Cumhuriyet Öncesi ve Sonrasında Türk Kadını Arasındaki Fark Nedir Neler Olmuştur?

SoruCevap

Yeni Üye
Çözümler
1
Tepkime
57
Yaş
36
Coin
256,936
Cumhuriyet Öncesi Ve Sonrasında Türk Kadınını Arasındaki Fark Nedir Neler Olmuştur?

3.İslamiyet ve İslamiyet’ten Sonra Türk KadınıCumhuriyet öncesi)
İslamiyet öyle bir toplumun içinde öylesine kötü bir ortamda doğmuştur ki,
her manevi anlayışın düştüğü ve ahlak kurallarının sıfıra indiği bir dönemdir.
Kuran-ı Kerim ve diğer dini kitaplar, bu kapkara devre “cahiliye devri” adını
verirler.
İslamiyet Arap ülkelerinde doğmuştur. Arabistan’da İslamiyet doğduğu
zaman kız çocukları diri diri toprağa gömülüyor ve öldürülüyorlardı. Kız çocuğu
doğuran kadınlar cezalandırılıyorlardı. Kadın bir sürüden farksızdı. Bir erkek
istediği kadar kadınla evlenebiliyordu, kocası ölen kadın başka birine miras olarak

devredilebiliyordu ve erkeğin mutlak egemenliğindeki Arap kadınının hukuki
yönden durumu erkeğin çok aşağısında idi. (Tozduman, 1984:28)
İslamiyet doğduğu ortamın etkisiyle, önce o yöre için kurallar getiriyordu.
Kızların öldürülmesi yasaklanıyor, evlenme ve boşanma yasal kurallara
bağlanıyordu. İslamiyet ile birlikte ilk kez miras hakkı ve mal edinme hakkı kadına
tanınmış, kadına kocasına itaat zorunluluğu konurken, kocada karısına iyi
davranma yükümlülüğüne bağlanmıştır. Kadın ve erkek Kur’an da eşittir.Ana ve
baba saygı açısından denktir. (Doğramacı, 1989:133)
Bu açıklama gösteriyor ki, İslamiyet evlilik, eş sayısı, boşanma, miras hakkı,
mal-mülk edinme, insanca muamele görme, cinsiyet ayrımı gözetmeme gibi
konularda kadın ve erkeği aynı düzeyde görmektedir.
Türkler İslamiyet’e girişleriyle birlikte, bir taraftan kendi örf ve adetlerini
muhafaza etmeye çalışırken, Arap ve istila ettikleri yerlerdeki Fars, Bizans ve
Avrupa ülkelerinin kültürünün de etkisi altında kalmışlardır. Bu kültür karışımı
içerisinde elbette ki Türk kadınının statüsünde de değişmeler olmuştur. Daha sonra
Anadolu’ da doğan tarikatlar da Türk kadınının durumunu etkiler olmuştur. Bunlar
arasında özellikle Mevlevilik ve Bektaşilik sayılabilir. Orta Asya’ da ki Türk
kadınının üyesi olduğu ailenin durumu hiçbir zaman babaerkil (Pederşahi –
patriarkal) olmamıştır. (İnan,1969:19)
Selçuklular’ ın X. Yüzyılda Anadolu’ya gelişlerine kadar, İslamiyet’in
tesirlerine rağmen, Türk kadını aktiftir. Günlük yaşamda erkekle beraberdir. Eve
kapatılmamıştır. “Harem” henüz bilinmemektedir. Selçuklu egemenliği 300 yıl
kadar sürer. Bu dönemde kadının sosyal durumu hayli değişikliğe uğrar. Bununla
beraber erkekten yine kopmamıştır. Sanat ve kültür hareketleriyle ilgilidir.
Kadınlar adına Medrese, Hastane ve Kütüphaneler yapılmaktadır. İran’ın Kirman
şehrinde Kutlu Türkan Hastanesi (1271), Kayseri’de bugün adına Tıp Fakültesi
kurulan Gevher Nesibe Şifahanesi (1206), Divrik’te Turan Melek Hatun
Kütüphanesi (XIV.yy) gibi. (Göksel, 1993:129)
Osmanlı toplumunda, özellikle İmparatorluğun ilk dönemlerinde
medreselerin, tarikatların etkisiyle, kısmen kadına da dini inanışlarına göre sosyal
hayatta bir yer tanınmış ise de bu durum gitgide kaybolmuştur. Osmanlı
toplumunda kadının “harem”e kapatılarak toplum yaşantısının dışına itilmesinin
İstanbul’un alınışından sonra Osmanlılar’ ın köleci Bizans devlet yapısından
etkilenmesiyle başladığı sanılmaktadır. (Çağlar, 1992:49)
Osmanlı toplumunda, kadının önceleri sahip olduğu yerini kaybetmesinin
nedeni, İslamiyet’in kabul edilmesiyle birlikte, Arap geleneklerinin ve kültürünün
etkisi altında kalmasının bir sonucu olduğu öne sürülmektedir.
İslam dininin kabul edilmesiyle kadın toplumdaki yerini kaybetmiş, eve
kapanmıştır. Diğer bir görüşe göre Türk kadınının toplumdaki yerini kaybetmesine

