İslam dininde iman şüphesiz Allah’a İman ile başlamaktadır ve bu konu her Müslüman için çok önemlidir. Allah’a İman etmek tam manası ile bir Müslümana yetmemektedir. Zira Allah’a İman yüce Mevlamızın İslam Dini ile bize bildirmiş olduğu ölçüler içerisinde olmalıdır. Bu konuda detaylı bir şekilde birçok bilgiye ulaşabilirsiniz.
En büyük nimetimiz olan imanı biraz tanıyalım; İman sözlükte, “bir kişiyi söylediği sözde tasdik etmek, doğrulamak, söylediğini kabullenmek, gönül huzuru ile onu benimsemek, şüpheye yer vermeyecek bir biçimde içten ve yürekten inanmak” demektir. Dini manada ise, Hz. Peygamber’i, Allah Teâlâ’dan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerde tasdik etmek, onun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip, bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak, kal Biz İnsanları yoktan var edip, başıboş bırakmayarak, ömrümüzün her saatinde hesapsız nimetler veren Allah-u Teala, kullarından emirlerine ve yasaklarına itaat etmelerini istemiştir. Rabbimiz Razı olduğu amelleri yapanlara ‘Cennet’ vaad ederek biz insanlara cennet için yarışmamızı tavsiye eder. Cennete girmek dünya imtihanını kazanmaya bağlıdır.
İmtihan süresi ise bir ömrün tamamıdır. Namaz,oruç,sabır ve şükür gibi ibadetlerle kazanılan cennet, Allah’ın emirlerinden yüz çevrildiği takdirde ise kaybedilir. Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz şöyle buyuruyor;
” Ey! iman edenler, Allah’tan gerektiği gibi korkun! Ve yalnızca her şeyi ile Allah’a teslim olan bir Müslüman gibi can verin”. (A.imran102). Görüldüğü gibi Ayeti kerimede Allah cc. önce Ey! iman edenler diye buyurduğu halde devamında Müslüman olarak can verin buyuruyor, Rabbim bize bu ayette açıkça “Müslüman olarak gelin gerisine karışmayın” diyor.Bu ayetten anladığımız başka bir manada, demek ki bize anne, babamız vesilesi ile doğar doğmaz lütfedilen Müslümanlık, eğer Allah’tan hakkıyla korkup, o korku sebebiyle emirlerine itaat edilmediği takdirde Allah korusun bizden alınır ve ebediyyen cehenneme müstehak oluruz. Bir Allah dostunun buyurduğu gibi “Önemli olan Müslüman olmak değildir, önemli olan Müslüman kalabilmektir”. Yani son nefesimizde de o imanı muhafaza edebilmektir.
Ben tasdik etmek demektir. Kalbin tasdik etmesi imanın değişmeyen asli unsurudur. İman edene sevap, etmeyene ceza verilmesinin dayanağı, kişinin gönülden bağlılığının ve tasdikinin bulunup, bulunmamasıdır. İmanın; kalbin tasdiki olduğunu belirten bazı hadislerde Peygamber efendimiz sav. Şöyle buyurmuştur:
“Kalbinde buğday, arpa ve zerre ölçüsü kadar iman olduğu halde Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed Onun elçisidir diyen kimse cehennemden çıkar.“Buhari, İman, 33”. Başka bir hadiste “ Allah cennetlikleri cennete, cehennemlikleri cehenneme koyacak, sonra da bakın bakalım kalbinde hardal tanesi kadar imanı olan birisini bulursanız onu cehennemden çıkarın diyecektir”(Buhari, “İman”, 15).
Görüldüğü üzere imanın esası, inanılacak şeyleri kalbin tasdik etmesidir. Bir kimse diliyle inandığını söylese bile kalbiyle inandığını tasdik etmezse mümin olamaz. Kalplerde neyin gizli olduğunu ancak Allah bilir. Bir kimsenin iman ettiği, ya kendisinin söylemesiyle veya cemaatle namaz kılmak gibi mümin olduğunu gösteren belirli ibadetleri yapmasıyla anlaşılır. O zaman bu kimse mümin olarak tanınır, müslüman muamelesi görür, müslüman bir kadınla evlenebilir, Ölünce de cenaze namazı kılınıp, Müslüman mezarlığına defnedilir. Dil ile inandığını söylemek son derece önemli olduğu için genellikle İMAN, “Kalp ile tasdik, dil ile ikrardır” şeklinde tanımlanmıştır. Gönülden inanmadığı halde, diliyle müslüman olduğunu söyleyen kişi dünyada müslüman gibi işlem görür. Fakat imanı bulunmayıp, münafık olduğu için, ahirette kafir olarak işlem görecek ve cehennemin en alt tabakasında ebedî kalacaktır.
