TERLERSE GÜLLER OLURDU HER TERİ
HOŞ DERLERDİ TERİNDEN GÜLLERİ
Mevlid'den
Efendimiz üç yaşındalar.
ImageHalime anne, O'nu bir gözünden öbürüne vermiyor. yabanın kurdu uğursuzu var. Büyüklüğüne bunca iz, işaret bulunurken, emsalsz emanetin kılına ziyan gelmemeli. O'nu korumak, O'nu istikbale teslim etmek, zamana karşı, insanlığa karşı ve ebedi nizama karşı kabullenilmiş şerefli bir borç.
Bu sebeple uyanık kalbli kadın, gözünü efendimizin üzerinden ayırmıyor... ama öz çocukları sadece akşamları evdeler.
Bu durum kainatın baş tacının dikkatinden kaçmaz.
Niçin?
-Onlar, yavrum, gündüzleri koyun gütmeye gidiyorlar.
Çobanlık yapmak... renk renk çiçeklerin açtığı; kelebeklerin, mutluluğu arılarla paylaştığı, hür rüzgarlı, hür ufuklu kırlarda yumuşak adımlarla yayılan koyunların peşi sıra gitmek; kardeşleri ile onları otlatmak, bir yamaçta güneşin ılık sıcaklığında eldeki çabukla toprağı çiziştirmek ve ucsuz bucaksız fezaya bakıp öteleri! düşünmek!
Anneciğim, beni de kardeşlerimle yolla. Ben de koyun gödeceğim...
Sütanne bin dereden su getiriyor. Ama ne söylüyor, ne anlıtıyorsa mümkün değil. O'nda bir kere bu arzu doğmuştur. Annecik nasıl dayanır artık.
-Ey gözümün nuru? Demek sen de koyun gütmeye gitmek istiyorsun öyle mi?
Cevap tek kelime:
-Evet.
Ertesi gün, güneş, sanki daha bir aceleyle tepeleri aşarak yükseliyor. Güneş, güneş olmaktan çıkmış; duru duru gülümseyen bir yüz gibi. O'na kırların ıtırlı ikliminde büseler konduracağına mı seviniyor acaba?
Güneş doğup, her tara ışıl ışıl olduğunda Halime anne, melek yavrucuğu ipek uykulardan uyandırıyor. Ve giydirip taradıktan sonra kardeşlerine emanet... evvela ALLAH'a sonra kardeşlerine emanet!. Elinde sopası ile efendimiz de aralarında olduğu halde çocuklar, neş'e içinde hayvanları alarak evden ayrıllıyorlar; fakat fazla uzağa değil. Anne evden açılmayı yasaklamıştır. Zira şimdi o var aralarında; en üstün ve en kıymetli olan:
Zaman, böylece akıyor. Havanın sıcak olduğu bir gün kuşluk vaktinde Halime, tam, Peygamberimizi düşünüp güneş çarpmasından korkarken süt kardeşlerden Şeyma, koyunların yanından çıka geldi. O Şeyma ki, Sevgili Peygamberimiz ALLAH'ın Resulü olduğunu tabliğe başlayacağı zaman, Peygamberliğine ilk iman edenlerden biri olacak ve müşriklerin, mü'minleri hiç bir mal alıp satmayarak onları ticari ve iktisadi ablukaya aldıkları günlerde, şahsi gayretleri ile bunu kırmaya çalışıp, müslümanlara yiyecek temin edebilen bir kahraman kadın...
MUHAMMED aleyhisselam için yazılmış en içli kasidelerden biri Şeyma radıyALLAHü anha hanıma ait.
Şeyma'cık, efendimizi bırakıp gelince annesinde merak ve telaş.
-Şeymacığım! Göz bebeğim MUHAMMED nerede?
-Sahrada anneciğim.
-Aman yavrum! O ciğerim bu sıcakta sehrede nasıl kalır?
Anne, kızgın güneşin, nur çocuğa ziyan vermesinden endişeli...
Şeyma, bir mucizenin şahidi. Görüp işitilmedik bir olayı anlatıyor:
Anneciğim, güneşten kardeşime hiç bir zarar yok. Çünkü başının üstünde bir bulut, kendisini takip ediyor. Nereye gitsek bulut üstümüzde. Duruyoruz duruyor, yürüyoruz yürüyor.
İlahi fermanla emir almış bir beyaz bulut, peygamberlerin efendisini kavurucu sıcakta serin gölgesine alarak O'nu ve yanındikelir muhafaza ediyor.
Halime'nin içi yine rahat değil.
-Dediğin doru mu? ALLAH için söyle kızım!
-Vallihi sahi söylüyorum.
-Bunun üzerine sütanne tatmin oluyor ve Peygamberimizi korktuklarından ALLAH'a ısmarlıyor.