neden olan temel etken, Osmanlı Devleti’ nin kuruluş aşamasından başlayarak
Bizans kurumlarının etkisinde kalması ve kadının hareme kapanmasıdır. Bu
açıklamaların ikisi de kadının Osmanlı toplumunda ki yeri konusunu çözümlemede
geçerli olduğu açıktır. (Doğramacı,1989:2) Özellikle Osmanlıların ilk
dönemlerinde büyük şehirlerde medreselerin ve tarikatların tesiriyle, nispeten
kadına da dini inançlarına göre sosyal hayatta bir yer tanınmış ise de, bu durum
gitgide kaybolmuştur. Osmanlı haremli kadınların kendi aralarında ve yalnızca
ailelerinde erkeklerle temas halinde yaşadıkları ve kadının temel toplumsal işlevini
çocuk doğurmak yetiştirmek ve erkeklere hizmet ve cariyelik olarak belirleyen bir
kurumdur. Yani bir anlamda haremde yaşayan kadınlar hukuken olmasa da
toplumsal ilişkiler bakımından köle durumunda idiler. Bir kurum olarak “harem”
Engels’in kadının “evcil köleliği” olarak tanımladığı durumun tipik bir örneğidir.
Ancak Osmanlı toplumunda kent kadınları tümüyle eve kapalı
bir biçimde kurumsallaşmış kadınlık uğraşını sürdürürken kırsal kesim kadınının
üretimde yer aldığı bilinmektedir. Ayrıca bu dönemde yönetici sınıf kadınlarının
dışında kalan halk sınıfı kadınlarının kimi uğraşlara girdikleri padişah
fermanlarından anlaşılmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman ve Üçüncü Selim
dönemlerinde halk sınıfından kimi kadınların çalışma yaşamına girdikleri
bilinmektedir. Örneğin, bu dönemlerde kadınların pratik hekimlik yaptıklarına
ilişkin belgeler bulunmuştur. Kanuni döneminde evden eve dolaşan bohçacı
kadınlar, çalışan kadınlar sayılmaktaydı. (Çiftçi, 1982:81) Kentlerdeki her türlü
mesleksel etkinliklerin kadına yasak oluşu onu, kocasına ya da çocuklarına
tümüyle bağımlı kılmıştır. Onları terketmesi, yoksulluğa düşmesi ya da ölümü
halinde sefaletin kucağına iter. Giyim konusunda da bu
dönemde kadınlara bir takım kısıtlamalar getirilmiştir. Kadınların giysileri
feracelerin boylarına kadar belirlenmiş olup, bayramlarda bile dışarı çıkmaları, gezi
yerlerine gitmeleri konusunda, çok az sayıda kadının ev dışına çıkmayı
başarabilmesine karşılık bu sınırlı uğraşlar bile fermanlarla yasak edilmiştir.
Gerek Selçuklular gerekse Osmanlı kadınını “Saraylı kadın” ve “kırsal
alandaki emekçi kadın” olmak üzere ikiye ayırarak değerlendirmek gerekir. Her
ikisi de temelde erkeğe bağımlıdırlar. Saraylı kadın tam bir tüketici olduğu halde,
kırsal alandaki kadın üreticidir. Saraylı kadın örneğinde özellikle Valide
Sultanların padişah nezdindeki etkilerini anımsamak gerekir. Sarayda özel bir yeri
olan Valide sultanları özellikle yükselme devrinden sonra politik bir nitelik
kazanmıştır. Tanzimat dönemine kadar Türk kadını ile ilgili
kısıtlamalar birbirini takiben fermanlarla devam etmiştir. Fakat bu yaşamın ilginç
bir yönü de vardır. Türk kadınının bu baskıya tam anlamıyla boyun eğdiği
söylenemez. Özellikle giyim – kuşamda padişah fermanlarının yerine “moda”
cereyanları kadınları etkilemiştir. Kıyafetlerde değişme hareketleri kendini
göstermeye başlar.
Osmanlı Devleti’nde kapsamlı bir toplumsal değişmeye yol açan ilk önemli
gelişme, Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla başlayan yeni tarihi dönemdir. Batı

