Duygular ve duşunceler arasında nasıl bir ilişki vardır ?
İnsanoğlunu oteki yaratıklardan ayıran en buyuk ozelliği, zekasının ve duşunme yeteneğinin varlığıdır Zeka, duygu ve duşunce sistemi, insanın ic benliğin; kuran oğelerdir Hayal eden, duşunen ve duygulanan kimse, bunların sonuclarım davranışlar veya soz olarak kendi benliğinin dışına aktarır Bu aktarmada onun en buyuk yardımcısı dildir Şu halde dil, bir yonu ile insan zekasının, insandaki duygu ve duşunce gucunun en iyi dışa verme, en iyi anlatım aracıdır Bu durumu dolayısıyla, o aynı zamanda kişinin ic dunyası ile cevresi ve dış dunyası arasında bağlantı kuran bir aractır da
Yeni doğmuş bir cocuğun taklitle başlayan kelimeleri oğrenme doneminden, kafasında kavramlar yer ettikce yavaş yavaş nasıl bilincli bir dil oğrenme donemine gectiği goz onunde bulundurulursa, kişinin ic dunyası ile dış dunyasını birbirine bağlayan dilin ortaya cıkışı daha iyi kavranır
Her dil, ilk belirtilerim, daha minik bir insan yavrusunun ana karnından ana kucağına gecişi ile vermeye başlar Aclığım, susuzluğunu ilk ihtiyaclarım ve ağrıyan bir yerini onceleri yalnız ağlama dili ile belli eden cocuk, sonraları aile cevresinden duyduğu sozleri taklit yoluna yonelir Daha sonra da o sozlerin boş birer ses kalıbından ibaret olmadıklarım, her birinin birer anlamı bulunduğunu sezinleyerek bunları kavramaya calışır Cocuk, aile ve cevre şartları icinde yavaş yavaş serpilip boy attıkca, buna paralel olarak kendi ic dunyasını ve fikir yapışım da geliştirmeye başlar, işte insanın ic ve dış dunyasındaki bu gelişmelerin başlıca anahtarı dildir İlk aylarda ağlamalar, elkol hareketleri, atılmalar ve taklit ile gercekleştirilen anlaşma, daha sonra asıl ifadesini dilde bulur Nasıl bir cicek tohumu elverişli iklim şartları icinde buyuyup gelişirse, bir insan yavrusu da buyumesine ve bedence serpilmesine paralel duşunce ve ruh dunyasını cevre ve toplum şartlarına bağlı olarak dil ile geliştirir Onun zihninde belirli tasavvur ve duşuncelerle şekil alan kavramlar, dış dunyaya aktarılırken, ses kalıpları olan sozcukler icinde ve bunları birbirine bağlayan ekler yardımı ile birtakım anlamlara donuşur Sozcukler ancak anlamları ile dolgunluk ve değer kazanırlar Kendi duşunce sistemi icindeki kavramları, birbirleri ile bağlantılı anlamlı sozcukler ve sozcuklerden kurulmuş cumleler halinde dışarıya vuran cocuk da yavaş yavaş konuşmaya başlar ve dili oğrenir
Goruluyor ki insan varlığının dış dunyası ile ic dunyası arasındaki surekli ve dengeli bağlantı, yavaş yavaş ve oğrenme yolu ile elde edilen dil ile kurulabilmektedir Bu bakımdan dil, insan benliğinin ayrılmaz bir parcası ve zengin bir urunudur Duşunce ve duyguların dışarıya aktarılması ile varlık kazanmıştır Gerci, dil duşunce ilişkisi acısından butun dilbilimciler aynı goruşu benimsemiş değillerdir R W Langacker gibi bazı dilbilimciler, muzik besteleme, heykel yapma gibi faaliyetlerin dille ilişkisi bulunmadığım dikkate alarak, dil olmadan da duşunulebileceği goruşunu benimsemişlerdir Onlara gore duşunme, dilden ayrı, bağımsız ve bilincli bir zihin işlemidir Yalnız, bunları duşunduren ve goruşlerini dayanıksız kılan nokta, adalet, erdem, merhamet, guc, kudret, vicdan, olgunluk, bıkkınlık gibi soyut kavramların dil olmadan anlatılamayacağı hususudur Buna karşılık diğer bazı dilbilimciler, Platon'dan beri suregelen goruşu benimseyerek konuşma ve duşunmeyi birbirinden ayırmazlar Duşuncenin ancak dille gercekleşebildiği goruşunu benimserler