İki-üç ay böyle geçti. Bir gün öğle üzeri efendimiz akranı olan çocuk ve süt kardeşleri ile bir vadideler. Çocuklar oynuyor, Habibullah da onları seyrediyor. Tam bu sırada öyle bir şey oldu ki küçükler akıllarını yitirecekler . Çığlık çığlığa bağrışıp oradan kaçıyorlar:
Sicim gibi göz yaşı döküp evine koşanlardan biri de Damra:
-Anneciğim kardeşime bir şeyler oldu. Çabuk koşun!
Halime, feryadlar içinde Damra'ya soruyor.
-N'oldu oğlum durma söyle!!!
Damra boğularak anlatıyor,
-Koyunların yanında idik. Birden bire gökten beyaz kıyafetli üç kişi indi. Kardeşimi aramızdan aldıkları gibi tepeye çıkardılar ve sırt üstü yatırarak bıçakla karnını yardılar. Öldü mü, yaşıyor mu bilmiyorum!!!
Bundan daha kötü haber olamazdı. Halime ve Haris'in kan beyinlerine sıçradı. Bir nefeste söylenen yere vardılar.
Devamını Halime'den dinleyelim:
-Koşa koşa vadiye geldik. Yüksek bir yere oturmuş, göğe doğru bakıyordu. Tabessüm eden güzel çocuğumun yüzü al al olmuştu.Alnını ve gözlerini öperken sordum:
-Ey gözümün ışığı, ey alemlere rahmet oğlum.Ne oldu, seni kim rahatsız etti?
İki cihan güneşinin kendi ifadelerinden anlıyoruz ku; gonca gül, kuzuları güderken beyaz elbiseli üç şahıs görmüştür. Birinin elinde gümüş bir ibrik, birinde içi kardan daha beyaz bir madde ile dolu zümrüt bir leğen vardı. O muhteremlerin en muhteremi SallALLAHü aleyhi ve sellem'i vadiden zirveye iletince beyaz giyimli bu kimselerden biri, fahri kainatı usulcacık sırt üstü yere uzatır. Ve göğsünü göbeğine kadar yarar. Mübarek efendimiz hiç bir acı ve elem hissetmeden ameliyatı sürmeli gözleri ile takip ederler. Bu melek, elini sokarak iç organlarını çıkarıp kar gibi olan o sıvı ile yıkadıktan sonra tekrar yerlerine kor. Birinci meleğin işi bitince ikinci melek, birinciye;
Kalk! der, ben de hizmetimi eda edeyim, ilk meleğin kenara çekilmesi ile ikinci melek, elini uzatarak peygamberimizin kalbini yerinden çıkarır ve iki parçaya ayırdıktan sonra içinden pıhtılaşmış siyah bir kan parçasını alıp atar. Kalb üzerinde yapılan bu çalışmanın ardından iknici melek sırtüsütü yatan azizler azizine:
-Vücudunda şeytanın nasibi bu idi. O'nu atmakla seni şeytanın vesvese ve hilesinden emin ettik, anlamında bilgi arz eder.
Aynı melek, daha sonrra sevgili efendimizin sağ ve sol taraflarından bir şey alır gibi bir hareket yapar.
Bu sırada elinde nurdan bir mühür vardı. O kadar güzel bir mühür ki gören hayranlıktan kendini alamazdı.
ALLAH'ın resulünü dinleyelim:
-Bu nurdan mühürle kalbimi mühürledi. Ondan sonra kalbim nüvüvvet ve hikmet nuru ile dopdolu oldu.
Rahmet yuvası kalbi nurdan mühürle mühürlendikten sonra yerine iade ettiler. Halime ve Haris yanına vardıklarında, mübarek yavru mührün soğukluğunu hala vücudunda hissediyor.
İkinci meleğin işi bitince üçüncü melek, elini yarılan yere kor ve o an yara iyileşir...
Beyaz elbiseli bu üç kişi, daha sonra nazlı yavrunun elini ve yüzünü öperek ona güzel şeyler hazırlandığını müjdeler ve mavi gökte kaybolup giderler. Yaranın izi hala farkedilebiliyor.
............
Sevgili Peygamberimizi oradan alarak eve getirdiler Halime anne, çocuklarına:
Kardeşinizi bundan böyle dışarı götürmeyin!
Tenbihini yaptıktan sonra beyine:
-Bu saadetli çocuğu annesine götürelim. Aklına ziyan gelmesinden korkuyorum. Ne dersin, yol hazırlığı yapalım mı?...
Ardarda gelen mucize ve harikalar, artık Halime'nin gözünü korkutmaya başlamıştır. Olayların kendilerini aşmasından çekiniyor. Bu yüzden rahat değil..
Haris;
-Bundan daha mübarek bir çocuk doğmamıştır. Ne aklına bir ziyan gelir ne de bir şey, müsterih ol! Elde ettiğimiz saadet bunun bereketiyle. Ne var ki, bizi hased edenler olabilir. Zira kabilemiz, önceki halimizi gayet iyi biliyor. Fakir iken, üçyüzbüş koyunu olan hatırlı bir aile haline geldik. mümkündür ki dar gözlüler bir fenalık düşünebilirler...
-Öyleyse O'nu alarak kahine danışayım.
