zeberus1234
Yeni Üye
Osmanlılar zamânında yetişen velîlerden. Kastamonuludur. Hacı Ramazan Efendi diye tanınır. Doğum târihi tesbit edilememiştir. 1514 (H. 920) senesinde İstanbul'da vefât etti. Kaynaklarda, hakkında fazla malûmât yoktur.
Zamânında bulunan âlim ve velîlerin büyüklerinden olan Kastamonulu Hacı Ramazan, çok ibâdet ederdi. Geceleri namaz kılmakla ve gündüzleri oruç tutmakla geçirirdi. İnsanlardan ayrı, kendi hâlinde bir yaşayışı vardı. Allahü teâlânın muhabbetiyle yanardı. Allahü teâlânın hidâyet ve ihsânlarına mazhâr olmuş büyüklerden ve irfan sâhiplerindendi. İnsanlar onu mübârek kabul edip, bereketlenemk için yanında ve sohbetlerinde bulunurlardı.
Rivâyet edilir ki, Hacı Ramazan'ın kızından bir torunu vardı. Bu çocuk, şiddetli bir hastalığa yakalandı. Başında bulunanlar ve akrabâları, çocuğun rûhunu teslim etmek üzere olduğunu görerek, yaşamasından ümit kestiler. Bu sırada çocuğun annesi, babası Hacı Ramazan'a giderek, oğullarının sıhhate kavuşması için Allahü teâlâya duâ etmesini ricâ ettiler. O da murâkabe yoluyla Allahü teâlâya teveccüh eyledi. Daha sonra kalbine gelen ilhâmı kızına bildirip; "Murâkabede torunumu namaz kılar gördüm. Bu hâl, onun sıhhatine, yaşayacağına ve sâlihlerden olacağına alâmet ve işârettir." buyurdu.
Hacı Ramazan'ın kızı bu habere çok sevinip, çocuğunun iyileşmesini beklemeye başladı. Bu hâdiseden bir gün sonra, çocuk iyileşip tamâmen sıhhate kavuştu. Çocuğun bu hâline şâhid olanlar, ölüm hâlindeki bir hastanın bu kadar kısa bir müddette iyileşip sıhhate kavuşmasının normal bir hâdise olmayıp, bunun, o büyük zâtın bir kerâmeti olduğunu anladılar.
Hacı Ramazan'ın memleketi olan Kastamonu'da vazife yapan müderrislerden birisi şöyle anlatır: "Bir arefe günüydü. Bakmakla mükellef olduğum kimselerin bayramlık ihtiyaçlarını ve eve lâzım olacak şeyleri almak için hiç param yoktu. Bu hâle çok üzülüyordum. Şehrimizin ileri gelenlerinden hemen herkese de borcum vardı. Bu sebepten, onlardan yardım istemek veya borç almak gibi bir imkânım da yoktu.
Bu hâlin verdiği ızdırapla, çâresizlik içinde ve kimin kapısına gideceğimi bilemez bir hâldeyken, istigfâr edip, allahü teâlâya sığınıyor ve yalnız O'na güveniyordum. Tam bu sırada kapı çalındı. "Bu sıkıntılı hâlde bizi arayan kim olabilir" diye düşünerek, hayret ve merâkla kapıyı açtım. Kapıda Hacı Ramazan Efendi vardı. Selâm verip, kapıyı kendisinin çaldığını söyledi. Benimle biraz konuştuktan sonra, bana dürülmüş bir kâğıt vererek;
"Bu kâğıdın içinde abîr (hoş kokulu otların terkîbinden meydana getirilen ve sürülen bir çeşit koku) vardır. Onu sürünüz. Güzel koku sürünmek sünnettir." buyurdu. Ben daha kâğıdı açıp içindeki abîri koklamadan, o zâtın güleryüzlü hali, misk ve anber misâli tatlı olan o sözlerini dinlemekle zâten rhatlayıp ferahlamıştım.
Öyle büyük zâtları görmek, bir iki sözünü duymak bile insanı rahatlatıp kalbini ferahlatıyordu. O mübârek zât da, bu sıkıntılı hâlimde gelerek, kalp hânemi ıtr ve güzel kokuyla kokulandırıp, beni çok sevindirdikten sonar vedâ edip ayrıldı.
İçeri girip dürülü kâğıdı açtığımda, hayretler içinde kaldım. Çünkü kâğıdın içinde bir miktar abîr ve bundan başka iki büyük altın vardı. Öyle ki, bu altınlardan sâdece biri, bütün borçlarımı ödemeye, diğeri de bütün ihtiyaçlarımızı rahatlıkla almaya kâfi geliyordu. Hemen çarşıya gidip, borçlarımın tamâmını dağıttıktan sonra, ihtiyaçlarımızı da aldım. Hacı Ramazan hazretlerine çok duâ ederek evime döndüm. Demek ki, kerâmet olarak benim durummu anlamış ve hiç belli etmeden bana bu altınları vermişti. Onun daha böyle nice kerâmetleri görülmüştür.
Rivâyet edilir ki; Hacı Ramazan'ın ömrünün sonunda, hastalığı artıp vefâtı yaklaştığında, âlimlerden Şeyh Muhyiddîn Efendi isminde bir zât, onu ziyârete geldi. Söz arasında Hacı Ramazan Efendi, Muhyiddîn Efendiye; "Hak celle ve alâ hazretlerinin emriyle, ben herhâlde yârın öleceğim. Namazımı sizin kıldırmanız uygun görülmüştür." buyurdu. Hakîkaten dediği gibi, ertesi gün vefât edip, mübârek rûhu melekût âlemine yükselince, vasiyeti gereği namazını Muhyiddîn Efendi kıldırdı.