İMAN; inanılacak hususlar açısından icmalî iman ve tafsili iman olmak üzere ikiye ayrılır.
1- İCMALİ İMAN
İnanılacak şeylere kısaca ve toptan inanmak demektir.İmanın en özlü ve en kısa şekli budur. İcmali iman, tevhid ve kelime-işehadette özetlenmiştir. Tevhid kelimesi: La ilahe illallah Muhammedür-rasûlullah (Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Hz. Muhammed sav. Onun elçisidir) cümlesidir. Şehadet kelimesi de: Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Rasulüh. Ben şehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, ve yine şahitlik ederimki Hz. Muhammed sav. Allah’ın kulu ve elçisidir. İmanın ilk derecesi, İslam’ın ilk temel direği budur. Rabbimiz ibrahim suresi 24.ayeti kerimesinde, Kelime-i tevhidi kökleri yerin derinliklerinde sabit, dalları da gök yüzüne doğru çıkmış, güzel bir ağaca benzetiyor. Yani hergün söylenen, “Lailahe illallah Muhammedür-Rasulullah” kelimesi, işte bu, güzel bir ağaç gibidir. İnsanın yüreğine kök salar. Ağaçların güzel dallar saldığı gibi bu kelime-i Tevhid de insanın elinden, gözünden, kulağından ve diğer organlarından dışa doğru ameli salih çiçekleri açar.Ağaçların suya ihtiyacı gibi, İşte bu ağacında güzel dallar oluşturabilmesi için bir gıdaya ihtiyacı vardır, bu gıdada salih ameldir. Salih amel olmadığı zaman artık imanın üzeri küflenir. İnsanın Salih amellerinin devam etmesi ve imanının da da küf bağlamaması için çevresindeki insanları iyi seçmesi, iyi insanlarla oturup kalkması, iyi olanlarla alışveriş yapması gerekir. Fakat bu söylediklerimizin tam tersi olan insanların ortamına girer,onlarla haşir neşir olursa, öyle bir zaman gelir ki o güzel ibadetleri yapamaz olur. O zaman salih amel de gider ,bir zaman sonra ALLAH korusun imanda gider.
O zamanda bu kişi güzel bir ağaca değilde yine rabbimizin buyurduğu gibi kötü bir ağaca sahip olur. Kötü ağaçtan maksat çürük ağaçtır. Bu çürük ağacın kökleri yerin üzerinde olduğu için ayakta duracak bir dermanı da kalmamıştır. Kelime-i tevhid Hz. Adem (a.s.)’den bugüne kadar hep tek olarak ve de hiç değişmeden gelmiştir. Hz. Peygamber sav. bir hadisinde “Zamanla Elbisenin eskidiği gibi mü’minin gönlündeki iman da eskir, önun için imanlarınızı yenileyiniz, tazeleyiniz” buyurdu. Sahabe-i kiram efendilerimiz “Ya Rasulallah imanımızı nasıl tazeleyelim”dediler. Peygamber efendimiz sav. ”LA İLAHE İLLALLAH’ı çokça söyleyerek”buyurdu. İmanı yenilemek tazelemek; “kelime-i tevhidi çokça söyleyerek salim amele hız vermektir. Her sabah uyandığımızda kendi kendimize,”bugün Allah için ne yapabilirim,ne gibi hayırlı işler yapıp sevaplar kazanabilirim” diye kendi kendimize sormalıyız. Namazımızı kılarken, Kur’anımızı okurken ve diğer ibadetlerimizi yaparken, özene özene, düşüne düşüne, tabiri caizse şeytan ve nefsimizi çatlata çatlata yapmalıyız. Kİ Allah’ı sevindirelim şeytanı sevindirmeyelim. Allah cc. Buyurduğu gibi “İnsana ancak çalıştığının yani elinin emelinin karşılığı vardır.”necm-39
2- TAFSİLİ İMAN
İnanılacak şeylerin her birine, geniş bir şekilde, ayrıntılı olarak inanmaya tafsîlî iman denilir. Tafsîlî iman üç derecede incelenir: Birinci derece, Allah’a, Hz. Muhammed’in sav. Allah’ın peygamberi olduğuna ve âhiret gününe kesin olarak inanmaktır. Bu, icmâlî imana göre daha geniştir. Çünkü burada âhirete iman da yer almaktadır. İkinci derece, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, öldükten sonra tekrar dirilmeye, cennet ve cehennemin, sevap ve azabın varlığına, kazâ ve kadere ayrı ayrı inanmaktır. Bu amentüde diye ifade ettiğimiz inanç esaslarıdır. Üçüncü derece, Hz. Muhammed’in Allah katından getirdiği ve bize kadar da tevâtür (yalan üzere birleşmeleri asla mümkün olmayan topluluk) yoluyla ulaştırılan bütün haberleri ve hükümleri tasdik etmektir. Müslüman olmayan bir kimse, icmali iman ile İslam’a girmiş olur. Bu iman üzere ölürse neticede Allah’ın izniyle cennete girer, Fakat tafsîlî iman ile müslümanın imanı yücelir, olgunlaşır, sağlam temeller üzerine oturur. Bir Müslümanın, Allah’ı ve O Allah’tan gelen emirleri gönülden tasdik ettikten sonra, Hz. Peygamber’in açıkladığı emir ve yasaklara bütünüyle uyup, farzı farz, haramı haram bilmesi, öğrenmesi, kabullenmesi ve uygulaması gerekir.
