Büyük Balık Küçük Balığı Neden Yutar?
Denizlerdeki hayatın inanılmayacak kadar düzenli ve zengin olan dengesi, yüzlerce asırdan beri hiç bozulmadan sürüp gelmektedir. Bu öyle olağanüstü bir dengedir ki, her ünitesi birbirini bütünleyerek işler. Denizlerdeki milyarlarca canlı arasındaki denge, kendini bozacak her türlü sapmaları düzeltecek güçtedir. Şöyle ki:
Besleyici tuzlar bitkilerin bolluğu yüzünden bir bölgede zarar görecek duruma gelirse; bu bitki bolluğu, bitkiyle beslenen hayvanların hücumuna uğrar. Bu sayede bitkiler de, kendi normal sayılarının seviyesine inerler. Fakat bu defa da hayvani ölü organik maddenin çoğalmasına yol açacaktır. Böylece; bitki dengesi, çok bitki yiyenler ile bozulacak olursa, o zaman onları yiyen yırtıcı hayvanlar hücum edecektir. Neticede denge er-geç yeniden sağlanacaktır.
Çünkü Yaratıcımızın mucizevi planında, tesadüfe, gelişigüzelliğe ve başıboşluğa yer yoktur. Bin bir çeşit esrarengiz güzelliklerin sergilendiği denizler alemindeki yardımlaşma örnekleri, ilim adamlarını bu konuda inceleme yapmaya sevk etmiştir. Araştırmacıların ortaya çıkardığı gerçeklerden biri de, hayvanların bu davranışlarından pek azını öğrenme yoluyla elde ettikleridir.
O halde, bütün bu davranışları ve hayat programları, anne karnında veya yumurtada iken hücrelerine kodlanmıştır. Yani en uygun yaşama düzeni, daha dünyaya gelmeden önce programlanmıştır.
Dev balinanın hayat programını gözle görülmeyecek kadar küçük bir hücrenin içine yazan kudret, denizlerde bir hücre kadar tesadüfe yer bırakmamıştır. Ölüm ve hayat içinde yuvarlanan, tahrip ve tamir içinde çalkalanan, göçler içinde kaynayan denizler alemindeki yardımlaşma ve bunun yanı sıra denge, ölçü ve sanat ispat eder ki; bu sayısız canlılarda olan doğum, ölüm, beslenme ve hayat süreleri, her birini, hatta bütün kainatı aynı anda gören, teftiş eden bir tek Zat'ın (C.C.) yarattığı programa göre olmaktadır.
Eğer her an kainatın dengesini bozmaya çalışan sebepler başıboş bırakılsaydı veya maksatsız serseri tesadüfün, ölçüsüz kör kuvvetin veya şuursuz karanlık tabiatın eseri olsaydı; denizlerdeki, hatta dünyadaki denge öyle bozulacaktı ki, bir senede, belki bir günde deniz karmakarışık şeylerle dolup, zemin bir mezbele, bir mezbaha, bir bataklığa dönecekti. Halbuki, hiçbir şeyde hakiki bir kirlilik ve çirkinlik görünmüyor. Evet, hiçbir şeyde dengesizlik olmadığı gibi, hiçbir şeyde ölçüsüzlük de yoktur.
Besin piramidini incelediğimizde yemenin ve yenilmenin başıboş bırakılmadığını ve bir programa göre olduğunu belirtmiştik. Berber balıklarının hayat programında ise; büyük balıkların derilerindeki küçük parazitleri ve ölü deri parçalarını alarak onları temizlemek ve aldıklarını yemek vardır.
Temizlenmek ihtiyacında olan balıklar özel yerleri bulunan bu temizleyicilere gelirler. Tıpkı saç kestirmek isteyen kimsenin berbere gitmesi gibi. Öteki balıklar berber balığını görünüşünden tanır ve onları yemezler.
Soytarı balıkları, öldürücü deniz-şakayıklarıyla ortak hayat sürerler. Deniz-şakayığının kollarındaki diğer balıkları öldürmeye ve yemeye yarayan yakıcı hücreler, soytarı balığına bir zarar vermezler. Deniz-şakayıklarının 40-60 cm. çapındaki gövdeleri, etli bir kaideyle suyun dibine bağlanmıştır. Yaratığın ağzı ortadadır. Yakıcı hücrelerin sokmasıyla derhal ölecek ve yenilmek üzere deniz-şakayığının ağzına sürüklenecektir.
