Alevilerin inançsal ayrışmaya dayanan örgütlenme tarzını desteklemekte, hatta bizzat bu örgütlenmeleri oluşturmaktadır.
Asimilasyon değil, entegrasyon...
Bugün Alevi halkını birlikte yaşadığı diğer inançlardan, mezheplerden insanlardan ayrıştırarak ayrı örgütlerde örgütlenmeye çalışan kesimlerin büyük çoğunluğu kendilerini sol olarak tanıtan kesimlerdir. Sünni ve Alevi halkın aynı kurumlarda örgütlenmesinden rahatsız olan iktidar çevrelerinin teşvikiyle son yıllarda bu çabalar öylesine artı ki nereye varacağını, neyle sonuçlanacağını bilen yok. Alevi iş adamlarını, Alevi işçileri ayrı kurumlarda örgütlemeyi, hatta Alevilerin ayrı siyasal patilerde toplanmasını savunan kesimler, devletin de desteğiyle Aleviler içerisinde hatırı sayılır bir güç kazanmaya başladılar. Bu kesimler işi o kadar abarttılar ki Alevi ve Sünni yurttaşlarımızın entegrasyonuna da karşı çıkmaya başladılar. Asimilasyonla yapılan bütünleşmeye karşı durmak insani bir görevdir, çünkü asimilasyon zorla, baskıyla yapılmak istenen bir birleşme bütünleşmedir; ama asimilasyona karşı durmayı abartarak, aynı iktisadi yapı ve hayatın kendi gidişatı içerisinde inançların entegrasyona uğrayıp farklı inançların ortak noktalarda bir araya gelmesine karşı durmak çok tehlikeli ve çok yanlış bir düşüncedir. Asimilasyon ile entegrasyon arasındaki bu farkı görmek, asimilasyona karşı çıkarken entegrasyondan yana olmak gerekir. Cem evlerinin Alevilerin ibadetini amaçlayan, yani inançsal görevlerini icra eden Alevi kurumlaşması dışında, Alevilerin ülkemizdeki diğer inançlardan halklardan, insanlardan ayrı siyasal örgütlenmeler oluşturmaları hem yanlış hem de uzun vadede Alevilere zarar veren bir örgütlenme tarzıdır.
Bu örgütlenmeyi oluşturan insanların en önemli yanılgılarından biri de Alevileri sınıfsal açıdan bir bütün olarak görmeleridir. Bu kesimlere göre Alevilik sol, hatta sosyalist bir ideoloji, siyasal bir projedir. Dolayısıyla Aleviler emekçi sınıfıdır. Aleviliği emekçi sınıfla özdeşleştiren bu sol çevreler Aleviliği yekpare bir sınıf olarak gördükleri için, sol düşüncede olmayan Alevileri Alevi olarak görmediklerini söylemektedirler.
Son yıllarda bazı Alevi derneklerinin başındaki insanlarla AKP’den milletvekili olan Reha Çamuroğlu arasındaki tartışma bu anlayışın ürünüdür. Bu zatların bazıları CHP’de görev almayı Aleviler için bir erdem, AKP’de yer almayı da ihanet sayacak kadar Alevidirler. Oysa bu doğru bir bakış tarzı değildir. Ülkemizde Sünni mezhebi ve Hıristiyan dininden yurttaşlarımızda olduğu gibi Aleviler de farklı sosyal sınıflardan, farklı düşüncelerden oluşmuş bir inançsal gruptur.