Birde taklidi ve tahkiki iman vardır.
TAKLİDİ İMAN;Delillere dayalı olmaksızın sadece çevrenin telkini ile meydana gelen ve şimdi bizim zamanımızdaki gibi, Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için Giriş yap veya üye ol. toplumunda doğup büyümüş olmasının doğal bir sonucu olarak meydana gelen imana denilir. Ehl-i sünnet alimlerinin çoğuna göre bu tür iman geçerli olmakla beraber, kişi imanı, akli ve dini delillerle güçlendirmediğinden dolayı sorumludur. Taklidi iman, inkarcı ve sapık kimselerin ileri süreceği en ufak itirazlarda sarsıntıya uğrayabilir. Bunun için imanı, dinî ve akli delillerle güçlendirmek gerekir. Çünkü deliller, ileri sürülecek şüphe ve itirazlara karşı imanı korur.
TAHKİKİ İMAN; ise delillere, bilgiye, araştırma ve kavramaya dayalı imana denir. Önemli olan her Müslümanın, neye, nasıl ve niçin inanması gerektiği bilerek tahkîkî imana sahip olmasıdır. Mü’min Allah’ın rızasını kazanmak için çıktığı yolda yürürken aklını kullanarak yürümeli ki, imanı sağlam olsun! İmanın zayıfladığı yerde o akıl mü’mine destek olsun! Aklın ilk vazifesi Allah’a iman etmektir, fakat akıl her durumda bir kaynak bir başlangıç noktası bir dayanak arar.
Nitekim peygamber olan İbrahim as. ölülerin yeniden nasıl dirileceğini merak etmiş ve “Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demişti. Allah’u teala ona: “İnanmıyor musun?” deyince, “Hayır yarabbi inandım, fakat kalbimin daha iyi tatmin olması için gözümle görmek istiyorum” dedi. O zaman Rabbimiz cc. İbrahim as.: “Öyleyse, dört tane kuş tut. Onları kendine alıştır, sonrada onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları kendine çağır, koşarak sana gelirler dedi.(bakara260) İbrahim as.kendisine söyleneni yaptı dört tane kuşu belli bir süre besleyip kendine alıştırdı, daha sonra onları kesip parçaladı hepsini birbirine karıştırdıktan sonra onları dört parçaya bölüp her parçasını bir dağa bıraktı. Sonra da hepsini kendine çağırdı. Onlarda hemen uçara İbrahim as ın Yanına geldiler. Bugün bizde bu ayeti kerimenin misali gibi yumurtanın içerisinden kuşun çıktığını, kuştan yumurtanın çıktığını gözlerimizle görüp duruyoruz. Bir damla sudan insanın meydana geldiğini gözlerimizle görüyoruz. Yine kışın solupta yazın açan çiçekler, sonbaharda dökülüpte ilkbaharda yeşeren yapraklar bize Allah’ın nasıl diriltip nasıl öldürdüğünü gösteriyor ve bizim kalbimizde İbrahim as. kalbi gibi mutmain oluyor. Önemli olan bunu görebilmektir.
