Bilinmeyen Yönleriyle Osmanlı Bahriyesi
Yavuz Sultan Selim zamanında gelişmesini köklü biçimde sürdüren Osmanlı bahriyesi, Kanuni döneminde dünyanın en büyük deniz gücü haline gelmiş ve Türk Denizciliğine altın çağını yaşatmıştır.
Bahr kelimesi Arapça'da “deniz “ demektir. Bahriye (bahriyye) ise “Devletin donanma ve deniz askeriyle ilgili hususları” kapsar.
Osmanlı, Akdeniz'de hâkimiyet kurmak, Karadeniz, Kızıldeniz ve Basra Körfezi'ni bir iç denize dönüştürmek ve Hint Denizleri'nde ticaret ve hac yollarının güvenliğini sağlamak suretiyle döneme mührünü vurmuş bir imparatorluktu. Osmanlı padişahlarının kendilerini Hâkanü'l-Bahreyn “Denizlerin Hakanı” olarak tanımlamaları da bunun bir işaretiydi.
İstanbul'un fethi için 1453 yılı ilkbaharında gemilerin karadan getirilerek denizlere indirilmesi, Osmanlı Devleti'nin stratejik açıdan Deniz Kuvvetlerine verdiği önemin bir göstergesi ve belki de Türk denizciliğinin Saadet Yüzyılı'nın ilk habercisi olmuştur. Fatih Sultan Mehmet'in 1455 yılında Kasımpaşa'da kurmuş olduğu İstanbul Tersanesi (Tersane-i Amire) ise uzun yıllar dünyanın en büyük tersanelerinden birisi olarak tüm yabancı ülkelerin hayranlığını kazanmıştır.
Osmanlı İmparator'luğunun Fatih Sultan Mehmet döneminde, Karadeniz ve Ege'den sonra Akdeniz'e yönelmesi ile ilgili Kâtip Çelebi'nin yaptığı değerlendirme, deniz stratejisi açısından tarihi bir belge niteliği taşımaktadır: “Gizli değildir ki bu Osmanlı Devleti'nin en büyük dayanağı olup şanına iş güç edinip, önem verilmek ön sırada bulunan deniz işleridir. Zira bahtı gelişen devletin revnak ve ünvanı iki denize ve iki karaya (Burada kasıt Akdeniz, Karadeniz, Anadolu ve Rumeli'dir.) hükmetmektedir. Bundan başka, Osmanlı Ülkesi'nin çoğu adalar ve kıyılar olduğundan, hele saltanatın yöresi, yani İstanbul'un velinimetinin iki deniz olduğundan şüphe yoktur.”
Yavuz Sultan Selim zamanında gelişmesini köklü biçimde sürdüren Osmanlı bahriyesi, Kanuni döneminde dünyanın en büyük deniz gücü haline gelmiş ve Türk Denizciliğine altın çağını yaşatmıştır. Osmanlı donanması, muazzam teşkilâtı, kuvvetli harp filosu, cesur, üstün kabiliyetli kaptan ve leventleriyle Karadeniz, Ege Denizi, Akdeniz ve Kızıldeniz'e hâkim olup, Hind ve Atlas Okyanuslarında Osmanlı sancağı ile armasını dalgalandırıp temsil etmişlerdir. 27 Eylül 1538 târihinde müttefik Avrupa devlet ve kavimlerinden meydana gelen Haçlı donanmasına karşı kazanılan Preveze Deniz Zaferi ile de Akdeniz'deki Türk hakimiyeti tam anlamıyla pekişmiştir.[FONT=Palatino
Linotype]
[/FONT]
Türk Denizciliği, 16'ncı yüzyıldaki göz kamaştırıcı başarısını; üst düzeydeki denizcilik bilgisine, gemi yapımındaki üstün tekniğine, günümüzde bile hayranlık uyandıran lojistik destek sistemi ve üs zincirine, sahip olduğu mükemmel düzeydeki deniz haritalarına ve en önemlisi tüm bu konuları değerlendirip uygulayabilecek, üstün nitelikte denizciler yetiştirmesine borçludur.
Tarihe aynı zamanda bir deniz imparatorluğu olarak geçen Osmanlı'nın düşünce ufuklarının enginliğini anlayabilmek için deniz politikası açılımlarını ve donanmasının gücünü bilmek gerekir.
Yitik Hazine Yayınlarından çıkan 'Bilinmeyen Yönleriyle Osmanlı Bahriyesi', hakkında fazla malumat sahibi olmadığımız Osmanlı bahriyesinin, yüzyıllardır süregelen şanlı tarihini mercek altına alıyor.
