Cumhuriyet'in İlanından Sonra Eğitimin Gelişimi
A. Yeni Türkiye Kurulurken
Yeni Türkiye kurulurken ve kurulduğundan 3,5 yıl sonra Cumhuriyet ilan edilirken, çok elverişsiz ve olumsuz koşullar altıda 11 yıl süren çok ağır savaşlar geçirmiş ve geçirmekte; topraklarının 2/3’ü savaş alanları olmuş ve olmakta, yanmış ve yıkılmakta idi. Nüfusunun 1/5’ini, 3 milyonu aşkın insanın bu alanlarda yitirmiş ve yitirmekte idi. Savaşların yıkımı öylesine korkunç idi ve oluyordu ki, ülkede öğretmen, hekim, eczacı, mühendis, hukukçu, mimar, sanatçı vb. yüksek okul çıkışlısı hemen hemen kalmamıştı; dahası duvarcı, marangoz, demirci, nalbant, ayakkabıcı, terzi... vb. esnaf bile. Ne hastane, ne okul, ne liman, ne yol, ne yapınak (fabrika) vardı. Ulus yorgun ve yoksu düşmüştü. Nüfusun %80’inden çoğu köylerde, ancak %20’sine yakını kentlerde idi.[1]
Dönemin Mili Eğitim (Maarif) Vekillerinden İsmail Safa Bey (Özler) ilkokuldan yükseköğretime dek kurumlarının durumlarını saptamak için girişimlerde bulundu. Bunun için, tanınmış kişilerle tanınmış okul yöneticilerinin ve öğretmenlerin görüşlerini almak için bir anket yaptırdı; toplanan bilgilere dayanarak şu girişimlerde bulundu:
Yurdu birer öğretmen okulu bölgelerine ayırdı.
Eğitim sorunlarını 24 madde altında topladı. Sonradan gerçekleştirilen devrim ve atılımlar, öğretim birliğinin saptanması, okul izlencelerinin düzeltilmesi, ilköğretimin izlenceleştirilmesi (programlaştırılması) bu sorunlardandı.[2]
Türk Eğitim Sistemi, yapı bakımından Tanzimat’ta ve Cumhuriyet’te olmak üzere iki önemli değişiklik geçirmiştir. Tanzimat’a kadar devlet kuruluşları dışında vakıflara bağlı olarak yürütülen eğitim ve öğretim büyük ölçüde “Sübyan Mektepleri” ve “Medreseler”de yapılmıştır. Tanzimat’la birlikte eğitim ve öğretim devletin, görevleri arasına alınarak yeni bir okul sistemi kurulmuştur. Ancak kurulan bu yeni okul sistemi ile birlikte, eski okul kuruluş sistemi de durumunu korumuştur. Böylece “Paralel Hatlar Sistemi” de denilen bir okul kuruluş sistemi, birbirine zıt nesiller yetiştirerek eğitim ve öğretime 1924 yılına kadar devam etmiştir.[3]
Ve 3 Mart 1924’de eğitim alanında ilk yasal devrim gerçekleşti. Türkiye Büyük Millet Meclisi o gün çok önemli üç yasa kabul etti. Bu tarihten itibaren Darülhilafe adını almış olan medreseler de kapatılmaya başlandı.
İsmail Safa Bey’in ardından Milli Eğitim Bakanlığı’na Vasıf bey getirildi. Bu dönemde:
Medreselerin kapatılmasına başlandı.
Okullar laikleştirildi.
Yabancı uzmanlar –özellikle o yıllarda dünyanın en büyük eğitimcisi olan John Dewey- çağrılıp eğitimin planlaştırılması ele alında. Ulusal eğitimin ereği belirlendi: “Yurttaşların, yurdun siyasal, ekonomik ve kültürel gelişmesine katılacak bir niteliğe ulaştırılması” olarak özetleniyordu.
Öğretmen okullarının sayılarının artırılmasına başlandı.
Nüfusun 12.000.000 ve zorunlu öğrenim çağındaki çocuk sayısının 1.200.000 –yaklaşık olarak- olduğu belirtildi, okullardaki öğrenci sayısının da 300.000’e yaklaşık olduğu saptandı.[4]
B. TÜRKİYE EĞİTİM SİSTEMİNİN GELİŞİMİ
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Cumhuriyet Devleti’ni ve yıkılan ülkeyi yeni baştan kurmak için, öbür toplumsal kurumlarda olduğu gibi, eğitim kurumunda da, Türkiye Devrimi’nin birer parçası olarak, kimi yenileşmenin gerçekleştirilmesi gerekti. Bunlar kısaca beş başlık altında toplanabilir:
1. Öğretimi Birleştirme:
Cumhuriyet kurulduğunda eğitim yönetimi açısından ayrılık gösteren yedi tür okul vardı. Bunlar;
Medreseler ve sübyan okulları Şer’iye ve Evkaf Vekaleti’nce ve özel vakıflarca yönetilmekteydi.
Tanzimat’tan sonra kurulan okullardan orta ve yüksek öğretim düzeyinde olanlar Bakanlığa bağlıydı.
İlköğretim düzeyinde olanlar ve kimi sanat okulları İl Özel İdarelerin yönetimi altındaydı.
