Anksiyete; kaygı, iç sıkıntısı, bunaltı ve endişe anlamlarında kullanılır. Herkesin yaşadığı daha çok korkuyla eşlik eden bir duygudur. Eğer anksiyete, kişinin, iş, özel ve sosyal hayatını olumsuz yönde etkileyecek noktaya gelirse ve gündelik işlevselliği bozulursa "anormal" bir hal alır. Anksiyete bozukluğuna dönüşür. Anksiyete bozukluğunu tarif edebilecek tanımlamalar da "evham" ve "kuruntu" uygun kelimelerdir.
Bu bağlamda kaygı ve evhamı anlamlandırmak önemlidir.
Kaygı Nedir?
Kaygı halindeyken kalp atımı (taşikardi), nefes alıp verme hızlı ve sık olur. Kan basıncı yükselir, kas gerginliği artar. Baş dönmesi, terleme, ağız kuruluğu, kulaklarda çınlama ya da zonklama olabilir. Tüm bu değişiklikler vücudun ani tehlike karşısında gösterdiği "savaş ya da kaç" ilkesinin devrede olduğunun göstergesidir. Bu anlamda kaygı, sistemin hissettiği bir tehlike algısı sonucu devreye soktuğu doğal bir tepki olduğu söylenebilir.
Evham (Kuruntu) Nedir?
Kişi eğer herhangi bir durumu ya da hissi “tehlikeli” olarak algılarsa "savaş ya da kaç" ilkesi devreye girer. Söz konusu ilke bedensel, bilişsel ve davranışsal değişiklerin var olduğu kompleks bir yapıdır ve bu yapı, insanın doğası gereği, temel ve gerçekten tehlikeli çevresel faktörlerden korunmasını sağlar. Ortada somut tehlike olmadan da tehlike algısı ile “savaş ya da kaç” ilkesi çalışıyorsa evhamdan (kuruntu) bahsedebiliriz.
Anksiyete Bozukluğu Nedir?
Evham söz konusu olduğunda, tehlike gerçek olmasından ziyade daha çok düşünseldir. "Evham" uyandıran etkene verilen tepki iseabartılıdır. "Savaş ya da kaç" uygun bir amaca hizmet etmekten çıkar. Çeşitli kısır döngüler oluşturur, yaşanılan sıkıntıların alevlenmesine ve devam etmesine neden olur. "Anksiyete bozukluklarında" başlıca iki tür kısır döngü mevcuttur.
Kısır döngü; anksiyetenin bedensel ve düşünsel belirtiler tehdit ve tehlike algısını arttır. Örneğin Panik bozukluk yaşayan kişinin, panik atak anında kalp çarpıntısı, kalp krizinin kanıtı olarak yorumlanır. "Evham" artacak ve kalp çarpıntısı daha da hissedilir hale gelecektir. Çarpıntının artması ise kişinin kalp krizi geçirdiği düşüncesini arttıracaktır.
Kısır döngü ise anksiyete hastalarının yaşayacaklarını düşündükleri durumların "felaket"sonuçlarını önlemek için kullandığı işe yaramayan stratejilerden kaynaklanır. "Felaket" gerçekçi olmadığından kullanılan stratejiler hastanın düşünce ve inançlarının uygun olmadığını görme şansını ortadan kaldırmaktadır. Örneğin kalp çarpıntısı ve yoğun sıkıntısı olan bir hastanın, panik nöbeti sırasında bulunduğu ortamı terketmesi ya da yanındaki kişiyle konuşarak ilgisini başka bir konuya çekmeye çalışması; aynı hastanın daha sonradan bu stratejileri kullanması sayesinde, çıldırmaktan veya ölmekten kurtulduğunu düşünmesine neden olur. Böylelikle bu tür kaçınma stratejilerini kullanmamış olsa da ölmeyeceğini veya çıldırmayacağını görmesi engellenmiş olur. Bu iki kısır döngü, anksiyete bozukluklarınınişleyişini ve sürekliliğini özetlemektedir.