Bunu duyan Sevgili Peygamberimiz, rahat olmalarını, gayet sıhhatli ve zannedilen kusurlardan uzak olduğunu her ne kadar söyledi ise de olanları işiten eş dost, Halime'yi kahine giderek, bir cin etkisi olup olmadığını tahkik etmesi için zorladılar.
Kahin, efendimizi konuşturarak, vakaları kendisinden dinliyor, Ama dinledikçe karanlık gözleri dışarı fırlayacak gibi... kulaklarına inanamıyor. Mübarek yavru, daha sözünü bitirmeden çirkin sesli büyücü, O'nu kaptığı gibi kucağına alarak meydana fırlıyor ve bas bas bağırıyor:
-Ey araboğulları! Başınıza bir bela gelmek üzere, Bu çocuğu öldümezseniz; büyüdüğünüzde dininize bozuk diyecek, sizi yeni bir dini kabule çağıracaktır. Bunu şimdiden ortadan kaldırın! Hem O'nu, hem beni öldürün!!!..
Saf ve temiz Halime anne, bu beklenmedik çıkış karşısında afallamış. Çocuğu adamın kirli ellerinden çektiği gibi:
Delinin tekiymişsin. Bilseydim semtine uğramazdım. O'nu değil seni katletsinler!...
Süt anne o dakikaları şöyle resmediyor:
-ALLAH için söylüyorum; nereye uğrasak, nereden geçsek, hangi sokağa girsek ve hangi meydana gelsek mübareğin güzel kokusu, burcu burcu yükselerek dört bir yanı tutuyor ve buralardan günlerce silinmiyordu.
.........
-Aman Halime! Dikkatli ol. Çocuğun başına bir şey gelebilir. Daha doğrusu sen O'nu ailesine teslim et. Şu kahinin kinine baksana!
Halime'nin akrabaları bunları söylüyor ve bereket vesilesi efendimizi dedesine teslem etmesi için telkinde bulunuyorlar. Çünkü Halime, müjde yüklü harikulade olaylardan bahsettikçe, bunların aklı başından gidiyor.
Halime Hatun:
-Söylenenler aslında fikrimi destekleyen sözler olduğu için bana cazib geldi. Üstelik bu sırada gaibden bir ses de işitiyordum:" "Ey Mekke'liler size müjdeler olsun. Hayır ve saadet, Beni Sa'd'den size geliyor. Ey huyrul beşer, Sen Mekke'de olunca, bura halkı belalardan korunacaktır.
"Böylece o büyük emaneti sahiblerine iade etmek gerektiğine dair kanaatim kuvvet buldu ve yine merkebe binerek can yavrumu önüme alıp şehre inen bir grup yolcu ile yola çıktık. Mekke civarına varmıştık. Bir işimin yapılması için inci tanemi arkadaşlarımın yanına bırakarak bir süre oradan ayrıldım... az bir zaman geçmişti ki kulağıma garip sesler geldi. Hemen kafilenin konak yerine koştum. Eyvah! Dünyam yıkıldı, O yoktu."
Halime anne, ta yüreğinden vurulmuştur. Dizlerine karasular inmese, oracığa yığılıp kalmasa iyi. Bir mecnun, bir meczub gibi. Kimi bulsa soruyor:
-O'nu gördünüz mü? O'nu kendi sütümle besledim. Dedesine götürüyordum. O'nun yüzünden bol nimetlere kavuştuk. Eğer bulamazsam, kendimi kayalardan atıp parçalayacağım.
Manzara yürek parlayıcı. Sütanneyi üzünkülerle dinliyoruz?
-Ümidim kırıldı. Başımı yumrukluyor, "ah MUHAMMEDim" diye dövünüyordum. Evlatların en azizini kaybeden annenin bu hali, orada bulunanlar da ağlattı. İnsan, nasıl dayanır da şerha şerha olan bir anne yüreği önünde gözyaşlarını zapteder?
Tam bu sırada zayıf, kara-kuru bir yaşlı adam çıka gelir. Halime'yi böyle kanlı göz yaşları akıtır görünce:
-Hayrola bir derdin mi var?
Anne, sebebini söyler ve ekler:
-İbrahim Peygamberin Rabbinin hakkı için söylüyorum ki, MUHAMMED'i bulamazsam kendimi uçuruma atıp öldüreceğim!
-Oğlunu bulacak birini biliyorum.
Canım uğruna feda olsun çabuk söyle.
İhtiyar, ızdıraptan harab olmuş kadını bir an soluk gözlerle süzdükten sonra tane tane konuştu:
-Hübel adında büyük puta git, derdini anlat; o halleder, demez mi?
-Halime, tokat yemiş gibi oldu...
-O'nun yerine sen kaybol inşaALLAH! MUHAMMED'in doğduğu gece o bahsettiğin Hübel,Lat, Uzza'nın ne olduğunu hiç mi duymadın?
