Cumhuriyetten Günümüze ülkemizde Tarım Alanındaki Gelişmeler
Cumhuriyet'in Kuruluşundan Günümüze Tarımsal Gelişmeler
Cumhuriyetten Günümüze Tarım Alanındaki Gelişmeler Hakkında Bilgi
cumhuriyetten günümüze tarım alanındaki gelişimler nelerdir
Yurdumuzun Atatürk dönemine ait ekonomik ve tarımsal anlamda yapısını açıkça belirtmek için Cumhuriyetten evvelki Osmanlı İmparatorluğu’na ait dönemi kısaca gözden geçirmek yerinde olur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun savaştan önce çok cılız bir ekonomiye ve sanayi kuruluşuna sahip olduğunu, 1913 Sanayi Sayımı sonuçlarından öğreniyoruz. 1913’de makine kullanılan ancak 269 işyeri vardı. Ve bu işyerlerinde 1700 işçi çalışıyordu. Gıda endüstrisinde 76, mensucat endüstrisinde 75 işyeri mevcuttu. Diğer önemli sanayiler, topraktan mamul eşya, deri, kösele gibi diğer sektörler idi. Kısacası 1914 yılında Osmanlı Devleti’nin ekonomik durumu tam bir iflasın eşiğinde bulunuyordu. Ülkenin bütün gelir kaynakları ve serveti yabancı devletlerin veya bu devletlere bağlı kuruluşların ipoteği altına girmişti. O zamanın para değerimize göre dış borçlarımızın tutarı 15 milyon Osmanlı Lirası’nı bulmuştur. Bu günkü değeri trilyonların üzerinde bir borç!
Ülkenin dışarıya sattığı malların dış piyasadaki düşük bedeli sebebiyle, hakiki değerin ancak %57’si devlet kasasına giriyordu. 1881 yılında kurulan “Düyun-u Umumiye” yurdun bütün kaynaklarına el atmış durumda idi (şu anda IMF’nin tam anlamda olmasa bile bir nevi yaptığı gibi). Devletin bütün gelirleri (vergileri) bu kuruluşun elinde borçlara karşılık tutuluyordu. Yabancıların yapmış olduğu yatırımların tutarları 6 milyarı bulmakta, bunların karşılığı her yıl 29 milyona yakın Osmanlı Lirası dışarı çıkıyordu. Ödemeler dengesinde büyük bir açıklık vardı. Sermaye birikimi şöyle dursun, boğazımıza kadar borca girmiştik. Sanayinin “s”sinden bahsetmemiz dahi mümkün değildi.
O zaman nüfusumuz 14 milyondur. Tespit edilen gayri safi milli hasıla 210 milyon liradır. Bunun %15’e yakını borçların karşılığı yurtdışına çıkmaktadır.
1914 Devlet Bütçesi yaklaşık 30 milyon Osmanlı Lirası’dır. Dışa ödenen meblağ yaklaşık 32 milyon Osmanlı Lirası’dır. Yani devletin yıllık gelirinin (bütçesinin) tamamı borçlarımızı bile ödeyecek miktarda değil. Kısacası Devlet iflas etmiş. Anadolu kendi kaderine terk edilmiştir.
Tam olarak dışa bağımlı bir ülke haline getirilen Osmanlı Devleti’nin 1914 Dünya Savaşı’na sürüklenmesi ekonomik bağımsızlığını yitirmiş olmasından ileri gelmiştir.
Savaş sonunda nüfusu 12 milyona inmiş olan Osmanlı toprakları yer yer işgal altına girmiş, artık Osmanlı Devleti’nin kaderi işgalci devletlerin insafına ve aralarındaki çıkar çatışmalarının durumuna terk olunmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlardaki ekonomik çöküntüsü Milli Mücadele yıllarında da devam etti. Yeterli silah ve teçhizatı bulunmayan eğitim düzeyi son derece zayıf, ulaşım araç ve imkanlarından mahrum bir ordu ile Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması, Atatürk’ün askeri dehası, liderlik vasfı, ordunun kuvvetli ve kararlı oluşu ile açıklanabilir. Bunun için Milli Mücadele sona ermeden Atatürk’ün ilk işi eksikliklerini ve sıkıntılarını her zaman duyduğu iki alanda devrimlerini başlatmak olmuştu. Bunlardan birincisi Bursa’da topladığı “Maarif Kongresi”, diğeri de İzmir’de topladığı “İktisat Kongresi” idi.
