Tarihin Kaydettiği İlk Meydan Savaşı: Kadeş (MÖ 1296-1280)
MÖ II. Binli yıllarda Anadolu’da Hitit, Mezopotamya’da Babil ve Asur devletleri, Mısır’da ise Eski Mısır sülaleri yaşıyordu.
O zamanın bütün dünyasını teşkil eden bu üç memleket arasındaki tüm gidiş gelişler, Kuzey Suriye’den geçmek zorundaydı.
Öte yandan gerek Mezopotamya gerekse Mısır’da orman bulunmadığı için Mısır ve Mezopotamya kralları, yaptıkları mabet ve saraylar için Amanos dağlarında yetişen güzel kokulu ağaçların tomruklarına şiddetle muhtaçtılar. Bu yüzden Eski Şark dünyasında kuvvetlenen her devlet, bu topraklara, yani Kuzey Suriye’ye göz dikiyordu.
Mısır kaynaklarına göre savaş arabaları o çağlarda zamanımızın tank ve zırhlı araçlarına denk araçlardı.
Kadeş Savaşı, Firavun Ramses’in iktidarının beşinci yılında, yani MÖ 1296’da olmakla birlikte, MÖ 1280’de (bazı kaynaklarda 1278) iki devlet arasındaki büyük barışın yapılmış olması, çarpışmaların bı yıla kadar sürdüğünü gösterebilir. Barış yapıldığında Hitit devletinin başında III. Hattusilis bulunuyordu.
Ramses’in Hattuşili’ye gönderdiği mektupta antlaşmadan ‘gümüş tablet’ diye söz edilmektedir.
Kadeş Antlaşması’nın asıl metni gümüş tabletlere çivi yazısıyla yazılmıştı. Antlaşmanın Boğazkale (Hattuşaş) kazılarında bulunan kil tablet şeklindeki nüshası İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.
-Efsanevi Truva Savaşı (MÖ 1200’ler)
Homeros, Truva efsanesini kendi kurgulamamış, yalnızca biçimlendirmiştir. Destan, yenilmez savaşçı Aşil’in (Akhilleus) öfkesi ile başlayıp Hektor’un ölümüyle biten olayları işler.
İlyada Destanı’nda, on yıl süren bu savaşın dokuzuncu yılına ait 49-50 gün hikâye edilir. Odesa’da ise, on yılın sonunda Truva’nın Akalar tarafından ele geçirilmesini sağlayan, meşhur Truva Atı hilesinin mucidi İthaka Kralı Odysseus’un yurda dönüş yolunda başına gelenler anlatılır.
İlk Helenleri Anadolu’ya çeken bir başka sebep de maden idi. Homeros destanında sıkça geçen tunç sözcüğü de bunu gösterir, öte yandan o dönemin en değerli madeni demire sahip olmak da Akaların amaçlarından biriydi.
Truva Anadolu’ya aitti.
Truva’da son yapılan kazılarda, beş bin yıllık bir Hitit su şebekesi ortaya çıkarılmıştır. Ortaya çıkarılan yer altı su sistemi, Truva’nın beş bin yıl önce bir Hitit kenti olduğunu göstermektedir.
Truva (Troia, Troy, İlion, İlias ya da İlium), Küçük Asya (Asia Minor) denen Anadolu’nun kuzeybatısındaki Troas bölgesinde, bir sırtın üzerinde, Çanakkale’nin 30 km kadar uzağındaki Hisarlık Tepesi üzerinde dokuz kere yıkılıp yeniden kurulmuş bir şehirdir.
Homeros’un Yunanlılar tarafından işgal edilip yakılıp yıkıldığını anlattığı, İlyada destanındaki Truva, MÖ 15-12. yüzyıla ait olan 6. tabakadır.
Aşil’in ateşe tutulan vücudu ölümsüzlük kazanmış, ama elle tutulduğu için ateşten etkilenmeyen sağ topuğu dışarıda kalmıştır.
Truva Savaşı’nın on yılı bazen Akaların, bazen de Truvalıların üstünlükleri ile geçer. Bazen orduların savaşı olur, bazen de iki tafaın yiğit savaşçılarının teke tek dövüşü şeklinde cereyan eder. Akalar, bazen Truvalıları kentin surları içine püskürtür, bazen de Truvalılar, Akaları gemilerine kadar kovalar.
Destanın ve savaşın ünlü simalarından Aşil, bir süre sonra kadın meselesi yüzünden Agamemnon’a içerleyip savaştan çekilir. Dostu Patroklos, teke tek savaşta Truvalı Hektor tarafından öldürülünce Aşil, Agamemnon ile barışır ve Hektor’un başını kesmeye yemin ederek savaşa katılır. En sonunda da surlar üzerindeki Truvalı akrabalıların gözü önünde, biraz da Athena’nın yardımıyla Hektor’u öldürür ve cesedini savaş arabalarının arkasına bağlayarak gemilere kadar sürükler. Ancak Aka ordugâhına gelen Priamos’un yalvarıp yakarmalarına dayanamaz ve Hektor’un cesedini törenle yakılması için Truvalılara verir. Savaşın sonlarına doğru, Aşil de Apollo’nun yönlendirdiği Paris’in attığı zehirli ok ile sağ topuğundan vurularak öldürülür. Paris ise Philoktetes’in okuyla kasığından vurularak öldürülecektir.
On yıl gibi uzun bir sürede kenti ele geçiremeyen Akalar, sonunda Odysseus’un önerdiği bir hileye başvurmaya karar verir. Devasa boyutlarda bir tahta at inşa ederek içine Odysseus ile birlikte ordunun en yiğitlerini yerleştirirler. Tanrılarına sunulmuş bir adak gibi atı sahile bırakıp gemilerine biner ve sanki gidiyormuş gibi yapıp yakındaki Tenedos Adası’nın (Bozcaada’nın) arkasına gizlenirler. Truvalılar, Akaların adağı yerine gelmesin diye tahta atı surların içine çekerler. Sonra da şehri başarıyla savundukları düşüncesiyle eğlenceye dalarlar. Gece vakti attan fırlayan Akalar, geri dönen gemilerden sessizce sahile çıkan arkadaşlarına şehrin kapılarını açar. Kaleye dolan savaşçılar Truva’yı yakıp yıkar ve erkekleri öldürür. Priamos’un hazinelerini, kadınları ve Helen’i alarak Yunanistan’a dönerler. Katliamdan kaçarak kurtulan çok az sayıda insan, Truvalı soylu bir kişi olan Aineias liderliğinde Antandros limanından İtalya’ya doğru yola çıkar ve vardıkları yerde Roma Devleti’nin temelini atarlar.
Oysa yapılan son çalışmalar, Truvalıların Anadolu kökenli olduğunu göstermektedir. Eski Yunanlılar kendilerinden farklı diller konuşan halklara ‘barbar’ derlerdi. Truva, uygarlık olarak onlardan üstün olsa bile, bir ‘barbar’ ülkesiydi. Daha ilerideki dönemlerde, Avrupa Hıristiyan olduktan sonra da Ege’nin iki yakası arasındaki uygarlık farklılığı devam etti. Batı tarafı Hıristiyan, Doğu tarafı ise Müslüman dünyanın bir parçası oldu. Truva Savaşları, gerçekte ganimet savaşı olsa da hep bir uygarlıklar savaşı olarak algılanmıştır. Hatta bazılarının kafasında Truva Savaşı halen devam etmektedir.
-Yenilenler Kadar Yenenleri de Yıpratan Pelepones Savaşı (MÖ 431-404)
Pelepones, Mora yarımadasına verilen isimdir.