-Anlaşılan sen delirmişsin. Bari yerine ben gidip yalvarayım, diyerek Hübel'in yanına gelir ve etrafında yedi kere dolanıp putun başından öptükten sonra:
-Ey tanrım! Sen insanları muradına erdirensin. Halime kadın, oğlu MUHAMMED'i kaybetmiş bulamıyor; bu sebeble büyük üzüntü içinde. dertli anayı çocuğuna kavuştur.
Sevgili peygamberimiz'in yüce isminin anılması üzerine Hubel ve öbür putlar patır-patır yüzüstü yere düştü ve son peygamberi methetmeye başladılar.ALLAHü teala, ilah bilinerek, tapılan putlara o an için konuşma kabiliyeti vermişti.
-Ey ihtiyar! MUHAMMED aleyhisselam'ın dini bizim ve bizim nice sahte tanrının sonu olacaktır. Hakiki mabud olan ALLAHü teala, O'nu korur. Sizin gibi putperestleri ise helak edecektir.
Halime anne Mekke'ye girdiğinde bu ihtiyarı görür. Bastonu elinden düşmüş, konuşmaktan aciz, korkudan titrer, sefil bir haldedir. Bir müddet dinlendikten sonra:
-Ey kadın, senin oğlunun sahibi var. O'na zarar gelmez. merak etme yavruna kavuşacaksın. İsmi ile seslenerek ara, bulursun.
................
Halime ağlaya ağlaya Abdülmuttalib'e varır.
-Hayırdır inşaALLAH Halime! Bir sıkıntın mı var?
-Hem de nasıl?
-Yoksa oğlumu mu kaybettin?
-Maalesef!
O muhteşem insan, torununu bazı Kureyşlilerin öldürmek için kaçırdıklarını zannederek, kılıcını alarak bir dağ gibi Mekke'nin ortasına dikilir ve bağırır:
-Ey Kureyş!... Eyy Kureyş!...
-Buyur ey reis.
-Gözümün nuru, alemin süruru torunum kayboldu, yerini bilen var mı?
Kureyşliler, hemen atlarına binerek dört bir tarafa koştular. Atlarının nalları taşlara çarptıkça kıvılcımlar fışkıran sürücüler, ne kadar aradılarsa da, gözlerden gizlenen sultanı bulamayıp kırk kol ve kanatlarla geri geldiler...
Abdülmuttalib, yine duaya; yine Rabbine iltica ediyor. Kabe'yi yedi defa tavaf ettikten sonra, ellerini açmış, ciğeri kavrulurcasına istiyor:
-ALLAHım, O'na "MUHAMMED" ismini sen verdin. Yavrumu tekrar bana lütfet.
İşte bu sırada Kabe'den bir ses duyuyor:
-O'nun sahibi sevgilisini kaybeder mi?
-Ey Melek aman çabuk söyle torunum nerede?
-Tihame vadisindeki muz ağacının altında.
Abdülmuttalib, haber verilen tarafa koşar. Yolda varaka bir Nevfel ile karşılaşır ve O'nunla birlikte Tihame'ye giderler.
Efendimizi ağacın altında ayakta olduğu halde, muz yapraklarnı çekiştirirken heyecadan ağlıyor buldular.
Abdülmuttalib, torununu bağrına basıp derin derin kokladıktan sonra kucaklayarak atına bindi ve hayvanı Mekke'ye doğru mahmuzladı.
..................
Sevinçten uçan Halime, Abdülmuttalib'e verdiği zahmet ve üzüntülerden dolayı mahçub olduğu için tekrar tekrar af diliyor.
Hazret-i Amine, Halime'ye soruyor.
-Ey sütannesi, çocuğu niçin geri getirdin? Halbuki O'nu ne kadar ısrarla geri götürmüştün!
-Evladınız büyüdü. Başına bir felaket gelmesinden çekindim. korkuyorum. Bu sebeble size teslime karar verdim.
Abdülmuttalib, torununu özanne kadar seven bu samimi kadına bol ve kıymetli hediyeler vererek teşekkür etti.
Halime anne için tatlı bir rüya bitmişti artık. Son ana kadar hicran dolu duygularını konuşturuyor.
Alemin en makbulünü annesine ve dedesine bırakıp veda ettim. Ama cınım v gönlüm de onunla beraber ve orada kaldı.
Mübarek efendimiz, ileriki senelerde halime anneyi nerede ve ne zaman görse "anneciğim" hitapları ile iltifat edecek ve bazen omuzundaki ridayı bile sererek O'nu oturup gönlünü hep hoş tutacaktır.
Halime Hatun; Sevgili peygamberimiz, Hatice validemizle evlenmiş, fakat henüz Peygamber olmamışken birgün saadet ocağına gelecek ve kıtlık sebebi ile hayvanlarının öldüğünü bildirince, Hadicetül Kübra annemiz, O'na bir deve ile kırk koyun hediye edecektir.
Sonraki yıllarda efendimiz, Badiye'deki hizmetten memnun kaldıklarını şöyle ifade buyuracaklardır.
