zeberus1234
Yeni Üye
الٓرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْاٰنٍ مُب۪ينٍ 1
1 . Elif, Lâm, Râ. Bu, Kitab’ın ve apaçık/açıklayıcı olan Kur’ân’ın ayetleridir.
رُبَمَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِم۪ينَ 2
2 . Öyle bir zaman olur ki; o kâfirler, Müslim/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen bir kul olmayı temenni ederler.
ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ 3
3 . Onları (kendi hâllerine) terk et! Yesinler, keyif sürsünler, boş hayalleri onları oyalayadursun. (Ne de olsa hakikati) pek yakında bilecekler/anlayacaklar.
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ 4
4 . Biz, hiçbir yerleşim yerini, (önceden kararlaştırılmış) bilinen bir yazısı olmadan helak etmedik.
مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ 5
5 . Hiçbir ümmet, ne ecelinin önüne geçebilir ne de onun gerisinde kalabilir.
وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ اِنَّكَ لَمَجْنُونٌۜ 6
6 . Dediler ki: “Ey üzerine zikir/Kitap inen kişi! Şüphesiz ki sen, cinlenmiş bir delisin.”
لَوْ مَا تَأْت۪ينَا بِالْمَلٰٓئِكَةِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ 7
7 . “Şayet doğru söylüyorsan bize melekleri getirmen gerekmez miydi?”
مَا نُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ اِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُٓوا اِذًا مُنْظَر۪ينَ 8
8 . Biz melekleri ancak hak ile indiririz. (Melekleri indirecek olsak) o zaman hiç bekletilmez (anında helak edilirlerdi).
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ 9
9 . Şüphesiz ki zikri/Kur’ân’ı biz indirdik. Onu koruyacak olan da hiç kuşkusuz yine biziz.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ ف۪ي شِيَعِ الْاَوَّل۪ينَ 10
10 . Andolsun ki, senden önceki toplumlar içinde de resûller gönderdik.
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ 11
11 . Onlara hangi resûl gelmişse, mutlaka onunla alay ederlerdi.
كَذٰلِكَ نَسْلُكُهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۙ 12
12 . İşte böyle! Biz (resûlleri inkâr ve onları alaya almayı) suçlu günahkârların kalbine sokarız da,
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ 13
13 . Ona iman etmezler. (Oysa) öncekilerin sünneti geçmiştir. (Öncekilerin başına gelenleri bilmelerine rağmen yine de inanmazlar.)
وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَابًا مِنَ السَّمَٓاءِ فَظَلُّوا ف۪يهِ يَعْرُجُونَۙ 14
14 . Şayet onlar için gökyüzünde bir kapı açsak onda yükselseler,
لَقَالُٓوا اِنَّمَا سُكِّرَتْ اَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ۟ 15
15 . Hiç şüphesiz: “Gözlerimiz perdelendi. (Hayır,) galiba bizler büyülenmiş bir toplumuz.” derler.
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِر۪ينَۙ 16
16 . Andolsun ki, gökyüzünde burçlar kıldık ve onu bakıp seyredenler için süsledik.
وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۙ 17
17 . Ve onu her taşlanmış/kovulmuş şeytandan koruduk.
اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ 18
18 . Ancak kulak hırsızlığı yapıp (Mele-i A’lâ’da konuşulanları çalmaya yeltenenler) müstesna. Onun ardına da yakıcı, parlak bir ateş düşer.
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ 19
19 . Yeryüzünü yaydık. Orada (denge sağlaması için dağlardan) kazıklar çaktık ve her şeyden ölçüsü belirlenmiş bitkiler bitirdik.
وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ 20
20 . Ve orada sizin ve rızıklarını temin edemediğiniz (diğer canlılar için) geçim vasıtaları kıldık.
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ وَمَا نُنَزِّلُهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ 21
21 . Her şeyin asıl hazineleri/kaynakları bizim katımızdadır. Ancak ondan belirli bir miktar indiririz.
وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِن۪ينَ 22
22 . Rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik. Gökyüzünden su indirdik ve onunla sizi suladık. Onu depolayıp muhafaza eden siz değilsiniz.
وَاِنَّا لَنَحْنُ نُحْي۪ وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ 23
23 . Şüphesiz ki biz, (evet, gerçekten) biz diriltir ve öldürürüz. Ve (öldükten sonra geride bırakacaklarınıza) vâris olan da biziz.
وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِم۪ينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِر۪ينَ 24
24 . Andolsun ki, sizden önce (yaşamış toplumları da) sonra gelecek (olanları da) biz bildik.
وَاِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ۟ 25
25 . Onları (diriltip) huzurunda toplayacak olan, hiç şüphesiz ki senin Rabbindir. Şüphesiz ki O, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm, (her şeyi bilen) Alîm’dir.
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍۚ 26
26 . Andolsun ki insanı, kokuşmuş bir balçığın kuruyan çamurundan yarattık.
وَالْجَٓانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ 27
27 . Cinleri de (insanı yaratmadan) önce, (içlere nüfuz eden) zehirli bir ateşten yarattık.
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ 28
28 . Hani Rabbin, meleklere demişti ki: “Şüphesiz ki kokuşmuş balçığın kurumuş çamurundan bir insan yaratacağım.”
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ 29
29 . “Yaratılışını tamamlayıp ruhumdan ona üflediğimde, ona secdeye kapanın.”
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ 30
30 . Meleklerin tamamı secde ettiler.
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰٓى اَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ 31
31 . İblis hariç! Secde edenlerle beraber olmayı kabul etmedi.
قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا لَكَ اَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ 32
32 . (Allah) buyurdu ki: “Ey İblis! Ne oluyor sana? Niçin secde edenlerle beraber olmuyorsun?”
قَالَ لَمْ اَكُنْ لِاَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ 33
33 . Dedi ki: “Kokuşmuş balçığın kurumuş çamurundan yarattığın bir insana secde edecek değilim.”
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌ 34
34 . Buyurdu ki: “Çık oradan! Şüphesiz ki sen, kovulmuş/taşlanmış birisin.”
وَاِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ 35
35 . “Din/Kıyamet Günü'ne kadar da lanet senin üzerinedir.”
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ 36
36 . Dedi ki: “Rabbim! Bana (insanların) diriltileceği güne kadar mühlet ver.”
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ 37
37 . Buyurdu ki: “Sen mühlet verilenlerdensin.”
اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ 38
38 . “Zamanı bilinen güne (kıyamete) kadar!”
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ 39
39 . Dedi ki: “Rabbim! Beni saptırmana karşılık, yeryüzünde (sapkınlığı) onlara süsleyecek ve hepsini saptıracağım.”
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ 40
40 . “Senin muhlas/arındırılmış/ihlaslı kılınmış kulların hariç.”
قَالَ هٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَق۪يمٌ 41
41 . Bu yolun dosdoğru bir yol olduğu, benim güvencem altındadır.
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ 42
42 . Kuşkusuz, kullarım üzerinde bir otoriten yoktur. (Senin otoriten) ancak sana uyan azgınlar üzerinedir.
وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ 43
43 . Kuşkusuz, onların tümünün buluşma yeri cehennemdir.
لَهَا سَبْعَةُ اَبْوَابٍۜ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ۟ 44
44 . Onun yedi kapısı vardır. İçlerinden her bir grup bir kapının payı (olarak o kapıdan cehenneme gireceklerdir).
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۜ 45
45 . Şüphesiz ki muttakiler, cennetlerde ve pınar başlarındadır.
اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ اٰمِن۪ينَ 46
46 . “Oraya esenlik ve güven içerisinde girin.” (buyrulacak.)
وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ اِخْوَانًا عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ 47
47 . Göğüslerindeki kin/düşmanlık/öfke (gibi tüm olumsuz duyguları) çıkarmışızdır. Karşılıklı sedirlerde kardeşler olarak (kurulurlar).
لَا يَمَسُّهُمْ ف۪يهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَج۪ينَ 48
48 . Orada onlara yorgunluk dokunmaz ve asla oradan çıkarılmazlar.
نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي اَنّ۪ٓي اَنَا۬ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُۙ 49
49 . Kullarıma haber ver. Şüphesiz ki ben, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) El-Ğafûr, (kullarına karşı merhametli) Er-Rahîm olanın ta kendisiyim.
وَاَنَّ عَذَاب۪ي هُوَ الْعَذَابُ الْاَل۪يمُ 50
50 . Ve şüphesiz ki benim azabım, can yakıcı azabın ta kendisidir.
وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَۢ 51
51 . Onlara İbrahim’in misafirlerini de haber ver.
اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًاۜ قَالَ اِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ 52
52 . Yanına girdikleri zaman: “Selam!” demişlerdi. (İbrahim de “Biz sizden gerçekten korkuyoruz.” demişti.
قَالُوا لَا تَوْجَلْ اِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَل۪يمٍ 53
53 . “Korkma.” demişlerdi. “Biz seni bilgili bir çocukla müjdeliyoruz.”
قَالَ اَبَشَّرْتُمُون۪ي عَلٰٓى اَنْ مَسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ 54
54 . “Başıma gelen (şu) ihtiyarlığa (rağmen) beni (bir çocukla mı) müjdeliyorsunuz? Beni ne ile müjdeliyorsunuz (farkında mısınız)?” demişti.
قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْقَانِط۪ينَ 55
55 . “Seni gerçekle müjdeledik. (Öyleyse) sakın ümitsizlerden olma!” demişlerdi.
قَالَ وَمَنْ يَقْنَطُ مِنْ رَحْمَةِ رَبِّه۪ٓ اِلَّا الضَّٓالُّونَ 56
56 . “Rabbinin rahmetinden sapıklardan başka kim ümit keser ki?” demişti.
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ 57
57 . “Ey elçiler/melekler! Sizin işiniz (göreviniz) nedir?” demişti.
قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ 58
58 . “Şüphesiz ki biz, suçlu günahkâr bir kavme yollandık.” demişlerdi.
اِلَّٓا اٰلَ لُوطٍۜ اِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ 59
59 . “Lut ailesi hariç. Elbette, onların tamamını kurtaracağız.”
اِلَّا امْرَاَتَهُ قَدَّرْنَٓاۙ اِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِر۪ينَ۟ 60
60 . “(Lut’un) karısı hariç. Onun geride kalanlardan olmasını takdir ettik.”
فَلَمَّا جَٓاءَ اٰلَ لُوطٍۨ الْمُرْسَلُونَۙ 61
61 . Lut ailesine elçiler geldiği zaman:
قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ 62
62 . “Şüphesiz sizler tanınmayan bir topluluksunuz.” demişti.
قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُوا ف۪يهِ يَمْتَرُونَ 63
63 . “(Hayır, öyle değil!) Bilakis, onların hakkında şüpheye kapılıp tartıştıkları (azabı) getirdik.” demişlerdi.
وَاَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ 64
64 . “Sana hakkı getirdik. Ve biz, elbette doğru söyleyenleriz.”
فَاَسْرِ بِاَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ وَاتَّبِعْ اَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ 65
65 . “Gecenin bir bölümünde aileni yola çıkar. Sen de peşlerine düş. Sizden kimse arkasına bakmasın. Emrolunduğunuz yere doğru devam edin.”
وَقَضَيْنَٓا اِلَيْهِ ذٰلِكَ الْاَمْرَ اَنَّ دَابِرَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِح۪ينَ 66
66 . Ona şu kesin hükmü bildirdik: “Sabah olduğunda bunların arkaları kesilmiş (kökleri kurumuş) olacaktır.”
وَجَٓاءَ اَهْلُ الْمَد۪ينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ 67
67 . Şehir halkı (erkek misafirlerin şehre geldiğini birbirlerine müjdeleyerek) sevinç içinde geldiler.
قَالَ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ضَيْف۪ي فَلَا تَفْضَحُونِۙ 68
68 . Dedi ki: “Bunlar benim misafirlerimdir. Beni utandırıp dillerine düşürmeyin.”
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَلَا تُخْزُونِ 69
69 . “Allah’tan korkun ve beni rezil etmeyin.”
قَالُٓوا اَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ الْعَالَم۪ينَ 70
70 . “Biz seni toplumun işine karışmaktan alıkoymamış mıydık?” demişlerdi.
قَالَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ٓي اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَۜ 71
71 . Dedi ki: “İllaki bir şey yapacaksanız işte benim (evlenebileceğiniz) kızlarım!”
لَعَمْرُكَ اِنَّهُمْ لَف۪ي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ 72
72 . Senin ömrüne andolsun ki, onlar sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı.
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِق۪ينَۙ 73
73 . (Derken) Güneş’in doğmasıyla onları bir çığlık yakalayıverdi.
فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۜ 74
74 . Oranın altını üstüne getirdik. Üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّم۪ينَ 75
75 . Şüphesiz ki bunda, basiret/feraset sahibi insanlar için (ibret alınacak) ayetler vardır.
وَاِنَّهَا لَبِسَب۪يلٍ مُق۪يمٍ 76
76 . Orası hâlen bir yerleşim yolu üzerinde bulunuyor.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ 77
77 . Şüphesiz bunda, iman edenler için (dersler çıkarılacak) bir ayet vardır.
وَاِنْ كَانَ اَصْحَابُ الْاَيْكَةِ لَظَالِم۪ينَۙ 78
78 . Eyke halkı da hiç şüphesiz zalim kimselerdi.
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْۢ وَاِنَّهُمَا لَبِاِمَامٍ مُب۪ينٍۜ۟ 79
79 . Onlardan intikam aldık. Her ikisi de açık bir yol üstünde (göz önündedir).
وَلَقَدْ كَذَّبَ اَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَل۪ينَۙ 80
80 . Andolsun ki, Hicr halkı da gönderilmiş resûlleri yalanladılar.
وَاٰتَيْنَاهُمْ اٰيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَۙ 81
81 . Onlara ayetlerimizi verdik. Ondan yüz çevirip (ona karşı ilgisiz davrandılar).
وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا اٰمِن۪ينَ 82
82 . Dağlardan güven (içinde oturacakları) evler yontuyorlardı.
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِح۪ينَۙ 83
83 . Sabah vakti onları (kulakları sağır edip, beyinleri patlatan) bir çığlık yakalayıverdi.
فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَۜ 84
84 . Kazandıkları şeyler onları (Allah’ın azabından) kurtaramadı.
وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَاِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَم۪يلَ 85
85 . Gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri ancak hak ile (hakkı açığa çıkarmak, Allah’ın kudretini göstermek, insanlara kazandıklarına göre karşılık vermek için) yarattık. Hiç şüphesiz, saat/kıyamet gelecektir. (Öyleyse) onlara karşı (hoşgörülü ve affedici bir tavırla) güzel davran.
Yaratılış gayesi için bk. 38/Sâd, 27
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَل۪يمُ 86
86 . Şüphesiz ki Rabbin, (çokça yaratan) El-Hallâk, (her şeyi bilen) El-Alîm’dir.
وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَان۪ي وَالْقُرْاٰنَ الْعَظ۪يمَ 87
87 . Andolsun ki sana, Sebu’l Mesani’yi/tekrar eden yediyi (Fâtiha Suresi’ni) ve büyük Kur’ân’ı verdik.
لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجًا مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِن۪ينَ 88
88 . (Sana verilen Kur’ân ile yetin ve) sakın faydalanmaları için o (kâfirlerin) bir kısmına verdiğimiz şeylere gözünü dikme. Onlara karşı üzülme, (şefkat) kanatlarını müminlere ger.
وَقُلْ اِنّ۪ٓي اَنَا النَّذ۪يرُ الْمُب۪ينُۚ 89
89 . De ki: “Kuşkusuz ben, (evet,) ben apaçık bir uyarıcıyım.”
كَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِم۪ينَۙ 90
90 . Tıpkı bölüp taksim edenlere indirdiğimiz gibi.
“Bölüp taksim edenler”den kasıt; ayetin ilk muhatabı olan Kureyş olabilir. Zira onlar Kur’ân hakkında bölünmüş ve farklı düşüncelere sahipti. Kimi onun için sihir, kimi şiir, kimi kehanet, kimi de masal diyordu...
Aynı zamanda ayetten kastedilen Ehl-i Kitap’ta olabilir. Zira onlar vahyin dışında kitaplar kaleme almış ve bu kitaplar etrafında bölünüp fırkalara ayrılmışlardı. bk. 23/Mü’minûn, 53.
اَلَّذ۪ينَ جَعَلُوا الْقُرْاٰنَ عِض۪ينَ 91
91 . Onlar ki Kur’ân’ı (bir kısmına inanıp bir kısmını reddettikleri) parçalara ayırdılar.
فَوَرَبِّكَ لَنَسْـَٔلَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ 92
92 . Rabbine yemin olsun ki, onların hepsini hesaba çekeceğiz.
عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ 93
93 . Yapmakta olduklarından...
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ 94
94 . Emrolunduğun (tevhidi) açıkça ortaya koy ve müşriklerden yüz çevir.
Ayet, tevhid davetinin nasıl olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Davetin keyfiyeti, (صدع) “sa-de-a” fiiliyle ifade edilmiştir. Bir şeyi yarmak, açmak, çatlatmak, sabah, baş ağrısı gibi anlamlara gelen bu kelimenin seçilmesi önemlidir. Rabbimiz tevhidin apaçık, batılın karanlıklarını yara yara, hem davetçinin hem de muhataplarının beyin konforunu bozacak şekilde ortaya konmasını istemektedir. Yine Kur’ân’ın ifadesiyle şirki beyninden yakalayıp parçalayan bir davet istenmektedir. (bk. 21/Enbiyâ, 18)
اِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِء۪ينَۙ 95
95 . O alaycılara karşı biz sana yeteriz.
اَلَّذ۪ينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ 96
96 . Onlar ki; Allah’la beraber başka ilah(lar) ediniyorlar. Pek yakında bilecekler/anlayacaklar.
وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّكَ يَض۪يقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَۙ 97
97 . Andolsun ki, onların söylediklerinden dolayı göğsünün daraldığını (çok sıkıldığını) biliyoruz.
فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ 98
98 . (Bu sıkıntıdan, kurtulmak için) Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.
Müşriklerden gelecek eziyetler karşısında Rabbani tavır için bk. 20/Tâhâ, 130
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ 99
99 . Yakin (ölüm) sana gelinceye dek Rabbine ibadet/kulluk et!
1 . Elif, Lâm, Râ. Bu, Kitab’ın ve apaçık/açıklayıcı olan Kur’ân’ın ayetleridir.
رُبَمَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِم۪ينَ 2
2 . Öyle bir zaman olur ki; o kâfirler, Müslim/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen bir kul olmayı temenni ederler.
ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ 3
3 . Onları (kendi hâllerine) terk et! Yesinler, keyif sürsünler, boş hayalleri onları oyalayadursun. (Ne de olsa hakikati) pek yakında bilecekler/anlayacaklar.
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ 4
4 . Biz, hiçbir yerleşim yerini, (önceden kararlaştırılmış) bilinen bir yazısı olmadan helak etmedik.
مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ 5
5 . Hiçbir ümmet, ne ecelinin önüne geçebilir ne de onun gerisinde kalabilir.
وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ اِنَّكَ لَمَجْنُونٌۜ 6
6 . Dediler ki: “Ey üzerine zikir/Kitap inen kişi! Şüphesiz ki sen, cinlenmiş bir delisin.”
لَوْ مَا تَأْت۪ينَا بِالْمَلٰٓئِكَةِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ 7
7 . “Şayet doğru söylüyorsan bize melekleri getirmen gerekmez miydi?”
مَا نُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ اِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُٓوا اِذًا مُنْظَر۪ينَ 8
8 . Biz melekleri ancak hak ile indiririz. (Melekleri indirecek olsak) o zaman hiç bekletilmez (anında helak edilirlerdi).
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ 9
9 . Şüphesiz ki zikri/Kur’ân’ı biz indirdik. Onu koruyacak olan da hiç kuşkusuz yine biziz.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ ف۪ي شِيَعِ الْاَوَّل۪ينَ 10
10 . Andolsun ki, senden önceki toplumlar içinde de resûller gönderdik.
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ 11
11 . Onlara hangi resûl gelmişse, mutlaka onunla alay ederlerdi.
كَذٰلِكَ نَسْلُكُهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۙ 12
12 . İşte böyle! Biz (resûlleri inkâr ve onları alaya almayı) suçlu günahkârların kalbine sokarız da,
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ 13
13 . Ona iman etmezler. (Oysa) öncekilerin sünneti geçmiştir. (Öncekilerin başına gelenleri bilmelerine rağmen yine de inanmazlar.)
وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَابًا مِنَ السَّمَٓاءِ فَظَلُّوا ف۪يهِ يَعْرُجُونَۙ 14
14 . Şayet onlar için gökyüzünde bir kapı açsak onda yükselseler,
لَقَالُٓوا اِنَّمَا سُكِّرَتْ اَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ۟ 15
15 . Hiç şüphesiz: “Gözlerimiz perdelendi. (Hayır,) galiba bizler büyülenmiş bir toplumuz.” derler.