Kanuni Sultan Süleyman'ı takip eden hükümdarların deniz sorunlarına aynı duyarlılıkla yaklaşmamaları, Kaptan-ı Derya'lık makamına denizcilikle ilgisi olmayan, ancak Saray'a yakın olan paşaları getirmeleri Osmanlı İmparatorluğu'nun denizlere hakim olduğu altın çağının yavaş yavaş etkisini kaybetmesine sebep olmuştur.
“Bilinmeyen Yönleriyle Osmanlı Bahriyesi”; son yüzyılda ki bahriye teşkilât yapısını, Müslüman ve gayrimüslim personelin içinde bulunduğu durum, mektepleşme gayretleri ve donanma politikalarını inceliyor. Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve Beşiktaş Deniz Müzesi Arşivi'nde bulunan belgeler olmak üzere dönemin kaynak eserleri ve gazetelerinden de istifade edildiği eserde; ilk defa irdelenen pekçok konu günümüz okuruna ulaştırılıyor.
II.Abdülhamit'in saltanatı döneminde açılan ve yeni bulunan dökûmanlarla ortaya konulan, Tüccar Kaptan Mektebi,Torpido Mektebi ve Elektrik Mektebi, bahriye tarihimizin yanı sıra Türk Eğitim Tarihi açısından da mühim bir katkı niteliği taşıyor. Aynı zamanda II.Abdülhamid devri bahriye politikası ve Haliçte yatan zırhlılarla alâkalı belgeler, bu döneme ilişkin bugüne dek süregelen yaklaşımları değiştirecek bir mahiyet arz ediyor.
Sefere çıkan her bir gemi içinde ki personelin günlük hayatı, ibadet ve iaşesi, merasim kaidelerini uygulama gayretleri ve özellikle de Osmanlı Devleti'ni kuran gazi, derviş ve alperen kabirlerinin yüzyıllarca toplarla selamlanarak Fatihalar okunması, seferden önce Eyüp Sultan Camii'nde, donanmanın muzafferiyeti için bugün unutulmaya yüz tutan Buhari-i Şerif okunması, gemi sancaklarına Mushaf-ı Şerif asılması gibi âdetler ve birçok tarihi hadise, Doç.Dr.Şakir Batmaz'ın kaleminden farklı bir yaklaşımla sunuluyor.
Yavuz Sultan Selim zamanında gelişmesini köklü biçimde sürdüren Osmanlı bahriyesi, Kanuni döneminde dünyanın en büyük deniz gücü haline gelmiş ve Türk Denizciliğine altın çağını yaşatmıştır.
Bahr kelimesi Arapça'da “deniz “ demektir. Bahriye (bahriyye) ise “Devletin donanma ve deniz askeriyle ilgili hususları” kapsar.
Osmanlı, Akdeniz'de hâkimiyet kurmak, Karadeniz, Kızıldeniz ve Basra Körfezi'ni bir iç denize dönüştürmek ve Hint Denizleri'nde ticaret ve hac yollarının güvenliğini sağlamak suretiyle döneme mührünü vurmuş bir imparatorluktu. Osmanlı padişahlarının kendilerini Hâkanü'l-Bahreyn “Denizlerin Hakanı” olarak tanımlamaları da bunun bir işaretiydi.
İstanbul'un fethi için 1453 yılı ilkbaharında gemilerin karadan getirilerek denizlere indirilmesi, Osmanlı Devleti'nin stratejik açıdan Deniz Kuvvetlerine verdiği önemin bir göstergesi ve belki de Türk denizciliğinin Saadet Yüzyılı'nın ilk habercisi olmuştur. Fatih Sultan Mehmet'in 1455 yılında Kasımpaşa'da kurmuş olduğu İstanbul Tersanesi (Tersane-i Amire) ise uzun yıllar dünyanın en büyük tersanelerinden birisi olarak tüm yabancı ülkelerin hayranlığını kazanmıştır.
Osmanlı İmparator'luğunun Fatih Sultan Mehmet döneminde, Karadeniz ve Ege'den sonra Akdeniz'e yönelmesi ile ilgili Kâtip Çelebi'nin yaptığı değerlendirme, deniz stratejisi açısından tarihi bir belge niteliği taşımaktadır: “Gizli değildir ki bu Osmanlı Devleti'nin en büyük dayanağı olup şanına iş güç edinip, önem verilmek ön sırada bulunan deniz işleridir. Zira bahtı gelişen devletin revnak ve ünvanı iki denize ve iki karaya (Burada kasıt Akdeniz, Karadeniz, Anadolu ve Rumeli'dir.) hükmetmektedir. Bundan başka, Osmanlı Ülkesi'nin çoğu adalar ve kıyılar olduğundan, hele saltanatın yöresi, yani İstanbul'un velinimetinin iki deniz olduğundan şüphe yoktur.”