-Ben sizin en halis arab olanınızım; Kureyşliyim, Beni Sa'd bin Bekr'de emzirildim.
alıntı
HOŞ DERLERDİ TERİNDEN GÜLLERİ
Mevlid'den
Efendimiz üç yaşındalar.
ImageHalime anne, O'nu bir gözünden öbürüne vermiyor. yabanın kurdu uğursuzu var. Büyüklüğüne bunca iz, işaret bulunurken, emsalsz emanetin kılına ziyan gelmemeli. O'nu korumak, O'nu istikbale teslim etmek, zamana karşı, insanlığa karşı ve ebedi nizama karşı kabullenilmiş şerefli bir borç.
Bu sebeple uyanık kalbli kadın, gözünü efendimizin üzerinden ayırmıyor... ama öz çocukları sadece akşamları evdeler.
Bu durum kainatın baş tacının dikkatinden kaçmaz.
Niçin?
-Onlar, yavrum, gündüzleri koyun gütmeye gidiyorlar.
Çobanlık yapmak... renk renk çiçeklerin açtığı; kelebeklerin, mutluluğu arılarla paylaştığı, hür rüzgarlı, hür ufuklu kırlarda yumuşak adımlarla yayılan koyunların peşi sıra gitmek; kardeşleri ile onları otlatmak, bir yamaçta güneşin ılık sıcaklığında eldeki çabukla toprağı çiziştirmek ve ucsuz bucaksız fezaya bakıp öteleri! düşünmek!
Anneciğim, beni de kardeşlerimle yolla. Ben de koyun gödeceğim...
Sütanne bin dereden su getiriyor. Ama ne söylüyor, ne anlıtıyorsa mümkün değil. O'nda bir kere bu arzu doğmuştur. Annecik nasıl dayanır artık.
-Ey gözümün nuru? Demek sen de koyun gütmeye gitmek istiyorsun öyle mi?
Cevap tek kelime:
-Evet.
Ertesi gün, güneş, sanki daha bir aceleyle tepeleri aşarak yükseliyor. Güneş, güneş olmaktan çıkmış; duru duru gülümseyen bir yüz gibi. O'na kırların ıtırlı ikliminde büseler konduracağına mı seviniyor acaba?
Güneş doğup, her tara ışıl ışıl olduğunda Halime anne, melek yavrucuğu ipek uykulardan uyandırıyor. Ve giydirip taradıktan sonra kardeşlerine emanet... evvela ALLAH'a sonra kardeşlerine emanet!. Elinde sopası ile efendimiz de aralarında olduğu halde çocuklar, neş'e içinde hayvanları alarak evden ayrıllıyorlar; fakat fazla uzağa değil. Anne evden açılmayı yasaklamıştır. Zira şimdi o var aralarında; en üstün ve en kıymetli olan:
Zaman, böylece akıyor. Havanın sıcak olduğu bir gün kuşluk vaktinde Halime, tam, Peygamberimizi düşünüp güneş çarpmasından korkarken süt kardeşlerden Şeyma, koyunların yanından çıka geldi. O Şeyma ki, Sevgili Peygamberimiz ALLAH'ın Resulü olduğunu tabliğe başlayacağı zaman, Peygamberliğine ilk iman edenlerden biri olacak ve müşriklerin, mü'minleri hiç bir mal alıp satmayarak onları ticari ve iktisadi ablukaya aldıkları günlerde, şahsi gayretleri ile bunu kırmaya çalışıp, müslümanlara yiyecek temin edebilen bir kahraman kadın...
MUHAMMED aleyhisselam için yazılmış en içli kasidelerden biri Şeyma radıyALLAHü anha hanıma ait.
Şeyma'cık, efendimizi bırakıp gelince annesinde merak ve telaş.
-Şeymacığım! Göz bebeğim MUHAMMED nerede?
-Sahrada anneciğim.
-Aman yavrum! O ciğerim bu sıcakta sehrede nasıl kalır?
Anne, kızgın güneşin, nur çocuğa ziyan vermesinden endişeli...
Şeyma, bir mucizenin şahidi. Görüp işitilmedik bir olayı anlatıyor:
Anneciğim, güneşten kardeşime hiç bir zarar yok. Çünkü başının üstünde bir bulut, kendisini takip ediyor. Nereye gitsek bulut üstümüzde. Duruyoruz duruyor, yürüyoruz yürüyor.
İlahi fermanla emir almış bir beyaz bulut, peygamberlerin efendisini kavurucu sıcakta serin gölgesine alarak O'nu ve yanındikelir muhafaza ediyor.
Halime'nin içi yine rahat değil.
-Dediğin doru mu? ALLAH için söyle kızım!
-Vallihi sahi söylüyorum.
-Bunun üzerine sütanne tatmin oluyor ve Peygamberimizi korktuklarından ALLAH'a ısmarlıyor.
İki-üç ay böyle geçti. Bir gün öğle üzeri efendimiz akranı olan çocuk ve süt kardeşleri ile bir vadideler. Çocuklar oynuyor, Habibullah da onları seyrediyor. Tam bu sırada öyle bir şey oldu ki küçükler akıllarını yitirecekler . Çığlık çığlığa bağrışıp oradan kaçıyorlar:
Sicim gibi göz yaşı döküp evine koşanlardan biri de Damra:
-Anneciğim kardeşime bir şeyler oldu. Çabuk koşun!
