Giovanni Boccaccio -Giovanni Boccaccio Kimdir - Giovanni Boccaccio Biyografisi
Giovanni Boccaccio
Giovanni Boccaccio (1313-1375) İtalyan dilinde düzyazının temelini atan yazardır. Yazı dili olarak Latincenin kullanıldığı on dördüncü yüzyıl İtalya’sında, Boccaccio başyapıtı “Decameron”u halk ağzıyla (İtalyanca) yazmış, bu kitabında hem bir çağın günlük yaşama biçiminden gerçekçi gözlemler aktarmış, hem de İtalyan dilinin daha sonraki gelişme aşamalarına kaynak oluşturacak bir düzyazı düzeni kurmuştur.
1313’te doğan Boccaccio, Certaldo ya da (daha büyük bir olasılıkla) Floransa’da dünyaya geldi. Certaldo’lu küçük toprak sahibi Boccaccio di Chellino'nun (Boccaccio diye de anılır) evlilik dışı çocuğudur. Anasının kimliği konusunda bilgi yoktur. Certaldo’dan Floransa’ya göç eden, burada bankacı Bardi ailesinin yanında çalışan Boccaccio, 1319 dolaylarında Margherita de’ Mardoli ile evlenmeden önce oğlunu tanımıştır. Baba evinde büyüyen, özel dersler alan Boccaccio 1325 yılında, babasıyla birlikte Napoli’ye gitti (kimi araştırmacılara göre de ticaret ve bankacılık öğrenmesi için Napoli’ye gönderildi). O yıllarda İtalya’nın en önemli merkezlerinden olan Napoli’de geçirdiği yıllar boyunca, hem Akdeniz’in değişik yörelerinden bu kente gelen denizcilerle, tacirlerle, korsanlarla, hem de kentin soylu çevreleriyle ilişkiler kurdu. Ailesinin kentsoylu olmasına karşın, oldukça köklü bir kültür birikimine sahip soyluların gününü gün etme anlayışına dayalı yaşama biçimine ayak uydurmaya çalıştı. İçine girdiği yeni ortam, şiire ilgi duymasına yol açtı. Kendi deyişiyle “büyük bir açlıkla şiir kitapları bulup okumaya” başladı. Bir yandan yaşama sevincinin bilincine varırken bir yandan da toplumsal değerlere, toplu yaşayış biçiminin çeşitli yönlerine büyük ilgi duydu. Bu yıllar boyunca gelişen yazı yazma tutkusu, oğlunun da ticaretle uğraşmasını tasarlayan baba Boccaccio’nun bu isteğini, çok geçmeden geçersiz kıldı. Boccaccio, saray çevresinde tanıştığı kişilerden astronomik, hukuk, edebiyat bilgileri edindi. Grekçe öğrendi. Petrarca’nın yapıtlarını tanıdı.
Boccaccio’nun ilk yapıtlarının esin kaynağı, Fiametta (Küçük Alev) adını yakıştırdığı sevgilisidir. Boccaccio, Fiammetta’yı 1336 yılında Napoli’nin San Lorenzo kilisesinde tanır. Soylu ve evli bir kadın olan Fiammetta’yı sever. “Caccia di Diana”, “Filostrato”, “Teseida” gibi şiirleri, kimliğini arayan bir yazarın, güçlü bir sevginin yönlendirdiği denemeleridir. Fiammetta’nın isteği üzerine yazdığı ve bugün eleştirmenlerin küçük bir başyapıt olarak değerlendirdikleri “Filocolo” eski bir Fransız romanı olan “Floire et Blanchefleur’den yola çıkar. Klasik dünya ile hümanizmayı birleştiren çeşitli motifler içeren bu anlatı, yazarın özyaşamından da esintiler taşıyan gerçekçi ve duygusal dokuz bölümlük “Filastato” ise Troya Savaşı sırasında geçen bir sevda şiiridir.
Fiammetta aralarındaki ilişkiye son verince duyduğu üzüntüyü Decameron’un önsözünde vurgulayan Boccaccio, dostlarının desteğiyle kendini toparlar. Duygusal sarsıntıya, çok geçmeden geçim sıkıntısı da eklenir. İşleri bozulduğu için daha önce Floransa’ya dönmüş olan Boccaccio, oğlunu da Floransa’ya çağırınca, Boccaccio 1349 dolaylarında Floransa’ya döner. Burada, karısı ve öbür çocukları ölmüş olan, ama bir süre sonra yeniden evlenecek olan babasıyla birlikte yaşar. Siyasal çalkantıların yaşandığı, ticaretin büyük önem taşıdığı Floransa’ya ayak uydurmada zorlanır. Dante şiirinin egemen olduğu, siyasal akımların edebiyatı da etkilediği bir kültür ortamında, Boccaccio’nun politikaya ve ahlaka sırt çeviren yazılarının ilgi görmesi kolay olmaz. Dante’nin ve Petrarca’nın şiiriyle yarış edemeyeceğini anlayınca şiiri bırakır. Napoli’de başladığı birçok yapıtını burada bitirir. Bu arada, sevgilisiyle arasının açılmasını anlatan ve ilk ruhbilimsel roman örneği sayılan “Elegia di madonna Fiammetta”yı tamamlar. Geçim sıkıntısı Boccaccio’yu devlet kapısında görev almak zorunda bırakır (1345). Görevli olarak Avignon’a, Roma’ya gider. Daha iyi bir iş bulabilmek amacıyal iki kez Nopoli’ye döner.
