Böbrek kanserleri aslında nadir kanserlerdir. Tüm kanserlerin %3 kadarını oluştururlar.
Ülkemizdeki sıklığı yılda erkeklerde 6,3/100.000 yeni hasta ile 8. sırada iken kadınlarda
3,5/100.000 hasta ile 13. sırada yer almaktadır. Bu durumda Türkiye’de yılda 4.500
civarında yeni hasta beklenmektedir.
Böbrek kanserlerinin sıklığı giderek artmaktadır. Bunun başlıca nedeni hekime daha sık
başvurma ve teşhisteki gelişmeler ile erken evredeki 7 cm altındaki küçük tümörlerin daha
belirti vermeden tespit edilmesidir. İleri yaş hastalığıdır ve en sık 65 yaş civarında görülür.
Erken yakalandığı zaman küçük tümörlerde cerrahi ile tam şifa elde edilebilirken, hastaların
yaklaşık %35-40'ının ileri evrelerde olması nedeniyle palyatif tedavilere başvurulmaktadır.
İleri evrede genellikle akciğerlere ve kemiklere metastaz yaparlar ve bu aşamada tedavileri
biraz daha güçleşmektedir.
RİSK FAKTÖRLERİ
Bazı faktörler böbrek kanseri riskini artırmaktadır. Yapılan epidemiyolojik çalışmalar ışığında
sigara ve diğer tütün ürünlerinin kullanımı, şişmanlık, uzun süreli ağrı kesici kullanımı, kistik
böbrek hastalığı ve birtakım genetik geçişli hastalıklar risk faktörleri olarak ortaya
konmuştur.
Böbrek kanserleri tek tip kanserler olmayıp böbrekte ilk ortaya çıktığı yere göre birtakım
farklılıklar arzederler. En sık görülen türü proksimal tübül epitel hücrelerinden köken alan
şeffaf hücreli tipidir ve yaklaşık %80 oranında görülürler. Genetik olaylar özellikle şeffaf
hücreli tipte önemli rol oynarlar. Hastalarda tümör baskılayıcı von Hippel Lindau (VHL)
geninin tespit edilmesi tedavisinde çığır açmıştır. Bu tür böbrek kanserli hastaların %90'ında
VHL geninde mutasyon tespit edilmiştir. Bu mutasyon sonunda tümör baskılayıcı VHL geni
susturulur, hipoksi ile indüklenen faktör (HIF) birikir ve böbrek tümörleri ortaya çıkar.
BELİRTİLER
Böbrek tümörleri genellikle büyük kitle haline gelmeden belirti vermezler. Eskiden böbrek
kanserleri için klasik üçlü olarak bilinen böğür ağrısı, idrarda kanama ve karında ele gelen
kitle karşımıza daha az sıklıkla çıkmaktadır. Hastaların büyük çoğunluğu başka nedenlerle
yapılan ultrasonografi veya tomografi gibi tetkikler sırasında tesadüfen tespit edilmekte ve
teşhis edilmektedirler. Diğer belirtiler daha nadir olmakla birlikte ateş, kilo kaybı, anemiye
bağlı halsizlik, veya yaygın hastalıkta hastalığın tutulduğu yere bağlı örneğin kemik
metastazlarında kemik ağrısı, akciğer metastazlarında öksürük gibi şikayetlerle gelebilirler.
Teşhis için en sık kontrastlı tomografi (BT) ve ultrasonografi kullanılmaktadır. Karın
bölgesinin manyetik rezonans (MR) ile görüntülemesi veya PET-BT diğer yöntemlerdir.
TEDAVİ
Erken evre kanserlerde kesin tedavi cerrahidir. Böbrek tümörü cerrahisinde çok ciddi
ilerlemeler kaydedilmiştir. Eskiden böbreğin açık ameliyatla tamamen alınması standart
tedavi iken artık günümüzde laparoskopi veya robotik cerrahi rutin olarak uygulanmaktadır.