Öyle iken, soytarı balıkları bu yakıcı hücrelerle çevrili sahada hiçbir zarar görmemektedirler. Hatta bu balıklar herhangi bir sebepten korktukları zaman evlerine koşar gibi deniz-şakayığının kolları arasına sığınır ve geceyi orada geçirirler. Deniz-şakayıkları da bu ortalıktan faydalanırlar. Bir soytarı balığı hemen oracıkta yenip bitirilemeyen bir av bulduğu zaman, bunu deniz-şakayığına götürür ve onunla paylaşır. Bir türlü kira olan bu ücretin dışında soytarı balığı deniz-şakayığını temizlemekte ve etrafındaki suyu hareket ettirmektedir.
Soytarı balığı ile deniz-şakayığı, kendilerine ortak yaşama programını bahşeden Yaratıcılarını bilmeyebilir. Fakat; düşünebilen her insan, 150.000.000 km. öteden denizin derinliklerindeki nebati planktonların fotosentez yapmaları için ışığı imdada gönderen, hücreden insana, denizlerinden dağlarına kadar her şeyde yardımlaşmayı hayat kanunu olarak ortaya koyan Yaratıcımızı (C.C.) bilir. Balık ile insan arasındaki en büyük fark da budur.
Yunus, genellikle tek yavru doğurur. Dişi yunusun gebeliği 11 ay ile bir yıl arasında değişir ve doğum genellikle yarım saat kadar sürer. Dişi bir yunusun doğum vakti geldiği zaman, iki yanında birer dişi yunus daha belirir. Teyze adı verilen bu yunusların ilk vazifesi, kan kokusuna gelebilecek köpek balıklarına veya diğer muhtemel tehlikelere karşı anne ve yavruyu korumaktır.
Teyze yunuslardan biri, daha sonra da anne ile birlikte dolaşarak, yavrunun bakımında ona yardım eder. Yavru, derin sularda doğduğu anda nefes alabilmek için su yüzüne çıkmak zorundadır. Ana, hemen yavrunun altına dalar ve onu sırtıyla iterek su üzerine çıkartır. Daima toplu halde yaşayan yunuslar, aralarından biri yaralandığı takdirde hemen onun yardımına koşar ve yaralı arkadaşlarını su yüzüne çıkararak nefes almasını sağlarlar.
"Bild der Zeit" dergisinde neşredilen "gaddar görülen hayvanlar dünyası" başlıklı yazıda, konumuzla ilgili şu ifadeler yer almaktadır:
"Yemek ve yenilmek, hayvanlar dünyasında her gün rastlanan bir olaydır. Ve bu dünya, insana kolaylıkla 'gaddar tabiat' dedirtecek hadiselerle doludur. Gerçekte bizim düşüncesizce gaddarlık diye tanımladığımız şey, bütün bu hayvanlara ait davranışların bir zincirlemesidir. Bitkiler ve hayvanlar, belli bir olaya, belli bir tarzda tepki gösterecek şekilde programlanmışlardır. Tabii ki öğrenilmiş davranışlar, bunlardan farklıdır.
Dünyaya belirli bir programla gelen hayvan, çevresinin ona yolladığı sinyallere cevap verir. Bazen bu cevaplar, bizleri şaşırtıcı bir şekilde etkiler. Tabiatta biz insanlara böyle gaddar görünen şey, yemek ve yenilmekte, bir mana aramamaktan ileri gelmektedir.
Deniz yıldızından mürekkep balığına, hamsiden balinaya, amipten su kaplumbağasına kadar her bir canlı, ayrı ayrı sanatlı yaratılışları, çeşitli silahları, birbirinden orijinal savunma usulleri ve farklı hayat programlarıyla, birer birer Yaratıcılarına delil oldukları gibi, hepsi birden güneş gibi parlak bir şekilde Allah'ı (C.C.) göstermektedir.
