Düğün Psikolojisi : ''Evleneceğim Kişi Bumu ? ''

SoruCevap

Üye
Çözümler
1
Tepkime
62
Yaş
36
Coin
256,935
DÜĞÜN PSİKOLOJİSİ: “EVLENECEĞİM KİŞİ BU MU?”

Pek çok düğün öncesi, çiftler birbirleri için şunu düşünebilirler: ‘Olamaz, evleneceğim kişi bu mu!’. Medical Park Fatih Hastanesi’nden Uzman Psikolog Sinem Demir’e göre, bu soruyu sormak, evliliğin gidişatıyla ilgili mutlak bir ipucu değil. Yani düğün sürecinin sancılı geçmesi, evliliğin de illa ki kötü gideceğini göstermez. Evliliğe yüklenen anlam, ailelerin devreye girmesi, ailelerden gelen temel değerlerin çatışması gibi sebepler, evlilik öncesinde sancılı bir süreç yaşanmasına sebep olabilir. Bu da, ‘birlikte olduğum insanı acaba tanımamış mıyım’ gibi bir hisse yol açabilir. Sinem Demir’e göre düğün sadece evliliğin kutlanması, ailelerin bir arada eğlenmesinden öte bir işleve sahip: “Çiftin geçmişlerinden, ailelerinden, geleneklerinden getirdiklerini ortaya döktükleri ‘düğün’, bu ortaya dökülenlerin bazı durumlarda ‘bir düğüme’ dönüşebildiği bir süreç”.
Çocuk muyum, Yetişkin mi: Düğün Sürecinde Karışabilir
Ne oluyor da o duyarlı insan düğün sürecinde birden ailesinin sözünden çıkamayan, onların müdahalelerine tepki veremeyen, kararlılığını ortaya koyamayan biri haline dönüşüyor? Herkesin ailesinden gelen, ailesine de daha önceki nesillerden gelen bazı alışkanlıkları, gelenekleri, değer yargıları, davranış kalıpları vardır. Bu değer yargılarından, alışkanlıklardan hangilerini, ne düzeyde alacaklarına, çiftler birlikte karar vermelidir. Karar verebilmek, yetişkin düzeyinde olmayı, yani sorumluluk ve inisiyatif alabilmeyi gerektirir. Düğün ise bu soğukkanlılığı sağlayabilmek için en uygun zaman olmayabilir. Düğün sürecinde, yetişkin olmakla çocuk olmak arasında gidip gelinir. Genç bir gelin veya damat, ailesinin “çocuğu” ve ailesine has özelliklerin taşıyıcısı olmak ile evleneceği kişinin eşi olarak bir “yetişkin” olmak arasında sıkışabilir. Kişi ailesine “ben çocuk değilim, bakın nasıl da yetişkinim” mesajı vermek isterken, bu kararlılığını eş adayına sert tutumlar olarak gösterebilir. O zamana kadar idealleştirilmiş eş adayı, birden “ailesinin yanında, bana karşı” algısıyla hayal kırıklığı yaşatabilir.
Düğündeki Hayal Kırıklıkları, Evlilikte Fırsata Dönüşebilir

Bu noktada çiftler, düğün sürecindeki hayal kırıklıklarını değerlendirerek, ilişkileriyle ilgili değerli adımlar atabilirler ve bu karmaşa, işe yarar hale dönüşebilir. Evlenilecek kişinin “hata yapmayan, mutlak güçlü, mutlak kararlı” olması beklentisi, gerçekçi değildir. ‘Eş’ olmak da zamanla öğrenilen bir roldür. Diğer yandan, kendisini ‘sadece’ anne-babasının değerlerinin taşıyıcısı ve onların ‘çocuğu’ olarak gören birinin de bir ‘eş’ olması zordur. Düğün süreci, evlilikte de sürebilecek bu eğilimlerin fark edilmesi ve daha sağlıklı bir hale gelmesi için bir fırsattır. Bir yandan doğduğu ailenin çocuğu iken, diğer yandan çekirdek ailede yetişkin olabilmek mümkündür. Bu rollerin dengesini oturtmak hem zaman alır hem de bu konular üzerinde emek sarf etmeyi gerektirir.
Evlilik Öncesi Danışmanlık

Evlilik öncesi sürecin her zaman sancılı, sorunlu olması gerekmez. Bununla birlikte, evlilik öncesinde ‘önemli konuların’ değerlendirilmesi, çiftler için faydalı olabilir. Flört evresinde, her şey olumlu, heyecan verici, pembe bir gözlükle görünürken; konuşulması gereken pek çok konu ise genellikle ihmal edilir. Para idaresi, çocukların yetiştirilmesi, değer yargıları ve inanç sistemlerindeki benzerlik ve farklılıkların değerlendirilmesi gibi konular, “evlilik öncesi danışmanlık” görüşmelerinde ele alınır. Çiftin evliliğe dair bakış açıları, beklentileri, olası kaygıları da bu danışmanlık görüşmelerinde değerlendirilir.
Düğünlerde Anne-Babaların Vedaları: Gözyaşları