Aleviliği nasıl ırksal bir olgu olarak görmek yanlışsa, Alevileri sınıfsal bir olgu olarak görmek de aynı derecede yanlış, zararlı bir anlayıştır. Dolayısıyla inançsal görevleri icra eden kurumlar/örgütler hariç, farklı sosyal sınıflardan oluşmuş Alevileri diğer inançlardan insanlarımızdan ayrı kurumlarda, ayrı siyasal örgütlerde örgütlendirmeye kalkmak hem gerçekleşmesi mümkün olmayan bir çaba hem de uzun vadede emekçi Alevi halkını Alevi sermayesine, devleti elinde tutan egemen sınıflara mahkûm eden bir anlayıştır. Alevi kökenli emekçi sınıflar Alevi kökenli burjuva sınıfıyla ancak inançsal görevler icra eden kurumlarda (cem evlerinde) bir arayla gelebilir. Siyasal çalışmalarda ise Alevi kökenli emekçilerin yeri Alevi burjuvazisiyle aynı siyasal kurumlar değil, ülkemizde bütün inançlardan emekçilerin oluşturduğu ortak siyasal kurumlar olmalıdır. İnançsal görevler icra eden Alevi örgütleri dışında, Alevi siyasal örgütleri/kurumları bir an önce ülkemizde diğer inançlardan halktan ayrı kurumlarda örgütlenme tarzından vazgeçmelidir. Çünkü bütün inançsal yapılar eninde sonunda toplumsal sorunlar da dahil hayata dair bütün sorunlara inanç gözüyle bakarlar. Ve Alevilik mezhebi de dahil hiçbir inançsal anlayış, günümüz dünyasının sorunlarına çözüm üretecek, farklı ırklardan, uluslardan, inançlardan, düşüncelerden insanların bir arada yaşamasını sağlayacak perspektife, olgunluğa sahip değildir. Hele inançlardan kaynaklanan husumetleri canlı tutarak, besleyerek gelecek kurmaya kalkmak hiç mümkün değildir. Dolayısıyla hem birey hem de topluluk olarak, hem insanlara hem de sorunlara bakış tarzımız ırksal ya da inançsal değil sınıfsal olmalıdır. Birlikte yaşadığımız insanlara ve ülkemizin, dünyanın sorunlarına böyle bakmazsak, hem kendimiz hem de birlikte yaşadığımız insanlara acı çektiririz.
Alevi, kendi siyasal düşüncesine ve sınıfsal yapısına göre bütün inançlardan insanların ortak örgütlendiği kurumlarda yer almalı. Herkes için ideal olan örgütlenme budur. Bugün Alevileri diğer inançlardan insanlardan ayrıştırarak ayrı kurumlarda, örgütlerde örgütlenmeye çalışan insanlar, kurumlar, örgütler en çok Alevilere zarar vermektedirler. Çünkü Alevilerin, demokratik haklarını Sünni yurttaşlarımızdan ayrı kurumlarda örgütlenerek değil, onlarla aynı kurumlarda örgütlenerek kazanma, elde etme şansları daha yüksektir. Alevilerle Sünniler birbirlerini tanıyıp birbirlerinin farklılıklarını kabul edecek bir kültüre, ruha sahip olmadıkça çıkarılacak yasalar uygulanamaz. Çünkü toplumumuzun ve insanımızın günlük yaşamında yasalardan çok törelerin, gelenek-göreneklerin egemen olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Sünni yurttaşlarımızın Alevilerin varlığını kabul etmeleri, çıkarılacak bütün yasalardan çok daha önemli hayati bir olaydır. Bunun da tek yolu Alevilerle Sünnileri aynı kurumlarda örgütlendirerek birbirlerini tanımaların sağlamaktır.
Sol düşünceli bir insan olarak öncelikle çuvaldızı kendime batırarak, sol düşünceli Alevilere şunu söylemek istiyorum: Alevileri seviyorsanız Alevi inancını kendinize bir propaganda aracı olarak kullanmaktan vazgeçin. Çünkü sizin söylediğinizin aksine Alevilik ne sol bir düşünce, ne de sosyalist bir ideolojidir. Siyaset inanca bulaştığında ya da inancı kullanmaya kalktığında hiç kimse nereye gidileceğini, neyle sonuçlanacağını bilemez. Bu yüzden inançları politik malzeme olarak kullanmak çok tehlikeli ve yanlıştır. İnançların, iktidarı elinde tutan güçlerin eline geçtiğinde arınmadığını, güzelleşmediğini, tam tersine zarar gördüğünü, kirlendiğini bugün yaşayarak görüyoruz. İyi bir inanansanız, inancı siyasal iktidar aracı olarak kullanmaktan vazgeçin. Bırakın o bütün sosyal sınıfların olsun...