Her insanın yakın duygusal bağlar kurmaya ihtiyacı vardır. Aşık olduğumuz kişiye
bağlanma kişiyi mutlu, huzurlu ve özgüvenli hissettirir.
Aşk, karşıdaki kişiyle özdeşleşme, onu ülküleştirme yani kendisi olmaktan çıkıp aşkının
benliğine bürünmesini içerir. Hayat artık kendisinin değil aşkının gözlerinden görünmeye
başlar. Ve bir gün gelir, bir nedenden ötürü ayrılık yaşanır.
Ayrılığın ardından ne hissediyoruz?
Bu ayrılık aslında, karşımızdakinden değil, tüm benliğimizi adadığımız ve benliğimizi yok
saydığımız kendimizdendir. İşte bu nedendendir, yoğun aşk acısı çekmemiz. Aşkın birçok
türü vardır ancak en çok aşk acısı, kaygılı bağlanmanın yani sevdiğini her an kaybetmekten korkan, onu kendisinden daha çok düşünen, onun için her türlü fedakârlığı yapacak kadar gözü kararan kişiler yaşar. Aşk acısının bazı kişilerde bu denli yoğun yaşanmasınınsa çocukluğa dayanan nedenleri vardır.
Başlangıçta zihin ayrılığı kabullenemiyor!
Bebekler; annelerinden belli bir süre ayrıldıkları zaman, bir dizi duygusal tepki gösterirler. İlki ağlama, anneyi arama ve diğerlerinin sakinleştirici çabalarına karşı koyma tepkisi. İkinci tepki, çaresizliktir ve pasif-hareketsiz kalma ve açıkça üzülmeyi içerir. Üçüncüsü de kopma olarak adlandırılır. Bu tepki, anne geri döndüğünde onu yok sayma ve ondan kaçınma davranışlarını içerir. Bebeklikteki bu örüntü, yetişkinlikte aşık olunan kişiden ayrıldıktan sonraki tepkilere baktığımızda da benzerlikleri görebiliriz. Aslında biten ilişkinin yasını tutuyordur taraflar. İlişkinin bittiğine dair inkâr duygusu o kişiyi sürekli hissetmesine, düşünmesine hatta merak etmesine neden olur. Zihni ayrılığı bir türlü kabullenememiştir ve ardından gidişine dair yoğun bir öfke başlar bu öfke bazen kendisine “onsuzluğa dayanamayacak kadar güçsüz hissetmesine” bazen de gittiği için “onu çaresiz bıraktığı için” karşıdakine olur. Aşkın doğasına baktığımız da takıntı hastalığının doğasına benzer özellikler görüyoruz, zihnin sürekli aynı şeyle meşgul olması ve bu meşguliyetin acı vermesi gibi…
Aşk acısından kurtulabilir miyiz?
Elbette… İlişkinin bitme nedeninin hatırlanması, ilişkinin devam etmesi koşulunda sonuçların kar –zarar analizinin yapılıp verdiği kararın doğruluğunun kendisine gösterilmesi, gelecekle ilgili yeni hedefler belirlenmesi, ilişki sırasında ihmal ettiği arkadaşlarla bir araya gelinmesi, daha önceden yapmaktan keyif alınan aktivitelere geri dönülmesi, yeni hobiler, ilgi alanları keşfedilmesi psikososyal açıdan destek sağlar.
Eski sevgiliyi hatırlatıyor diye birlikte gidilen yerlere gitmekten kaçınılması, fotoğraflara
bakmaktan kaçınmak, durumu kabullenmemenin o nesneleri, mekanları sevgiliyle özdeşleştirmenin sonucudur. Oysa ki o yerler onlar gitmeden öncede vardı, fotoğraf
dediğimiz sadece aslında kağıt parçaları, hediyeler sadece birer nesne giden sevgili değil.
Dolayısıyla rutin bozulmamalı devam ettirilmeli ki, kabullenme ve duyarsızlaşma daha
çabuk olsun. Eski sevgili asla unutulmaz (hafıza kaybı olmadığı sürece) ancak acıya duyarsızlaşmayla acı hissi, ortadan kaldırılabilir.
bağlanma kişiyi mutlu, huzurlu ve özgüvenli hissettirir.