Süfyan bin Abdullah ra. diyorki Rasulüllah sav. Dedim ki:” Ey! Allah’ın Rasulü bana İslam’da öyle bir söz söyle ki, başkasına onunla alakalı bir şey bir daha sormayayım”dedim. Buyurduki: Allah’a iman ettim de, sonra da istikamette dosdoğru ol”.Müslim. Zamanımızın büyük Allahdostlarından biri şöyle buyurmuştur; biz Ümmet-i Muhammed’in imanını kurtarmak için elimizden geleni yapıyoruz. İnsana en lazım olan şey imandır. En mühim olan husus imandır ve insanın en önemli meselesi de son nefeste imanla gidebilmesidir. İnsan son nefesinde imanını kurtarırsa ahirette işi kolay olur. Çünkü cenabı Allah’ın 100 merhameti vardır,dünyaya 1 rahmetini göndermiştir, diğer 99 rahmeti ahirete saklamıştır.Bu dünyadaki rahmetini tüm kullarına mümine, kafire, fasıka ve hatta onu inkar edene de vermiştir ama 99 rahmetini ahirette sadece mümin kulları için saklamıştır. İnsan, mümin olarak bu dünyadan göçerse işi kolaydır. Takva imanı korur salih amellerde o imanı kuvvetlendirir, fakat Allah korusun attığımız yanlış bir adımdan dolayı Cennet kapısından geriye dönersek ne olur bizim halimiz.Müslüman doğduk, Müslüman yaşadık,fakat ya hayatın sonunda devrilir gider bir çukura yuvarlanır isek ne yaparız. İşte ahiret için böyle bir korku ve endişe içinde olmamız imanımızın gereğidir. Bir Müslüman amel yapmayıp, Allah’ın gazabından korkmayıp ahireti için endişe etmezse onun sonu kötü olur.Fakat ahiret hayatı için endişe duyup ahiret korkularını bu dünyada yaşadığından dolayı kulluk görevini yaparsa, Allah’u tealanın 2 korkuyu 2 emniyeti bir arada vermediğinden dolayı kurtulmuştur.
Evet dünyada iken ahireti için endişe etmeyip ve öteki alem için hazırlık yapmayanlar orada korkularla kıvranacak, burada korku içinde yaşayanlar ise ahirette emniyet ve huzur içinde olacaklardır. Ölüm anı zordur, nasıl ki ince bir tülbent dikenli çalıların üzerinden alınmak istendiğinde o bezi nasıl gerdirip parçalarsa, ruh da bedenden çıkarken bedeni parçalar, insana ızdırap verir, acı çektirir sıkıntı duyar buda yetmiyormuş gibi şeytanda son nefeste musallat olur. En sevdiğinin suretinde yada ölmüş olan bir sevdiğinin kılığında gelir ve telkinde bulunur, derki; “Bak seni nasıl sevdiğimi biliyorsun, ben senden önce ahirete gittim orada gördüm, geçerli olan din Yahudilik dinidir, Gel sen o dine geç perişan olma” diyerek onu kandırmaya çalışır. İkna edemezse bu sefer Hristiyanlığı teklif eder.Yinede kandıramaz ise elinde bir bardak suyla sekeratta acı çeken o insana elindeki suyu gösterir. O İnsan şeytana “bana su ver” dediğinde şeytan “ başınla bana secde edersen bu suyu sana veririm”diye onu imansız ahirete göndermeye çalışır. Allahkorusun bu sıkıntı esnasında şeytanın musallat olmasıyla insan kalbinde,iman hakikatleriile ilgili bir nebze şüpheye düşse, tereddüt etse ve bu hal üzere ölürse imansız olarak ölür bütün hayatı boşa gider.
İşte bu duruma düşmemek için işimizi sağlama almalı şimdiden o iman ağacını namazla, oruçla, salih amellerle, anne baba duasıyla yeşertmeliyiz eğer ki o namaz için fedakarlıkta bulunulmaz, oruç içinde nefis bertaraf edilmeyip, o nefsin istek ve arzuları Allah cc. Emir ve yasaklarından üstün tutulursa, böyle imanın o insana ne faydası olabilir ki, normal hayatında değer vermediği gibi son nefesinde de değer vermez ve bir bardak suya imanını satar. Allah bizi bu duruma düşmekten korusun, ama işin gerçeği de bundan ibaret ne diyor Rasulullah sav. “nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öylede dirilirsiniz. Bizde böyle günlük hayatımızda Allah’ı anmazsak, günde beş vakit namaz kılmazsak rabbimizi bu kolay ve rahat zamanımızda aklımıza getirmezsek o zorlu ölüm anında mı hatırlayacağız böyle bir şey doğanın kanunlarına aykırı olduğu gibi insanın fıtratına ters düşüyor. Rabbimiz bize şimdi nasip etmediği gibi o zamanda nasip etmeyecektir. Her kim Rahman olan Allah’ın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan onun yakın dostu olur. Şüphesiz ki bu şeytanlar onları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar. Nihayet kıyamet günü bize gelince, arkadaşı olan şeytana: “Keşke seninle benim aramda doğu ile batı arasındaki mesafe kadar bir uzaklık olsaydı. Sen ne kötü arkadaşmışsın!” der. Onlara: “Bugün pişmanlık duymanız size hiçbir fayda sağlamayacaktır. Çünkü siz kendi nefsinizin emirlerine uyarak nefsinize zulmettiniz. Şimdi de hepiniz azapta ortaksınız.” denir.(zuhruf36/39)
En büyük nimetimiz olan imanı biraz tanıyalım; İman sözlükte, “bir kişiyi söylediği sözde tasdik etmek, doğrulamak, söylediğini kabullenmek, gönül huzuru ile onu benimsemek, şüpheye yer vermeyecek bir biçimde içten ve yürekten inanmak” demektir. Dini manada ise, Hz. Peygamber’i, Allah Teâlâ’dan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerde tasdik etmek, onun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip, bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak, kal Biz İnsanları yoktan var edip, başıboş bırakmayarak, ömrümüzün her saatinde hesapsız nimetler veren Allah-u Teala, kullarından emirlerine ve yasaklarına itaat etmelerini istemiştir. Rabbimiz Razı olduğu amelleri yapanlara ‘Cennet’ vaad ederek biz insanlara cennet için yarışmamızı tavsiye eder. Cennete girmek dünya imtihanını kazanmaya bağlıdır.