Atatürk düşünüşünde ekonomik konuda güçlü olmak, milletin istiklali ve memleketin bağımsızlığı ile paraleldir. Ve çok önemlidir. Ekonomik yönden geri kalmak, esir olmak anlamına gelir. Bu nedenle Atatürk yeni Türkiye’yi yaratırken tarihteki hataları tekrarlamayacak bir yol izlemektedir.
Atatürk İlkeleri arasında Devletçilikle, milli ekonomiden güç alan bir Milli Eğitimle, Türk toplumunu bütün sosyal kuruluşları ile çağdaş uygarlık doğrultusunda kalkındırmak anlamına gelir. Daha kısa bir deyişle Devletçilik milli ekonomidir.
O yıllarda Türkiye’nin bir yanında Faşizm, bir yanında komünist bir yöntem yürürlüğe girmişti. Atatürk öteden beri, hareket serbestliğini kısıtladığı için bir takım teorilere ve ideolojilere karşı idi. Bu nedenle Atatürk bunların hiçbirine saplanmadı. Türkiye’ye ekonomik işlerde Türk Milleti’nin gerçeklerini yansıtan yepyeni bir görüş getirmek amacında idi.
1922 yılında Atatürk, “Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, hakiki üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, saadet ve servete hak kazanan ve lâyık olan da köylüdür. T.B.M.M. Hükümeti’nin izleyeceği yol bu temel yönde olmalıdır” diyordu. Dediğini de yapıyordu, yaptırıyordu.
Bir taraftan çiftçinin çalışmasını geliştirmek için köylülere gerekli bilgiyi vermeye, tarım araçlarını kullanmasını sağlayarak makinenin yaygınlaşmasına çalışıyor, diğer yandan çiftçi ve köylünün emeklerinin sonuçlarından yüksek seviyede yararlanması amacı ile gerekli ekonomik tedbirlerin alınmasının zorunlu olduğunu belirtiyordu. Daha o yıllarda tarım okullarının açılmasına başladı. Çiftçinin diğer modern araç ve gereçlerle desteklenmesi için gerekli atılımlara yön verildi.
Bu atılımların amacını açıklarken devletçilik ilkesinin izleyeceği yakın ekonomik yönünü de çiziyor Atatürk. Çalışanların hayat seviyesinin yükseltilmesini sağlayacak olan tedbirlerin alındığını, Zonguldak İşçi Kanunu, Anadolu’da Genel Taşıma İşlerini Kolaylaştırmak İçin İşletmecilere Gerekli Müsaadeleri Veren Yönetmelik, Asker Ailelerine Yardım, Tarım Mükellefiyeti Yönetmeliği, Tohumluk Dağıtımı, Ziraat Bankası Aracılığı ile İşçilere Tarım Araç ve Gereçlerinin Dağıtılması vb. konularla ilgili yönetmeliklerin uygulanmasına başladığını daha ilk yıllarda görüyoruz.
Atatürk 1923 yılında yapmış olduğu bir konuşmada; “milletin başkanı olan zatın, halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması” gereği üzerinde durmakta; “Halkı genel durumdan haberdar etmek için son derece önem taşır, çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın beyni çalışmaya başlayacaktır. İyi şeyleri yapacak, milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir” demektedir.
Türkiye’de ilk sanayi planını hazırlatarak bu planı gerçekleştirmiştir. Böylece plan dışına çıkamayacak olan yöneticilerin, vatandaşların her isteğine evet demesinin önüne geçmiştir. Onun bu uygulamasının en belirgin örneği şudur:
“Her vatandaşın arzu ettiğini yapmayı düşünmek, hayalperestliktir. Yapılabilecek şey herkesin arzusunun ortalaması olabilir. Arkadaşlar hepinizce malumdur ki, Parti ve ona mensup arkadaşların tümü hiçbir zaman yapmadıkları ve yapamayacakları şeyler hakkında kamu oyunu aldatıcı bir vaatte bulunmamayı bir prensip olarak kabul etmişlerdir.
Tarım Alanında Gelişme:
Türkiye’nin ekonomik kalkınması köyün ve köylünün kalkınmasına bağlı idi. Bir tarım memleketi olan Anadolu’nun en belli başlı kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında ilgisizlik yüzünden Türkiye’nin tarımı gelişememiş, pek ilkel bir şekilde kalmıştı. Bu geri kalışta aydın sınıfın, milletimizin çokluğunu teşkil eden ve üretici olan köylüye karşı kayıtsızlığının da payı vardır.