Tedbirli olmak mı yoksa uzak durmaya çalışmak mı?
Anksiyete bozukluklarında, yani "evham/kuruntu" durumunda belirli durum, olay, kişi ya da ortamlarda "savaş ya da kaç" tepkisi ile yanıt veren kişiler, söz konusu uyaranları gerçekte olduğundan daha tehlikeli olarak algılarlar. Tıpkı panik bozukluk yaşayan kişinin panik nöbetinde, kalp çarpıntısını (taşikardi) "kalp krizi geçiriyorum/geçirmek üzereyim" diye algılaması gibi.
Korkulan ya da önlem alınan olumsuz sonuçların olma ihtimalini de gerçekte olduğundan daha "abartılı, büyük ve dehşet verici" olarak algılarlar. Tıpkı obsesif-kompulsif (takıntı-zorlantı) bozukluğu yaşayan kişilerin ellerini temiz tutmadığında, kirileneceğini ve bu kiri dokundukları her yere bulaştıracaklarına inanmaları gibi.
Korkulan sonuç oluştuğunda da, bunun bir felaket olacağını düşünürler. Tıpkı, sosyal fobiyi yaşayan kişilerin ellerinin titremesi veya yüzlerinin kızarmasının fark edileceği ve sonucunda utanç verici duruma düşecekleri ve ortamdaki kişiler tarafından istenmeyecekleri, kabul görülmeyeceklerine inanmaları gibi.
Korkulan sonucun oluşmaması için, felaketi önlemek için, farkında olarak ya da olmayarak düşünsel ve davranışsal işlevsel olmayan stratejiler (kaçma, kaçınma, ilgiyi dağıtma, düşünmemeye çalışma, yanında ilaç taşıma, tehlikeli olarak algıladığı yerlere yalnız gitmeme, ortamı terk etme ya da her an terk edebilecek şekilde çıkışa yakın oturma gibi) kullanırlar. Kullanılan bu stratejilerin amacı, korkulan ortamlarda güvence sağlamak ve böylelikle korkulan sonucun oluşmasını engellemektir. Korkulan sonuçların gerçekleşmesi, hasta tarafından sözü edilen stratejilerin kullanılmasına bağlanmakta ve güvenlik sağlamaya yönelik bu davranışlar, hastanın korkulan sonucun gerçekleşmeyeceğini görmesini engellemekte ve korkunun değişmeden devamına yol açmaktadır. Tıpkı, panik atağı geçiren ve ölmediğini/çıldırmadığını gören bir hasta, korkulan sonucun olmamasını panik atağı sırasında yanında güvendiği birinin olmasına veya o esnada içtiği ilaca bağlamaktadır. İlaç almazsa da, yanında güvendiği biri olmazsa da ölmeyeceğini/çıldırmayacağını görme şansını kaybetmekte ve işlevselliği olmayan düşünce ve inançları (“panik atağı tehlikelidir ve ölümle sonuçlanabilir” gibi) değişmeden devam etmektedir.
“Kesin kötü bir şey olacak. Çünkü...”
Anksiyetenin bedensel belirtileri tehlike/tehdit algısının gerçek olduğunu gösteren bir başka kanıt olarak algılanır. Yani, "söz konusu bedensel belirtileri yaşıyorsam nedeni vardır, her an tehlike olabilir" düşüncesi bedensel belirtiler arttırır. Bedensel belirtiler arttıkça tehlike-tehdit algısı (anksiyete) artar ve böylelikle kısır bir döngü oluşur ve anksiyetenin devamı sağlanır.
Anksiyete bozukluklarının tamamında tehdit ve tehlike algısı mevcuttur. Fobik hastalar belirli bir durum, nesne ve fonksiyona ilişkin tehlike algılarlarken, panik hastaları bedensel duyumları tehlikeli olarak algılarlar. Hipokondriyak (sağlık anksiyeteli) hastalar, ciddi bir hastalık gelişeceğine ilişkin kaygılar yaşarken, sosyal fobikler sosyal ortamlarda olumsuz sosyal yargılar oluşturacaklarından, obsesif-kompulsif hastalar zarar oluşturmaktan korkarlar. Yaygın anksiyete bozukluğu olan hastalar ise belirsizlikten tehdit algısına kapılırlar.