Böylece Pelepones Savaşları, Yunan tarihinin kaydettiği en büyük yenilgi olan Sicilya seferi ile sona ermişti.
O dönemde Atinalılar, üç ayrı düşmana; Perslere, Spartalılara ve eski müttefiklerine karşı savaşmak zorunda kaldılar.
Siyasetten uygarlığa Yunanların önderliğini yapmış olan Atina çöküyor ve Sparta bir zamanlar can düşmanı olan Perslerin yardımıyla kazandığı bu zaferin ürünlerini toplamaya hazırlanıyordu. Fakat bu kardeş kavgası her iki tarafı da bir hayli yıprattığından ülke, bir süre sonra yabancı bir devletin, Makedonya Krallığı’nın hakimiyeti altına girecek, Atina’nın başaramadığını bu devlet başaracaktı.
-Müslümanların İlk Zaferi Bedir Savaşı (13 Mart 624)
Bedir Savaşı, Hicret’in 2. yılında, Ramazan’ın 17. gününde başlamıştır. (13 Mart 624)
Savaşın yapıldığı yer, Medine ile Mekke arasındaki bir kuyunun yanıydı. Burası, Bedir adında bir kişiye ait olduğu için onun ismi ile anılmıştı. Müslümanlara Hicret’ten önce savaş izni verilmemişti. Nitekim Müslümanlar ne zaman kendilerine zülum ve işkencelere karşı koymak ve zulmedenlerden öç almak isteseler, Hz. Muhammed “Bana savaş emredilmedi” diyerek onları sabırlı olmaya ve Allah’ın bu husustaki emrini beklemeye davet ediyordu.
Araplar eskiden kabilecilik gayretiyle savaşırdı. Bu savaşta ise aynı kabilenin insanları çarpışacaktı; kardeş, amca, yeğen, hatta baba-oğul birbirini öldürecekti.
Müslümanların sancağını Mus’ab b.Umeyr taşıyordu. Onun kardeşi Ebu Aziz ise Kureyş’in bayraktarıydı. Utbe b. Rabia’nın oğullarından Velid, kendi yanında, ikinci oğlu Ebu Huzeyfe ise Müslümanlar arasındaydı. Hz. Ebubekir’in bir oğlu Abdullah kendisiyle beraberdi, diğer oğlu Abdurrahman ise müşrik saflarındaydı. Hz. Muhammed’in amcalarından Hz. Hamza kendi yanında, diğer amcası Abbas ise karşı tarafta yer almıştı. Hz. Peygamberi ömrü boyunca himaye etmiş amcası Ebu Talib’in oğlu Hz. Ali Müslümanlar içinde, diğer oğlu Akil ise Kureyş safında bulunuyordu. Hz. Muhammed’in ilk hanımı Hz. Hatice’nin kardeşi Neyfel ile damadı Ebu’l-As da karşı tarafta yer almıştı. Ailelerin farklı cephelerde yer aldığı bir savaştı, Bedir Savaşı…
Öldürülenlerden 24’ü Müslümanlara en çok düşmanlık gösteren Kureyş büyükleriydi. Savaşın başkomutanı Ebu Cehil de ölenler arasındaydı.
Bedir Zaferi’nin duyulması medine’de bayram havası estirdi. Mekke ise mateme büründü, Ebu Leheb bir hafta sonra üzüntüsünden öldü.
Esirlerden fidyelerini ödeyenler, hemen serbest bırakıldı, ödemeyenler ise, her biri Medineli 10 çocuğa okuma yazma öğretme karşılığında hürriyetlerini kazandı.
Bedir Savaşı’na katılan her Müslüman’a “Ehl-i Bedir” denilmiştir. Bu isimlendirme de İslam tarihinde benzeri bulunmayan bir şereftir, diğer savaşlarda böyle bir ifade kullanılmamıştır.
-Bizans’a Suriye’yi Kaybettiren Yermük Savaşı (20 Ağustos 635)
İslam ve Bizans kaynaklarına göre, Müslümanların Bizans İmparatorluğu’na doğru ilk ilerleyişlerinin zirvesinde Yermük Savaşı bulunmaktadır.
Halid Bin Velid, “Bu savaş geleceği tayin edecek, bugün başarırsak, yarın da başarılı oluruz ve zafer bizimdir. Bugün yenilirsek bir daha kendimize gelemeyiz.”
Bu savaşta İslam ordusunda kadınlar da geri hizmetlerde görev almıştı.
Savaş devam ederken Halid bin Velid, Mekke’den gelen haberle Hz. Ebubekir’in vve yerine Hz. Ömer’in geçtiğini öğrenmişti.
Süveyş’ten Anadolu dağlarına kadar bütün topraklar Müslümanların eline geçmişti.
-Türklerle Arapları Çinlilere Karşı Birleştiren Talas Savaşı (Temmuz 751)
Barış zamanında evlatlar babalarını gömer.
Savaş zamanında ise babalar, oğullarını.
Croesus
Bunu haber alan Çi,nliler, 70 bin kişilik bir orduyla soluğu Arapların Taraz, Çinlilerin Ta-lo-se dedikleri Talas yakınlarında aldı. Çin ve Müslüman kuvvetleri 751 yılının Temmuz ayında Talas yakınında karşı karşıya geldi. Beş gün süren savaş, Göktürklerin bir boyu olan Karlukların arkadan taarruz etmeleri ile Çinliler için büyük bir hezimetle son buldu. 70 bin kişilik Çin birliklerinin büyük bir kısmı savaş meydanında öldürülmüş, 20 bin kadarı esir olarak Müslümanların eline geçmiş, Kao Sien-çe ise son anda canını kurtarıp birkaç adamıyla kaçmıştı.
Talas, sıradan bir savaş değil, bilakis Türk ve İslam ordularının birlikte, Çinlilere karşı verdiği bir meydan savaşıydı. İslamiyet’i henüz kabul etmeyen Türklerin, Orta Asya’da İslam dinini tanıtıp yayan Araplarla birlikte, Çinlilere karşı, Talas’ta yaptıkları bu savaş, sebep ve sonuçları bakımından çok önemlidir. Rus tarihçi Wilhelm Barthold, bu tarihi günün Orta Asya’nın kaderini çizdiğini söyler. Olayların gelişimi Orta Asya’nın Çinleşeceğini gösterdiği bir anda, ülke İslamlaşmaya başlamıştı.
Çinliler, Talas yenilgisinden sonra 20. yüzyılın başına kadar, Tanrı Dağları’nın (Tiyenşan) batısını geçemeyecektir.
Talas Savaşı’nın en önemli neticesi, İslam dininin Türkler arasında yayılmasını sağlamış olmasıdır.
-İspanya’nın Müslümanlar Tarafından Fethi (19 Temmuz 711)
İspanya’da III. Abdurrahman döneminde Emevi hakimiyeti en parlak dönemini yaşamıştı. Kurtuba şehri, Batı’nın Bağdat’ı, yüksek öğrenim ve güzel sanatlar faaliyetlerinin, zengin kitap hazinelerinin toplandığı bir merkezdi. III. Abdurrahman’ın elli yıl süren saltanatı (912-961) sırasında ülke, bütün Avrupa’da sadece İstanbul’un rakip olabildiği en gelişmiş ülke haline gelmişti. Berberilerin 1013’te Kurtuba’yı yağmalaması ve bilim adamlarının dağılmasına bir tepki olarak bu dönemde de ilmi gelişme sürmüş, hükümdarlar entelektüel bir özgürlük ortamı oluşturmuşlardı. Seville, Bodacoz, Almeria, Gırnata ve Saragossa yeni entelektüel merkezler olarak ortaya çıkmıştı.