Halime, feryadlar içinde Damra'ya soruyor.
-N'oldu oğlum durma söyle!!!
Damra boğularak anlatıyor,
-Koyunların yanında idik. Birden bire gökten beyaz kıyafetli üç kişi indi. Kardeşimi aramızdan aldıkları gibi tepeye çıkardılar ve sırt üstü yatırarak bıçakla karnını yardılar. Öldü mü, yaşıyor mu bilmiyorum!!!
Bundan daha kötü haber olamazdı. Halime ve Haris'in kan beyinlerine sıçradı. Bir nefeste söylenen yere vardılar.
Devamını Halime'den dinleyelim:
-Koşa koşa vadiye geldik. Yüksek bir yere oturmuş, göğe doğru bakıyordu. Tabessüm eden güzel çocuğumun yüzü al al olmuştu.Alnını ve gözlerini öperken sordum:
-Ey gözümün ışığı, ey alemlere rahmet oğlum.Ne oldu, seni kim rahatsız etti?
İki cihan güneşinin kendi ifadelerinden anlıyoruz ku; gonca gül, kuzuları güderken beyaz elbiseli üç şahıs görmüştür. Birinin elinde gümüş bir ibrik, birinde içi kardan daha beyaz bir madde ile dolu zümrüt bir leğen vardı. O muhteremlerin en muhteremi SallALLAHü aleyhi ve sellem'i vadiden zirveye iletince beyaz giyimli bu kimselerden biri, fahri kainatı usulcacık sırt üstü yere uzatır. Ve göğsünü göbeğine kadar yarar. Mübarek efendimiz hiç bir acı ve elem hissetmeden ameliyatı sürmeli gözleri ile takip ederler. Bu melek, elini sokarak iç organlarını çıkarıp kar gibi olan o sıvı ile yıkadıktan sonra tekrar yerlerine kor. Birinci meleğin işi bitince ikinci melek, birinciye;
Kalk! der, ben de hizmetimi eda edeyim, ilk meleğin kenara çekilmesi ile ikinci melek, elini uzatarak peygamberimizin kalbini yerinden çıkarır ve iki parçaya ayırdıktan sonra içinden pıhtılaşmış siyah bir kan parçasını alıp atar. Kalb üzerinde yapılan bu çalışmanın ardından iknici melek sırtüsütü yatan azizler azizine:
-Vücudunda şeytanın nasibi bu idi. O'nu atmakla seni şeytanın vesvese ve hilesinden emin ettik, anlamında bilgi arz eder.
Aynı melek, daha sonrra sevgili efendimizin sağ ve sol taraflarından bir şey alır gibi bir hareket yapar.
Bu sırada elinde nurdan bir mühür vardı. O kadar güzel bir mühür ki gören hayranlıktan kendini alamazdı.
ALLAH'ın resulünü dinleyelim:
-Bu nurdan mühürle kalbimi mühürledi. Ondan sonra kalbim nüvüvvet ve hikmet nuru ile dopdolu oldu.
Rahmet yuvası kalbi nurdan mühürle mühürlendikten sonra yerine iade ettiler. Halime ve Haris yanına vardıklarında, mübarek yavru mührün soğukluğunu hala vücudunda hissediyor.
İkinci meleğin işi bitince üçüncü melek, elini yarılan yere kor ve o an yara iyileşir...
Beyaz elbiseli bu üç kişi, daha sonra nazlı yavrunun elini ve yüzünü öperek ona güzel şeyler hazırlandığını müjdeler ve mavi gökte kaybolup giderler. Yaranın izi hala farkedilebiliyor.
............
Sevgili Peygamberimizi oradan alarak eve getirdiler Halime anne, çocuklarına:
Kardeşinizi bundan böyle dışarı götürmeyin!
Tenbihini yaptıktan sonra beyine:
-Bu saadetli çocuğu annesine götürelim. Aklına ziyan gelmesinden korkuyorum. Ne dersin, yol hazırlığı yapalım mı?...
Ardarda gelen mucize ve harikalar, artık Halime'nin gözünü korkutmaya başlamıştır. Olayların kendilerini aşmasından çekiniyor. Bu yüzden rahat değil..
Haris;
-Bundan daha mübarek bir çocuk doğmamıştır. Ne aklına bir ziyan gelir ne de bir şey, müsterih ol! Elde ettiğimiz saadet bunun bereketiyle. Ne var ki, bizi hased edenler olabilir. Zira kabilemiz, önceki halimizi gayet iyi biliyor. Fakir iken, üçyüzbüş koyunu olan hatırlı bir aile haline geldik. mümkündür ki dar gözlüler bir fenalık düşünebilirler...
-Öyleyse O'nu alarak kahine danışayım.