1348’de Avrupa’da büyük bir veba salgını olur. Salgın boyunca tanık olduğu olaylardan etkilenen Boccaccio, 1348’de başlayıp bitirdiği “Decameron”da salgın günlerinin Floransa’sını ele alır. “Decameron” biçimsel yönleriyle “ortaçağ” temalarına bağlı kalsa da, hümanizmanın tohumlarını taşıyan bir kültürün habercisidir. Bu özelliğiyle Petrarca’ya yaklaşır. Boccaccio’nun 1350’de tanıştığı Petrarca ile dostluğu Petrarca’nın ölümüne dek (1374) sürer. Dönemin bu iki büyük yazarı görüş alış verişi, kitap değiş tokuşu yaparlar sürekli olarak. Boccaccio’nun, yaşlılığın eşiğine ulaştığında bir din adamının artık öbür dünyaya hazırlanması, halk ağzıyla yazmaktan vazgeçmesi gerektiği söylendiğinde girdiği bunalımı atlatmasında da, Petrarca yardımcı olur. Petrarca, halk ağzıyla yazdığı yapıtlarını yok etmeye kalkışan Boccaccio’yu engeller, edebiyatın da Tanrı’ya hizmet anlamına geldiğine inandırır onu, Boccaccio olaydan sonra hep Latince yapıtlar verir.
Decameron’un ardından Boccaccio’nun yaratıcılığı bir iniş eğrisi çizer. Yaşamı olduğu gibi kabullenen iç dünyası da kırgınlıkların, sıkıntıların ağır bastığı bir kötümserliğe yönelir. Yaklaşan yaşlılığın eşiğinde kendini Latin klasiklerini incelemeye, filoloji çalışmalarına, ahlaksal dinsel spekülasyonlara verir. Bir yanda da Dante’nin yapıtlarını değerlendirir. “Tanrısal Komedya’yı yorumladığı (yarım kalmış) “Commento alla Commedia”da (1373-1374) ise, İtalyan dilinin temel taşı saydığı Dante şiirine Sevgisinin son örneğini verir. 21 Aralık 1375’te Certaldo’daki evinde ölür.
Giovanni Boccaccio
Giovanni Boccaccio (1313-1375) İtalyan dilinde düzyazının temelini atan yazardır. Yazı dili olarak Latincenin kullanıldığı on dördüncü yüzyıl İtalya’sında, Boccaccio başyapıtı “Decameron”u halk ağzıyla (İtalyanca) yazmış, bu kitabında hem bir çağın günlük yaşama biçiminden gerçekçi gözlemler aktarmış, hem de İtalyan dilinin daha sonraki gelişme aşamalarına kaynak oluşturacak bir düzyazı düzeni kurmuştur.
1313’te doğan Boccaccio, Certaldo ya da (daha büyük bir olasılıkla) Floransa’da dünyaya geldi. Certaldo’lu küçük toprak sahibi Boccaccio di Chellino'nun (Boccaccio diye de anılır) evlilik dışı çocuğudur. Anasının kimliği konusunda bilgi yoktur. Certaldo’dan Floransa’ya göç eden, burada bankacı Bardi ailesinin yanında çalışan Boccaccio, 1319 dolaylarında Margherita de’ Mardoli ile evlenmeden önce oğlunu tanımıştır. Baba evinde büyüyen, özel dersler alan Boccaccio 1325 yılında, babasıyla birlikte Napoli’ye gitti (kimi araştırmacılara göre de ticaret ve bankacılık öğrenmesi için Napoli’ye gönderildi). O yıllarda İtalya’nın en önemli merkezlerinden olan Napoli’de geçirdiği yıllar boyunca, hem Akdeniz’in değişik yörelerinden bu kente gelen denizcilerle, tacirlerle, korsanlarla, hem de kentin soylu çevreleriyle ilişkiler kurdu. Ailesinin kentsoylu olmasına karşın, oldukça köklü bir kültür birikimine sahip soyluların gününü gün etme anlayışına dayalı yaşama biçimine ayak uydurmaya çalıştı. İçine girdiği yeni ortam, şiire ilgi duymasına yol açtı. Kendi deyişiyle “büyük bir açlıkla şiir kitapları bulup okumaya” başladı. Bir yandan yaşama sevincinin bilincine varırken bir yandan da toplumsal değerlere, toplu yaşayış biçiminin çeşitli yönlerine büyük ilgi duydu. Bu yıllar boyunca gelişen yazı yazma tutkusu, oğlunun da ticaretle uğraşmasını tasarlayan baba Boccaccio’nun bu isteğini, çok geçmeden geçersiz kıldı. Boccaccio, saray çevresinde tanıştığı kişilerden astronomik, hukuk, edebiyat bilgileri edindi. Grekçe öğrendi. Petrarca’nın yapıtlarını tanıdı.