dünyasında tanık olunan pek çok gelişmenin sonuçta Osmanlı bürokrasisini de
etkilemesinin yanısıra batılı devletlerin Osmanlı devletini yönlendirmeye dönük
politikalarının da etkisiyle ilan edilen bu ferman, Osmanlı Devleti’nin sosyal
yapısında ciddi değişmelere neden olmuştur. Bu değişmelerin niteliği ve boyutu,
yüzyıllar boyunca Osmanlı Devleti’nin tarihsel gelişimi ile karşılaştırıldığında daha
iyi anlaşılacağı gibi, etkileri açısından o denli derin ve şiddetli olmuştur ki, bunun
sonucunda yaşanan kurum, kavram ve kurumsal değişmeler, sonraki önemli
değişmelerin de nedeni haline gelmiştir. Bu önemli tarihsel evreyi, önce kazanılan
özgürlüklerin geriye doğru gidişi demek olan istibdat rejimi, ardından da daha ciddi
bir toplumsal dönüşüm olan II. Meşrutiyet hareketi izlemiştir. (Kırkpınar,1998:13)
Bu döneme gelinceye kadar her türlü haktan yoksun olan kadın statüsünün durağan
hali Tanzimat hareketiyle hızla değişmeye başlamıştır.
Tanzimat hareketiyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nda Avrupa’dan
esinlenen bir dizi reformun gerçekleştirildiği görülmektedir. Batı uygarlığına
gerçek yöneliş ve alıştırmaları da bu dönemde başlamıştır. Avrupa’ da ortaya çıkan
her ideolojik hareket, er yada geç, kısmen birbiri üzerine binerek kısmen de eski
İslam görüşünün yerini alarak, yeni bir etik görüşün oluştuğu Osmanlı
İmparatorluğu’nda yankılanmasını buluyordu.
Tanzimat’la başlayan çağdaşlaşma hareketi çerçevesinde Türk kadını gerek
düşünce alanında, gerekse doğrudan doğruya siyasi ve toplumsal haklar yönünde
ciddi adımlar atabilmiştir. Bu gelişmeler ancak, söz konusu dönemlerin düşünce
yapılarının ve ideolojik kalıplarının kendine özgü kalıpları içinde anlam
kazanabilmektedir.
Batıya yönelme hareketlerinin en önemlisi kuşkusuz eğitim ve öğretim
alanında başlamıştır. Askeri okullarımızda Türk ordusu Tanzimat’tan önce
başlayan batılılaşma hareketi ile eğitim sistemimize öncülük yapar. Askeri
okullarımız arasında Rüştiye (Ortaokul), İdadi (Lise) ve 1773’te Mühendishane-i
Bahri-i Hümayun (Deniz Harp Okulu), 1793’te Mühendishane-i Berr-i Hümayun
(Kara Harp Okulu), 1826’ da Tıphane-i Amire (Askeri Tıbbiye), 1836’da Mızıkayı
Hümayun (Saray Bandosu ve Askeri Mızıka Okulu) gibi modern eğitim
müesseseleri açılmış ve mezunlarını vermeye başlamıştır. (Göksel, 1993:133-134)
Öte yandan toplumsal gerilemenin nedeni olarak kadınların cehaletini ve geriliğini
gören “batıcı” aydınlar, kadınların eğitilmesi gereğini kabul ederler. Kızlarımız için
ilkokul ve ortaokulların eğitimine 1858’ de başlanır. Meslek okulu olarak ilk önce,
1842’ de Askeri Tıbbiye’ye bağlı olarak ilk “Ebe Okulu”, 1869’ da İnan Sanayi
Mektebi (Kız Sanat Okulu), 1870’de Darülmuallimat” (Kız Öğretmen Okulu)
açılır. (Böylece Türk kadınının ev dışında, okulda yetiştirilmiş
olarak ilk mesleği olan Ebelik ve Öğretmenlik meslekleri için okullar açılmış oldu.
Kuşkusuz bu modern kurumlardan yararlanabilen üst tabakalara mensup ve
büyük kentlerde yaşayan kadın sayısı çok azdı. Bu okur-yazar kadınlar, yine de 19
yüzyıl sonlarında gazetelerde kadın sayfalarının yer almasına ve hatta kadınlar için,