Aşk, karşıdaki kişiyle özdeşleşme, onu ülküleştirme yani kendisi olmaktan çıkıp aşkının
benliğine bürünmesini içerir. Hayat artık kendisinin değil aşkının gözlerinden görünmeye
başlar. Ve bir gün gelir, bir nedenden ötürü ayrılık yaşanır.
Ayrılığın ardından ne hissediyoruz?
Bu ayrılık aslında, karşımızdakinden değil, tüm benliğimizi adadığımız ve benliğimizi yok
saydığımız kendimizdendir. İşte bu nedendendir, yoğun aşk acısı çekmemiz. Aşkın birçok
türü vardır ancak en çok aşk acısı, kaygılı bağlanmanın yani sevdiğini her an kaybetmekten korkan, onu kendisinden daha çok düşünen, onun için her türlü fedakârlığı yapacak kadar gözü kararan kişiler yaşar. Aşk acısının bazı kişilerde bu denli yoğun yaşanmasınınsa çocukluğa dayanan nedenleri vardır.
Başlangıçta zihin ayrılığı kabullenemiyor!
Bebekler; annelerinden belli bir süre ayrıldıkları zaman, bir dizi duygusal tepki gösterirler. İlki ağlama, anneyi arama ve diğerlerinin sakinleştirici çabalarına karşı koyma tepkisi. İkinci tepki, çaresizliktir ve pasif-hareketsiz kalma ve açıkça üzülmeyi içerir. Üçüncüsü de kopma olarak adlandırılır. Bu tepki, anne geri döndüğünde onu yok sayma ve ondan kaçınma davranışlarını içerir. Bebeklikteki bu örüntü, yetişkinlikte aşık olunan kişiden ayrıldıktan sonraki tepkilere baktığımızda da benzerlikleri görebiliriz. Aslında biten ilişkinin yasını tutuyordur taraflar. İlişkinin bittiğine dair inkâr duygusu o kişiyi sürekli hissetmesine, düşünmesine hatta merak etmesine neden olur. Zihni ayrılığı bir türlü kabullenememiştir ve ardından gidişine dair yoğun bir öfke başlar bu öfke bazen kendisine “onsuzluğa dayanamayacak kadar güçsüz hissetmesine” bazen de gittiği için “onu çaresiz bıraktığı için” karşıdakine olur. Aşkın doğasına baktığımız da takıntı hastalığının doğasına benzer özellikler görüyoruz, zihnin sürekli aynı şeyle meşgul olması ve bu meşguliyetin acı vermesi gibi…
Aşk acısından kurtulabilir miyiz?
Elbette… İlişkinin bitme nedeninin hatırlanması, ilişkinin devam etmesi koşulunda sonuçların kar –zarar analizinin yapılıp verdiği kararın doğruluğunun kendisine gösterilmesi, gelecekle ilgili yeni hedefler belirlenmesi, ilişki sırasında ihmal ettiği arkadaşlarla bir araya gelinmesi, daha önceden yapmaktan keyif alınan aktivitelere geri dönülmesi, yeni hobiler, ilgi alanları keşfedilmesi psikososyal açıdan destek sağlar.
Eski sevgiliyi hatırlatıyor diye birlikte gidilen yerlere gitmekten kaçınılması, fotoğraflara
bakmaktan kaçınmak, durumu kabullenmemenin o nesneleri, mekanları sevgiliyle özdeşleştirmenin sonucudur. Oysa ki o yerler onlar gitmeden öncede vardı, fotoğraf
dediğimiz sadece aslında kağıt parçaları, hediyeler sadece birer nesne giden sevgili değil.
Dolayısıyla rutin bozulmamalı devam ettirilmeli ki, kabullenme ve duyarsızlaşma daha
çabuk olsun. Eski sevgili asla unutulmaz (hafıza kaybı olmadığı sürece) ancak acıya duyarsızlaşmayla acı hissi, ortadan kaldırılabilir.