Endülüs’te, Yahudiler, Müslümanlar ve Hıristiyanlar çok kültürlü bir toplum halinde uyum içinde yaşamışsa da, 800 yıllık mücadele ve savaşlar sonrası Müslümanların ve Mağriplilerin yarımadadan çıkarılmasıyla bu durum değişikliğe uğrayacaktı. İspanyol ruhundaki geçmişe dönük bu yara, daha sonrasında Yahudilerin İspanya’dan kovulmasına kadar uzanan süreci de başlattı. Böylece Güney İspanya’da son Müslüman devlet olarak hayatını sürdüren Gırnata Devleti’ne son verildi.
-İslam Ordularını Batı Avrupa’dan Çıkaran Tur ve Puvatya (Tours ve Poitiers) Savaşı
(Ekim 732)
Batı tarihlerinde Müslümanların ilerleyişini durdurup, Batı Avrupa’yı Hıristiyanlık adına kurtardığı kabul edilen savaş, 732 yılında Charles martel komutasındaki Frenklerin İslam ordularını kesin bir yenilgiye uğrattıkları yerin adıyla anılan Tur ve Puvatya (Poitiers) Savaşı’ydı.
Tarihçi Denis de Rougemont, ‘Gerçek Avrupa topluluğu fikri, ortak düşman olan Endülüs Müslümanlarının 732 yılında Fransa’da Pitiers yakınlarında bozguna uğratılması ile başlamıştır’ der.
-Selçuklu Devleti’nin Temeli Atılıyor Dandanakan Savaşı (Mayıs 1040)
Türk-İslam tarihinin dönüm noktalarından birini teşkil eden Dandanakan meydan Muharebesi üç gün sürdü. Susuzluk, yorgunluk, açlık ve nihayet fikir ayrılıkları içinde bitkin durumda bulunan Gazneliler, Çağrı Bey’in saldırışları ve bu esnada 370 Türk kölesinin Selçuklulara geçişi ile bozguna uğradı. Başta Beg-Toğdı olmak üzere, askerlerin firarı ile sağ-sol kanatlar çöktü. 23 Mayıs 1040 günü Cuma günü Gazne ordusu diye bir şey kalmamıştı ortada. Sultan Mesud, 100 süvari ile savaş meydanını terk ederek güçlükle kurtuldu.
1040 Dandanakan Savaşı ile Selçuklu Devleti bağımsız bir devlet halinde yükseldi. Anadolu seferlerine yönelmelerinin yolu bu zaferle açıldı. Tuğrul Bey 1043’te Kazvin’e geldiği zaman hakimiyeti altına girmeyi reddeden Oğuzlar, ertesi yıl yeni göçlerle kuvvetlenecekler ve büyük kitleler halinde Doğu Anadolu’ya gireceklerdi. Diğer Oğuz kitleleri Diyarbekir istikametinde ilerleyerek, Meyyafarikin (Silvan), Mardin ve Cizre’ye ulaştılar.
-Anadolu’nun Kapısını Türklere Açan Zafer Malazgirt Meydan Savaşı (26 Ağustos
1071)
Selçuklular, Gazneli Devleti’nin egemenliği altında bulunan Horasan’a yerleşip bir devlet kurmalarını sağlayan Dandanakan Savaşı’ndan (23 Mayıs 1040) sonraki yıllarda, genişleme ve yayılma hareketlerini daha çok batıya gerçekleştireceklerdi. Tuğrul Bey, yeni kurulan Selçuklu Devleti’nin baş hükümdarı olarak Nişabur şehrinde tahta çıktığında ilk işi, batı fetihlerini teşkilatlandırmak oldu.
Babası Çağrı Bey’in ölümünden beri Horasan’da vali bulunan Alparslan, amcası Tuğrul Bey’in ölümünden (1063) sonra askeri üstünlüğü, çabukluğu, azmi ve enerjisi sayesinde kısa zamanda, diğer adaylar arasından sıyrılarak, Selçuklu Sultanı olmayı başarmıştı.
Bizanslılar gittikçe tehlikeye düşen Anadolu’yu savunmak için Romen Diyojen (Romanos Diogones) gibi kudretli bir kumandanı imparatorluk makamına çıkardılar. Romen Diyojen, Anadolu’nun Kapadokya bölgesinde görev yapan ünlü bir komutandı.
Er-Basgan, Selçuklu tarihinde Bizans’a iltica eden ilk Türk beyi idi. Onu yakalayıp Sultan’a teslim etmekle görevli Emir Afşin ise, denize ulaşan ilk Türk kumandanı olacaktı.
Bizans İmparatoru Romen Diyojen, 1070-1071 kışında, Anadolu’yu geri almaktan başka İslam ülkelerini istila etmek hatta Selçuklu Devleti’ni de ortadan kaldırmak hedefiyle Bizans tarihinin en büyük ordularından birini toplamıştı…Şark Müslüman ve Hıristiyan kaynakları bu ordunun asker sayısını 200 bin ile 600 bin arasında gösterir. Urfalı Mateos ise ‘deniz kumu kadar çok’ ifadesi ile Bizans ordusunu 1 milyon olarak kaydetmiştir.
Alpaslan’ın bu teklifi zor durumda olduğu için yaptığını düşünen İmparator, öneriyi kaba ve sert bir biçimde reddetti. ‘Ben bu üstün duruma pek çok para sarf ederek ve asker toplayarak eriştim. Şimdi bundan asla vazgeçmem. Barış ancak Rey şehrinde yapılacaktır. İslam ülkelerine kendi ülkem gibi hakim olmadan geri dönmeyeceğim’ dedikten sonra heyete: ‘İsfahan mı güzeldir, yoksa Hemedan mı?’ diye sordu. Heyet Başkanı İbnü’l-Mahleban: ‘İsfahan’ diye karşılık verince ‘Hemedan’ın soğuk olduğunu haber aldık, biz İsfahan’da kışlayacağız, hayvanlarımız da Hemedan’da’ dedi.
Bütün savaş hazırlıklarını bitiren ve ak giysiler giyerek ‘Ölürsem kefenim bu olsun’ diyen Alparslan,…
İlk defa bir Bizans İmparatoru, Müslüman bir hükümdara esir düşüyordu.
Diyojen, Sultan Alparslan tarafından kucaklanarak ve ‘İmparator! Müteessir olmayınız; insanların maceraları böyledir. Size esir değil, büyük bir hükümdar muamelesi yapacağım’ sözleri ile karşılandı.
Alparslan: ‘Eğer zaferi sen kazansaydı bana ne yapardın?’
Diyojen: ‘Fena şeyler, ya başını kesmelerini yahut bir darağacında asmalarını emrederdim.’
Alparslan: ‘Seni affetme kararındayım.’
Diyojen ise ülkesine döndüğünün ertesi günü iki gözü çıkarılarak öldürüldü.
-Bir Doğu-Batı Mücadelesi: Haçlı seferleri (1095-1270)
Haçlı Seferlerinin ardındaki beyin, Papa II. Urbanus, 27 Kasım 1095’te Fransa’da Clermont Konsulü’nde seslendiği kitleye, Müslümanları hedef göstererek, şu çağrıyı yapıyordu: ‘Kudüs şimdi Hz. İsa’nın düşmanlarının, Tanrı tanımazların elinde. Kudüs özgür olmak istiyor, yardımınızı istiyor! Kim bu işi üstlenecek? Kim yanlışları düzeltecek? Bu toprakları kim kurtaracak? Siz değilse kim!