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِر۪ينَۙ 16
16 . Andolsun ki, gökyüzünde burçlar kıldık ve onu bakıp seyredenler için süsledik.
وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۙ 17
17 . Ve onu her taşlanmış/kovulmuş şeytandan koruduk.
اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ 18
18 . Ancak kulak hırsızlığı yapıp (Mele-i A’lâ’da konuşulanları çalmaya yeltenenler) müstesna. Onun ardına da yakıcı, parlak bir ateş düşer.
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ 19
19 . Yeryüzünü yaydık. Orada (denge sağlaması için dağlardan) kazıklar çaktık ve her şeyden ölçüsü belirlenmiş bitkiler bitirdik.
وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ 20
20 . Ve orada sizin ve rızıklarını temin edemediğiniz (diğer canlılar için) geçim vasıtaları kıldık.
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ وَمَا نُنَزِّلُهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ 21
21 . Her şeyin asıl hazineleri/kaynakları bizim katımızdadır. Ancak ondan belirli bir miktar indiririz.
وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِن۪ينَ 22
22 . Rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik. Gökyüzünden su indirdik ve onunla sizi suladık. Onu depolayıp muhafaza eden siz değilsiniz.
وَاِنَّا لَنَحْنُ نُحْي۪ وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ 23
23 . Şüphesiz ki biz, (evet, gerçekten) biz diriltir ve öldürürüz. Ve (öldükten sonra geride bırakacaklarınıza) vâris olan da biziz.
وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِم۪ينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِر۪ينَ 24
24 . Andolsun ki, sizden önce (yaşamış toplumları da) sonra gelecek (olanları da) biz bildik.
وَاِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ۟ 25
25 . Onları (diriltip) huzurunda toplayacak olan, hiç şüphesiz ki senin Rabbindir. Şüphesiz ki O, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm, (her şeyi bilen) Alîm’dir.
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍۚ 26
26 . Andolsun ki insanı, kokuşmuş bir balçığın kuruyan çamurundan yarattık.
وَالْجَٓانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ 27
27 . Cinleri de (insanı yaratmadan) önce, (içlere nüfuz eden) zehirli bir ateşten yarattık.
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ 28
28 . Hani Rabbin, meleklere demişti ki: “Şüphesiz ki kokuşmuş balçığın kurumuş çamurundan bir insan yaratacağım.”
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ 29
29 . “Yaratılışını tamamlayıp ruhumdan ona üflediğimde, ona secdeye kapanın.”
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ 30
30 . Meleklerin tamamı secde ettiler.
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰٓى اَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ 31
31 . İblis hariç! Secde edenlerle beraber olmayı kabul etmedi.
قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا لَكَ اَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ 32
32 . (Allah) buyurdu ki: “Ey İblis! Ne oluyor sana? Niçin secde edenlerle beraber olmuyorsun?”
قَالَ لَمْ اَكُنْ لِاَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَإٍ مَسْنُونٍ 33
33 . Dedi ki: “Kokuşmuş balçığın kurumuş çamurundan yarattığın bir insana secde edecek değilim.”
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌ 34
34 . Buyurdu ki: “Çık oradan! Şüphesiz ki sen, kovulmuş/taşlanmış birisin.”
وَاِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ 35
35 . “Din/Kıyamet Günü'ne kadar da lanet senin üzerinedir.”
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ 36
36 . Dedi ki: “Rabbim! Bana (insanların) diriltileceği güne kadar mühlet ver.”
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ 37
37 . Buyurdu ki: “Sen mühlet verilenlerdensin.”
اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ 38
38 . “Zamanı bilinen güne (kıyamete) kadar!”
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ 39
39 . Dedi ki: “Rabbim! Beni saptırmana karşılık, yeryüzünde (sapkınlığı) onlara süsleyecek ve hepsini saptıracağım.”
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ 40
40 . “Senin muhlas/arındırılmış/ihlaslı kılınmış kulların hariç.”
قَالَ هٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَق۪يمٌ 41
41 . Bu yolun dosdoğru bir yol olduğu, benim güvencem altındadır.