Kimi sübyan okulları halkın yardımı ile yaşamını sürdürüyordu.
İstanbul ve büyük kentlerde çok sayıda özel okul vardı.
Müslüman olmayan milletler bağımsız ya da kiliseye bağlı özel okullar açmıştı.
Bunlara ek olarak Osmanlı Devleti’nce hiçbir zaman denetim alınamayan başta Amerika olmak üzere Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya, Rusya, Avusturya gibi yabancı ülkelerin çok sayıda okulları vardı.
Öğretimdeki bu dağınıklığı ortadan kaldırmak ve öğretimi devletin denetimi altına sokmak için, 3 mart 1924’de 430 sayılı Öğretim birliği yasası çıkarıldı.
2. Eğitim Örgütleme:
Yasaya uygun olara, öğretimin birliğini gerçekleştirmek, yeni eğitim programlarına uygun okullar açmak ve bunları yaymak için, Bakanlık ve taşra eğitim örgütünü güçlü bir yapıya kavuşturmak gerekmişti.
3. Eğitimin Niteliğini Değiştirme:
Cumhuriyetle yönetilecek bir ülkenin eğitim programlarının da cumhuriyet ilkeline uygun olması gerekti. Bu gereklilik daha Kurtuluş Savaşı sırasında ortaya çıkmıştı. 1921, 1923, 1924 ve 1925’te dört kez eğitim için Kongre ve Bilimsel Kurul (Heyet-i İlmiye) toplanmıştı. Bu kurullarda, her düzeydeki okulun eğitim programlarının Cumhuriyet’in gereklerine göre düzenlenmesine çalışıldı.
4. Eğitimi Yayma:
yurttaşlar arasında çok düşük olan okur yazarlığın oranını yükseltmek, öğretimi kolaylaştırmak, Türkçe’yi her yurttaş için ortak bir dil yapmak için büyük çaba gösterdi.
5. Eğitimi kalkınmaya Katma:
Cumhuriyetin ilk on yılındaki hazırlıklardan sonra 1930’lu yıllarda artık eğitiminin kalkınmaya katılmasının zamanı gelmişti. Bir yandan Kurtuluş Savaşı’nın yıkıntılarını ortadan kaldırıp ülkeyi yeni baştan kurmak, öbür yandan, dünyayı saran ekonomik bunalımın etkisinden kurtulmak için eğitim, gereken insan gücünü yetiştirmede işe koşulmuştu. Bu amaçla üç tür enstitü açıldı. Bu enstitüler endüstrinin, köyün ve ailenin eğitim gereksinmesini karşılamak için kurulmuştu. Bunlar enstitüleri, kız sanat enstitüleri ve erkek sanat enstitüleri idi.[5]
C. CUMHURİYET DÖNEMİNDE EĞİTİMDEKİ GELİŞMELER
İlköğretimin zorunluluğu ve Devlet okullarında parasız oluşu 1924 Anayasasında tekrarlanmış (Md. 87) ve 22 mart 1926 tarihli ve 789 sayılı Maarif Teşkilatına Dair Kanun’la şu hüküm getirilmiştir (Md. 6):
“İlköğretim çağındaki çocuklar meslek mekteplerine (?) giremezler. İlköğrenim çağını geçirmiş ve hiç öğrenim görmemiş çocukları kabul eden kurumlar bunlara ilk öğrenimi de vermeğe mecburdur”.
1926 tarihli sözü geçen kanun, ilköğretim kuruluşlarını şehir-kasaba ve köy “gündüz” ve “yatılı” ilk mektepleri olarak göstermiş ve gündüz ilk mekteplerinin illerin özel idare gelirleriyle açılacağını belirtmiştir.
Cumhuriyet döneminde köylerin çoğuna uzun yıllar okul yapılamamış, öğretmen sağlanamamıştır. Eğitim bakanı Saffet Arıkan’ın Mayıs 1936’da TBMM’de söylediğine göre o yıllarda 40 bin köyden 35 bininde okul ve öğretmen yoktur. Okulu olan köylerin bazılarında da ilköğretim ancak 3 yıl sürelidir.
Bunlar bize, ilkokulların kırsal çevrelerde yeterli sayı ve niteliğe ulaşmaktan çok uzak kaldığını göstermektedir.
Temmuz 1939’da I. Eğitim Şurasında tüm köy ilkokulları 5 yıla çıkarılmıştır.
1926 tarihli İlkokul Programı, öğretimde “toplu tedris” ilkesini getirmiştir. Bu yöntem özellikle, Hayat Bilgisi dersi etrafında uygulanacaktır.[6]
Cumhuriyet, Osmanlı’dan 581’i kapalı 2345 iptidai okul devir almıştı. Bunların öğretmenlerin üçte ikisi öğretmenlik eğitimi görmemiş, değişik kaynaklardan alınan öğretmenlerdi. İptidai okulların adı ilkokula çevrildi.