Cumhuriyet Hükümeti’nin Köycülük Siyaseti’nde kabul ettiği esaslar şunlardır:
Köylüden ağır vergileri kaldırmak.
Köye para ve kredi sağlamak.
Köylünün ürününü geliştirme ve koruma.
Köylünün bilgi ve görüşünü yükseltmek.
Toprağı olmayan çiftçilere toprak dağıtmak.
Osmanlı İmparatorluğu’nda köylü hükümete vergi verirdi, buna Aşar denirdi. Her çeşit toprak gelirinden onda birini devlet vergi olarak almakta idi. Cumhuriyet idaresi köylüyü ezen ve sefalete ***üren Aşar usulünü kaldırmaya karar verdi (17 Şubat 1925). Yerine arazi vergisi kondu.
Köylüye Para ve Kredi Temini:
Aşar Sistemi yüzünden köylü parasız, tohumsuz ve hayvansız kalmış, köylüye üretim sermayesi sağlamak amacı ile 4 bin lira dağıttı. Bu para faizsiz uzun vadeli olarak verilmişti. Bu para ile köylü çift, çubuk, tohum gibi eksiklerini tamamladı. Ziraat Bankası kredi şartlarını kolaylaştırdı. Köylülere kredi verilmesini sağladı. 1929 yılında Tarım Kredi Kooperatifleri kuruldu. Çiftçilere kredi bulmak imkanını verdi.
Köylünün Ürünlerini Geliştirme ve Koruma:
Memleketin birçok yerlerinde “Tohum Islah İstasyonları” kuruldu. Köylülere pulluk dağıtıldı. Traktör kullanan çiftçiler korundu. Ziraî Donatım Kurumu, çiftçinin tarım aleti, makine ve kimyasal gübre ihtiyacını sağladı. Halka parasız fidan verdi. Numune çiftlikleri açtı. Dalaman Çiftliği en büyük numune çiftliği haline getirildi. Ankara’da Gazi Orman Çiftliği’ni kurdu. Hükümet buğday fiyatını korumak için gerekli gördüğü zaman Ziraat Bankası ve “Toprak Mahsulleri Ofisi” aracılığı ile buğday alım satış işlerini de üzerine aldı.
Tarım Okulları:
Birçok tarım okulu açıldı (Ankara’da açılan Ziraat Fakültesi’dir). Bu fakülte Ziraat Mühendisleri yetiştirir. Ziraat okulları ile diğer tarım kuruluşları teknik bilgileri çiftçilere ulaştırmak ve teknik elemanlara yeni bilgiler vermek maksadı ile kurslar açtı.
Topraksız Çiftçiyi Topraklandırma:
Köylü vatandaşların büyük bir kısmı topraksız idi. Cumhuriyet hükümeti, köylüyü toprak sahibi yapmak için birçok kanunlar çıkardı. 1925’de kabul edilen bir kanuna göre; Köylüye toprak vermek için hükümete ait toprak yoksa, hükümet arazi alır ve verir. İlk on yılda köylüye 1.077.526 dönüm arazi dağıtılmıştır. Toprak sahibi olan köylünün toprak, tohumluk, tarım araçları borçlarının 20 yılda ödenmesi kabul edildi. İlk işletilen arazi, yeni yetiştirilmeye başlanan fidanlıklar, bağlar ve zeytinliklerden belirli bir süre için vergi alınmaması kuralı kabul edildi.
Ormancılık:
Ormancılık Osmanlı İmparatorluğu’nun son devirlerinde korunamadı. Cumhuriyet Hükümeti ormancılığa önem vererek şu esasları kabul etti.
Ağaç kesimini, orman biliminin gösterdiği koşullar ve belirttiği miktarı aşmadan yapmak.
Çıplak alanlarımızı yeniden ağaçlandırmak.
Fenni ormanlar yetiştirmek.
Ormanlarımızı bir zenginlik kaynağı haline getirmek. İzmit’te “Kağıt ve Selüloz Fabrikası”, Gemlik’te “Suni İpek Fabrikası”, İstanbul’da “Kibrit ve Kontraplak Fabrikası” başlıcalarındandır. Orman Fakültesi de kurulmuştur.