Özellikle küçük boyutlu tümörlerde böbreğin tamamının alınması gerekmeyebilir. Böbrek
koruyucu cerrahi yapılan hastalarda sonuçlar radikal nefrektomi ile böbreğin total çıkarıldığı
hastalarla hemen hemen aynıdır. Çok büyük olmayan tümörlerde sadece kitlenin etrafında
temiz bir alan bırakarak çıkarılması durumunda böbreği korumak mümkündür. Metastatik
böbrek kanserlerinde de tümörlü böbreğin çıkarılması hastanın yaşamına ciddi katkı
sağlayabiliyor.
Son zamanlarda metastatik böbrek hücreli kanserlerin tedavisinde önemli ilerlemeler
yaşanmaktadır. İleri evre hastalıkta akıllı molekül ilaçlar (tirozin kinaz inhibitörleri) denen
ajanlar sayesinde uzun dönem yaşam süreleri sağlanması mümkün hale gelmiştir. Tirozin
kinaz inhibitörleri (sunitinib, pazopanib, sorafenib ve aksitinib) aynı zamanda tümör
damarlanmasını, yeni damar oluşumunu da bozuyor ve tümörün büyümesini ve daha çok
yayılmasını engellerler. Genellikle tümör boyutunda küçülme olmaksızın büyümesini
engelleyerek etkilerini gösteriyorlar. Bazı durumlarda çok sık olmamakla beraber tümörde
gerileme sağlanabilmektedir. Belli bir süre sonunda bu ilaçlara karşı bir direnç gelişmekte ve
artık etkisiz hale gelmektedirler. Bu durumda ikinci ve üçüncü basamakta mTOR inhibitörleri
devreye girer. Aksitinib adı verilen diğer bir tirozin kinaz inhibitörü ilaç da ülkemizde ikinci
basamak ve sonrasında onaylıdır.
Dünyada artık immünoonkoloji çağı yaşanmaktadır. Böbrek tümörleri de bundan nasibini
almıştır. Böbrek tümörlerinde anti-PD- 1 ajanlar immün sistem üzerinden etki ederler.
Avrupa ve Amerika'da artık ikinci basamak tedavide standart olarak kullanılmaktadırlar
(nivolumab, pembrolizumab). Bu ilaçların ülkemizde ruhsatları ve geri ödemesi henüz
olmadığından hastaların ulaşması kolay değildir.
Ülkemizdeki sıklığı yılda erkeklerde 6,3/100.000 yeni hasta ile 8. sırada iken kadınlarda
3,5/100.000 hasta ile 13. sırada yer almaktadır. Bu durumda Türkiye’de yılda 4.500
civarında yeni hasta beklenmektedir.
Böbrek kanserlerinin sıklığı giderek artmaktadır. Bunun başlıca nedeni hekime daha sık
başvurma ve teşhisteki gelişmeler ile erken evredeki 7 cm altındaki küçük tümörlerin daha
belirti vermeden tespit edilmesidir. İleri yaş hastalığıdır ve en sık 65 yaş civarında görülür.
Erken yakalandığı zaman küçük tümörlerde cerrahi ile tam şifa elde edilebilirken, hastaların
yaklaşık %35-40'ının ileri evrelerde olması nedeniyle palyatif tedavilere başvurulmaktadır.
İleri evrede genellikle akciğerlere ve kemiklere metastaz yaparlar ve bu aşamada tedavileri
biraz daha güçleşmektedir.
RİSK FAKTÖRLERİ
Bazı faktörler böbrek kanseri riskini artırmaktadır. Yapılan epidemiyolojik çalışmalar ışığında
sigara ve diğer tütün ürünlerinin kullanımı, şişmanlık, uzun süreli ağrı kesici kullanımı, kistik
böbrek hastalığı ve birtakım genetik geçişli hastalıklar risk faktörleri olarak ortaya
konmuştur.
Böbrek kanserleri tek tip kanserler olmayıp böbrekte ilk ortaya çıktığı yere göre birtakım
farklılıklar arzederler. En sık görülen türü proksimal tübül epitel hücrelerinden köken alan
şeffaf hücreli tipidir ve yaklaşık %80 oranında görülürler. Genetik olaylar özellikle şeffaf
hücreli tipte önemli rol oynarlar. Hastalarda tümör baskılayıcı von Hippel Lindau (VHL)
geninin tespit edilmesi tedavisinde çığır açmıştır. Bu tür böbrek kanserli hastaların %90'ında
VHL geninde mutasyon tespit edilmiştir. Bu mutasyon sonunda tümör baskılayıcı VHL geni
susturulur, hipoksi ile indüklenen faktör (HIF) birikir ve böbrek tümörleri ortaya çıkar.