1926’da çıkarılan 789 sayılı Maarif Teşkilatına Dair Kanun’da 4 tür ilkokuldan söz edilmekteydi. Bunlar şehir ve kasaba gündüz, şehir ve kasaba yatılı, köy gündüz, köy yatılı ilkokullarıydı.ilkokulların öğretim süresi 5 yıldı. Anayasa’ya göre çağ çocuklarının kız, erkek ilkokula devamı zorunluydu. İlköğretim okulları çocuklara parasız öğretim verecekti. Bu koşullar ve kurallar günümüze dek sürüp gelmiştir.[7]
1924 yılında toplanan “G. Heyet-i İlmiye”de ilkokulların süresi altı yıldan beş yıla indirilmiştir. 1926 yılında, 789 sayılı Maarif Teşkilatına Dair Kanun’la ilköğretim okulları ilk defa dörtlü bir tasnife tutulmuş, köy ve şehir ilkokulları olarak ayrılmıştır. Şehir ilkokullarının süresi beş, köy ilkokullarının süresi ise üç yıl olarak tespit edilmiştir. Bu durum 1939 yılına kadar devam etmiş, 1939 yılında köy ilkokullarının da öğretim sürelerinin beş yıla çıkarılmasıyla köy ve şehir ilkokulları süre farkı kaldırılmıştır.
Cumhuriyet dönemi eğitim politikası, başlangıçta bütün yurttaşları, okur-yazar hale getirerek, bilgisizliği gidermek amacını taşımaktadır. Bu nedenle Harf İnkılâbı yapılmıştır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında hazırlanan “1924 İlkmektep müfredatı”nda kız ve erkek ilkokulları için ayrı ayrı program hazırlanmıştır. Kız ilkokullarının programına “ev idaresi”, “dikiş, biçki, nakış” dersleri eklenmiştir.
1926 programında “toplu öğretim”, “çevreden hareket”, “çocuğa göre öğretim” ilkelerine program içinde yer verilmiştir. 1948 ilkokul programında hayat ile ilgili konular, “toplu öğretim metodu”na göre birleştirilmiş ve üniteleştirilmiştir.[8]
Kuruluş döneminde ilköğretime ulusal bir yapı getirmek üzere formüle edilen yargılar vardı. Bunlar:
Okul ile yaşam arasındaki fark ortadan kaldırılacaktı.
Ders konuları çevreden alınacaktı.
Kızlarımızın eğitimlerindeki engeller giderilecekti.
Tek okul düzeni kurulacaktı.
Üretici eğitime ağırlık getirilecekti.
Üretici eğitime ağırlık getirilecekti.
Kız-Erkek bir arada eğitim göreceklerdi.
Türkiye’de öğrenim görmek üzere okula gidecek Türk yurttaşı çocuklar bu öğrenimleri için ancak Türk okullarına gideceklerdi
Aynı zamanda Cumhuriyet kurulunca, ortaöğretim için de bir yönetmelik çıkarıldı ve Sultanîlerin ikinci devresinin adı Lise, birinci devresinin adı da Ortaokul oldu. Kızların daha az süreli öğrenim görmelerine son verilerek, kızlar ve erkekler için açılan lise ve ortaokulların öğrenim yılları eşitlendi (1924). Yatısız ortaöğretim okullarında kız-erkek ayırımı kaldırılarak karma öğretim getirildi (1926).
22 Mart 1926’da çıkarılan 789 sayılı Maarif Teşkilatına Dair Kanun’a göre ortaöğretim okulları liseler (3 yıl), ilköğretim okulları (3 yıl), köy öğretmen okulları (2 yıl)dır. Bunlar yine ortaöğretim okulu sayılan ortaokulu (3 yıl) bitiren öğrencileri alıyorlardı. Bir aralık lisenin öğrenim süresi 4 yıla çıkarıldı (1952) ama sonra üç yıla indirildi (1955).[9]
1932 yılında hazırlanan ortaokul müfredat programına kadar önemli bir gelişme olmamıştır. Ancak bu yıldaki program ile yeni bir görüş getirilebilmiştir.
Bu görüş, öğrencilerin pratik yeteneklerini geliştirerek, onları hayatı yönelik bir müfredat programı uygulamayı amaç edinmiştir.[10]
En son olarak Cumhuriyet Döneminde yükseköğretimin durumundan kısaca bahsetmek istiyorum.
Türkiye’de üniversitelerin kurulması ve gelişmesi konuları incelendiğinde, üniversite kavramının Cumhuriyet dönemi öncesi ve sonrasında kesin olarak farklı şeklide algılandığı görülür. Hatta Cumhuriyet sonrası dönemden günümüze gelince dek üniversitelerin değişik anlayışlar içinde kurulduğu ve geliştiği dikkati çekmektedir.[11]
Cumhuriyet dönemindeki gelişmeler 1946’ya kadar (tek partili dönemde) ve 1946’dan sonra diye 2 grupta incelenebilir.
Burada sadece Cumhuriyet’in ilk yıllarından bahsedeceğim.
Cumhuriyetle birlikte Darülfünun-u Osmanî, İstanbul Darülfünunu adıyla yeniden kuruldu (1924). Üniversiteye bilimsel özerklikle birlikte yönetsel özerklik de verildi. Öğretim üyelerine, üniversite rektörünü seçme hakkı verildi.
1920’li yıllarda kimi yüksekokullarda açıldı. 1923’te Harp Okulu, 1923’te Ankara hukuk Okulu, 1927’de Gazi Orta Öğretmen Okulu ve Eğitim Enstitüsü açıldı.
