Alkali beslenme son yıllarda giderek popülerliği artan ve araştırmaya açık bir konu olarak gerek sosyal medyada gerekse literatürde akademik çalışmalarda sıkça karşımıza çıkmaktadır.
Alkali diyetin temeli, bazı besinlerin daha az bazı besinlerin ise daha fazla tüketilmesi ilkesine dayanmaktadır. Alkali diyet; et, süt ve ürünleri, yumurta, tam tahıl ve işlenmiş besinlerin tüketiminin azaltılmasını; sebze, meyve ve bakliyat tüketiminin artırılmasını önermektedir. (1/4 ü kadar) Alkali diyet içeriğinde şeker, tuz ve et tüketimi tamamen yasaklanmamakta, sadece miktarı azaltılmaktadır. Asit formundaki pestisit, antibiyotik ve hormonlara maruz kalan besinlerin yerine organik besinlerin tercih edilmesi gerektiği savunulmaktadır. Her 20 kg başına 1 lt alkali su tüketilmelidir. Böyle bir diyetle asidin azaltılması sonucunda vücutta ağırlık kaybının ve optimal sağlığın geliştirileceği belirtilmektedir. Ağırlık kaybı ile ilgili kanıtlar oldukça az olmasına rağmen içerdiği besin ögeleri ile kemik ve böbrekler üzerine faydalı olabileceği söylenmektedir.
Alkali diyeti desteklemeyenler alkali diyetin kısıtlayıcı yönlerini eleştirmekte ve beslenme yetersizliği veya ortoreksiya gibi yeme bozukluklarına yol açabileceğini vurgulamaktadırlar
PH KAVRAMI: Vücuttaki pH 1’den (en asidik) 14’e kadar (en alkali) derecelendirilir, nötral pH 7 olup kandaki optimal pH 7.2-7.4 aralığındadır
Kişilerin diyetleri yeteri kadar kalsiyum, magnezyum, potasyum ve diğer asit tamponlayıcı mineralleri içermiyorsa bu mineraller kemik, karaciğer ve kalp gibi dokuların depolarından çekilir ve ciddi problemlere yol açabilir. Genellikle bireyler magnezyum, potasyum ve posadan fakir; doymuş yağ asidi, basit şeker, sodyum ve kloridden zengin beslenmektedir. Bu tür beslenme renal asit-baz düzenleyici fonksiyonları azalmakta ve bunun sonucunda diyete bağlı metabolik asidoz artmaktadır. Düşük karbonhidratlı ve yüksek proteinli diyetler asit yükünü artırarak üriner sistemde değişikliklere yol açmakta; kanda ve pH düzeyinde değişime sebep olmaktadır. Böylece üriner magnezyum, sitrat ve pH seviyesi azalırken; üriner kalsiyum, çözünmemiş ürik asit ve fosfat seviyesi artmaktadır. Tüm bu sonuçlar böbrekte taş oluşum riskini artırmaktadır
Alkali diyetle yükselen bikarbonatın (potasyum olmadan) sağlıklı yaşlı kişilerde kemik kaybını hafifletebileceği bulunmuştur Güncel literatürdeki sistematik derleme makalesinin sonucunda, osteoporozda kemik sağlığı için alkali diyetin diyet asit yüküne karşı koruyucu olmadığı yönünde kanıtlar bulunmuştur
Diyetle aşırı protein alımı ise yüksek renal asit yükü oluşturmakta; alkaliden zengin besinler veya besin desteği alınmazsa tamponlayıcı sistem devreye girememekte ve oluşan asit yükü kemik yoğunluğunu azaltmaktadır
Sonuç olarak;
protein alımını azaltmaktan çok meyve ve sebze tüketim miktarını artırmakdaha doğru olabilir.
Vücutta asit ve alkali olarak kabul edilen besinlerin etkileri farklıdır.
Özellikle kemik, kalsiyum metabolizması ve asidoz üzerine olumlu etkileri gözlenmiştir.
Çalışmalar devam etmesine rağmen alkali beslenmeyi destekleyen net bilgiler yoktur, tartışmalar mevcuttur.