Haçlı Seferleri’nin sebepleri arasında, Doğu’nun elinde tuttuğu ipek ve baharat yollarının ele geçirilmesi umudu da vardı.
Bütün Haçlı Seferleri, 11-13. yüzyıllar arasında Papalığın teşvikiyle Anadolu’da ve kutsal mekânların bulunduğu Kudüs’te Batı hükümranlığını kurmak için düzenlendi. Bu seferlere katılanların zırhlarının üzerine işlenen haç işareti, seferlere de adını verecekti.
Birinci Haçlı Seferi ve Kılıç Arslan (1095-1099)
Haçlılar ikinci kez Anadolu’da (1147-1149)
Üçüncü Haçlı Seferi ve efsane komutan Selahaddin Eyyubi (1189-1192)
Dördüncü Haçlı Seferi (1202-1204)
Beşinci Haçlı seferi (1217-1221)
Altıncı Haçlı Seferi (1228-1229)
Yedinci Haçlı Seferi (1248-1254)
-Anadolu Selçuklu Devleti’nin Sonunu Hazırlayan, Türk Beylikleri’nin Ortaya Çıkışına
Neden Olan Kösedağ Savaşı (4 Temmuz 1243)
1243’te Baycu Noyan komutasındaki 30 bin kişilik Moğol ordusu, 80 bin kişi civarında bulunan Selçuklu ordusunu Kösedağ’da bozguna uğrattı. Heyecan ve tecrübesizlik, bir kez daha affedilmemişti.
Vezir Ali’nin Amasya Kadısı Fahreddin’e söylediği sözler bu durumu dile getirmektedir: ‘Memleket işleri ve saltanat ahvali Sultan’ın akılsızlığı, gençliği ve nadanlığı, ayak takımı ve rezillerle oturup kalkması sebebi ile bu hale düştü; aşırı eğlencenin uğursuzluğu yüzünden bu hale geldi.’
-İngilizlerin Denizlerde Hakimiyet Aramaya Başlamasına Yol Açan Süreç Yüzyıl
Savaşları (1337-1453)
İşte bu sırada Fransa’da yeni bir umut ışığı olarak Jeanne D’arce ortaya çıktı. 16 yaşındaki bu genç kız, Orleans garnizonunun harekete geçmesini sağlayarak düşmanı geriletti. Dauphin’in desteği ile bir ordu kurarak 1429’da Patay’da bir zafer kazandı. Ancak İngilizler tarafından yakalandı, inançlarından saptığı iddiasıyla yargılandı ve 1431’de bir kazıkta yakılarak öldürüldü. Jeanne D’arce Fransa’da yeni bir vatanseverlik ruhu estirmişti.
Daha sonra İngilizlerin kontrolündeki bir kilise tarafından, politik nedenlerle, ama günahkâr olduğu iddiasıyla mahkûm edilerek yakıldı. Henüz 19 yaşındaydı. Ölümünden 24 yıl sonra aklandı. 20. yüzyıla gelindiğinde ise Vatikan tarafından aziz ilan edildi.
-Osmanlı Fetihlerini Kesintiye Uğratan Timur İstilası Ankara Savaşı (28 Temmuz 1402)
Timur, Cengiz Han’dan beri ortaya çıkan büyük Moğol hükümdarlarından ve tarihin en büyük fatihlerinden birisiydi. Bir ayağının sakat olmasından dolayı Osmanlı tarihlerinde “Timurlenk” olarak anılan Timur, Türkistan’da küçük bir hükümdar ailesinin yan koluna mensuptu. Cengiz Han’ın dev imparatorluğunun ihyasını hedef edinmiş, bu amacını uzun ve kanlı mücadeleden sonra hemen hemen gerçekleştirmişti.
Ailesi Türkçe konuşurdu ve Türkleşmiş, Müslümanlaşmış Moğollardandı.
Yıldırım’ın son gönderdiği hediyeler de Timur’un canını sıkmıştı. Hediyelerden her kısmının miktarı on adetti. Oysa Türklerde makbul rakam dokuz olduğundan, hediyeler dokuzar olmalı idi.
Nasıl ki Kösedağ Savaşı, Moğollar karşısında Selçukluların Anadolu’daki gücünü yok ettiyse, Timur da Osmanlıların Anadolu’daki gücünü I. Mehmed’in devleti toparlayışına kadar kesintiye uğratmıştır.
-Roma İmparatorluğu’na Son Noktayı Fatih Sultan Mehmet Koydu İstanbul’un Fethi
(29 Mayıs 1453)
‘Konstantiniyye mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden emir ne güzel emir; o asker ne güzel askerdir.’ Hz. Muhammed (SAV)
Sultan Mehmed, öncelikle 1452 Mart’ında Boğaz’ın iki yakasının birbirine en yakın olduğu mevkide, Yıldırım Bayezid’in yaptırdığı Anadolu Hisarı’nın karşısında Rumeli Hisarı’nın inşasını emretti. Boğazkesen Kalesi Muhammed kelimesindeki harfleri terkiben şekillenmiş ve her mim harfinin yerinde bir kule yükselmişti.
Bizans İmparatoru XI. Konstantin, 6 bin işçinin çalışmasıyla üç-dört ay gibi kısa bir sürede tamamlanan hisarın inşasını, çaresiz bir şekilde izlemek zorunda kalmıştı.
O kadar ki, birleşme karşıtı olan Grandük Lukas Notaras ‘İstanbul’da Kardinal’in şapkasını görmektense Sultan’ın sarığını görmek daha iyidir’ diyordu.
Toplar konusunda usta olan Saruca adlı bir usta, o güne kadar benzeri işitilmemiş 300 kantar ağırlığında büyük bir top dökmüştü. Ayrıca Osmanlı ordusuna iltica eden Macar Urban adlı bir top ustası da Yeniçeri Mühendis Muslihiddin gibi çok sayıda usta ile birlikte İstanbul’un fethinde büyük etkisi olacak topları dökmüştü. Şahi adındaki büyük topun İstanbul’a getirilmesi bile iki ay sürmüştü.
Bu arada da boş durmuyor, Osmanlı kara ve deniz kuvvetlerini engellemek için çareler düşünüyordu. Bunlardan biri, Haliç’in ağzına, bir ucu Sarayburnu’na diğer ucu Galata rıhtımına uzanan bir zincir gerilmesi fikriydi.
Kuşatmada Osmanlı kuvvetleri için surların yanı sıra ikinci büyük engel, surlara yaklaşılmasına engel olan Rum ateşi idi. (Rum ateşi, İstanbul’un fethi esnasında şehri savunmaya çalışan bir Rum tarafından bulunan ve kükürt, zift, tuz, gazyağı ve zeytinyağı karışımından oluşan bir çeşit yanıcı madde)
Gemiler Haliç’ten Yürütülüyor…
Şehre ilk girilen ve bayrağın dikildiği yer Topkapı civarı idi.
29 Mayıs 1453/20 Cemaziyelevvel 857’de, kuşatmanın 54. günü fetih gerçekleşmişti. Şehir, kuruluşundan beri yaşadığı irili ufaklı 28 kuşatmaya dayanmış, 29. seferde pes etmişti.
1600 yılına gelindiğinde ise İstanbul, 700 bin kişilik sakiniyle, o dönem Avrupasının en kalabalık şehri olmuştu.
Bu arada 1455’te, İstanbul’un 500 yıl boyunca can damarı olacak Kapalıçarşı’nın yapımına da başlanmıştı.