1933’te de İstanbul Darülfünunu İstanbul Üniversitesi adını aldı.[12]
Görüldüğü gibi Cumhuriyetin ilk yıllarında özellikle ilköğretim olmak üzere her kademedeki eğitim kurumlarının değişmesine, bilimsel, laik ve çağdaş bir yapı kazanmasına özen gösterilmiştir.
1924’te Eğitim-Öğretim Birleştirilmiş, 1928’de Harf İnkılâbı yapılmış, her yaştan insanın okuma-yazmayı öğrenmesi için çalışılmış, aynı zamanda yeni rejim öğretilmeye çalışılmış, kızlara da eğitim-öğretim hakkı her kademede verilmiştir.
Dersler eskiden olduğu gibi din ve Arap kültürü etkisinden kurtulmuş ve çağdaş bir yapıya kavuşmuştur.
2. MİLLET MEKTEPLERİ (1928)
1927 yılında hiç okuyamamışlar için Halk Derslikleri açılmıştı. 1928 yılında da yeni harflerin kabul edilmesiyle Atatürk’ün önderliğinde Millet Mektepleri açılmıştır.bu konuda çıkarılan yönetmeliğe göre; köylerde 12-45, kentlerde 16-45 yaşları arasındaki herkesin okum-yazma belgesi alması zorunlu kılınmıştır. Bu okular gezici ve durağandı. Okulu olmayan yerlere gezici Millet Mektepleri gönderilmiştir.
Bu okullar 2 tür derslikten oluşmuştur. A dersliklerinde, yalnızca yeni harflerle okuma-yazma öğretimi; B dersliklerinde ise okuma, yazma, hesap, sağlık bilgileri ile yurttaşlık eğitimi verilmiştir. Bu süre 4 aydan oluşmuştur. 1928 –1965 yılları arasında yaklaşık 2 milyon kişi bu dersliklere devam etmiştir.[13]
Cumhuriyetin ilk yıllarında, eğitim ve öğretimin ağırlık noktasını ilköğretim teşkil etmiştir. Ancak, ülke nüfusunun %80’inin köylerde yaşaması, bu köylerin de dağınık yerleşim bölgelerinde olması ilköğretimin başta gelen sorunlarını oluşturmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında, köye eğitim götürmek için İşte Okuma Odaları, Gezici Bölge Kursları gibi bir de Millet Mektepleri açılmıştır.[14]
Eğitimin toplumsal kalkınmadaki öncü rolünü üstlenmesi için Cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonra Milli Eğitim Bakanı İsmail Safa, 1923 tarihinde 7971/3655 sayılı bir genelge yayınlamıştır. Genelgede ”Yurdun her köşesinin cehalet ve irfansızlığın acısı altında ezildiği; halk ile okullar ve öğretmenler arasında yakın ilişkiler kurulması; eğitimin her yaştaki ve sınıftaki halkın gereksinmesi durumuna getirilmesi; toplumsal, ekonomik ve ulusal sorunlar konusunda öğretmen ve halktan ortak kurullar oluşturularak çalışmaların sürekli izlenmesi ve yerel yayınlara önem verilmesi” belirtiliyordu. Bu genelde halk eğitimi etkinliklerinin başlatılmasında önemli bir role sahiptir.[15]
SONUÇ
O olanaksızlık yıllarında, elde bulunabilen olanaklar zorlanarak, bir yandan yeni okul binaları yapılır, öğretmen okullarında öğrenci sayıları arttırılır, öğretmen yetiştirmeye çalışılırken, 1926’da yepyeni görüşler, yepyeni öğretim ve yöntem ilkeleri getiren yepyeni bir öğretim programı uygulanmaya kondu.
Bu programlar Gazi Mustafa Kemal’in görüşünü yansıtıyordu hiç kuşkusuz.
Öğretim yöntemleri kökten değişiyordu. Bu kökten değişiklik ve yenilik birden ve kolayca olamazdı. Bunu gerçekleştirmek ve öğretmenleri bunları uygulayabilecek olgunluğa ulaştırmak için çok çeşitli çalışmalara girişildi.
İlköğretimdeki yenileşmeler yayılırken, ortaöğretimde de eğitim alanındaki devrim, yansımasını gösteriyordu.
“Devrim, Türk ulusunu son yüzyıllarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak, yerlerine ulusun, en yüksek uygarlık gereklerine göre, ilerlemesini sağlayacak kurumları koymuş olmaktır”.
M. Kemal Atatürk
KAYNAKÇA
-Akyüz, Yahya, Türk Eğitim Tarihi, İstanbul, 1999.
-BAŞARAN, İbrahim Ethem, Türkiye Eğitim Sistemi, Ankara.
-Celep, Cevat, Halk Eğitimi, Personel Eğitim Merkezi Yayınları, Ankara, 1995.
-CİCİOĞLU, Hasan, Türkiye Cumhuriyeti’nde İlk ve Orta Öğretim, Ankara, 1982.
-Cumhuriyet Döneminde Eğitim, M.E.B. Yayınları, İstanbul, 1983.
-EKİNCİ; Yusuf, Hükümet Programlarında Milli Eğitim, Tekışık Ofset, Ankara, 1994.