Bu iki farklı goruş karşısında, biz, dil ile duşuncenin nitelikleri bakımından iki ayrı işlem olduklarım benimsemiş olsak bile, muzik, resim, heykel vb istisnalar dışında duşunce ve duygu urunlerinin insan benliğinin dışına yalnız dille aktarılabileceğini kabul etmek zorundayız
Bu gercek karşısında, dil ile duşunce arasında yakın bir ilişki bulunduğuna şuphe yoktur İnsan zekasının, insandaki sınırı cizilemeyen duygu ve duşuncelerin urunleri kendi benliğinin dışına dille aktarıldığına gore, dil ile duşunce ic ice girmiş durumdadır Karşılıklı ilişkiler acısından bunları birbirinden ayırmak mumkun değildir Konuşmalarımız ve sozlerimiz, daha doğrusu dilimiz, bir bakıma duşunce ve duygularımızın dışa uzanmış goruntuleridir; zihindeki kavramların ses kalıplarına donuşmuş sembolleridir Duygu ve duşuncelerimizdeki genişlik, derinlik ve anlamlılık ifadesini ancak dille gercekleştirebilir Eğer bir dil, anlatım gucu bakımından yeterince genişlik, dolgunluk, derinlik ve olgunluk kazanamamışsa, insanın ic dunyasındaki bircok değerler dışa verilme imkanından yoksun kalır Bu bakımdan dil zenginliğinin ve mukemmelliğinin, dil duşunce bağlantısı acısından cok buyuk bir değeri vardır Ancak, unutmamak gerekir ki, bir dilin anlatım gucundeki dolgunluk ve zenginlik milyonlarca insanın yuzyıllar suren ortaklaşa katkıları, yuzlerce fikir ve sanat erbabının, o dili yavaş yavaş bir oya gibi işleyip geliştirmesi ile gercekleştirilebilmektedir
İnsanoğlunu oteki yaratıklardan ayıran en buyuk ozelliği, zekasının ve duşunme yeteneğinin varlığıdır Zeka, duygu ve duşunce sistemi, insanın ic benliğin; kuran oğelerdir Hayal eden, duşunen ve duygulanan kimse, bunların sonuclarım davranışlar veya soz olarak kendi benliğinin dışına aktarır Bu aktarmada onun en buyuk yardımcısı dildir Şu halde dil, bir yonu ile insan zekasının, insandaki duygu ve duşunce gucunun en iyi dışa verme, en iyi anlatım aracıdır Bu durumu dolayısıyla, o aynı zamanda kişinin ic dunyası ile cevresi ve dış dunyası arasında bağlantı kuran bir aractır da
Yeni doğmuş bir cocuğun taklitle başlayan kelimeleri oğrenme doneminden, kafasında kavramlar yer ettikce yavaş yavaş nasıl bilincli bir dil oğrenme donemine gectiği goz onunde bulundurulursa, kişinin ic dunyası ile dış dunyasını birbirine bağlayan dilin ortaya cıkışı daha iyi kavranır
Her dil, ilk belirtilerim, daha minik bir insan yavrusunun ana karnından ana kucağına gecişi ile vermeye başlar Aclığım, susuzluğunu ilk ihtiyaclarım ve ağrıyan bir yerini onceleri yalnız ağlama dili ile belli eden cocuk, sonraları aile cevresinden duyduğu sozleri taklit yoluna yonelir Daha sonra da o sozlerin boş birer ses kalıbından ibaret olmadıklarım, her birinin birer anlamı bulunduğunu sezinleyerek bunları kavramaya calışır Cocuk, aile ve cevre şartları icinde yavaş yavaş serpilip boy attıkca, buna paralel olarak kendi ic dunyasını ve fikir yapışım da geliştirmeye başlar, işte insanın ic ve dış dunyasındaki bu gelişmelerin başlıca anahtarı dildir İlk aylarda ağlamalar, elkol hareketleri, atılmalar ve taklit ile