Cinsel işlev bozuklukları günümüzde çok sık rastlanan sorunlardır. Yapılan çalışmalar, kadın ya da erkek ayrımı olmaksızın, en az üç kişiden birinin yaşamlarının herhangi bir döneminde en az bir cinsel işlev bozukluğu yaşadığını ortaya koymaktadır. Kadınlardaen sık görülen cinsel işlev bozukluğunun cinsel istek azlığı olduğu görülürken; erkekler en fazla görülen erken boşalmadır.
İnsanlarda cinsel uyarana gösterilen fizyolojik tepkiyi Masters ve Johnson dört ayrı evreye ayırmıştır. Bu dört evreyi şöyle açıklayabiliriz;
1. Uyarılma Evresi: Bu ilk evrede temel olarak erotik duygu ve düşüncelerin belirmesi, erkekte ereksiyon, kadında yaygın olarak vazokonjesyon ve myotoni ile karakterizedir. Herhangi bir bedensel veya psikolojik uyaran ile ortaya çıkabilir. Cinsel uyaranın süre ve yoğunluğuna göre gösterilen tepkinin şiddeti artabilir.
2. Plato Evresi: Bu evre uyarılma evresinin bir parçası ya da devamı niteliğinde olup etkili cinsel uyaranın sürdürülmesi ve cinsel heyecanın artmasıyla karakterizedir. Bu evrede cinsel gerilim giderek yükselir ve kişinin orgazma geçebileceği noktaya kadar devam eder.
3. Orgazm Evresi:Tüm evreler arasında süre açısından en kısa ama duyumsanan cinsel haz açısından en yoğun evredir. Orgazm kadında klitoral bölgede ve vajinada; erkekte ise penis ve prostatta yoğunluk kazanır.
4. Çözülme Evresi: Bu son evrede plato evresini takiben genital bölgelerde ve bedenin bütünde önceki aşamalarda oluşmuş olan fizyolojik değişikliklerin aynı sırayı takip ederek kaybolması gerçekleşir. Kadınlar, çözülme evresinde cinsel uyaranın yeniden başlamasıyla yeniden uyarılıp orgazm olabilme potansiyeline sahipken, erkekler süresi kişiye ve yaşa göre değişen refrakter döneme zorunlu olarak girerler. Bu dönemi sonuna kadar erkeklerin cinsel bir uyarana yeniden yanıt verip orgazm olması mümkün değildir. Bu yüzden erkeklerin tek tip bir cinsel yanıt döngüsü varken kadınlarınki değişken olabilmektedir.
1970'li yıllardan bu yana cinsel işlevlerin bu aşamalardan oluştuğu ve cinsel işlev bozukluklarının da bu evrelerin bozulmasıyla ortaya çıkan her evreye denk düşen farklı sendromlar topluluğu olduğu kabul görmektedir. Bunun tek istisması vajinismus ve disparoni gibi cinsel birleşmede ağrı ile giden cinsel işlev bozukluklarıdır.
Cinsel işlev bozukluklarının hem bedensel hem de psikolojik nedenleri vardır. Birçok zaman da, psikolojik ve organik nedenler sorunun ortaya çıkmasında birlikte rol oynarlar. Bunların yanında etken olan çok sayıda psikososyal ve kültürel etken de vardır. Bunlar doğuştan getirilen özellikler olabileceği gibi yetişme koşulları, ailenin tutumu, yetiştiği alt kültürün cinselliğe bakışı, yaşanılan psikolojik travmalar gibi sonradan edinilen özellikler de olabilir.
Cinsel işlev bozukluklarının oluşumu genelde karmaşık ve çok yönlü bir etkileşim sonucu olmaktadır. Bu sorunların oluşumunda hazırlayıcı, başlatıcı ve sürdürücü etkenler olduğunu ifade edebiliriz. Hazırlayıcı etkenler; bireyin herhangi bir cinsel işlev bozukluğu geliştirmesine yatkınlık sağlayan; cinsel eğitimin yetersizliği, cinsel mitler, tutucu ortamda büyüme, yaşam biçimi, kişilik özellikleri, tramvatik cinsel deneyimler, psikoseksüel roldeki güvensizlik gibi etmenlerdir. Başlatıcı etmenler ise bir cinsel işlev bozukluğunun ortaya çıkmasında rol oynayan psikolojik ya da organik etmenleri içerir. Bunlar bedensel hastalıklar, psikiyatrik bozukluklar, ilaçların yan etkileri, abartılı performans beklentileri, ilişkide yaşanan sorunlar, yaşlanma olabilir. Cinsel işlev bozukluğu hangi nedenle başlamış olursa olsun, sürdürücü etkenlerin devreye girmesi sorunun süreğen hale gelmesine neden olur. En sık rastlanan performans anksiyetesinin yanında cinsellikle iligli suçluluk ve günahkarlık duyguları, olumsuz beklentiler ve partnerle yaşanan sorunlar bu sorunun sürmesine neden olabilir.