Boccaccio’nun ilk yapıtlarının esin kaynağı, Fiametta (Küçük Alev) adını yakıştırdığı sevgilisidir. Boccaccio, Fiammetta’yı 1336 yılında Napoli’nin San Lorenzo kilisesinde tanır. Soylu ve evli bir kadın olan Fiammetta’yı sever. “Caccia di Diana”, “Filostrato”, “Teseida” gibi şiirleri, kimliğini arayan bir yazarın, güçlü bir sevginin yönlendirdiği denemeleridir. Fiammetta’nın isteği üzerine yazdığı ve bugün eleştirmenlerin küçük bir başyapıt olarak değerlendirdikleri “Filocolo” eski bir Fransız romanı olan “Floire et Blanchefleur’den yola çıkar. Klasik dünya ile hümanizmayı birleştiren çeşitli motifler içeren bu anlatı, yazarın özyaşamından da esintiler taşıyan gerçekçi ve duygusal dokuz bölümlük “Filastato” ise Troya Savaşı sırasında geçen bir sevda şiiridir.
Fiammetta aralarındaki ilişkiye son verince duyduğu üzüntüyü Decameron’un önsözünde vurgulayan Boccaccio, dostlarının desteğiyle kendini toparlar. Duygusal sarsıntıya, çok geçmeden geçim sıkıntısı da eklenir. İşleri bozulduğu için daha önce Floransa’ya dönmüş olan Boccaccio, oğlunu da Floransa’ya çağırınca, Boccaccio 1349 dolaylarında Floransa’ya döner. Burada, karısı ve öbür çocukları ölmüş olan, ama bir süre sonra yeniden evlenecek olan babasıyla birlikte yaşar. Siyasal çalkantıların yaşandığı, ticaretin büyük önem taşıdığı Floransa’ya ayak uydurmada zorlanır. Dante şiirinin egemen olduğu, siyasal akımların edebiyatı da etkilediği bir kültür ortamında, Boccaccio’nun politikaya ve ahlaka sırt çeviren yazılarının ilgi görmesi kolay olmaz. Dante’nin ve Petrarca’nın şiiriyle yarış edemeyeceğini anlayınca şiiri bırakır. Napoli’de başladığı birçok yapıtını burada bitirir. Bu arada, sevgilisiyle arasının açılmasını anlatan ve ilk ruhbilimsel roman örneği sayılan “Elegia di madonna Fiammetta”yı tamamlar. Geçim sıkıntısı Boccaccio’yu devlet kapısında görev almak zorunda bırakır (1345). Görevli olarak Avignon’a, Roma’ya gider. Daha iyi bir iş bulabilmek amacıyal iki kez Nopoli’ye döner.
1348’de Avrupa’da büyük bir veba salgını olur. Salgın boyunca tanık olduğu olaylardan etkilenen Boccaccio, 1348’de başlayıp bitirdiği “Decameron”da salgın günlerinin Floransa’sını ele alır. “Decameron” biçimsel yönleriyle “ortaçağ” temalarına bağlı kalsa da, hümanizmanın tohumlarını taşıyan bir kültürün habercisidir. Bu özelliğiyle Petrarca’ya yaklaşır. Boccaccio’nun 1350’de tanıştığı Petrarca ile dostluğu Petrarca’nın ölümüne dek (1374) sürer. Dönemin bu iki büyük yazarı görüş alış verişi, kitap değiş tokuşu yaparlar sürekli olarak. Boccaccio’nun, yaşlılığın eşiğine ulaştığında bir din adamının artık öbür dünyaya hazırlanması, halk ağzıyla yazmaktan vazgeçmesi gerektiği söylendiğinde girdiği bunalımı atlatmasında da, Petrarca yardımcı olur. Petrarca, halk ağzıyla yazdığı yapıtlarını yok etmeye kalkışan Boccaccio’yu engeller, edebiyatın da Tanrı’ya hizmet anlamına geldiğine inandırır onu, Boccaccio olaydan sonra hep Latince yapıtlar verir.
Decameron’un ardından Boccaccio’nun yaratıcılığı bir iniş eğrisi çizer. Yaşamı olduğu gibi kabullenen iç dünyası da kırgınlıkların, sıkıntıların ağır bastığı bir kötümserliğe yönelir. Yaklaşan yaşlılığın eşiğinde kendini Latin klasiklerini incelemeye, filoloji çalışmalarına, ahlaksal dinsel spekülasyonlara verir. Bir yanda da Dante’nin yapıtlarını değerlendirir. “Tanrısal Komedya’yı yorumladığı (yarım kalmış) “Commento alla Commedia”da (1373-1374) ise, İtalyan dilinin temel taşı saydığı Dante şiirine Sevgisinin son örneğini verir. 21 Aralık 1375’te Certaldo’daki evinde ölür.