İmtihan süresi ise bir ömrün tamamıdır. Namaz,oruç,sabır ve şükür gibi ibadetlerle kazanılan cennet, Allah’ın emirlerinden yüz çevrildiği takdirde ise kaybedilir. Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz şöyle buyuruyor;
” Ey! iman edenler, Allah’tan gerektiği gibi korkun! Ve yalnızca her şeyi ile Allah’a teslim olan bir Müslüman gibi can verin”. (A.imran102). Görüldüğü gibi Ayeti kerimede Allah cc. önce Ey! iman edenler diye buyurduğu halde devamında Müslüman olarak can verin buyuruyor, Rabbim bize bu ayette açıkça “Müslüman olarak gelin gerisine karışmayın” diyor.Bu ayetten anladığımız başka bir manada, demek ki bize anne, babamız vesilesi ile doğar doğmaz lütfedilen Müslümanlık, eğer Allah’tan hakkıyla korkup, o korku sebebiyle emirlerine itaat edilmediği takdirde Allah korusun bizden alınır ve ebediyyen cehenneme müstehak oluruz. Bir Allah dostunun buyurduğu gibi “Önemli olan Müslüman olmak değildir, önemli olan Müslüman kalabilmektir”. Yani son nefesimizde de o imanı muhafaza edebilmektir.
Ben tasdik etmek demektir. Kalbin tasdik etmesi imanın değişmeyen asli unsurudur. İman edene sevap, etmeyene ceza verilmesinin dayanağı, kişinin gönülden bağlılığının ve tasdikinin bulunup, bulunmamasıdır. İmanın; kalbin tasdiki olduğunu belirten bazı hadislerde Peygamber efendimiz sav. Şöyle buyurmuştur:
“Kalbinde buğday, arpa ve zerre ölçüsü kadar iman olduğu halde Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed Onun elçisidir diyen kimse cehennemden çıkar.“Buhari, İman, 33”. Başka bir hadiste “ Allah cennetlikleri cennete, cehennemlikleri cehenneme koyacak, sonra da bakın bakalım kalbinde hardal tanesi kadar imanı olan birisini bulursanız onu cehennemden çıkarın diyecektir”(Buhari, “İman”, 15).
Görüldüğü üzere imanın esası, inanılacak şeyleri kalbin tasdik etmesidir. Bir kimse diliyle inandığını söylese bile kalbiyle inandığını tasdik etmezse mümin olamaz. Kalplerde neyin gizli olduğunu ancak Allah bilir. Bir kimsenin iman ettiği, ya kendisinin söylemesiyle veya cemaatle namaz kılmak gibi mümin olduğunu gösteren belirli ibadetleri yapmasıyla anlaşılır. O zaman bu kimse mümin olarak tanınır, müslüman muamelesi görür, müslüman bir kadınla evlenebilir, Ölünce de cenaze namazı kılınıp, Müslüman mezarlığına defnedilir. Dil ile inandığını söylemek son derece önemli olduğu için genellikle İMAN, “Kalp ile tasdik, dil ile ikrardır” şeklinde tanımlanmıştır. Gönülden inanmadığı halde, diliyle müslüman olduğunu söyleyen kişi dünyada müslüman gibi işlem görür. Fakat imanı bulunmayıp, münafık olduğu için, ahirette kafir olarak işlem görecek ve cehennemin en alt tabakasında ebedî kalacaktır.
İMAN; inanılacak hususlar açısından icmalî iman ve tafsili iman olmak üzere ikiye ayrılır.