Denizler alemindeki göz kamaştırıcı ihtişam ve organizasyonun, hadsiz bir kudret, geniş bir ilim, nihayetsiz bir hikmet sahibini bildirdiğini, akıl ve kalp gözü ile gördükten sonra, hikmetini bilmeden "büyük balığın, küçüğünü yutmasını" hayat felsefesi olarak kabul etmek mümkün değildir.
Denizlerdeki küçük balıkların da büyük balıklar kadar bulunması ve hayatlarını sürdürmesi gösterir ki; yutmak ve yutulmak başıboş bırakılmamıştır. Balıkların bir defada milyonlarca yumurta yapması, yalnızca hayatta kalmak için verilmiş bir mücadele tarzında kabul edilemez.
Bu sayısız yumurta, nesillerinin devamını sağlamanın yanı sıra, diğer canlılara gıda olarak bir yardım şeklinde programlanmıştır. Milyonlarca yumurtayı yumurtlayan balık, yumurtaların sanatkarı olamayacağı, sadece yaratılış programına uymak suretiyle yumurtlayabileceği gibi, denizlerdeki besin piramidi programı da kendiliğinden veya tesadüfen olamaz.
Her bir balığın fire vermeden milyonlarca balığı dünyaya getirmesi ve onların da yutulmadan hayatlarını sürdürmeleri halinde, denizlerin kısa bir zaman sonra taşarak bütün karaları istila edeceğini veya balıkla dolarak kokuşacağını düşünecek olursak, yutulmanın bir mücadele "değil", bir program gereği olduğunu görebiliriz.
Senede bir veya iki kere kuluçkaya yatan, bunun için de ortalama otuz yumurtaya ihtiyacı olan tavuğun, neredeyse bütün sene boyunca yumurta yapmasını, ne ile izah edeceğiz?
Etrafımızı saran ve hayatın bir yardımlaşma olduğunu gösteren bunca gerçeğe rağmen, binde bir oranındaki mücadeleye, yutma ve yutulmaya bakıp, hayatın mücadeleden ibaret olduğunu söylemek mümkün mü?
Denizlerdeki hayatın inanılmayacak kadar düzenli ve zengin olan dengesi, yüzlerce asırdan beri hiç bozulmadan sürüp gelmektedir. Bu öyle olağanüstü bir dengedir ki, her ünitesi birbirini bütünleyerek işler. Denizlerdeki milyarlarca canlı arasındaki denge, kendini bozacak her türlü sapmaları düzeltecek güçtedir. Şöyle ki:
Besleyici tuzlar bitkilerin bolluğu yüzünden bir bölgede zarar görecek duruma gelirse; bu bitki bolluğu, bitkiyle beslenen hayvanların hücumuna uğrar. Bu sayede bitkiler de, kendi normal sayılarının seviyesine inerler. Fakat bu defa da hayvani ölü organik maddenin çoğalmasına yol açacaktır. Böylece; bitki dengesi, çok bitki yiyenler ile bozulacak olursa, o zaman onları yiyen yırtıcı hayvanlar hücum edecektir. Neticede denge er-geç yeniden sağlanacaktır.
Çünkü Yaratıcımızın mucizevi planında, tesadüfe, gelişigüzelliğe ve başıboşluğa yer yoktur. Bin bir çeşit esrarengiz güzelliklerin sergilendiği denizler alemindeki yardımlaşma örnekleri, ilim adamlarını bu konuda inceleme yapmaya sevk etmiştir. Araştırmacıların ortaya çıkardığı gerçeklerden biri de, hayvanların bu davranışlarından pek azını öğrenme yoluyla elde ettikleridir.
O halde, bütün bu davranışları ve hayat programları, anne karnında veya yumurtada iken hücrelerine kodlanmıştır. Yani en uygun yaşama düzeni, daha dünyaya gelmeden önce programlanmıştır.