Bunu duyan Sevgili Peygamberimiz, rahat olmalarını, gayet sıhhatli ve zannedilen kusurlardan uzak olduğunu her ne kadar söyledi ise de olanları işiten eş dost, Halime'yi kahine giderek, bir cin etkisi olup olmadığını tahkik etmesi için zorladılar.
Kahin, efendimizi konuşturarak, vakaları kendisinden dinliyor, Ama dinledikçe karanlık gözleri dışarı fırlayacak gibi... kulaklarına inanamıyor. Mübarek yavru, daha sözünü bitirmeden çirkin sesli büyücü, O'nu kaptığı gibi kucağına alarak meydana fırlıyor ve bas bas bağırıyor:
-Ey araboğulları! Başınıza bir bela gelmek üzere, Bu çocuğu öldümezseniz; büyüdüğünüzde dininize bozuk diyecek, sizi yeni bir dini kabule çağıracaktır. Bunu şimdiden ortadan kaldırın! Hem O'nu, hem beni öldürün!!!..
Saf ve temiz Halime anne, bu beklenmedik çıkış karşısında afallamış. Çocuğu adamın kirli ellerinden çektiği gibi:
Delinin tekiymişsin. Bilseydim semtine uğramazdım. O'nu değil seni katletsinler!...
Süt anne o dakikaları şöyle resmediyor:
-ALLAH için söylüyorum; nereye uğrasak, nereden geçsek, hangi sokağa girsek ve hangi meydana gelsek mübareğin güzel kokusu, burcu burcu yükselerek dört bir yanı tutuyor ve buralardan günlerce silinmiyordu.
.........
-Aman Halime! Dikkatli ol. Çocuğun başına bir şey gelebilir. Daha doğrusu sen O'nu ailesine teslim et. Şu kahinin kinine baksana!
Halime'nin akrabaları bunları söylüyor ve bereket vesilesi efendimizi dedesine teslem etmesi için telkinde bulunuyorlar. Çünkü Halime, müjde yüklü harikulade olaylardan bahsettikçe, bunların aklı başından gidiyor.
Halime Hatun:
-Söylenenler aslında fikrimi destekleyen sözler olduğu için bana cazib geldi. Üstelik bu sırada gaibden bir ses de işitiyordum:" "Ey Mekke'liler size müjdeler olsun. Hayır ve saadet, Beni Sa'd'den size geliyor. Ey huyrul beşer, Sen Mekke'de olunca, bura halkı belalardan korunacaktır.
"Böylece o büyük emaneti sahiblerine iade etmek gerektiğine dair kanaatim kuvvet buldu ve yine merkebe binerek can yavrumu önüme alıp şehre inen bir grup yolcu ile yola çıktık. Mekke civarına varmıştık. Bir işimin yapılması için inci tanemi arkadaşlarımın yanına bırakarak bir süre oradan ayrıldım... az bir zaman geçmişti ki kulağıma garip sesler geldi. Hemen kafilenin konak yerine koştum. Eyvah! Dünyam yıkıldı, O yoktu."
Halime anne, ta yüreğinden vurulmuştur. Dizlerine karasular inmese, oracığa yığılıp kalmasa iyi. Bir mecnun, bir meczub gibi. Kimi bulsa soruyor:
-O'nu gördünüz mü? O'nu kendi sütümle besledim. Dedesine götürüyordum. O'nun yüzünden bol nimetlere kavuştuk. Eğer bulamazsam, kendimi kayalardan atıp parçalayacağım.
Manzara yürek parlayıcı. Sütanneyi üzünkülerle dinliyoruz?
-Ümidim kırıldı. Başımı yumrukluyor, "ah MUHAMMEDim" diye dövünüyordum. Evlatların en azizini kaybeden annenin bu hali, orada bulunanlar da ağlattı. İnsan, nasıl dayanır da şerha şerha olan bir anne yüreği önünde gözyaşlarını zapteder?
Tam bu sırada zayıf, kara-kuru bir yaşlı adam çıka gelir. Halime'yi böyle kanlı göz yaşları akıtır görünce:
-Hayrola bir derdin mi var?
Anne, sebebini söyler ve ekler:
-İbrahim Peygamberin Rabbinin hakkı için söylüyorum ki, MUHAMMED'i bulamazsam kendimi uçuruma atıp öldüreceğim!
-Oğlunu bulacak birini biliyorum.
Canım uğruna feda olsun çabuk söyle.
İhtiyar, ızdıraptan harab olmuş kadını bir an soluk gözlerle süzdükten sonra tane tane konuştu:
-Hübel adında büyük puta git, derdini anlat; o halleder, demez mi?
-Halime, tokat yemiş gibi oldu...
-O'nun yerine sen kaybol inşaALLAH! MUHAMMED'in doğduğu gece o bahsettiğin Hübel,Lat, Uzza'nın ne olduğunu hiç mi duymadın?