MÖ II. Binli yıllarda Anadolu’da Hitit, Mezopotamya’da Babil ve Asur devletleri, Mısır’da ise Eski Mısır sülaleri yaşıyordu.
O zamanın bütün dünyasını teşkil eden bu üç memleket arasındaki tüm gidiş gelişler, Kuzey Suriye’den geçmek zorundaydı.
Öte yandan gerek Mezopotamya gerekse Mısır’da orman bulunmadığı için Mısır ve Mezopotamya kralları, yaptıkları mabet ve saraylar için Amanos dağlarında yetişen güzel kokulu ağaçların tomruklarına şiddetle muhtaçtılar. Bu yüzden Eski Şark dünyasında kuvvetlenen her devlet, bu topraklara, yani Kuzey Suriye’ye göz dikiyordu.
Mısır kaynaklarına göre savaş arabaları o çağlarda zamanımızın tank ve zırhlı araçlarına denk araçlardı.
Kadeş Savaşı, Firavun Ramses’in iktidarının beşinci yılında, yani MÖ 1296’da olmakla birlikte, MÖ 1280’de (bazı kaynaklarda 1278) iki devlet arasındaki büyük barışın yapılmış olması, çarpışmaların bı yıla kadar sürdüğünü gösterebilir. Barış yapıldığında Hitit devletinin başında III. Hattusilis bulunuyordu.
Ramses’in Hattuşili’ye gönderdiği mektupta antlaşmadan ‘gümüş tablet’ diye söz edilmektedir.
Kadeş Antlaşması’nın asıl metni gümüş tabletlere çivi yazısıyla yazılmıştı. Antlaşmanın Boğazkale (Hattuşaş) kazılarında bulunan kil tablet şeklindeki nüshası İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.
-Efsanevi Truva Savaşı (MÖ 1200’ler)
Homeros, Truva efsanesini kendi kurgulamamış, yalnızca biçimlendirmiştir. Destan, yenilmez savaşçı Aşil’in (Akhilleus) öfkesi ile başlayıp Hektor’un ölümüyle biten olayları işler.
İlyada Destanı’nda, on yıl süren bu savaşın dokuzuncu yılına ait 49-50 gün hikâye edilir. Odesa’da ise, on yılın sonunda Truva’nın Akalar tarafından ele geçirilmesini sağlayan, meşhur Truva Atı hilesinin mucidi İthaka Kralı Odysseus’un yurda dönüş yolunda başına gelenler anlatılır.
İlk Helenleri Anadolu’ya çeken bir başka sebep de maden idi. Homeros destanında sıkça geçen tunç sözcüğü de bunu gösterir, öte yandan o dönemin en değerli madeni demire sahip olmak da Akaların amaçlarından biriydi.
Truva Anadolu’ya aitti.
Truva’da son yapılan kazılarda, beş bin yıllık bir Hitit su şebekesi ortaya çıkarılmıştır. Ortaya çıkarılan yer altı su sistemi, Truva’nın beş bin yıl önce bir Hitit kenti olduğunu göstermektedir.
Truva (Troia, Troy, İlion, İlias ya da İlium), Küçük Asya (Asia Minor) denen Anadolu’nun kuzeybatısındaki Troas bölgesinde, bir sırtın üzerinde, Çanakkale’nin 30 km kadar uzağındaki Hisarlık Tepesi üzerinde dokuz kere yıkılıp yeniden kurulmuş bir şehirdir.
Homeros’un Yunanlılar tarafından işgal edilip yakılıp yıkıldığını anlattığı, İlyada destanındaki Truva, MÖ 15-12. yüzyıla ait olan 6. tabakadır.
Aşil’in ateşe tutulan vücudu ölümsüzlük kazanmış, ama elle tutulduğu için ateşten etkilenmeyen sağ topuğu dışarıda kalmıştır.
Truva Savaşı’nın on yılı bazen Akaların, bazen de Truvalıların üstünlükleri ile geçer. Bazen orduların savaşı olur, bazen de iki tafaın yiğit savaşçılarının teke tek dövüşü şeklinde cereyan eder. Akalar, bazen Truvalıları kentin surları içine püskürtür, bazen de Truvalılar, Akaları gemilerine kadar kovalar.
Destanın ve savaşın ünlü simalarından Aşil, bir süre sonra kadın meselesi yüzünden Agamemnon’a içerleyip savaştan çekilir. Dostu Patroklos, teke tek savaşta Truvalı Hektor tarafından öldürülünce Aşil, Agamemnon ile barışır ve Hektor’un başını kesmeye yemin ederek savaşa katılır. En sonunda da surlar üzerindeki Truvalı akrabalıların gözü önünde, biraz da Athena’nın yardımıyla Hektor’u öldürür ve cesedini savaş arabalarının arkasına bağlayarak gemilere kadar sürükler. Ancak Aka ordugâhına gelen Priamos’un yalvarıp yakarmalarına dayanamaz ve Hektor’un cesedini törenle yakılması için Truvalılara verir. Savaşın sonlarına doğru, Aşil de Apollo’nun yönlendirdiği Paris’in attığı zehirli ok ile sağ topuğundan vurularak öldürülür. Paris ise Philoktetes’in okuyla kasığından vurularak öldürülecektir.
On yıl gibi uzun bir sürede kenti ele geçiremeyen Akalar, sonunda Odysseus’un önerdiği bir hileye başvurmaya karar verir. Devasa boyutlarda bir tahta at inşa ederek içine Odysseus ile birlikte ordunun en yiğitlerini yerleştirirler. Tanrılarına sunulmuş bir adak gibi atı sahile bırakıp gemilerine biner ve sanki gidiyormuş gibi yapıp yakındaki Tenedos Adası’nın (Bozcaada’nın) arkasına gizlenirler. Truvalılar, Akaların adağı yerine gelmesin diye tahta atı surların içine çekerler. Sonra da şehri başarıyla savundukları düşüncesiyle eğlenceye dalarlar. Gece vakti attan fırlayan Akalar, geri dönen gemilerden sessizce sahile çıkan arkadaşlarına şehrin kapılarını açar. Kaleye dolan savaşçılar Truva’yı yakıp yıkar ve erkekleri öldürür. Priamos’un hazinelerini, kadınları ve Helen’i alarak Yunanistan’a dönerler. Katliamdan kaçarak kurtulan çok az sayıda insan, Truvalı soylu bir kişi olan Aineias liderliğinde Antandros limanından İtalya’ya doğru yola çıkar ve vardıkları yerde Roma Devleti’nin temelini atarlar.
Oysa yapılan son çalışmalar, Truvalıların Anadolu kökenli olduğunu göstermektedir. Eski Yunanlılar kendilerinden farklı diller konuşan halklara ‘barbar’ derlerdi. Truva, uygarlık olarak onlardan üstün olsa bile, bir ‘barbar’ ülkesiydi. Daha ilerideki dönemlerde, Avrupa Hıristiyan olduktan sonra da Ege’nin iki yakası arasındaki uygarlık farklılığı devam etti. Batı tarafı Hıristiyan, Doğu tarafı ise Müslüman dünyanın bir parçası oldu. Truva Savaşları, gerçekte ganimet savaşı olsa da hep bir uygarlıklar savaşı olarak algılanmıştır. Hatta bazılarının kafasında Truva Savaşı halen devam etmektedir.
-Yenilenler Kadar Yenenleri de Yıpratan Pelepones Savaşı (MÖ 431-404)
Pelepones, Mora yarımadasına verilen isimdir.