Dev balinanın hayat programını gözle görülmeyecek kadar küçük bir hücrenin içine yazan kudret, denizlerde bir hücre kadar tesadüfe yer bırakmamıştır. Ölüm ve hayat içinde yuvarlanan, tahrip ve tamir içinde çalkalanan, göçler içinde kaynayan denizler alemindeki yardımlaşma ve bunun yanı sıra denge, ölçü ve sanat ispat eder ki; bu sayısız canlılarda olan doğum, ölüm, beslenme ve hayat süreleri, her birini, hatta bütün kainatı aynı anda gören, teftiş eden bir tek Zat'ın (C.C.) yarattığı programa göre olmaktadır.
Eğer her an kainatın dengesini bozmaya çalışan sebepler başıboş bırakılsaydı veya maksatsız serseri tesadüfün, ölçüsüz kör kuvvetin veya şuursuz karanlık tabiatın eseri olsaydı; denizlerdeki, hatta dünyadaki denge öyle bozulacaktı ki, bir senede, belki bir günde deniz karmakarışık şeylerle dolup, zemin bir mezbele, bir mezbaha, bir bataklığa dönecekti. Halbuki, hiçbir şeyde hakiki bir kirlilik ve çirkinlik görünmüyor. Evet, hiçbir şeyde dengesizlik olmadığı gibi, hiçbir şeyde ölçüsüzlük de yoktur.
Besin piramidini incelediğimizde yemenin ve yenilmenin başıboş bırakılmadığını ve bir programa göre olduğunu belirtmiştik. Berber balıklarının hayat programında ise; büyük balıkların derilerindeki küçük parazitleri ve ölü deri parçalarını alarak onları temizlemek ve aldıklarını yemek vardır.
Temizlenmek ihtiyacında olan balıklar özel yerleri bulunan bu temizleyicilere gelirler. Tıpkı saç kestirmek isteyen kimsenin berbere gitmesi gibi. Öteki balıklar berber balığını görünüşünden tanır ve onları yemezler.
Soytarı balıkları, öldürücü deniz-şakayıklarıyla ortak hayat sürerler. Deniz-şakayığının kollarındaki diğer balıkları öldürmeye ve yemeye yarayan yakıcı hücreler, soytarı balığına bir zarar vermezler. Deniz-şakayıklarının 40-60 cm. çapındaki gövdeleri, etli bir kaideyle suyun dibine bağlanmıştır. Yaratığın ağzı ortadadır. Yakıcı hücrelerin sokmasıyla derhal ölecek ve yenilmek üzere deniz-şakayığının ağzına sürüklenecektir.
Öyle iken, soytarı balıkları bu yakıcı hücrelerle çevrili sahada hiçbir zarar görmemektedirler. Hatta bu balıklar herhangi bir sebepten korktukları zaman evlerine koşar gibi deniz-şakayığının kolları arasına sığınır ve geceyi orada geçirirler. Deniz-şakayıkları da bu ortalıktan faydalanırlar. Bir soytarı balığı hemen oracıkta yenip bitirilemeyen bir av bulduğu zaman, bunu deniz-şakayığına götürür ve onunla paylaşır. Bir türlü kira olan bu ücretin dışında soytarı balığı deniz-şakayığını temizlemekte ve etrafındaki suyu hareket ettirmektedir.
Soytarı balığı ile deniz-şakayığı, kendilerine ortak yaşama programını bahşeden Yaratıcılarını bilmeyebilir. Fakat; düşünebilen her insan, 150.000.000 km. öteden denizin derinliklerindeki nebati planktonların fotosentez yapmaları için ışığı imdada gönderen, hücreden insana, denizlerinden dağlarına kadar her şeyde yardımlaşmayı hayat kanunu olarak ortaya koyan Yaratıcımızı (C.C.) bilir. Balık ile insan arasındaki en büyük fark da budur.
Yunus, genellikle tek yavru doğurur. Dişi yunusun gebeliği 11 ay ile bir yıl arasında değişir ve doğum genellikle yarım saat kadar sürer. Dişi bir yunusun doğum vakti geldiği zaman, iki yanında birer dişi yunus daha belirir. Teyze adı verilen bu yunusların ilk vazifesi, kan kokusuna gelebilecek köpek balıklarına veya diğer muhtemel tehlikelere karşı anne ve yavruyu korumaktır.