1- İCMALİ İMAN
İnanılacak şeylere kısaca ve toptan inanmak demektir.İmanın en özlü ve en kısa şekli budur. İcmali iman, tevhid ve kelime-işehadette özetlenmiştir. Tevhid kelimesi: La ilahe illallah Muhammedür-rasûlullah (Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Hz. Muhammed sav. Onun elçisidir) cümlesidir. Şehadet kelimesi de: Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Rasulüh. Ben şehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, ve yine şahitlik ederimki Hz. Muhammed sav. Allah’ın kulu ve elçisidir. İmanın ilk derecesi, İslam’ın ilk temel direği budur. Rabbimiz ibrahim suresi 24.ayeti kerimesinde, Kelime-i tevhidi kökleri yerin derinliklerinde sabit, dalları da gök yüzüne doğru çıkmış, güzel bir ağaca benzetiyor. Yani hergün söylenen, “Lailahe illallah Muhammedür-Rasulullah” kelimesi, işte bu, güzel bir ağaç gibidir. İnsanın yüreğine kök salar. Ağaçların güzel dallar saldığı gibi bu kelime-i Tevhid de insanın elinden, gözünden, kulağından ve diğer organlarından dışa doğru ameli salih çiçekleri açar.Ağaçların suya ihtiyacı gibi, İşte bu ağacında güzel dallar oluşturabilmesi için bir gıdaya ihtiyacı vardır, bu gıdada salih ameldir. Salih amel olmadığı zaman artık imanın üzeri küflenir. İnsanın Salih amellerinin devam etmesi ve imanının da da küf bağlamaması için çevresindeki insanları iyi seçmesi, iyi insanlarla oturup kalkması, iyi olanlarla alışveriş yapması gerekir. Fakat bu söylediklerimizin tam tersi olan insanların ortamına girer,onlarla haşir neşir olursa, öyle bir zaman gelir ki o güzel ibadetleri yapamaz olur. O zaman salih amel de gider ,bir zaman sonra ALLAH korusun imanda gider.
O zamanda bu kişi güzel bir ağaca değilde yine rabbimizin buyurduğu gibi kötü bir ağaca sahip olur. Kötü ağaçtan maksat çürük ağaçtır. Bu çürük ağacın kökleri yerin üzerinde olduğu için ayakta duracak bir dermanı da kalmamıştır. Kelime-i tevhid Hz. Adem (a.s.)’den bugüne kadar hep tek olarak ve de hiç değişmeden gelmiştir. Hz. Peygamber sav. bir hadisinde “Zamanla Elbisenin eskidiği gibi mü’minin gönlündeki iman da eskir, önun için imanlarınızı yenileyiniz, tazeleyiniz” buyurdu. Sahabe-i kiram efendilerimiz “Ya Rasulallah imanımızı nasıl tazeleyelim”dediler. Peygamber efendimiz sav. ”LA İLAHE İLLALLAH’ı çokça söyleyerek”buyurdu. İmanı yenilemek tazelemek; “kelime-i tevhidi çokça söyleyerek salim amele hız vermektir. Her sabah uyandığımızda kendi kendimize,”bugün Allah için ne yapabilirim,ne gibi hayırlı işler yapıp sevaplar kazanabilirim” diye kendi kendimize sormalıyız. Namazımızı kılarken, Kur’anımızı okurken ve diğer ibadetlerimizi yaparken, özene özene, düşüne düşüne, tabiri caizse şeytan ve nefsimizi çatlata çatlata yapmalıyız. Kİ Allah’ı sevindirelim şeytanı sevindirmeyelim. Allah cc. Buyurduğu gibi “İnsana ancak çalıştığının yani elinin emelinin karşılığı vardır.”necm-39
2- TAFSİLİ İMAN
İnanılacak şeylerin her birine, geniş bir şekilde, ayrıntılı olarak inanmaya tafsîlî iman denilir. Tafsîlî iman üç derecede incelenir: Birinci derece, Allah’a, Hz. Muhammed’in sav. Allah’ın peygamberi olduğuna ve âhiret gününe kesin olarak inanmaktır. Bu, icmâlî imana göre daha geniştir. Çünkü burada âhirete iman da yer almaktadır. İkinci derece, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, öldükten sonra tekrar dirilmeye, cennet ve cehennemin, sevap ve azabın varlığına, kazâ ve kadere ayrı ayrı inanmaktır. Bu amentüde diye ifade ettiğimiz inanç esaslarıdır. Üçüncü derece, Hz. Muhammed’in Allah katından getirdiği ve bize kadar da tevâtür (yalan üzere birleşmeleri asla mümkün olmayan topluluk) yoluyla ulaştırılan bütün haberleri ve hükümleri tasdik etmektir. Müslüman olmayan bir kimse, icmali iman ile İslam’a girmiş olur. Bu iman üzere ölürse neticede Allah’ın izniyle cennete girer, Fakat tafsîlî iman ile müslümanın imanı yücelir, olgunlaşır, sağlam temeller üzerine oturur. Bir Müslümanın, Allah’ı ve O Allah’tan gelen emirleri gönülden tasdik ettikten sonra, Hz. Peygamber’in açıkladığı emir ve yasaklara bütünüyle uyup, farzı farz, haramı haram bilmesi, öğrenmesi, kabullenmesi ve uygulaması gerekir.