Cumhuriyet'in Kuruluşundan Günümüze Tarımsal Gelişmeler
Cumhuriyetten Günümüze Tarım Alanındaki Gelişmeler Hakkında Bilgi
cumhuriyetten günümüze tarım alanındaki gelişimler nelerdir
Yurdumuzun Atatürk dönemine ait ekonomik ve tarımsal anlamda yapısını açıkça belirtmek için Cumhuriyetten evvelki Osmanlı İmparatorluğu’na ait dönemi kısaca gözden geçirmek yerinde olur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun savaştan önce çok cılız bir ekonomiye ve sanayi kuruluşuna sahip olduğunu, 1913 Sanayi Sayımı sonuçlarından öğreniyoruz. 1913’de makine kullanılan ancak 269 işyeri vardı. Ve bu işyerlerinde 1700 işçi çalışıyordu. Gıda endüstrisinde 76, mensucat endüstrisinde 75 işyeri mevcuttu. Diğer önemli sanayiler, topraktan mamul eşya, deri, kösele gibi diğer sektörler idi. Kısacası 1914 yılında Osmanlı Devleti’nin ekonomik durumu tam bir iflasın eşiğinde bulunuyordu. Ülkenin bütün gelir kaynakları ve serveti yabancı devletlerin veya bu devletlere bağlı kuruluşların ipoteği altına girmişti. O zamanın para değerimize göre dış borçlarımızın tutarı 15 milyon Osmanlı Lirası’nı bulmuştur. Bu günkü değeri trilyonların üzerinde bir borç!
Ülkenin dışarıya sattığı malların dış piyasadaki düşük bedeli sebebiyle, hakiki değerin ancak %57’si devlet kasasına giriyordu. 1881 yılında kurulan “Düyun-u Umumiye” yurdun bütün kaynaklarına el atmış durumda idi (şu anda IMF’nin tam anlamda olmasa bile bir nevi yaptığı gibi). Devletin bütün gelirleri (vergileri) bu kuruluşun elinde borçlara karşılık tutuluyordu. Yabancıların yapmış olduğu yatırımların tutarları 6 milyarı bulmakta, bunların karşılığı her yıl 29 milyona yakın Osmanlı Lirası dışarı çıkıyordu. Ödemeler dengesinde büyük bir açıklık vardı. Sermaye birikimi şöyle dursun, boğazımıza kadar borca girmiştik. Sanayinin “s”sinden bahsetmemiz dahi mümkün değildi.
O zaman nüfusumuz 14 milyondur. Tespit edilen gayri safi milli hasıla 210 milyon liradır. Bunun %15’e yakını borçların karşılığı yurtdışına çıkmaktadır.
1914 Devlet Bütçesi yaklaşık 30 milyon Osmanlı Lirası’dır. Dışa ödenen meblağ yaklaşık 32 milyon Osmanlı Lirası’dır. Yani devletin yıllık gelirinin (bütçesinin) tamamı borçlarımızı bile ödeyecek miktarda değil. Kısacası Devlet iflas etmiş. Anadolu kendi kaderine terk edilmiştir.
Tam olarak dışa bağımlı bir ülke haline getirilen Osmanlı Devleti’nin 1914 Dünya Savaşı’na sürüklenmesi ekonomik bağımsızlığını yitirmiş olmasından ileri gelmiştir.
Savaş sonunda nüfusu 12 milyona inmiş olan Osmanlı toprakları yer yer işgal altına girmiş, artık Osmanlı Devleti’nin kaderi işgalci devletlerin insafına ve aralarındaki çıkar çatışmalarının durumuna terk olunmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlardaki ekonomik çöküntüsü Milli Mücadele yıllarında da devam etti. Yeterli silah ve teçhizatı bulunmayan eğitim düzeyi son derece zayıf, ulaşım araç ve imkanlarından mahrum bir ordu ile Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması, Atatürk’ün askeri dehası, liderlik vasfı, ordunun kuvvetli ve kararlı oluşu ile açıklanabilir. Bunun için Milli Mücadele sona ermeden Atatürk’ün ilk işi eksikliklerini ve sıkıntılarını her zaman duyduğu iki alanda devrimlerini başlatmak olmuştu. Bunlardan birincisi Bursa’da topladığı “Maarif Kongresi”, diğeri de İzmir’de topladığı “İktisat Kongresi” idi.