Teyze yunuslardan biri, daha sonra da anne ile birlikte dolaşarak, yavrunun bakımında ona yardım eder. Yavru, derin sularda doğduğu anda nefes alabilmek için su yüzüne çıkmak zorundadır. Ana, hemen yavrunun altına dalar ve onu sırtıyla iterek su üzerine çıkartır. Daima toplu halde yaşayan yunuslar, aralarından biri yaralandığı takdirde hemen onun yardımına koşar ve yaralı arkadaşlarını su yüzüne çıkararak nefes almasını sağlarlar.
"Bild der Zeit" dergisinde neşredilen "gaddar görülen hayvanlar dünyası" başlıklı yazıda, konumuzla ilgili şu ifadeler yer almaktadır:
"Yemek ve yenilmek, hayvanlar dünyasında her gün rastlanan bir olaydır. Ve bu dünya, insana kolaylıkla 'gaddar tabiat' dedirtecek hadiselerle doludur. Gerçekte bizim düşüncesizce gaddarlık diye tanımladığımız şey, bütün bu hayvanlara ait davranışların bir zincirlemesidir. Bitkiler ve hayvanlar, belli bir olaya, belli bir tarzda tepki gösterecek şekilde programlanmışlardır. Tabii ki öğrenilmiş davranışlar, bunlardan farklıdır.
Dünyaya belirli bir programla gelen hayvan, çevresinin ona yolladığı sinyallere cevap verir. Bazen bu cevaplar, bizleri şaşırtıcı bir şekilde etkiler. Tabiatta biz insanlara böyle gaddar görünen şey, yemek ve yenilmekte, bir mana aramamaktan ileri gelmektedir.
Deniz yıldızından mürekkep balığına, hamsiden balinaya, amipten su kaplumbağasına kadar her bir canlı, ayrı ayrı sanatlı yaratılışları, çeşitli silahları, birbirinden orijinal savunma usulleri ve farklı hayat programlarıyla, birer birer Yaratıcılarına delil oldukları gibi, hepsi birden güneş gibi parlak bir şekilde Allah'ı (C.C.) göstermektedir.
Denizler alemindeki göz kamaştırıcı ihtişam ve organizasyonun, hadsiz bir kudret, geniş bir ilim, nihayetsiz bir hikmet sahibini bildirdiğini, akıl ve kalp gözü ile gördükten sonra, hikmetini bilmeden "büyük balığın, küçüğünü yutmasını" hayat felsefesi olarak kabul etmek mümkün değildir.
Denizlerdeki küçük balıkların da büyük balıklar kadar bulunması ve hayatlarını sürdürmesi gösterir ki; yutmak ve yutulmak başıboş bırakılmamıştır. Balıkların bir defada milyonlarca yumurta yapması, yalnızca hayatta kalmak için verilmiş bir mücadele tarzında kabul edilemez.
Bu sayısız yumurta, nesillerinin devamını sağlamanın yanı sıra, diğer canlılara gıda olarak bir yardım şeklinde programlanmıştır. Milyonlarca yumurtayı yumurtlayan balık, yumurtaların sanatkarı olamayacağı, sadece yaratılış programına uymak suretiyle yumurtlayabileceği gibi, denizlerdeki besin piramidi programı da kendiliğinden veya tesadüfen olamaz.
Her bir balığın fire vermeden milyonlarca balığı dünyaya getirmesi ve onların da yutulmadan hayatlarını sürdürmeleri halinde, denizlerin kısa bir zaman sonra taşarak bütün karaları istila edeceğini veya balıkla dolarak kokuşacağını düşünecek olursak, yutulmanın bir mücadele "değil", bir program gereği olduğunu görebiliriz.
Senede bir veya iki kere kuluçkaya yatan, bunun için de ortalama otuz yumurtaya ihtiyacı olan tavuğun, neredeyse bütün sene boyunca yumurta yapmasını, ne ile izah edeceğiz?
Etrafımızı saran ve hayatın bir yardımlaşma olduğunu gösteren bunca gerçeğe rağmen, binde bir oranındaki mücadeleye, yutma ve yutulmaya bakıp, hayatın mücadeleden ibaret olduğunu söylemek mümkün mü?