Böylece Pelepones Savaşları, Yunan tarihinin kaydettiği en büyük yenilgi olan Sicilya seferi ile sona ermişti.
O dönemde Atinalılar, üç ayrı düşmana; Perslere, Spartalılara ve eski müttefiklerine karşı savaşmak zorunda kaldılar.
Siyasetten uygarlığa Yunanların önderliğini yapmış olan Atina çöküyor ve Sparta bir zamanlar can düşmanı olan Perslerin yardımıyla kazandığı bu zaferin ürünlerini toplamaya hazırlanıyordu. Fakat bu kardeş kavgası her iki tarafı da bir hayli yıprattığından ülke, bir süre sonra yabancı bir devletin, Makedonya Krallığı’nın hakimiyeti altına girecek, Atina’nın başaramadığını bu devlet başaracaktı.
-Müslümanların İlk Zaferi Bedir Savaşı (13 Mart 624)
Bedir Savaşı, Hicret’in 2. yılında, Ramazan’ın 17. gününde başlamıştır. (13 Mart 624)
Savaşın yapıldığı yer, Medine ile Mekke arasındaki bir kuyunun yanıydı. Burası, Bedir adında bir kişiye ait olduğu için onun ismi ile anılmıştı. Müslümanlara Hicret’ten önce savaş izni verilmemişti. Nitekim Müslümanlar ne zaman kendilerine zülum ve işkencelere karşı koymak ve zulmedenlerden öç almak isteseler, Hz. Muhammed “Bana savaş emredilmedi” diyerek onları sabırlı olmaya ve Allah’ın bu husustaki emrini beklemeye davet ediyordu.
Araplar eskiden kabilecilik gayretiyle savaşırdı. Bu savaşta ise aynı kabilenin insanları çarpışacaktı; kardeş, amca, yeğen, hatta baba-oğul birbirini öldürecekti.
Müslümanların sancağını Mus’ab b.Umeyr taşıyordu. Onun kardeşi Ebu Aziz ise Kureyş’in bayraktarıydı. Utbe b. Rabia’nın oğullarından Velid, kendi yanında, ikinci oğlu Ebu Huzeyfe ise Müslümanlar arasındaydı. Hz. Ebubekir’in bir oğlu Abdullah kendisiyle beraberdi, diğer oğlu Abdurrahman ise müşrik saflarındaydı. Hz. Muhammed’in amcalarından Hz. Hamza kendi yanında, diğer amcası Abbas ise karşı tarafta yer almıştı. Hz. Peygamberi ömrü boyunca himaye etmiş amcası Ebu Talib’in oğlu Hz. Ali Müslümanlar içinde, diğer oğlu Akil ise Kureyş safında bulunuyordu. Hz. Muhammed’in ilk hanımı Hz. Hatice’nin kardeşi Neyfel ile damadı Ebu’l-As da karşı tarafta yer almıştı. Ailelerin farklı cephelerde yer aldığı bir savaştı, Bedir Savaşı…
Öldürülenlerden 24’ü Müslümanlara en çok düşmanlık gösteren Kureyş büyükleriydi. Savaşın başkomutanı Ebu Cehil de ölenler arasındaydı.
Bedir Zaferi’nin duyulması medine’de bayram havası estirdi. Mekke ise mateme büründü, Ebu Leheb bir hafta sonra üzüntüsünden öldü.
Esirlerden fidyelerini ödeyenler, hemen serbest bırakıldı, ödemeyenler ise, her biri Medineli 10 çocuğa okuma yazma öğretme karşılığında hürriyetlerini kazandı.
Bedir Savaşı’na katılan her Müslüman’a “Ehl-i Bedir” denilmiştir. Bu isimlendirme de İslam tarihinde benzeri bulunmayan bir şereftir, diğer savaşlarda böyle bir ifade kullanılmamıştır.
-Bizans’a Suriye’yi Kaybettiren Yermük Savaşı (20 Ağustos 635)
İslam ve Bizans kaynaklarına göre, Müslümanların Bizans İmparatorluğu’na doğru ilk ilerleyişlerinin zirvesinde Yermük Savaşı bulunmaktadır.
Halid Bin Velid, “Bu savaş geleceği tayin edecek, bugün başarırsak, yarın da başarılı oluruz ve zafer bizimdir. Bugün yenilirsek bir daha kendimize gelemeyiz.”
Bu savaşta İslam ordusunda kadınlar da geri hizmetlerde görev almıştı.
Savaş devam ederken Halid bin Velid, Mekke’den gelen haberle Hz. Ebubekir’in vve yerine Hz. Ömer’in geçtiğini öğrenmişti.
Süveyş’ten Anadolu dağlarına kadar bütün topraklar Müslümanların eline geçmişti.
-Türklerle Arapları Çinlilere Karşı Birleştiren Talas Savaşı (Temmuz 751)
Barış zamanında evlatlar babalarını gömer.
Savaş zamanında ise babalar, oğullarını.
Croesus
Bunu haber alan Çi,nliler, 70 bin kişilik bir orduyla soluğu Arapların Taraz, Çinlilerin Ta-lo-se dedikleri Talas yakınlarında aldı. Çin ve Müslüman kuvvetleri 751 yılının Temmuz ayında Talas yakınında karşı karşıya geldi. Beş gün süren savaş, Göktürklerin bir boyu olan Karlukların arkadan taarruz etmeleri ile Çinliler için büyük bir hezimetle son buldu. 70 bin kişilik Çin birliklerinin büyük bir kısmı savaş meydanında öldürülmüş, 20 bin kadarı esir olarak Müslümanların eline geçmiş, Kao Sien-çe ise son anda canını kurtarıp birkaç adamıyla kaçmıştı.
Talas, sıradan bir savaş değil, bilakis Türk ve İslam ordularının birlikte, Çinlilere karşı verdiği bir meydan savaşıydı. İslamiyet’i henüz kabul etmeyen Türklerin, Orta Asya’da İslam dinini tanıtıp yayan Araplarla birlikte, Çinlilere karşı, Talas’ta yaptıkları bu savaş, sebep ve sonuçları bakımından çok önemlidir. Rus tarihçi Wilhelm Barthold, bu tarihi günün Orta Asya’nın kaderini çizdiğini söyler. Olayların gelişimi Orta Asya’nın Çinleşeceğini gösterdiği bir anda, ülke İslamlaşmaya başlamıştı.
Çinliler, Talas yenilgisinden sonra 20. yüzyılın başına kadar, Tanrı Dağları’nın (Tiyenşan) batısını geçemeyecektir.
Talas Savaşı’nın en önemli neticesi, İslam dininin Türkler arasında yayılmasını sağlamış olmasıdır.
-İspanya’nın Müslümanlar Tarafından Fethi (19 Temmuz 711)
İspanya’da III. Abdurrahman döneminde Emevi hakimiyeti en parlak dönemini yaşamıştı. Kurtuba şehri, Batı’nın Bağdat’ı, yüksek öğrenim ve güzel sanatlar faaliyetlerinin, zengin kitap hazinelerinin toplandığı bir merkezdi. III. Abdurrahman’ın elli yıl süren saltanatı (912-961) sırasında ülke, bütün Avrupa’da sadece İstanbul’un rakip olabildiği en gelişmiş ülke haline gelmişti. Berberilerin 1013’te Kurtuba’yı yağmalaması ve bilim adamlarının dağılmasına bir tepki olarak bu dönemde de ilmi gelişme sürmüş, hükümdarlar entelektüel bir özgürlük ortamı oluşturmuşlardı. Seville, Bodacoz, Almeria, Gırnata ve Saragossa yeni entelektüel merkezler olarak ortaya çıkmıştı.