-Anlaşılan sen delirmişsin. Bari yerine ben gidip yalvarayım, diyerek Hübel'in yanına gelir ve etrafında yedi kere dolanıp putun başından öptükten sonra:
-Ey tanrım! Sen insanları muradına erdirensin. Halime kadın, oğlu MUHAMMED'i kaybetmiş bulamıyor; bu sebeble büyük üzüntü içinde. dertli anayı çocuğuna kavuştur.
Sevgili peygamberimiz'in yüce isminin anılması üzerine Hubel ve öbür putlar patır-patır yüzüstü yere düştü ve son peygamberi methetmeye başladılar.ALLAHü teala, ilah bilinerek, tapılan putlara o an için konuşma kabiliyeti vermişti.
-Ey ihtiyar! MUHAMMED aleyhisselam'ın dini bizim ve bizim nice sahte tanrının sonu olacaktır. Hakiki mabud olan ALLAHü teala, O'nu korur. Sizin gibi putperestleri ise helak edecektir.
Halime anne Mekke'ye girdiğinde bu ihtiyarı görür. Bastonu elinden düşmüş, konuşmaktan aciz, korkudan titrer, sefil bir haldedir. Bir müddet dinlendikten sonra:
-Ey kadın, senin oğlunun sahibi var. O'na zarar gelmez. merak etme yavruna kavuşacaksın. İsmi ile seslenerek ara, bulursun.
................
Halime ağlaya ağlaya Abdülmuttalib'e varır.
-Hayırdır inşaALLAH Halime! Bir sıkıntın mı var?
-Hem de nasıl?
-Yoksa oğlumu mu kaybettin?
-Maalesef!
O muhteşem insan, torununu bazı Kureyşlilerin öldürmek için kaçırdıklarını zannederek, kılıcını alarak bir dağ gibi Mekke'nin ortasına dikilir ve bağırır:
-Ey Kureyş!... Eyy Kureyş!...
-Buyur ey reis.
-Gözümün nuru, alemin süruru torunum kayboldu, yerini bilen var mı?
Kureyşliler, hemen atlarına binerek dört bir tarafa koştular. Atlarının nalları taşlara çarptıkça kıvılcımlar fışkıran sürücüler, ne kadar aradılarsa da, gözlerden gizlenen sultanı bulamayıp kırk kol ve kanatlarla geri geldiler...
Abdülmuttalib, yine duaya; yine Rabbine iltica ediyor. Kabe'yi yedi defa tavaf ettikten sonra, ellerini açmış, ciğeri kavrulurcasına istiyor:
-ALLAHım, O'na "MUHAMMED" ismini sen verdin. Yavrumu tekrar bana lütfet.
İşte bu sırada Kabe'den bir ses duyuyor:
-O'nun sahibi sevgilisini kaybeder mi?
-Ey Melek aman çabuk söyle torunum nerede?
-Tihame vadisindeki muz ağacının altında.
Abdülmuttalib, haber verilen tarafa koşar. Yolda varaka bir Nevfel ile karşılaşır ve O'nunla birlikte Tihame'ye giderler.
Efendimizi ağacın altında ayakta olduğu halde, muz yapraklarnı çekiştirirken heyecadan ağlıyor buldular.
Abdülmuttalib, torununu bağrına basıp derin derin kokladıktan sonra kucaklayarak atına bindi ve hayvanı Mekke'ye doğru mahmuzladı.
..................
Sevinçten uçan Halime, Abdülmuttalib'e verdiği zahmet ve üzüntülerden dolayı mahçub olduğu için tekrar tekrar af diliyor.
Hazret-i Amine, Halime'ye soruyor.
-Ey sütannesi, çocuğu niçin geri getirdin? Halbuki O'nu ne kadar ısrarla geri götürmüştün!
-Evladınız büyüdü. Başına bir felaket gelmesinden çekindim. korkuyorum. Bu sebeble size teslime karar verdim.
Abdülmuttalib, torununu özanne kadar seven bu samimi kadına bol ve kıymetli hediyeler vererek teşekkür etti.
Halime anne için tatlı bir rüya bitmişti artık. Son ana kadar hicran dolu duygularını konuşturuyor.
Alemin en makbulünü annesine ve dedesine bırakıp veda ettim. Ama cınım v gönlüm de onunla beraber ve orada kaldı.
Mübarek efendimiz, ileriki senelerde halime anneyi nerede ve ne zaman görse "anneciğim" hitapları ile iltifat edecek ve bazen omuzundaki ridayı bile sererek O'nu oturup gönlünü hep hoş tutacaktır.
Halime Hatun; Sevgili peygamberimiz, Hatice validemizle evlenmiş, fakat henüz Peygamber olmamışken birgün saadet ocağına gelecek ve kıtlık sebebi ile hayvanlarının öldüğünü bildirince, Hadicetül Kübra annemiz, O'na bir deve ile kırk koyun hediye edecektir.
Sonraki yıllarda efendimiz, Badiye'deki hizmetten memnun kaldıklarını şöyle ifade buyuracaklardır.
-Ben sizin en halis arab olanınızım; Kureyşliyim, Beni Sa'd bin Bekr'de emzirildim.
alıntı