Yıllardır (gittiğim, belgesellerde izlediğim) düğünlerde gözlemlediğim insanların başında gelin ve damadın anne-babası gelir. Anne-babalarının düğündeki tepkilerinin, çiftin evlenmesinden sonraki süreçle ilişkili olabildiğini gözlemledim (Bu gözlemlerim bilimsel bir ilişkiyi göstermez, sadece gözlemdir):
Örneğin, oğlunun düğününde çok fazla ağlayan annenin, evlendikten sonra oğlundan uzaklaşabilmesi zor olabiliyor. ‘Biz oğlumuzu vermedik ki, kız aldık’ yaklaşımıyla hiçbir hüzün yaşamayan oğlan annesi de, vedalaşmadığı çocuğunun evliliğine fazlaca dâhil olabiliyor. ‘Ayrılma’nın ‘gelinin evinden ayrılması’ olarak kabul edildiği geleneksel ailelerin düğünlerinde daha dokunaklı düzeyde olmakla birlikte, hemen her gelinin annesinin (az veya çok) ağlaması, hüzünlenmesi neredeyse kaçınılmazdır. Gelin annesi sadece kızından ayrıldığı için değil; kendi genç kızlığını ve evlendiği günü, kendi ailesinden ayrılışını ve sonrasını da hatırlayarak, kızı ile kader ortaklığı yaşar çoğu zaman. Gelinin annesinde en ufak bir hüzünlenme olmaması veya ‘kriz’ düzeyinde bir ağlama, kız annesinin de (duygusal bir) ayrılığa pek niyetli olmadığını düşündürebilir. Düğünlerde ‘çocuğu ile vedalaşma’ meselesini en iyi halledenlerin kız babaları olduğunu gözlemledim. ‘Çocuklarını sevse de duygularını pek belli etmeyen’ler dâhil, kız babalarının eteklerindeki taşlar, düğünlerde engellenemez bir şekilde dökülür. Doğrudan ağlasalar da ağlamasalar da, bastıramayacak kadar yoğun bir hüzün yaşarlar ve sağlıklı bir şekilde, kızlarıyla vedalaşırlar. Sonrasında da, kızlarının evlilikleriyle ilgili gelişmelerde ‘soğukkanlı, orta yol bulucu’ kişi, genellikle kız-babası olur. Erkek babaları ise, düğünlerde hüzün benzeri yüklü duyguları en az gözlediğim ebeveynler. Psikolojinin en temel kuramına (psikanaliz) göre baba ve oğlun erken yaşlardan itibaren ve daha kolay ayrılması, bu gözlemin bir açıklayıcısı olabilir.
Söz konusu olan ‘vedalaşma’, annelikten veya babalıktan vedalaşma, onları ve onların sorunlarını ‘artık bizden çıktı’ yaklaşımıyla tamamen görmezden gelme değildir. Evlenmiş çocukların, anne-babalarının kapılarını hemen hiç çalmaması da, vedalaşmanın sağlıklı olduğunu değil, bir ‘duygusal kopukluk, mesafe’ olduğunu gösterir. ‘Vedalaşma’dan kasıt, çocuklarının evlendikleri kişiyi onlardan ‘bağımsız’ olarak sevebileceğini, yeni kurdukları çekirdek ailenin öncelikli olacağını ve bu ailedeki önemli kararlarıeşiyle birlikte verebilecek kapasiteleri olduğunu kabul etmektir. Vedalaşmaya hazır olmayan anne-babalar, evlilik sürecinde çocuklarının ve gelin-damatlarının yastıklarını paylaşan üçüncü kişi olarak var olmaya çalışırlar ve genellikle evlilik için ‘zorlayıcı’ rol üstlenirler. Anne-babaların bu vedalaşma sorununun ‘bir sorun’ olduğunu fark etmek kadar, bu sorunun üstüne giderken daha sonra telafi edilemeyecek kadar ‘zarar verici, yıpratıcı’ yaklaşımları fark etmek kadar önemlidir ve evlilik terapilerinde ele alınan konulardır.

Sinem Demir
Medical Park Fatih Hastanesi, Klinik Psikolog

Sinem Hanıma Teşekkürler...
 

Create an account or login to comment

You must be a member in order to leave a comment

Create account

Create an account on our community. It's easy!

Log in

Already have an account? Log in here.

Üst Alt