BELİRTİLER
Böbrek tümörleri genellikle büyük kitle haline gelmeden belirti vermezler. Eskiden böbrek
kanserleri için klasik üçlü olarak bilinen böğür ağrısı, idrarda kanama ve karında ele gelen
kitle karşımıza daha az sıklıkla çıkmaktadır. Hastaların büyük çoğunluğu başka nedenlerle
yapılan ultrasonografi veya tomografi gibi tetkikler sırasında tesadüfen tespit edilmekte ve
teşhis edilmektedirler. Diğer belirtiler daha nadir olmakla birlikte ateş, kilo kaybı, anemiye
bağlı halsizlik, veya yaygın hastalıkta hastalığın tutulduğu yere bağlı örneğin kemik
metastazlarında kemik ağrısı, akciğer metastazlarında öksürük gibi şikayetlerle gelebilirler.
Teşhis için en sık kontrastlı tomografi (BT) ve ultrasonografi kullanılmaktadır. Karın
bölgesinin manyetik rezonans (MR) ile görüntülemesi veya PET-BT diğer yöntemlerdir.
TEDAVİ
Erken evre kanserlerde kesin tedavi cerrahidir. Böbrek tümörü cerrahisinde çok ciddi
ilerlemeler kaydedilmiştir. Eskiden böbreğin açık ameliyatla tamamen alınması standart
tedavi iken artık günümüzde laparoskopi veya robotik cerrahi rutin olarak uygulanmaktadır.
Özellikle küçük boyutlu tümörlerde böbreğin tamamının alınması gerekmeyebilir. Böbrek
koruyucu cerrahi yapılan hastalarda sonuçlar radikal nefrektomi ile böbreğin total çıkarıldığı
hastalarla hemen hemen aynıdır. Çok büyük olmayan tümörlerde sadece kitlenin etrafında
temiz bir alan bırakarak çıkarılması durumunda böbreği korumak mümkündür. Metastatik
böbrek kanserlerinde de tümörlü böbreğin çıkarılması hastanın yaşamına ciddi katkı
sağlayabiliyor.
Son zamanlarda metastatik böbrek hücreli kanserlerin tedavisinde önemli ilerlemeler
yaşanmaktadır. İleri evre hastalıkta akıllı molekül ilaçlar (tirozin kinaz inhibitörleri) denen
ajanlar sayesinde uzun dönem yaşam süreleri sağlanması mümkün hale gelmiştir. Tirozin
kinaz inhibitörleri (sunitinib, pazopanib, sorafenib ve aksitinib) aynı zamanda tümör
damarlanmasını, yeni damar oluşumunu da bozuyor ve tümörün büyümesini ve daha çok
yayılmasını engellerler. Genellikle tümör boyutunda küçülme olmaksızın büyümesini
engelleyerek etkilerini gösteriyorlar. Bazı durumlarda çok sık olmamakla beraber tümörde
gerileme sağlanabilmektedir. Belli bir süre sonunda bu ilaçlara karşı bir direnç gelişmekte ve
artık etkisiz hale gelmektedirler. Bu durumda ikinci ve üçüncü basamakta mTOR inhibitörleri
devreye girer. Aksitinib adı verilen diğer bir tirozin kinaz inhibitörü ilaç da ülkemizde ikinci
basamak ve sonrasında onaylıdır.
Dünyada artık immünoonkoloji çağı yaşanmaktadır. Böbrek tümörleri de bundan nasibini
almıştır. Böbrek tümörlerinde anti-PD- 1 ajanlar immün sistem üzerinden etki ederler.
Avrupa ve Amerika'da artık ikinci basamak tedavide standart olarak kullanılmaktadırlar
(nivolumab, pembrolizumab). Bu ilaçların ülkemizde ruhsatları ve geri ödemesi henüz
olmadığından hastaların ulaşması kolay değildir.