Atatürk düşünüşünde ekonomik konuda güçlü olmak, milletin istiklali ve memleketin bağımsızlığı ile paraleldir. Ve çok önemlidir. Ekonomik yönden geri kalmak, esir olmak anlamına gelir. Bu nedenle Atatürk yeni Türkiye’yi yaratırken tarihteki hataları tekrarlamayacak bir yol izlemektedir.
Atatürk İlkeleri arasında Devletçilikle, milli ekonomiden güç alan bir Milli Eğitimle, Türk toplumunu bütün sosyal kuruluşları ile çağdaş uygarlık doğrultusunda kalkındırmak anlamına gelir. Daha kısa bir deyişle Devletçilik milli ekonomidir.
O yıllarda Türkiye’nin bir yanında Faşizm, bir yanında komünist bir yöntem yürürlüğe girmişti. Atatürk öteden beri, hareket serbestliğini kısıtladığı için bir takım teorilere ve ideolojilere karşı idi. Bu nedenle Atatürk bunların hiçbirine saplanmadı. Türkiye’ye ekonomik işlerde Türk Milleti’nin gerçeklerini yansıtan yepyeni bir görüş getirmek amacında idi.
1922 yılında Atatürk, “Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, hakiki üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, saadet ve servete hak kazanan ve lâyık olan da köylüdür. T.B.M.M. Hükümeti’nin izleyeceği yol bu temel yönde olmalıdır” diyordu. Dediğini de yapıyordu, yaptırıyordu.
Bir taraftan çiftçinin çalışmasını geliştirmek için köylülere gerekli bilgiyi vermeye, tarım araçlarını kullanmasını sağlayarak makinenin yaygınlaşmasına çalışıyor, diğer yandan çiftçi ve köylünün emeklerinin sonuçlarından yüksek seviyede yararlanması amacı ile gerekli ekonomik tedbirlerin alınmasının zorunlu olduğunu belirtiyordu. Daha o yıllarda tarım okullarının açılmasına başladı. Çiftçinin diğer modern araç ve gereçlerle desteklenmesi için gerekli atılımlara yön verildi.
Bu atılımların amacını açıklarken devletçilik ilkesinin izleyeceği yakın ekonomik yönünü de çiziyor Atatürk. Çalışanların hayat seviyesinin yükseltilmesini sağlayacak olan tedbirlerin alındığını, Zonguldak İşçi Kanunu, Anadolu’da Genel Taşıma İşlerini Kolaylaştırmak İçin İşletmecilere Gerekli Müsaadeleri Veren Yönetmelik, Asker Ailelerine Yardım, Tarım Mükellefiyeti Yönetmeliği, Tohumluk Dağıtımı, Ziraat Bankası Aracılığı ile İşçilere Tarım Araç ve Gereçlerinin Dağıtılması vb. konularla ilgili yönetmeliklerin uygulanmasına başladığını daha ilk yıllarda görüyoruz.
Atatürk 1923 yılında yapmış olduğu bir konuşmada; “milletin başkanı olan zatın, halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması” gereği üzerinde durmakta; “Halkı genel durumdan haberdar etmek için son derece önem taşır, çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın beyni çalışmaya başlayacaktır. İyi şeyleri yapacak, milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir” demektedir.
Türkiye’de ilk sanayi planını hazırlatarak bu planı gerçekleştirmiştir. Böylece plan dışına çıkamayacak olan yöneticilerin, vatandaşların her isteğine evet demesinin önüne geçmiştir. Onun bu uygulamasının en belirgin örneği şudur:
“Her vatandaşın arzu ettiğini yapmayı düşünmek, hayalperestliktir. Yapılabilecek şey herkesin arzusunun ortalaması olabilir. Arkadaşlar hepinizce malumdur ki, Parti ve ona mensup arkadaşların tümü hiçbir zaman yapmadıkları ve yapamayacakları şeyler hakkında kamu oyunu aldatıcı bir vaatte bulunmamayı bir prensip olarak kabul etmişlerdir.
Tarım Alanında Gelişme:
Türkiye’nin ekonomik kalkınması köyün ve köylünün kalkınmasına bağlı idi. Bir tarım memleketi olan Anadolu’nun en belli başlı kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında ilgisizlik yüzünden Türkiye’nin tarımı gelişememiş, pek ilkel bir şekilde kalmıştı. Bu geri kalışta aydın sınıfın, milletimizin çokluğunu teşkil eden ve üretici olan köylüye karşı kayıtsızlığının da payı vardır.