Cinsel işlev bozukluklarına kuramların nasıl yaklaştığına bakacak olursak; Freud bu konuyu ego psikolojisine göre ele almıştır. İnsan insana bağlanma ve iç-içelik yaşantısı olan cinsel haz, bilinçdışı ve haz ilkesine göre çalışan alt benlikle(id) beslenmektedir. İdin bu isteği ego tarafından bir zorlanma, bir tehlike olarak algılanır ve kişi bu kaygılı duruma düşmektense cinsel ketleme yoluyla bu kaygıdan kurtulma yoluna gider. Yani yaşadığı cinsel ketleme kişi için onu kaygıdan kurtaran bir savunma mekanizması halini alır. Ayrıca Freud süperegonun dinden, ahlaktan, gelenek görenekten gelen "yasak, ayıp, günah" gibi engellemelerinin de bu kaygının oluşumunda bir diğer önemli etken olduğunu ifade eder.
Çocuk bağlanma stilleri ve yetişkinlikte kurulan ilişkilerin arasındaki ilişkiyi inceleyen 30 yıllık bir araştırmanın sonuçlarına göre ise; babalarıyla soğuk ve mesafeli ilişkileri olduğunu bildiren erkeklerin babalarıyla güvenli ve sıcak bir ilişkiler içinde olan diğer erkeklere oranla bunu izleyen 30 yıl içinde daha sık partner değiştirdikleri ve rastgele cinsel ilişkiye girme eğilimlerinin daha yüksek olduğu sonucu ortaya çıkmıştır.
Cinsel işlev bozukluklarının etiyolojisini bu şekilde özetleyebiliriz. Bu sorunların çözülemez sorunlar olmadığını, ilk yapılması gerekenin sorunun organik bir nedeni olup olmadığının belirlenmesi olduğunu ifade edebiliriz. Bundan sonra atılacak en önemli adım bu konuda eğitimi ve donanımı yeterli olan bir terapist ile terapi sürecini başlatmak olacaktır.
İnsanlarda cinsel uyarana gösterilen fizyolojik tepkiyi Masters ve Johnson dört ayrı evreye ayırmıştır. Bu dört evreyi şöyle açıklayabiliriz;
1. Uyarılma Evresi: Bu ilk evrede temel olarak erotik duygu ve düşüncelerin belirmesi, erkekte ereksiyon, kadında yaygın olarak vazokonjesyon ve myotoni ile karakterizedir. Herhangi bir bedensel veya psikolojik uyaran ile ortaya çıkabilir. Cinsel uyaranın süre ve yoğunluğuna göre gösterilen tepkinin şiddeti artabilir.
2. Plato Evresi: Bu evre uyarılma evresinin bir parçası ya da devamı niteliğinde olup etkili cinsel uyaranın sürdürülmesi ve cinsel heyecanın artmasıyla karakterizedir. Bu evrede cinsel gerilim giderek yükselir ve kişinin orgazma geçebileceği noktaya kadar devam eder.
3. Orgazm Evresi:Tüm evreler arasında süre açısından en kısa ama duyumsanan cinsel haz açısından en yoğun evredir. Orgazm kadında klitoral bölgede ve vajinada; erkekte ise penis ve prostatta yoğunluk kazanır.
4. Çözülme Evresi: Bu son evrede plato evresini takiben genital bölgelerde ve bedenin bütünde önceki aşamalarda oluşmuş olan fizyolojik değişikliklerin aynı sırayı takip ederek kaybolması gerçekleşir. Kadınlar, çözülme evresinde cinsel uyaranın yeniden başlamasıyla yeniden uyarılıp orgazm olabilme potansiyeline sahipken, erkekler süresi kişiye ve yaşa göre değişen refrakter döneme zorunlu olarak girerler. Bu dönemi sonuna kadar erkeklerin cinsel bir uyarana yeniden yanıt verip orgazm olması mümkün değildir. Bu yüzden erkeklerin tek tip bir cinsel yanıt döngüsü varken kadınlarınki değişken olabilmektedir.