Yavuz Sultan Selim zamanında gelişmesini köklü biçimde sürdüren Osmanlı bahriyesi, Kanuni döneminde dünyanın en büyük deniz gücü haline gelmiş ve Türk Denizciliğine altın çağını yaşatmıştır. Osmanlı donanması, muazzam teşkilâtı, kuvvetli harp filosu, cesur, üstün kabiliyetli kaptan ve leventleriyle Karadeniz, Ege Denizi, Akdeniz ve Kızıldeniz'e hâkim olup, Hind ve Atlas Okyanuslarında Osmanlı sancağı ile armasını dalgalandırıp temsil etmişlerdir. 27 Eylül 1538 târihinde müttefik Avrupa devlet ve kavimlerinden meydana gelen Haçlı donanmasına karşı kazanılan Preveze Deniz Zaferi ile de Akdeniz'deki Türk hakimiyeti tam anlamıyla pekişmiştir.[FONT=Palatino
Linotype]
[/FONT]
Türk Denizciliği, 16'ncı yüzyıldaki göz kamaştırıcı başarısını; üst düzeydeki denizcilik bilgisine, gemi yapımındaki üstün tekniğine, günümüzde bile hayranlık uyandıran lojistik destek sistemi ve üs zincirine, sahip olduğu mükemmel düzeydeki deniz haritalarına ve en önemlisi tüm bu konuları değerlendirip uygulayabilecek, üstün nitelikte denizciler yetiştirmesine borçludur.
Tarihe aynı zamanda bir deniz imparatorluğu olarak geçen Osmanlı'nın düşünce ufuklarının enginliğini anlayabilmek için deniz politikası açılımlarını ve donanmasının gücünü bilmek gerekir.
Yitik Hazine Yayınlarından çıkan 'Bilinmeyen Yönleriyle Osmanlı Bahriyesi', hakkında fazla malumat sahibi olmadığımız Osmanlı bahriyesinin, yüzyıllardır süregelen şanlı tarihini mercek altına alıyor.
Kanuni Sultan Süleyman'ı takip eden hükümdarların deniz sorunlarına aynı duyarlılıkla yaklaşmamaları, Kaptan-ı Derya'lık makamına denizcilikle ilgisi olmayan, ancak Saray'a yakın olan paşaları getirmeleri Osmanlı İmparatorluğu'nun denizlere hakim olduğu altın çağının yavaş yavaş etkisini kaybetmesine sebep olmuştur.
“Bilinmeyen Yönleriyle Osmanlı Bahriyesi”; son yüzyılda ki bahriye teşkilât yapısını, Müslüman ve gayrimüslim personelin içinde bulunduğu durum, mektepleşme gayretleri ve donanma politikalarını inceliyor. Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve Beşiktaş Deniz Müzesi Arşivi'nde bulunan belgeler olmak üzere dönemin kaynak eserleri ve gazetelerinden de istifade edildiği eserde; ilk defa irdelenen pekçok konu günümüz okuruna ulaştırılıyor.
II.Abdülhamit'in saltanatı döneminde açılan ve yeni bulunan dökûmanlarla ortaya konulan, Tüccar Kaptan Mektebi,Torpido Mektebi ve Elektrik Mektebi, bahriye tarihimizin yanı sıra Türk Eğitim Tarihi açısından da mühim bir katkı niteliği taşıyor. Aynı zamanda II.Abdülhamid devri bahriye politikası ve Haliçte yatan zırhlılarla alâkalı belgeler, bu döneme ilişkin bugüne dek süregelen yaklaşımları değiştirecek bir mahiyet arz ediyor.
Sefere çıkan her bir gemi içinde ki personelin günlük hayatı, ibadet ve iaşesi, merasim kaidelerini uygulama gayretleri ve özellikle de Osmanlı Devleti'ni kuran gazi, derviş ve alperen kabirlerinin yüzyıllarca toplarla selamlanarak Fatihalar okunması, seferden önce Eyüp Sultan Camii'nde, donanmanın muzafferiyeti için bugün unutulmaya yüz tutan Buhari-i Şerif okunması, gemi sancaklarına Mushaf-ı Şerif asılması gibi âdetler ve birçok tarihi hadise, Doç.Dr.Şakir Batmaz'ın kaleminden farklı bir yaklaşımla sunuluyor.