Bu bağlamda kaygı ve evhamı anlamlandırmak önemlidir.
Kaygı Nedir?
Kaygı halindeyken kalp atımı (taşikardi), nefes alıp verme hızlı ve sık olur. Kan basıncı yükselir, kas gerginliği artar. Baş dönmesi, terleme, ağız kuruluğu, kulaklarda çınlama ya da zonklama olabilir. Tüm bu değişiklikler vücudun ani tehlike karşısında gösterdiği "savaş ya da kaç" ilkesinin devrede olduğunun göstergesidir. Bu anlamda kaygı, sistemin hissettiği bir tehlike algısı sonucu devreye soktuğu doğal bir tepki olduğu söylenebilir.
Evham (Kuruntu) Nedir?
Kişi eğer herhangi bir durumu ya da hissi “tehlikeli” olarak algılarsa "savaş ya da kaç" ilkesi devreye girer. Söz konusu ilke bedensel, bilişsel ve davranışsal değişiklerin var olduğu kompleks bir yapıdır ve bu yapı, insanın doğası gereği, temel ve gerçekten tehlikeli çevresel faktörlerden korunmasını sağlar. Ortada somut tehlike olmadan da tehlike algısı ile “savaş ya da kaç” ilkesi çalışıyorsa evhamdan (kuruntu) bahsedebiliriz.
Anksiyete Bozukluğu Nedir?
Evham söz konusu olduğunda, tehlike gerçek olmasından ziyade daha çok düşünseldir. "Evham" uyandıran etkene verilen tepki iseabartılıdır. "Savaş ya da kaç" uygun bir amaca hizmet etmekten çıkar. Çeşitli kısır döngüler oluşturur, yaşanılan sıkıntıların alevlenmesine ve devam etmesine neden olur. "Anksiyete bozukluklarında" başlıca iki tür kısır döngü mevcuttur.
Kısır döngü; anksiyetenin bedensel ve düşünsel belirtiler tehdit ve tehlike algısını arttır. Örneğin Panik bozukluk yaşayan kişinin, panik atak anında kalp çarpıntısı, kalp krizinin kanıtı olarak yorumlanır. "Evham" artacak ve kalp çarpıntısı daha da hissedilir hale gelecektir. Çarpıntının artması ise kişinin kalp krizi geçirdiği düşüncesini arttıracaktır.
Kısır döngü ise anksiyete hastalarının yaşayacaklarını düşündükleri durumların "felaket"sonuçlarını önlemek için kullandığı işe yaramayan stratejilerden kaynaklanır. "Felaket" gerçekçi olmadığından kullanılan stratejiler hastanın düşünce ve inançlarının uygun olmadığını görme şansını ortadan kaldırmaktadır. Örneğin kalp çarpıntısı ve yoğun sıkıntısı olan bir hastanın, panik nöbeti sırasında bulunduğu ortamı terketmesi ya da yanındaki kişiyle konuşarak ilgisini başka bir konuya çekmeye çalışması; aynı hastanın daha sonradan bu stratejileri kullanması sayesinde, çıldırmaktan veya ölmekten kurtulduğunu düşünmesine neden olur. Böylelikle bu tür kaçınma stratejilerini kullanmamış olsa da ölmeyeceğini veya çıldırmayacağını görmesi engellenmiş olur. Bu iki kısır döngü, anksiyete bozukluklarınınişleyişini ve sürekliliğini özetlemektedir.
Tedbirli olmak mı yoksa uzak durmaya çalışmak mı?