yazarları da kadın olan gazete ve dergilerin yayınlanmasına zemin oluştururlar.
(Mukadderat, Şukufezar, Hanımlara Mahsus Gazete) gibi. II. Meşrutiyet
Dönemi’nde aydın kadınlar, kadın statüsünün değerlendirilmesi amacıyla Teali-i
Nisvan, Müdafaa-i Hukuku Nisvan, Asri Kadınlar Cemiyeti gibi dernekler
kurulmuştur. Bu dönemde kadınları ilgilendirip de gündeme gelen tek konu evlilik
statüsüdür. 1917 kararnamesi, evliliği yasal bir çerçeveye bağlarken, kadınlara ilk
defa boşanma hakkını verir.... Çok karılı evliliği karının rızasına bağlayarak
sınırlandırır.
Tanzimat döneminin reformcu havası içinde Namık Kemal, Şemseddin
Sami, Abdülhak Hamit Tarhan gibi düşünürler, dönemin gazete ve dergilerinde
kadın konusu üzerinde durmuşlardır. Batıdaki feminist hareketlerin etkisiyle Türk
kadınının çeşitli mesleklere girmesini teklif etmişler, görücü usulüyle evlenmenin
zararlarını belirtmişler ve Türk kadınının geçirdiği sarsıntıya işaret etmişlerdir.
(Taşkıran, 1982:24)
Birinci Dünya Savaşı Osmanlıların yenilmesi ve ardından başlayan Kurtuluş
Savaşı, kadınların gerçek yaşamlarında hukuki statülerini zorlamasına imkan veren
değişikliklere yol açar. Çok sayıda kadın cepheye giderek, erkeklerin yerine işçi ve
memur olarak çalışma hayatına girmiş, ilk işçi hakları kadın işçilerle ilgili olarak
tanınmıştır.
Sonuç olarak teokratik bir yapıya sahip olan Osmanlı İmparatorluğunda
Tanzimat’tan birinci dünya savaşı sonuna kadar geçen dönemde kadın sorununa
ilişkin gelişmelerin temel niteliği, bu gelişmelerin temel niteliği Oya Çiftçi’nin
belirttiği gibi (Çiftçi, 1982:29) kapsayıcı değil, büyük kent kadınlarının çok sınırlı
bir kesimine yönelik olmasıdır. Bu dönemde kadınların büyük bir bölümü tarımda
çalışırken, büyük kentlerde çok az sayıda bir kadın grubu öğrenim olanaklarından
yararlanabilmekte, işçi kadınlarda fabrikalarda çok düşük ücret karşılığı
çalışmaktaydı. Evlenme ve boşanma konularında şeriat hükümleri yürürlükteydi.
Kentli seçkin bir kadın kesiminin örgütlenme çabasında olmasına karşın, Batılı
kadınların yürürlükteki eşit haklar mücadelesine benzer bir mücadeleyi
sürdürememiş ve sorunların çözümünü yöneticilerden beklemişlerdir. Görüldüğü
gibi İslam dininin etkisi altında kalan Osmanlılarda, hiçbir hak ve yetkisi olmayan
Türk kadınlarının bu hak ve yetkilerine kavuşmalarının ilk adımı Tanzimat
döneminde atılmıştır. Özellikle edebiyatçıların ve aydınların kadının toplumsal
statüsünü eleştirmeleri ve kınamaları kadınlar için beklenen olumlu sonuçların ilk
adımları olmuştur.
 
Üst Alt