Cumhuriyet Hükümeti’nin Köycülük Siyaseti’nde kabul ettiği esaslar şunlardır:
Köylüden ağır vergileri kaldırmak.
Köye para ve kredi sağlamak.
Köylünün ürününü geliştirme ve koruma.
Köylünün bilgi ve görüşünü yükseltmek.
Toprağı olmayan çiftçilere toprak dağıtmak.
Osmanlı İmparatorluğu’nda köylü hükümete vergi verirdi, buna Aşar denirdi. Her çeşit toprak gelirinden onda birini devlet vergi olarak almakta idi. Cumhuriyet idaresi köylüyü ezen ve sefalete ***üren Aşar usulünü kaldırmaya karar verdi (17 Şubat 1925). Yerine arazi vergisi kondu.
Köylüye Para ve Kredi Temini:
Aşar Sistemi yüzünden köylü parasız, tohumsuz ve hayvansız kalmış, köylüye üretim sermayesi sağlamak amacı ile 4 bin lira dağıttı. Bu para faizsiz uzun vadeli olarak verilmişti. Bu para ile köylü çift, çubuk, tohum gibi eksiklerini tamamladı. Ziraat Bankası kredi şartlarını kolaylaştırdı. Köylülere kredi verilmesini sağladı. 1929 yılında Tarım Kredi Kooperatifleri kuruldu. Çiftçilere kredi bulmak imkanını verdi.
Köylünün Ürünlerini Geliştirme ve Koruma:
Memleketin birçok yerlerinde “Tohum Islah İstasyonları” kuruldu. Köylülere pulluk dağıtıldı. Traktör kullanan çiftçiler korundu. Ziraî Donatım Kurumu, çiftçinin tarım aleti, makine ve kimyasal gübre ihtiyacını sağladı. Halka parasız fidan verdi. Numune çiftlikleri açtı. Dalaman Çiftliği en büyük numune çiftliği haline getirildi. Ankara’da Gazi Orman Çiftliği’ni kurdu. Hükümet buğday fiyatını korumak için gerekli gördüğü zaman Ziraat Bankası ve “Toprak Mahsulleri Ofisi” aracılığı ile buğday alım satış işlerini de üzerine aldı.
Tarım Okulları:
Birçok tarım okulu açıldı (Ankara’da açılan Ziraat Fakültesi’dir). Bu fakülte Ziraat Mühendisleri yetiştirir. Ziraat okulları ile diğer tarım kuruluşları teknik bilgileri çiftçilere ulaştırmak ve teknik elemanlara yeni bilgiler vermek maksadı ile kurslar açtı.
Topraksız Çiftçiyi Topraklandırma:
Köylü vatandaşların büyük bir kısmı topraksız idi. Cumhuriyet hükümeti, köylüyü toprak sahibi yapmak için birçok kanunlar çıkardı. 1925’de kabul edilen bir kanuna göre; Köylüye toprak vermek için hükümete ait toprak yoksa, hükümet arazi alır ve verir. İlk on yılda köylüye 1.077.526 dönüm arazi dağıtılmıştır. Toprak sahibi olan köylünün toprak, tohumluk, tarım araçları borçlarının 20 yılda ödenmesi kabul edildi. İlk işletilen arazi, yeni yetiştirilmeye başlanan fidanlıklar, bağlar ve zeytinliklerden belirli bir süre için vergi alınmaması kuralı kabul edildi.
Ormancılık:
Ormancılık Osmanlı İmparatorluğu’nun son devirlerinde korunamadı. Cumhuriyet Hükümeti ormancılığa önem vererek şu esasları kabul etti.
Ağaç kesimini, orman biliminin gösterdiği koşullar ve belirttiği miktarı aşmadan yapmak.
Çıplak alanlarımızı yeniden ağaçlandırmak.
Fenni ormanlar yetiştirmek.
Ormanlarımızı bir zenginlik kaynağı haline getirmek. İzmit’te “Kağıt ve Selüloz Fabrikası”, Gemlik’te “Suni İpek Fabrikası”, İstanbul’da “Kibrit ve Kontraplak Fabrikası” başlıcalarındandır. Orman Fakültesi de kurulmuştur.