Anksiyete bozukluklarında, yani "evham/kuruntu" durumunda belirli durum, olay, kişi ya da ortamlarda "savaş ya da kaç" tepkisi ile yanıt veren kişiler, söz konusu uyaranları gerçekte olduğundan daha tehlikeli olarak algılarlar. Tıpkı panik bozukluk yaşayan kişinin panik nöbetinde, kalp çarpıntısını (taşikardi) "kalp krizi geçiriyorum/geçirmek üzereyim" diye algılaması gibi.
Korkulan ya da önlem alınan olumsuz sonuçların olma ihtimalini de gerçekte olduğundan daha "abartılı, büyük ve dehşet verici" olarak algılarlar. Tıpkı obsesif-kompulsif (takıntı-zorlantı) bozukluğu yaşayan kişilerin ellerini temiz tutmadığında, kirileneceğini ve bu kiri dokundukları her yere bulaştıracaklarına inanmaları gibi.
Korkulan sonuç oluştuğunda da, bunun bir felaket olacağını düşünürler. Tıpkı, sosyal fobiyi yaşayan kişilerin ellerinin titremesi veya yüzlerinin kızarmasının fark edileceği ve sonucunda utanç verici duruma düşecekleri ve ortamdaki kişiler tarafından istenmeyecekleri, kabul görülmeyeceklerine inanmaları gibi.
Korkulan sonucun oluşmaması için, felaketi önlemek için, farkında olarak ya da olmayarak düşünsel ve davranışsal işlevsel olmayan stratejiler (kaçma, kaçınma, ilgiyi dağıtma, düşünmemeye çalışma, yanında ilaç taşıma, tehlikeli olarak algıladığı yerlere yalnız gitmeme, ortamı terk etme ya da her an terk edebilecek şekilde çıkışa yakın oturma gibi) kullanırlar. Kullanılan bu stratejilerin amacı, korkulan ortamlarda güvence sağlamak ve böylelikle korkulan sonucun oluşmasını engellemektir. Korkulan sonuçların gerçekleşmesi, hasta tarafından sözü edilen stratejilerin kullanılmasına bağlanmakta ve güvenlik sağlamaya yönelik bu davranışlar, hastanın korkulan sonucun gerçekleşmeyeceğini görmesini engellemekte ve korkunun değişmeden devamına yol açmaktadır. Tıpkı, panik atağı geçiren ve ölmediğini/çıldırmadığını gören bir hasta, korkulan sonucun olmamasını panik atağı sırasında yanında güvendiği birinin olmasına veya o esnada içtiği ilaca bağlamaktadır. İlaç almazsa da, yanında güvendiği biri olmazsa da ölmeyeceğini/çıldırmayacağını görme şansını kaybetmekte ve işlevselliği olmayan düşünce ve inançları (“panik atağı tehlikelidir ve ölümle sonuçlanabilir” gibi) değişmeden devam etmektedir.
“Kesin kötü bir şey olacak. Çünkü...”
Anksiyetenin bedensel belirtileri tehlike/tehdit algısının gerçek olduğunu gösteren bir başka kanıt olarak algılanır. Yani, "söz konusu bedensel belirtileri yaşıyorsam nedeni vardır, her an tehlike olabilir" düşüncesi bedensel belirtiler arttırır. Bedensel belirtiler arttıkça tehlike-tehdit algısı (anksiyete) artar ve böylelikle kısır bir döngü oluşur ve anksiyetenin devamı sağlanır.
Anksiyete bozukluklarının tamamında tehdit ve tehlike algısı mevcuttur. Fobik hastalar belirli bir durum, nesne ve fonksiyona ilişkin tehlike algılarlarken, panik hastaları bedensel duyumları tehlikeli olarak algılarlar. Hipokondriyak (sağlık anksiyeteli) hastalar, ciddi bir hastalık gelişeceğine ilişkin kaygılar yaşarken, sosyal fobikler sosyal ortamlarda olumsuz sosyal yargılar oluşturacaklarından, obsesif-kompulsif hastalar zarar oluşturmaktan korkarlar. Yaygın anksiyete bozukluğu olan hastalar ise belirsizlikten tehdit algısına kapılırlar.