Savunucular ve karşıt görüşler mevcut olduğundan daha çok araştırmaya ve konunun netlik kazanmasına ihtiyaç duyulmaktadır
Alkali diyetin temeli, bazı besinlerin daha az bazı besinlerin ise daha fazla tüketilmesi ilkesine dayanmaktadır. Alkali diyet; et, süt ve ürünleri, yumurta, tam tahıl ve işlenmiş besinlerin tüketiminin azaltılmasını; sebze, meyve ve bakliyat tüketiminin artırılmasını önermektedir. (1/4 ü kadar) Alkali diyet içeriğinde şeker, tuz ve et tüketimi tamamen yasaklanmamakta, sadece miktarı azaltılmaktadır. Asit formundaki pestisit, antibiyotik ve hormonlara maruz kalan besinlerin yerine organik besinlerin tercih edilmesi gerektiği savunulmaktadır. Her 20 kg başına 1 lt alkali su tüketilmelidir. Böyle bir diyetle asidin azaltılması sonucunda vücutta ağırlık kaybının ve optimal sağlığın geliştirileceği belirtilmektedir. Ağırlık kaybı ile ilgili kanıtlar oldukça az olmasına rağmen içerdiği besin ögeleri ile kemik ve böbrekler üzerine faydalı olabileceği söylenmektedir.
Alkali diyeti desteklemeyenler alkali diyetin kısıtlayıcı yönlerini eleştirmekte ve beslenme yetersizliği veya ortoreksiya gibi yeme bozukluklarına yol açabileceğini vurgulamaktadırlar
PH KAVRAMI: Vücuttaki pH 1’den (en asidik) 14’e kadar (en alkali) derecelendirilir, nötral pH 7 olup kandaki optimal pH 7.2-7.4 aralığındadır
Kişilerin diyetleri yeteri kadar kalsiyum, magnezyum, potasyum ve diğer asit tamponlayıcı mineralleri içermiyorsa bu mineraller kemik, karaciğer ve kalp gibi dokuların depolarından çekilir ve ciddi problemlere yol açabilir. Genellikle bireyler magnezyum, potasyum ve posadan fakir; doymuş yağ asidi, basit şeker, sodyum ve kloridden zengin beslenmektedir. Bu tür beslenme renal asit-baz düzenleyici fonksiyonları azalmakta ve bunun sonucunda diyete bağlı metabolik asidoz artmaktadır. Düşük karbonhidratlı ve yüksek proteinli diyetler asit yükünü artırarak üriner sistemde değişikliklere yol açmakta; kanda ve pH düzeyinde değişime sebep olmaktadır. Böylece üriner magnezyum, sitrat ve pH seviyesi azalırken; üriner kalsiyum, çözünmemiş ürik asit ve fosfat seviyesi artmaktadır. Tüm bu sonuçlar böbrekte taş oluşum riskini artırmaktadır
Alkali diyetle yükselen bikarbonatın (potasyum olmadan) sağlıklı yaşlı kişilerde kemik kaybını hafifletebileceği bulunmuştur Güncel literatürdeki sistematik derleme makalesinin sonucunda, osteoporozda kemik sağlığı için alkali diyetin diyet asit yüküne karşı koruyucu olmadığı yönünde kanıtlar bulunmuştur
Diyetle aşırı protein alımı ise yüksek renal asit yükü oluşturmakta; alkaliden zengin besinler veya besin desteği alınmazsa tamponlayıcı sistem devreye girememekte ve oluşan asit yükü kemik yoğunluğunu azaltmaktadır
Sonuç olarak;
protein alımını azaltmaktan çok meyve ve sebze tüketim miktarını artırmakdaha doğru olabilir.
Vücutta asit ve alkali olarak kabul edilen besinlerin etkileri farklıdır.
Özellikle kemik, kalsiyum metabolizması ve asidoz üzerine olumlu etkileri gözlenmiştir.
Çalışmalar devam etmesine rağmen alkali beslenmeyi destekleyen net bilgiler yoktur, tartışmalar mevcuttur.
Savunucular ve karşıt görüşler mevcut olduğundan daha çok araştırmaya ve konunun netlik kazanmasına ihtiyaç duyulmaktadır