Birde taklidi ve tahkiki iman vardır.
TAKLİDİ İMAN;Delillere dayalı olmaksızın sadece çevrenin telkini ile meydana gelen ve şimdi bizim zamanımızdaki gibi, Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için Giriş yap veya üye ol. toplumunda doğup büyümüş olmasının doğal bir sonucu olarak meydana gelen imana denilir. Ehl-i sünnet alimlerinin çoğuna göre bu tür iman geçerli olmakla beraber, kişi imanı, akli ve dini delillerle güçlendirmediğinden dolayı sorumludur. Taklidi iman, inkarcı ve sapık kimselerin ileri süreceği en ufak itirazlarda sarsıntıya uğrayabilir. Bunun için imanı, dinî ve akli delillerle güçlendirmek gerekir. Çünkü deliller, ileri sürülecek şüphe ve itirazlara karşı imanı korur.
TAHKİKİ İMAN; ise delillere, bilgiye, araştırma ve kavramaya dayalı imana denir. Önemli olan her Müslümanın, neye, nasıl ve niçin inanması gerektiği bilerek tahkîkî imana sahip olmasıdır. Mü’min Allah’ın rızasını kazanmak için çıktığı yolda yürürken aklını kullanarak yürümeli ki, imanı sağlam olsun! İmanın zayıfladığı yerde o akıl mü’mine destek olsun! Aklın ilk vazifesi Allah’a iman etmektir, fakat akıl her durumda bir kaynak bir başlangıç noktası bir dayanak arar.
Nitekim peygamber olan İbrahim as. ölülerin yeniden nasıl dirileceğini merak etmiş ve “Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demişti. Allah’u teala ona: “İnanmıyor musun?” deyince, “Hayır yarabbi inandım, fakat kalbimin daha iyi tatmin olması için gözümle görmek istiyorum” dedi. O zaman Rabbimiz cc. İbrahim as.: “Öyleyse, dört tane kuş tut. Onları kendine alıştır, sonrada onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları kendine çağır, koşarak sana gelirler dedi.(bakara260) İbrahim as.kendisine söyleneni yaptı dört tane kuşu belli bir süre besleyip kendine alıştırdı, daha sonra onları kesip parçaladı hepsini birbirine karıştırdıktan sonra onları dört parçaya bölüp her parçasını bir dağa bıraktı. Sonra da hepsini kendine çağırdı. Onlarda hemen uçara İbrahim as ın Yanına geldiler. Bugün bizde bu ayeti kerimenin misali gibi yumurtanın içerisinden kuşun çıktığını, kuştan yumurtanın çıktığını gözlerimizle görüp duruyoruz. Bir damla sudan insanın meydana geldiğini gözlerimizle görüyoruz. Yine kışın solupta yazın açan çiçekler, sonbaharda dökülüpte ilkbaharda yeşeren yapraklar bize Allah’ın nasıl diriltip nasıl öldürdüğünü gösteriyor ve bizim kalbimizde İbrahim as. kalbi gibi mutmain oluyor. Önemli olan bunu görebilmektir.