A. Yeni Türkiye Kurulurken
Yeni Türkiye kurulurken ve kurulduğundan 3,5 yıl sonra Cumhuriyet ilan edilirken, çok elverişsiz ve olumsuz koşullar altıda 11 yıl süren çok ağır savaşlar geçirmiş ve geçirmekte; topraklarının 2/3’ü savaş alanları olmuş ve olmakta, yanmış ve yıkılmakta idi. Nüfusunun 1/5’ini, 3 milyonu aşkın insanın bu alanlarda yitirmiş ve yitirmekte idi. Savaşların yıkımı öylesine korkunç idi ve oluyordu ki, ülkede öğretmen, hekim, eczacı, mühendis, hukukçu, mimar, sanatçı vb. yüksek okul çıkışlısı hemen hemen kalmamıştı; dahası duvarcı, marangoz, demirci, nalbant, ayakkabıcı, terzi... vb. esnaf bile. Ne hastane, ne okul, ne liman, ne yol, ne yapınak (fabrika) vardı. Ulus yorgun ve yoksu düşmüştü. Nüfusun %80’inden çoğu köylerde, ancak %20’sine yakını kentlerde idi.[1]
Dönemin Mili Eğitim (Maarif) Vekillerinden İsmail Safa Bey (Özler) ilkokuldan yükseköğretime dek kurumlarının durumlarını saptamak için girişimlerde bulundu. Bunun için, tanınmış kişilerle tanınmış okul yöneticilerinin ve öğretmenlerin görüşlerini almak için bir anket yaptırdı; toplanan bilgilere dayanarak şu girişimlerde bulundu:
Yurdu birer öğretmen okulu bölgelerine ayırdı.
Eğitim sorunlarını 24 madde altında topladı. Sonradan gerçekleştirilen devrim ve atılımlar, öğretim birliğinin saptanması, okul izlencelerinin düzeltilmesi, ilköğretimin izlenceleştirilmesi (programlaştırılması) bu sorunlardandı.[2]
Türk Eğitim Sistemi, yapı bakımından Tanzimat’ta ve Cumhuriyet’te olmak üzere iki önemli değişiklik geçirmiştir. Tanzimat’a kadar devlet kuruluşları dışında vakıflara bağlı olarak yürütülen eğitim ve öğretim büyük ölçüde “Sübyan Mektepleri” ve “Medreseler”de yapılmıştır. Tanzimat’la birlikte eğitim ve öğretim devletin, görevleri arasına alınarak yeni bir okul sistemi kurulmuştur. Ancak kurulan bu yeni okul sistemi ile birlikte, eski okul kuruluş sistemi de durumunu korumuştur. Böylece “Paralel Hatlar Sistemi” de denilen bir okul kuruluş sistemi, birbirine zıt nesiller yetiştirerek eğitim ve öğretime 1924 yılına kadar devam etmiştir.[3]
Ve 3 Mart 1924’de eğitim alanında ilk yasal devrim gerçekleşti. Türkiye Büyük Millet Meclisi o gün çok önemli üç yasa kabul etti. Bu tarihten itibaren Darülhilafe adını almış olan medreseler de kapatılmaya başlandı.
İsmail Safa Bey’in ardından Milli Eğitim Bakanlığı’na Vasıf bey getirildi. Bu dönemde:
Medreselerin kapatılmasına başlandı.
Okullar laikleştirildi.
Yabancı uzmanlar –özellikle o yıllarda dünyanın en büyük eğitimcisi olan John Dewey- çağrılıp eğitimin planlaştırılması ele alında. Ulusal eğitimin ereği belirlendi: “Yurttaşların, yurdun siyasal, ekonomik ve kültürel gelişmesine katılacak bir niteliğe ulaştırılması” olarak özetleniyordu.
Öğretmen okullarının sayılarının artırılmasına başlandı.
Nüfusun 12.000.000 ve zorunlu öğrenim çağındaki çocuk sayısının 1.200.000 –yaklaşık olarak- olduğu belirtildi, okullardaki öğrenci sayısının da 300.000’e yaklaşık olduğu saptandı.[4]
B. TÜRKİYE EĞİTİM SİSTEMİNİN GELİŞİMİ
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Cumhuriyet Devleti’ni ve yıkılan ülkeyi yeni baştan kurmak için, öbür toplumsal kurumlarda olduğu gibi, eğitim kurumunda da, Türkiye Devrimi’nin birer parçası olarak, kimi yenileşmenin gerçekleştirilmesi gerekti. Bunlar kısaca beş başlık altında toplanabilir:
1. Öğretimi Birleştirme:
Cumhuriyet kurulduğunda eğitim yönetimi açısından ayrılık gösteren yedi tür okul vardı. Bunlar;
Medreseler ve sübyan okulları Şer’iye ve Evkaf Vekaleti’nce ve özel vakıflarca yönetilmekteydi.
Tanzimat’tan sonra kurulan okullardan orta ve yüksek öğretim düzeyinde olanlar Bakanlığa bağlıydı.
İlköğretim düzeyinde olanlar ve kimi sanat okulları İl Özel İdarelerin yönetimi altındaydı.