Endülüs’te, Yahudiler, Müslümanlar ve Hıristiyanlar çok kültürlü bir toplum halinde uyum içinde yaşamışsa da, 800 yıllık mücadele ve savaşlar sonrası Müslümanların ve Mağriplilerin yarımadadan çıkarılmasıyla bu durum değişikliğe uğrayacaktı. İspanyol ruhundaki geçmişe dönük bu yara, daha sonrasında Yahudilerin İspanya’dan kovulmasına kadar uzanan süreci de başlattı. Böylece Güney İspanya’da son Müslüman devlet olarak hayatını sürdüren Gırnata Devleti’ne son verildi.
-İslam Ordularını Batı Avrupa’dan Çıkaran Tur ve Puvatya (Tours ve Poitiers) Savaşı
(Ekim 732)
Batı tarihlerinde Müslümanların ilerleyişini durdurup, Batı Avrupa’yı Hıristiyanlık adına kurtardığı kabul edilen savaş, 732 yılında Charles martel komutasındaki Frenklerin İslam ordularını kesin bir yenilgiye uğrattıkları yerin adıyla anılan Tur ve Puvatya (Poitiers) Savaşı’ydı.
Tarihçi Denis de Rougemont, ‘Gerçek Avrupa topluluğu fikri, ortak düşman olan Endülüs Müslümanlarının 732 yılında Fransa’da Pitiers yakınlarında bozguna uğratılması ile başlamıştır’ der.
-Selçuklu Devleti’nin Temeli Atılıyor Dandanakan Savaşı (Mayıs 1040)
Türk-İslam tarihinin dönüm noktalarından birini teşkil eden Dandanakan meydan Muharebesi üç gün sürdü. Susuzluk, yorgunluk, açlık ve nihayet fikir ayrılıkları içinde bitkin durumda bulunan Gazneliler, Çağrı Bey’in saldırışları ve bu esnada 370 Türk kölesinin Selçuklulara geçişi ile bozguna uğradı. Başta Beg-Toğdı olmak üzere, askerlerin firarı ile sağ-sol kanatlar çöktü. 23 Mayıs 1040 günü Cuma günü Gazne ordusu diye bir şey kalmamıştı ortada. Sultan Mesud, 100 süvari ile savaş meydanını terk ederek güçlükle kurtuldu.
1040 Dandanakan Savaşı ile Selçuklu Devleti bağımsız bir devlet halinde yükseldi. Anadolu seferlerine yönelmelerinin yolu bu zaferle açıldı. Tuğrul Bey 1043’te Kazvin’e geldiği zaman hakimiyeti altına girmeyi reddeden Oğuzlar, ertesi yıl yeni göçlerle kuvvetlenecekler ve büyük kitleler halinde Doğu Anadolu’ya gireceklerdi. Diğer Oğuz kitleleri Diyarbekir istikametinde ilerleyerek, Meyyafarikin (Silvan), Mardin ve Cizre’ye ulaştılar.
-Anadolu’nun Kapısını Türklere Açan Zafer Malazgirt Meydan Savaşı (26 Ağustos
1071)
Selçuklular, Gazneli Devleti’nin egemenliği altında bulunan Horasan’a yerleşip bir devlet kurmalarını sağlayan Dandanakan Savaşı’ndan (23 Mayıs 1040) sonraki yıllarda, genişleme ve yayılma hareketlerini daha çok batıya gerçekleştireceklerdi. Tuğrul Bey, yeni kurulan Selçuklu Devleti’nin baş hükümdarı olarak Nişabur şehrinde tahta çıktığında ilk işi, batı fetihlerini teşkilatlandırmak oldu.
Babası Çağrı Bey’in ölümünden beri Horasan’da vali bulunan Alparslan, amcası Tuğrul Bey’in ölümünden (1063) sonra askeri üstünlüğü, çabukluğu, azmi ve enerjisi sayesinde kısa zamanda, diğer adaylar arasından sıyrılarak, Selçuklu Sultanı olmayı başarmıştı.
Bizanslılar gittikçe tehlikeye düşen Anadolu’yu savunmak için Romen Diyojen (Romanos Diogones) gibi kudretli bir kumandanı imparatorluk makamına çıkardılar. Romen Diyojen, Anadolu’nun Kapadokya bölgesinde görev yapan ünlü bir komutandı.
Er-Basgan, Selçuklu tarihinde Bizans’a iltica eden ilk Türk beyi idi. Onu yakalayıp Sultan’a teslim etmekle görevli Emir Afşin ise, denize ulaşan ilk Türk kumandanı olacaktı.
Bizans İmparatoru Romen Diyojen, 1070-1071 kışında, Anadolu’yu geri almaktan başka İslam ülkelerini istila etmek hatta Selçuklu Devleti’ni de ortadan kaldırmak hedefiyle Bizans tarihinin en büyük ordularından birini toplamıştı…Şark Müslüman ve Hıristiyan kaynakları bu ordunun asker sayısını 200 bin ile 600 bin arasında gösterir. Urfalı Mateos ise ‘deniz kumu kadar çok’ ifadesi ile Bizans ordusunu 1 milyon olarak kaydetmiştir.
Alpaslan’ın bu teklifi zor durumda olduğu için yaptığını düşünen İmparator, öneriyi kaba ve sert bir biçimde reddetti. ‘Ben bu üstün duruma pek çok para sarf ederek ve asker toplayarak eriştim. Şimdi bundan asla vazgeçmem. Barış ancak Rey şehrinde yapılacaktır. İslam ülkelerine kendi ülkem gibi hakim olmadan geri dönmeyeceğim’ dedikten sonra heyete: ‘İsfahan mı güzeldir, yoksa Hemedan mı?’ diye sordu. Heyet Başkanı İbnü’l-Mahleban: ‘İsfahan’ diye karşılık verince ‘Hemedan’ın soğuk olduğunu haber aldık, biz İsfahan’da kışlayacağız, hayvanlarımız da Hemedan’da’ dedi.
Bütün savaş hazırlıklarını bitiren ve ak giysiler giyerek ‘Ölürsem kefenim bu olsun’ diyen Alparslan,…
İlk defa bir Bizans İmparatoru, Müslüman bir hükümdara esir düşüyordu.
Diyojen, Sultan Alparslan tarafından kucaklanarak ve ‘İmparator! Müteessir olmayınız; insanların maceraları böyledir. Size esir değil, büyük bir hükümdar muamelesi yapacağım’ sözleri ile karşılandı.
Alparslan: ‘Eğer zaferi sen kazansaydı bana ne yapardın?’
Diyojen: ‘Fena şeyler, ya başını kesmelerini yahut bir darağacında asmalarını emrederdim.’
Alparslan: ‘Seni affetme kararındayım.’
Diyojen ise ülkesine döndüğünün ertesi günü iki gözü çıkarılarak öldürüldü.
-Bir Doğu-Batı Mücadelesi: Haçlı seferleri (1095-1270)
Haçlı Seferlerinin ardındaki beyin, Papa II. Urbanus, 27 Kasım 1095’te Fransa’da Clermont Konsulü’nde seslendiği kitleye, Müslümanları hedef göstererek, şu çağrıyı yapıyordu: ‘Kudüs şimdi Hz. İsa’nın düşmanlarının, Tanrı tanımazların elinde. Kudüs özgür olmak istiyor, yardımınızı istiyor! Kim bu işi üstlenecek? Kim yanlışları düzeltecek? Bu toprakları kim kurtaracak? Siz değilse kim!