Süfyan bin Abdullah ra. diyorki Rasulüllah sav. Dedim ki:” Ey! Allah’ın Rasulü bana İslam’da öyle bir söz söyle ki, başkasına onunla alakalı bir şey bir daha sormayayım”dedim. Buyurduki: Allah’a iman ettim de, sonra da istikamette dosdoğru ol”.Müslim. Zamanımızın büyük Allahdostlarından biri şöyle buyurmuştur; biz Ümmet-i Muhammed’in imanını kurtarmak için elimizden geleni yapıyoruz. İnsana en lazım olan şey imandır. En mühim olan husus imandır ve insanın en önemli meselesi de son nefeste imanla gidebilmesidir. İnsan son nefesinde imanını kurtarırsa ahirette işi kolay olur. Çünkü cenabı Allah’ın 100 merhameti vardır,dünyaya 1 rahmetini göndermiştir, diğer 99 rahmeti ahirete saklamıştır.Bu dünyadaki rahmetini tüm kullarına mümine, kafire, fasıka ve hatta onu inkar edene de vermiştir ama 99 rahmetini ahirette sadece mümin kulları için saklamıştır. İnsan, mümin olarak bu dünyadan göçerse işi kolaydır. Takva imanı korur salih amellerde o imanı kuvvetlendirir, fakat Allah korusun attığımız yanlış bir adımdan dolayı Cennet kapısından geriye dönersek ne olur bizim halimiz.Müslüman doğduk, Müslüman yaşadık,fakat ya hayatın sonunda devrilir gider bir çukura yuvarlanır isek ne yaparız. İşte ahiret için böyle bir korku ve endişe içinde olmamız imanımızın gereğidir. Bir Müslüman amel yapmayıp, Allah’ın gazabından korkmayıp ahireti için endişe etmezse onun sonu kötü olur.Fakat ahiret hayatı için endişe duyup ahiret korkularını bu dünyada yaşadığından dolayı kulluk görevini yaparsa, Allah’u tealanın 2 korkuyu 2 emniyeti bir arada vermediğinden dolayı kurtulmuştur.
Evet dünyada iken ahireti için endişe etmeyip ve öteki alem için hazırlık yapmayanlar orada korkularla kıvranacak, burada korku içinde yaşayanlar ise ahirette emniyet ve huzur içinde olacaklardır. Ölüm anı zordur, nasıl ki ince bir tülbent dikenli çalıların üzerinden alınmak istendiğinde o bezi nasıl gerdirip parçalarsa, ruh da bedenden çıkarken bedeni parçalar, insana ızdırap verir, acı çektirir sıkıntı duyar buda yetmiyormuş gibi şeytanda son nefeste musallat olur. En sevdiğinin suretinde yada ölmüş olan bir sevdiğinin kılığında gelir ve telkinde bulunur, derki; “Bak seni nasıl sevdiğimi biliyorsun, ben senden önce ahirete gittim orada gördüm, geçerli olan din Yahudilik dinidir, Gel sen o dine geç perişan olma” diyerek onu kandırmaya çalışır. İkna edemezse bu sefer Hristiyanlığı teklif eder.Yinede kandıramaz ise elinde bir bardak suyla sekeratta acı çeken o insana elindeki suyu gösterir. O İnsan şeytana “bana su ver” dediğinde şeytan “ başınla bana secde edersen bu suyu sana veririm”diye onu imansız ahirete göndermeye çalışır. Allahkorusun bu sıkıntı esnasında şeytanın musallat olmasıyla insan kalbinde,iman hakikatleriile ilgili bir nebze şüpheye düşse, tereddüt etse ve bu hal üzere ölürse imansız olarak ölür bütün hayatı boşa gider.
İşte bu duruma düşmemek için işimizi sağlama almalı şimdiden o iman ağacını namazla, oruçla, salih amellerle, anne baba duasıyla yeşertmeliyiz eğer ki o namaz için fedakarlıkta bulunulmaz, oruç içinde nefis bertaraf edilmeyip, o nefsin istek ve arzuları Allah cc. Emir ve yasaklarından üstün tutulursa, böyle imanın o insana ne faydası olabilir ki, normal hayatında değer vermediği gibi son nefesinde de değer vermez ve bir bardak suya imanını satar. Allah bizi bu duruma düşmekten korusun, ama işin gerçeği de bundan ibaret ne diyor Rasulullah sav. “nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öylede dirilirsiniz. Bizde böyle günlük hayatımızda Allah’ı anmazsak, günde beş vakit namaz kılmazsak rabbimizi bu kolay ve rahat zamanımızda aklımıza getirmezsek o zorlu ölüm anında mı hatırlayacağız böyle bir şey doğanın kanunlarına aykırı olduğu gibi insanın fıtratına ters düşüyor. Rabbimiz bize şimdi nasip etmediği gibi o zamanda nasip etmeyecektir. Her kim Rahman olan Allah’ın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan onun yakın dostu olur. Şüphesiz ki bu şeytanlar onları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar. Nihayet kıyamet günü bize gelince, arkadaşı olan şeytana: “Keşke seninle benim aramda doğu ile batı arasındaki mesafe kadar bir uzaklık olsaydı. Sen ne kötü arkadaşmışsın!” der. Onlara: “Bugün pişmanlık duymanız size hiçbir fayda sağlamayacaktır. Çünkü siz kendi nefsinizin emirlerine uyarak nefsinize zulmettiniz. Şimdi de hepiniz azapta ortaksınız.” denir.(zuhruf36/39)