Kimi sübyan okulları halkın yardımı ile yaşamını sürdürüyordu.
İstanbul ve büyük kentlerde çok sayıda özel okul vardı.
Müslüman olmayan milletler bağımsız ya da kiliseye bağlı özel okullar açmıştı.
Bunlara ek olarak Osmanlı Devleti’nce hiçbir zaman denetim alınamayan başta Amerika olmak üzere Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya, Rusya, Avusturya gibi yabancı ülkelerin çok sayıda okulları vardı.
Öğretimdeki bu dağınıklığı ortadan kaldırmak ve öğretimi devletin denetimi altına sokmak için, 3 mart 1924’de 430 sayılı Öğretim birliği yasası çıkarıldı.
2. Eğitim Örgütleme:
Yasaya uygun olara, öğretimin birliğini gerçekleştirmek, yeni eğitim programlarına uygun okullar açmak ve bunları yaymak için, Bakanlık ve taşra eğitim örgütünü güçlü bir yapıya kavuşturmak gerekmişti.
3. Eğitimin Niteliğini Değiştirme:
Cumhuriyetle yönetilecek bir ülkenin eğitim programlarının da cumhuriyet ilkeline uygun olması gerekti. Bu gereklilik daha Kurtuluş Savaşı sırasında ortaya çıkmıştı. 1921, 1923, 1924 ve 1925’te dört kez eğitim için Kongre ve Bilimsel Kurul (Heyet-i İlmiye) toplanmıştı. Bu kurullarda, her düzeydeki okulun eğitim programlarının Cumhuriyet’in gereklerine göre düzenlenmesine çalışıldı.
4. Eğitimi Yayma:
yurttaşlar arasında çok düşük olan okur yazarlığın oranını yükseltmek, öğretimi kolaylaştırmak, Türkçe’yi her yurttaş için ortak bir dil yapmak için büyük çaba gösterdi.
5. Eğitimi kalkınmaya Katma:
Cumhuriyetin ilk on yılındaki hazırlıklardan sonra 1930’lu yıllarda artık eğitiminin kalkınmaya katılmasının zamanı gelmişti. Bir yandan Kurtuluş Savaşı’nın yıkıntılarını ortadan kaldırıp ülkeyi yeni baştan kurmak, öbür yandan, dünyayı saran ekonomik bunalımın etkisinden kurtulmak için eğitim, gereken insan gücünü yetiştirmede işe koşulmuştu. Bu amaçla üç tür enstitü açıldı. Bu enstitüler endüstrinin, köyün ve ailenin eğitim gereksinmesini karşılamak için kurulmuştu. Bunlar enstitüleri, kız sanat enstitüleri ve erkek sanat enstitüleri idi.[5]
C. CUMHURİYET DÖNEMİNDE EĞİTİMDEKİ GELİŞMELER
İlköğretimin zorunluluğu ve Devlet okullarında parasız oluşu 1924 Anayasasında tekrarlanmış (Md. 87) ve 22 mart 1926 tarihli ve 789 sayılı Maarif Teşkilatına Dair Kanun’la şu hüküm getirilmiştir (Md. 6):
“İlköğretim çağındaki çocuklar meslek mekteplerine (?) giremezler. İlköğrenim çağını geçirmiş ve hiç öğrenim görmemiş çocukları kabul eden kurumlar bunlara ilk öğrenimi de vermeğe mecburdur”.
1926 tarihli sözü geçen kanun, ilköğretim kuruluşlarını şehir-kasaba ve köy “gündüz” ve “yatılı” ilk mektepleri olarak göstermiş ve gündüz ilk mekteplerinin illerin özel idare gelirleriyle açılacağını belirtmiştir.
Cumhuriyet döneminde köylerin çoğuna uzun yıllar okul yapılamamış, öğretmen sağlanamamıştır. Eğitim bakanı Saffet Arıkan’ın Mayıs 1936’da TBMM’de söylediğine göre o yıllarda 40 bin köyden 35 bininde okul ve öğretmen yoktur. Okulu olan köylerin bazılarında da ilköğretim ancak 3 yıl sürelidir.
Bunlar bize, ilkokulların kırsal çevrelerde yeterli sayı ve niteliğe ulaşmaktan çok uzak kaldığını göstermektedir.
Temmuz 1939’da I. Eğitim Şurasında tüm köy ilkokulları 5 yıla çıkarılmıştır.
1926 tarihli İlkokul Programı, öğretimde “toplu tedris” ilkesini getirmiştir. Bu yöntem özellikle, Hayat Bilgisi dersi etrafında uygulanacaktır.[6]
Cumhuriyet, Osmanlı’dan 581’i kapalı 2345 iptidai okul devir almıştı. Bunların öğretmenlerin üçte ikisi öğretmenlik eğitimi görmemiş, değişik kaynaklardan alınan öğretmenlerdi. İptidai okulların adı ilkokula çevrildi.