1970'li yıllardan bu yana cinsel işlevlerin bu aşamalardan oluştuğu ve cinsel işlev bozukluklarının da bu evrelerin bozulmasıyla ortaya çıkan her evreye denk düşen farklı sendromlar topluluğu olduğu kabul görmektedir. Bunun tek istisması vajinismus ve disparoni gibi cinsel birleşmede ağrı ile giden cinsel işlev bozukluklarıdır.
Cinsel işlev bozukluklarının hem bedensel hem de psikolojik nedenleri vardır. Birçok zaman da, psikolojik ve organik nedenler sorunun ortaya çıkmasında birlikte rol oynarlar. Bunların yanında etken olan çok sayıda psikososyal ve kültürel etken de vardır. Bunlar doğuştan getirilen özellikler olabileceği gibi yetişme koşulları, ailenin tutumu, yetiştiği alt kültürün cinselliğe bakışı, yaşanılan psikolojik travmalar gibi sonradan edinilen özellikler de olabilir.
Cinsel işlev bozukluklarının oluşumu genelde karmaşık ve çok yönlü bir etkileşim sonucu olmaktadır. Bu sorunların oluşumunda hazırlayıcı, başlatıcı ve sürdürücü etkenler olduğunu ifade edebiliriz. Hazırlayıcı etkenler; bireyin herhangi bir cinsel işlev bozukluğu geliştirmesine yatkınlık sağlayan; cinsel eğitimin yetersizliği, cinsel mitler, tutucu ortamda büyüme, yaşam biçimi, kişilik özellikleri, tramvatik cinsel deneyimler, psikoseksüel roldeki güvensizlik gibi etmenlerdir. Başlatıcı etmenler ise bir cinsel işlev bozukluğunun ortaya çıkmasında rol oynayan psikolojik ya da organik etmenleri içerir. Bunlar bedensel hastalıklar, psikiyatrik bozukluklar, ilaçların yan etkileri, abartılı performans beklentileri, ilişkide yaşanan sorunlar, yaşlanma olabilir. Cinsel işlev bozukluğu hangi nedenle başlamış olursa olsun, sürdürücü etkenlerin devreye girmesi sorunun süreğen hale gelmesine neden olur. En sık rastlanan performans anksiyetesinin yanında cinsellikle iligli suçluluk ve günahkarlık duyguları, olumsuz beklentiler ve partnerle yaşanan sorunlar bu sorunun sürmesine neden olabilir.
Cinsel işlev bozukluklarına kuramların nasıl yaklaştığına bakacak olursak; Freud bu konuyu ego psikolojisine göre ele almıştır. İnsan insana bağlanma ve iç-içelik yaşantısı olan cinsel haz, bilinçdışı ve haz ilkesine göre çalışan alt benlikle(id) beslenmektedir. İdin bu isteği ego tarafından bir zorlanma, bir tehlike olarak algılanır ve kişi bu kaygılı duruma düşmektense cinsel ketleme yoluyla bu kaygıdan kurtulma yoluna gider. Yani yaşadığı cinsel ketleme kişi için onu kaygıdan kurtaran bir savunma mekanizması halini alır. Ayrıca Freud süperegonun dinden, ahlaktan, gelenek görenekten gelen "yasak, ayıp, günah" gibi engellemelerinin de bu kaygının oluşumunda bir diğer önemli etken olduğunu ifade eder.
Çocuk bağlanma stilleri ve yetişkinlikte kurulan ilişkilerin arasındaki ilişkiyi inceleyen 30 yıllık bir araştırmanın sonuçlarına göre ise; babalarıyla soğuk ve mesafeli ilişkileri olduğunu bildiren erkeklerin babalarıyla güvenli ve sıcak bir ilişkiler içinde olan diğer erkeklere oranla bunu izleyen 30 yıl içinde daha sık partner değiştirdikleri ve rastgele cinsel ilişkiye girme eğilimlerinin daha yüksek olduğu sonucu ortaya çıkmıştır.
Cinsel işlev bozukluklarının etiyolojisini bu şekilde özetleyebiliriz. Bu sorunların çözülemez sorunlar olmadığını, ilk yapılması gerekenin sorunun organik bir nedeni olup olmadığının belirlenmesi olduğunu ifade edebiliriz. Bundan sonra atılacak en önemli adım bu konuda eğitimi ve donanımı yeterli olan bir terapist ile terapi sürecini başlatmak olacaktır.