Haçlı Seferleri’nin sebepleri arasında, Doğu’nun elinde tuttuğu ipek ve baharat yollarının ele geçirilmesi umudu da vardı.
Bütün Haçlı Seferleri, 11-13. yüzyıllar arasında Papalığın teşvikiyle Anadolu’da ve kutsal mekânların bulunduğu Kudüs’te Batı hükümranlığını kurmak için düzenlendi. Bu seferlere katılanların zırhlarının üzerine işlenen haç işareti, seferlere de adını verecekti.
Birinci Haçlı Seferi ve Kılıç Arslan (1095-1099)
Haçlılar ikinci kez Anadolu’da (1147-1149)
Üçüncü Haçlı Seferi ve efsane komutan Selahaddin Eyyubi (1189-1192)
Dördüncü Haçlı Seferi (1202-1204)
Beşinci Haçlı seferi (1217-1221)
Altıncı Haçlı Seferi (1228-1229)
Yedinci Haçlı Seferi (1248-1254)
-Anadolu Selçuklu Devleti’nin Sonunu Hazırlayan, Türk Beylikleri’nin Ortaya Çıkışına
Neden Olan Kösedağ Savaşı (4 Temmuz 1243)
1243’te Baycu Noyan komutasındaki 30 bin kişilik Moğol ordusu, 80 bin kişi civarında bulunan Selçuklu ordusunu Kösedağ’da bozguna uğrattı. Heyecan ve tecrübesizlik, bir kez daha affedilmemişti.
Vezir Ali’nin Amasya Kadısı Fahreddin’e söylediği sözler bu durumu dile getirmektedir: ‘Memleket işleri ve saltanat ahvali Sultan’ın akılsızlığı, gençliği ve nadanlığı, ayak takımı ve rezillerle oturup kalkması sebebi ile bu hale düştü; aşırı eğlencenin uğursuzluğu yüzünden bu hale geldi.’
-İngilizlerin Denizlerde Hakimiyet Aramaya Başlamasına Yol Açan Süreç Yüzyıl
Savaşları (1337-1453)
İşte bu sırada Fransa’da yeni bir umut ışığı olarak Jeanne D’arce ortaya çıktı. 16 yaşındaki bu genç kız, Orleans garnizonunun harekete geçmesini sağlayarak düşmanı geriletti. Dauphin’in desteği ile bir ordu kurarak 1429’da Patay’da bir zafer kazandı. Ancak İngilizler tarafından yakalandı, inançlarından saptığı iddiasıyla yargılandı ve 1431’de bir kazıkta yakılarak öldürüldü. Jeanne D’arce Fransa’da yeni bir vatanseverlik ruhu estirmişti.
Daha sonra İngilizlerin kontrolündeki bir kilise tarafından, politik nedenlerle, ama günahkâr olduğu iddiasıyla mahkûm edilerek yakıldı. Henüz 19 yaşındaydı. Ölümünden 24 yıl sonra aklandı. 20. yüzyıla gelindiğinde ise Vatikan tarafından aziz ilan edildi.
-Osmanlı Fetihlerini Kesintiye Uğratan Timur İstilası Ankara Savaşı (28 Temmuz 1402)
Timur, Cengiz Han’dan beri ortaya çıkan büyük Moğol hükümdarlarından ve tarihin en büyük fatihlerinden birisiydi. Bir ayağının sakat olmasından dolayı Osmanlı tarihlerinde “Timurlenk” olarak anılan Timur, Türkistan’da küçük bir hükümdar ailesinin yan koluna mensuptu. Cengiz Han’ın dev imparatorluğunun ihyasını hedef edinmiş, bu amacını uzun ve kanlı mücadeleden sonra hemen hemen gerçekleştirmişti.
Ailesi Türkçe konuşurdu ve Türkleşmiş, Müslümanlaşmış Moğollardandı.
Yıldırım’ın son gönderdiği hediyeler de Timur’un canını sıkmıştı. Hediyelerden her kısmının miktarı on adetti. Oysa Türklerde makbul rakam dokuz olduğundan, hediyeler dokuzar olmalı idi.
Nasıl ki Kösedağ Savaşı, Moğollar karşısında Selçukluların Anadolu’daki gücünü yok ettiyse, Timur da Osmanlıların Anadolu’daki gücünü I. Mehmed’in devleti toparlayışına kadar kesintiye uğratmıştır.
-Roma İmparatorluğu’na Son Noktayı Fatih Sultan Mehmet Koydu İstanbul’un Fethi
(29 Mayıs 1453)
‘Konstantiniyye mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden emir ne güzel emir; o asker ne güzel askerdir.’ Hz. Muhammed (SAV)
Sultan Mehmed, öncelikle 1452 Mart’ında Boğaz’ın iki yakasının birbirine en yakın olduğu mevkide, Yıldırım Bayezid’in yaptırdığı Anadolu Hisarı’nın karşısında Rumeli Hisarı’nın inşasını emretti. Boğazkesen Kalesi Muhammed kelimesindeki harfleri terkiben şekillenmiş ve her mim harfinin yerinde bir kule yükselmişti.
Bizans İmparatoru XI. Konstantin, 6 bin işçinin çalışmasıyla üç-dört ay gibi kısa bir sürede tamamlanan hisarın inşasını, çaresiz bir şekilde izlemek zorunda kalmıştı.
O kadar ki, birleşme karşıtı olan Grandük Lukas Notaras ‘İstanbul’da Kardinal’in şapkasını görmektense Sultan’ın sarığını görmek daha iyidir’ diyordu.
Toplar konusunda usta olan Saruca adlı bir usta, o güne kadar benzeri işitilmemiş 300 kantar ağırlığında büyük bir top dökmüştü. Ayrıca Osmanlı ordusuna iltica eden Macar Urban adlı bir top ustası da Yeniçeri Mühendis Muslihiddin gibi çok sayıda usta ile birlikte İstanbul’un fethinde büyük etkisi olacak topları dökmüştü. Şahi adındaki büyük topun İstanbul’a getirilmesi bile iki ay sürmüştü.
Bu arada da boş durmuyor, Osmanlı kara ve deniz kuvvetlerini engellemek için çareler düşünüyordu. Bunlardan biri, Haliç’in ağzına, bir ucu Sarayburnu’na diğer ucu Galata rıhtımına uzanan bir zincir gerilmesi fikriydi.
Kuşatmada Osmanlı kuvvetleri için surların yanı sıra ikinci büyük engel, surlara yaklaşılmasına engel olan Rum ateşi idi. (Rum ateşi, İstanbul’un fethi esnasında şehri savunmaya çalışan bir Rum tarafından bulunan ve kükürt, zift, tuz, gazyağı ve zeytinyağı karışımından oluşan bir çeşit yanıcı madde)
Gemiler Haliç’ten Yürütülüyor…
Şehre ilk girilen ve bayrağın dikildiği yer Topkapı civarı idi.
29 Mayıs 1453/20 Cemaziyelevvel 857’de, kuşatmanın 54. günü fetih gerçekleşmişti. Şehir, kuruluşundan beri yaşadığı irili ufaklı 28 kuşatmaya dayanmış, 29. seferde pes etmişti.
1600 yılına gelindiğinde ise İstanbul, 700 bin kişilik sakiniyle, o dönem Avrupasının en kalabalık şehri olmuştu.
Bu arada 1455’te, İstanbul’un 500 yıl boyunca can damarı olacak Kapalıçarşı’nın yapımına da başlanmıştı.