1926’da çıkarılan 789 sayılı Maarif Teşkilatına Dair Kanun’da 4 tür ilkokuldan söz edilmekteydi. Bunlar şehir ve kasaba gündüz, şehir ve kasaba yatılı, köy gündüz, köy yatılı ilkokullarıydı.ilkokulların öğretim süresi 5 yıldı. Anayasa’ya göre çağ çocuklarının kız, erkek ilkokula devamı zorunluydu. İlköğretim okulları çocuklara parasız öğretim verecekti. Bu koşullar ve kurallar günümüze dek sürüp gelmiştir.[7]
1924 yılında toplanan “G. Heyet-i İlmiye”de ilkokulların süresi altı yıldan beş yıla indirilmiştir. 1926 yılında, 789 sayılı Maarif Teşkilatına Dair Kanun’la ilköğretim okulları ilk defa dörtlü bir tasnife tutulmuş, köy ve şehir ilkokulları olarak ayrılmıştır. Şehir ilkokullarının süresi beş, köy ilkokullarının süresi ise üç yıl olarak tespit edilmiştir. Bu durum 1939 yılına kadar devam etmiş, 1939 yılında köy ilkokullarının da öğretim sürelerinin beş yıla çıkarılmasıyla köy ve şehir ilkokulları süre farkı kaldırılmıştır.
Cumhuriyet dönemi eğitim politikası, başlangıçta bütün yurttaşları, okur-yazar hale getirerek, bilgisizliği gidermek amacını taşımaktadır. Bu nedenle Harf İnkılâbı yapılmıştır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında hazırlanan “1924 İlkmektep müfredatı”nda kız ve erkek ilkokulları için ayrı ayrı program hazırlanmıştır. Kız ilkokullarının programına “ev idaresi”, “dikiş, biçki, nakış” dersleri eklenmiştir.
1926 programında “toplu öğretim”, “çevreden hareket”, “çocuğa göre öğretim” ilkelerine program içinde yer verilmiştir. 1948 ilkokul programında hayat ile ilgili konular, “toplu öğretim metodu”na göre birleştirilmiş ve üniteleştirilmiştir.[8]
Kuruluş döneminde ilköğretime ulusal bir yapı getirmek üzere formüle edilen yargılar vardı. Bunlar:
Okul ile yaşam arasındaki fark ortadan kaldırılacaktı.
Ders konuları çevreden alınacaktı.
Kızlarımızın eğitimlerindeki engeller giderilecekti.
Tek okul düzeni kurulacaktı.
Üretici eğitime ağırlık getirilecekti.
Üretici eğitime ağırlık getirilecekti.
Kız-Erkek bir arada eğitim göreceklerdi.
Türkiye’de öğrenim görmek üzere okula gidecek Türk yurttaşı çocuklar bu öğrenimleri için ancak Türk okullarına gideceklerdi
Aynı zamanda Cumhuriyet kurulunca, ortaöğretim için de bir yönetmelik çıkarıldı ve Sultanîlerin ikinci devresinin adı Lise, birinci devresinin adı da Ortaokul oldu. Kızların daha az süreli öğrenim görmelerine son verilerek, kızlar ve erkekler için açılan lise ve ortaokulların öğrenim yılları eşitlendi (1924). Yatısız ortaöğretim okullarında kız-erkek ayırımı kaldırılarak karma öğretim getirildi (1926).
22 Mart 1926’da çıkarılan 789 sayılı Maarif Teşkilatına Dair Kanun’a göre ortaöğretim okulları liseler (3 yıl), ilköğretim okulları (3 yıl), köy öğretmen okulları (2 yıl)dır. Bunlar yine ortaöğretim okulu sayılan ortaokulu (3 yıl) bitiren öğrencileri alıyorlardı. Bir aralık lisenin öğrenim süresi 4 yıla çıkarıldı (1952) ama sonra üç yıla indirildi (1955).[9]
1932 yılında hazırlanan ortaokul müfredat programına kadar önemli bir gelişme olmamıştır. Ancak bu yıldaki program ile yeni bir görüş getirilebilmiştir.
Bu görüş, öğrencilerin pratik yeteneklerini geliştirerek, onları hayatı yönelik bir müfredat programı uygulamayı amaç edinmiştir.[10]
En son olarak Cumhuriyet Döneminde yükseköğretimin durumundan kısaca bahsetmek istiyorum.
Türkiye’de üniversitelerin kurulması ve gelişmesi konuları incelendiğinde, üniversite kavramının Cumhuriyet dönemi öncesi ve sonrasında kesin olarak farklı şeklide algılandığı görülür. Hatta Cumhuriyet sonrası dönemden günümüze gelince dek üniversitelerin değişik anlayışlar içinde kurulduğu ve geliştiği dikkati çekmektedir.[11]
Cumhuriyet dönemindeki gelişmeler 1946’ya kadar (tek partili dönemde) ve 1946’dan sonra diye 2 grupta incelenebilir.
Burada sadece Cumhuriyet’in ilk yıllarından bahsedeceğim.
Cumhuriyetle birlikte Darülfünun-u Osmanî, İstanbul Darülfünunu adıyla yeniden kuruldu (1924). Üniversiteye bilimsel özerklikle birlikte yönetsel özerklik de verildi. Öğretim üyelerine, üniversite rektörünü seçme hakkı verildi.
1920’li yıllarda kimi yüksekokullarda açıldı. 1923’te Harp Okulu, 1923’te Ankara hukuk Okulu, 1927’de Gazi Orta Öğretmen Okulu ve Eğitim Enstitüsü açıldı.