1) Sicilli Osmânî; c.2, s.418
2) Şakâyik-i Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.433, 434
3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.14, s.53
Zamânında bulunan âlim ve velîlerin büyüklerinden olan Kastamonulu Hacı Ramazan, çok ibâdet ederdi. Geceleri namaz kılmakla ve gündüzleri oruç tutmakla geçirirdi. İnsanlardan ayrı, kendi hâlinde bir yaşayışı vardı. Allahü teâlânın muhabbetiyle yanardı. Allahü teâlânın hidâyet ve ihsânlarına mazhâr olmuş büyüklerden ve irfan sâhiplerindendi. İnsanlar onu mübârek kabul edip, bereketlenemk için yanında ve sohbetlerinde bulunurlardı.
Rivâyet edilir ki, Hacı Ramazan'ın kızından bir torunu vardı. Bu çocuk, şiddetli bir hastalığa yakalandı. Başında bulunanlar ve akrabâları, çocuğun rûhunu teslim etmek üzere olduğunu görerek, yaşamasından ümit kestiler. Bu sırada çocuğun annesi, babası Hacı Ramazan'a giderek, oğullarının sıhhate kavuşması için Allahü teâlâya duâ etmesini ricâ ettiler. O da murâkabe yoluyla Allahü teâlâya teveccüh eyledi. Daha sonra kalbine gelen ilhâmı kızına bildirip; "Murâkabede torunumu namaz kılar gördüm. Bu hâl, onun sıhhatine, yaşayacağına ve sâlihlerden olacağına alâmet ve işârettir." buyurdu.
Hacı Ramazan'ın kızı bu habere çok sevinip, çocuğunun iyileşmesini beklemeye başladı. Bu hâdiseden bir gün sonra, çocuk iyileşip tamâmen sıhhate kavuştu. Çocuğun bu hâline şâhid olanlar, ölüm hâlindeki bir hastanın bu kadar kısa bir müddette iyileşip sıhhate kavuşmasının normal bir hâdise olmayıp, bunun, o büyük zâtın bir kerâmeti olduğunu anladılar.
Hacı Ramazan'ın memleketi olan Kastamonu'da vazife yapan müderrislerden birisi şöyle anlatır: "Bir arefe günüydü. Bakmakla mükellef olduğum kimselerin bayramlık ihtiyaçlarını ve eve lâzım olacak şeyleri almak için hiç param yoktu. Bu hâle çok üzülüyordum. Şehrimizin ileri gelenlerinden hemen herkese de borcum vardı. Bu sebepten, onlardan yardım istemek veya borç almak gibi bir imkânım da yoktu.
Bu hâlin verdiği ızdırapla, çâresizlik içinde ve kimin kapısına gideceğimi bilemez bir hâldeyken, istigfâr edip, allahü teâlâya sığınıyor ve yalnız O'na güveniyordum. Tam bu sırada kapı çalındı. "Bu sıkıntılı hâlde bizi arayan kim olabilir" diye düşünerek, hayret ve merâkla kapıyı açtım. Kapıda Hacı Ramazan Efendi vardı. Selâm verip, kapıyı kendisinin çaldığını söyledi. Benimle biraz konuştuktan sonra, bana dürülmüş bir kâğıt vererek;
"Bu kâğıdın içinde abîr (hoş kokulu otların terkîbinden meydana getirilen ve sürülen bir çeşit koku) vardır. Onu sürünüz. Güzel koku sürünmek sünnettir." buyurdu. Ben daha kâğıdı açıp içindeki abîri koklamadan, o zâtın güleryüzlü hali, misk ve anber misâli tatlı olan o sözlerini dinlemekle zâten rhatlayıp ferahlamıştım.
Öyle büyük zâtları görmek, bir iki sözünü duymak bile insanı rahatlatıp kalbini ferahlatıyordu. O mübârek zât da, bu sıkıntılı hâlimde gelerek, kalp hânemi ıtr ve güzel kokuyla kokulandırıp, beni çok sevindirdikten sonar vedâ edip ayrıldı.
İçeri girip dürülü kâğıdı açtığımda, hayretler içinde kaldım. Çünkü kâğıdın içinde bir miktar abîr ve bundan başka iki büyük altın vardı. Öyle ki, bu altınlardan sâdece biri, bütün borçlarımı ödemeye, diğeri de bütün ihtiyaçlarımızı rahatlıkla almaya kâfi geliyordu. Hemen çarşıya gidip, borçlarımın tamâmını dağıttıktan sonra, ihtiyaçlarımızı da aldım. Hacı Ramazan hazretlerine çok duâ ederek evime döndüm. Demek ki, kerâmet olarak benim durummu anlamış ve hiç belli etmeden bana bu altınları vermişti. Onun daha böyle nice kerâmetleri görülmüştür.
Rivâyet edilir ki; Hacı Ramazan'ın ömrünün sonunda, hastalığı artıp vefâtı yaklaştığında, âlimlerden Şeyh Muhyiddîn Efendi isminde bir zât, onu ziyârete geldi. Söz arasında Hacı Ramazan Efendi, Muhyiddîn Efendiye; "Hak celle ve alâ hazretlerinin emriyle, ben herhâlde yârın öleceğim. Namazımı sizin kıldırmanız uygun görülmüştür." buyurdu. Hakîkaten dediği gibi, ertesi gün vefât edip, mübârek rûhu melekût âlemine yükselince, vasiyeti gereği namazını Muhyiddîn Efendi kıldırdı.
1) Sicilli Osmânî; c.2, s.418
2) Şakâyik-i Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.433, 434
3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.14, s.53