gercekleştirilen anlaşma, daha sonra asıl ifadesini dilde bulur Nasıl bir cicek tohumu elverişli iklim şartları icinde buyuyup gelişirse, bir insan yavrusu da buyumesine ve bedence serpilmesine paralel duşunce ve ruh dunyasını cevre ve toplum şartlarına bağlı olarak dil ile geliştirir Onun zihninde belirli tasavvur ve duşuncelerle şekil alan kavramlar, dış dunyaya aktarılırken, ses kalıpları olan sozcukler icinde ve bunları birbirine bağlayan ekler yardımı ile birtakım anlamlara donuşur Sozcukler ancak anlamları ile dolgunluk ve değer kazanırlar Kendi duşunce sistemi icindeki kavramları, birbirleri ile bağlantılı anlamlı sozcukler ve sozcuklerden kurulmuş cumleler halinde dışarıya vuran cocuk da yavaş yavaş konuşmaya başlar ve dili oğrenir
Goruluyor ki insan varlığının dış dunyası ile ic dunyası arasındaki surekli ve dengeli bağlantı, yavaş yavaş ve oğrenme yolu ile elde edilen dil ile kurulabilmektedir Bu bakımdan dil, insan benliğinin ayrılmaz bir parcası ve zengin bir urunudur Duşunce ve duyguların dışarıya aktarılması ile varlık kazanmıştır Gerci, dil duşunce ilişkisi acısından butun dilbilimciler aynı goruşu benimsemiş değillerdir R W Langacker gibi bazı dilbilimciler, muzik besteleme, heykel yapma gibi faaliyetlerin dille ilişkisi bulunmadığım dikkate alarak, dil olmadan da duşunulebileceği goruşunu benimsemişlerdir Onlara gore duşunme, dilden ayrı, bağımsız ve bilincli bir zihin işlemidir Yalnız, bunları duşunduren ve goruşlerini dayanıksız kılan nokta, adalet, erdem, merhamet, guc, kudret, vicdan, olgunluk, bıkkınlık gibi soyut kavramların dil olmadan anlatılamayacağı hususudur Buna karşılık diğer bazı dilbilimciler, Platon'dan beri suregelen goruşu benimseyerek konuşma ve duşunmeyi birbirinden ayırmazlar Duşuncenin ancak dille gercekleşebildiği goruşunu benimserler
Bu iki farklı goruş karşısında, biz, dil ile duşuncenin nitelikleri bakımından iki ayrı işlem olduklarım benimsemiş olsak bile, muzik, resim, heykel vb istisnalar dışında duşunce ve duygu urunlerinin insan benliğinin dışına yalnız dille aktarılabileceğini kabul etmek zorundayız
Bu gercek karşısında, dil ile duşunce arasında yakın bir ilişki bulunduğuna şuphe yoktur İnsan zekasının, insandaki sınırı cizilemeyen duygu ve duşuncelerin urunleri kendi benliğinin dışına dille aktarıldığına gore, dil ile duşunce ic ice girmiş durumdadır Karşılıklı ilişkiler acısından bunları birbirinden ayırmak mumkun değildir Konuşmalarımız ve sozlerimiz, daha doğrusu dilimiz, bir bakıma duşunce ve duygularımızın dışa uzanmış goruntuleridir; zihindeki kavramların ses kalıplarına donuşmuş sembolleridir Duygu ve duşuncelerimizdeki genişlik, derinlik ve anlamlılık ifadesini ancak dille gercekleştirebilir Eğer bir dil, anlatım gucu bakımından yeterince genişlik, dolgunluk, derinlik ve olgunluk kazanamamışsa, insanın ic dunyasındaki bircok değerler dışa verilme imkanından yoksun kalır Bu bakımdan dil zenginliğinin ve mukemmelliğinin, dil duşunce bağlantısı acısından cok buyuk bir değeri vardır Ancak, unutmamak gerekir ki, bir dilin anlatım gucundeki dolgunluk ve zenginlik milyonlarca insanın yuzyıllar suren ortaklaşa katkıları, yuzlerce fikir ve sanat erbabının, o dili yavaş yavaş bir oya gibi işleyip geliştirmesi ile gercekleştirilebilmektedir