1933’te de İstanbul Darülfünunu İstanbul Üniversitesi adını aldı.[12]
Görüldüğü gibi Cumhuriyetin ilk yıllarında özellikle ilköğretim olmak üzere her kademedeki eğitim kurumlarının değişmesine, bilimsel, laik ve çağdaş bir yapı kazanmasına özen gösterilmiştir.
1924’te Eğitim-Öğretim Birleştirilmiş, 1928’de Harf İnkılâbı yapılmış, her yaştan insanın okuma-yazmayı öğrenmesi için çalışılmış, aynı zamanda yeni rejim öğretilmeye çalışılmış, kızlara da eğitim-öğretim hakkı her kademede verilmiştir.
Dersler eskiden olduğu gibi din ve Arap kültürü etkisinden kurtulmuş ve çağdaş bir yapıya kavuşmuştur.
2. MİLLET MEKTEPLERİ (1928)
1927 yılında hiç okuyamamışlar için Halk Derslikleri açılmıştı. 1928 yılında da yeni harflerin kabul edilmesiyle Atatürk’ün önderliğinde Millet Mektepleri açılmıştır.bu konuda çıkarılan yönetmeliğe göre; köylerde 12-45, kentlerde 16-45 yaşları arasındaki herkesin okum-yazma belgesi alması zorunlu kılınmıştır. Bu okular gezici ve durağandı. Okulu olmayan yerlere gezici Millet Mektepleri gönderilmiştir.
Bu okullar 2 tür derslikten oluşmuştur. A dersliklerinde, yalnızca yeni harflerle okuma-yazma öğretimi; B dersliklerinde ise okuma, yazma, hesap, sağlık bilgileri ile yurttaşlık eğitimi verilmiştir. Bu süre 4 aydan oluşmuştur. 1928 –1965 yılları arasında yaklaşık 2 milyon kişi bu dersliklere devam etmiştir.[13]
Cumhuriyetin ilk yıllarında, eğitim ve öğretimin ağırlık noktasını ilköğretim teşkil etmiştir. Ancak, ülke nüfusunun %80’inin köylerde yaşaması, bu köylerin de dağınık yerleşim bölgelerinde olması ilköğretimin başta gelen sorunlarını oluşturmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında, köye eğitim götürmek için İşte Okuma Odaları, Gezici Bölge Kursları gibi bir de Millet Mektepleri açılmıştır.[14]
Eğitimin toplumsal kalkınmadaki öncü rolünü üstlenmesi için Cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonra Milli Eğitim Bakanı İsmail Safa, 1923 tarihinde 7971/3655 sayılı bir genelge yayınlamıştır. Genelgede ”Yurdun her köşesinin cehalet ve irfansızlığın acısı altında ezildiği; halk ile okullar ve öğretmenler arasında yakın ilişkiler kurulması; eğitimin her yaştaki ve sınıftaki halkın gereksinmesi durumuna getirilmesi; toplumsal, ekonomik ve ulusal sorunlar konusunda öğretmen ve halktan ortak kurullar oluşturularak çalışmaların sürekli izlenmesi ve yerel yayınlara önem verilmesi” belirtiliyordu. Bu genelde halk eğitimi etkinliklerinin başlatılmasında önemli bir role sahiptir.[15]
SONUÇ
O olanaksızlık yıllarında, elde bulunabilen olanaklar zorlanarak, bir yandan yeni okul binaları yapılır, öğretmen okullarında öğrenci sayıları arttırılır, öğretmen yetiştirmeye çalışılırken, 1926’da yepyeni görüşler, yepyeni öğretim ve yöntem ilkeleri getiren yepyeni bir öğretim programı uygulanmaya kondu.
Bu programlar Gazi Mustafa Kemal’in görüşünü yansıtıyordu hiç kuşkusuz.
Öğretim yöntemleri kökten değişiyordu. Bu kökten değişiklik ve yenilik birden ve kolayca olamazdı. Bunu gerçekleştirmek ve öğretmenleri bunları uygulayabilecek olgunluğa ulaştırmak için çok çeşitli çalışmalara girişildi.
İlköğretimdeki yenileşmeler yayılırken, ortaöğretimde de eğitim alanındaki devrim, yansımasını gösteriyordu.
“Devrim, Türk ulusunu son yüzyıllarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak, yerlerine ulusun, en yüksek uygarlık gereklerine göre, ilerlemesini sağlayacak kurumları koymuş olmaktır”.
M. Kemal Atatürk
KAYNAKÇA
-Akyüz, Yahya, Türk Eğitim Tarihi, İstanbul, 1999.
-BAŞARAN, İbrahim Ethem, Türkiye Eğitim Sistemi, Ankara.
-Celep, Cevat, Halk Eğitimi, Personel Eğitim Merkezi Yayınları, Ankara, 1995.
-CİCİOĞLU, Hasan, Türkiye Cumhuriyeti’nde İlk ve Orta Öğretim, Ankara, 1982.
-Cumhuriyet Döneminde Eğitim, M.E.B. Yayınları, İstanbul, 1983.
-EKİNCİ; Yusuf, Hükümet Programlarında Milli Eğitim, Tekışık Ofset, Ankara, 1994.