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ 42
42 . Kuşkusuz, kullarım üzerinde bir otoriten yoktur. (Senin otoriten) ancak sana uyan azgınlar üzerinedir.
وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ 43
43 . Kuşkusuz, onların tümünün buluşma yeri cehennemdir.
لَهَا سَبْعَةُ اَبْوَابٍۜ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ۟ 44
44 . Onun yedi kapısı vardır. İçlerinden her bir grup bir kapının payı (olarak o kapıdan cehenneme gireceklerdir).
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۜ 45
45 . Şüphesiz ki muttakiler, cennetlerde ve pınar başlarındadır.
اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ اٰمِن۪ينَ 46
46 . “Oraya esenlik ve güven içerisinde girin.” (buyrulacak.)
وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ اِخْوَانًا عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ 47
47 . Göğüslerindeki kin/düşmanlık/öfke (gibi tüm olumsuz duyguları) çıkarmışızdır. Karşılıklı sedirlerde kardeşler olarak (kurulurlar).
لَا يَمَسُّهُمْ ف۪يهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَج۪ينَ 48
48 . Orada onlara yorgunluk dokunmaz ve asla oradan çıkarılmazlar.
نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي اَنّ۪ٓي اَنَا۬ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُۙ 49
49 . Kullarıma haber ver. Şüphesiz ki ben, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) El-Ğafûr, (kullarına karşı merhametli) Er-Rahîm olanın ta kendisiyim.
وَاَنَّ عَذَاب۪ي هُوَ الْعَذَابُ الْاَل۪يمُ 50
50 . Ve şüphesiz ki benim azabım, can yakıcı azabın ta kendisidir.
وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَۢ 51
51 . Onlara İbrahim’in misafirlerini de haber ver.
اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًاۜ قَالَ اِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ 52
52 . Yanına girdikleri zaman: “Selam!” demişlerdi. (İbrahim de “Biz sizden gerçekten korkuyoruz.” demişti.
قَالُوا لَا تَوْجَلْ اِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَل۪يمٍ 53
53 . “Korkma.” demişlerdi. “Biz seni bilgili bir çocukla müjdeliyoruz.”
قَالَ اَبَشَّرْتُمُون۪ي عَلٰٓى اَنْ مَسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ 54
54 . “Başıma gelen (şu) ihtiyarlığa (rağmen) beni (bir çocukla mı) müjdeliyorsunuz? Beni ne ile müjdeliyorsunuz (farkında mısınız)?” demişti.
قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْقَانِط۪ينَ 55
55 . “Seni gerçekle müjdeledik. (Öyleyse) sakın ümitsizlerden olma!” demişlerdi.
قَالَ وَمَنْ يَقْنَطُ مِنْ رَحْمَةِ رَبِّه۪ٓ اِلَّا الضَّٓالُّونَ 56
56 . “Rabbinin rahmetinden sapıklardan başka kim ümit keser ki?” demişti.
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ 57
57 . “Ey elçiler/melekler! Sizin işiniz (göreviniz) nedir?” demişti.
قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ 58
58 . “Şüphesiz ki biz, suçlu günahkâr bir kavme yollandık.” demişlerdi.
اِلَّٓا اٰلَ لُوطٍۜ اِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ 59
59 . “Lut ailesi hariç. Elbette, onların tamamını kurtaracağız.”
اِلَّا امْرَاَتَهُ قَدَّرْنَٓاۙ اِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِر۪ينَ۟ 60
60 . “(Lut’un) karısı hariç. Onun geride kalanlardan olmasını takdir ettik.”
فَلَمَّا جَٓاءَ اٰلَ لُوطٍۨ الْمُرْسَلُونَۙ 61
61 . Lut ailesine elçiler geldiği zaman:
قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ 62
62 . “Şüphesiz sizler tanınmayan bir topluluksunuz.” demişti.
قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُوا ف۪يهِ يَمْتَرُونَ 63
63 . “(Hayır, öyle değil!) Bilakis, onların hakkında şüpheye kapılıp tartıştıkları (azabı) getirdik.” demişlerdi.
وَاَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ 64
64 . “Sana hakkı getirdik. Ve biz, elbette doğru söyleyenleriz.”
فَاَسْرِ بِاَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ وَاتَّبِعْ اَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ 65
65 . “Gecenin bir bölümünde aileni yola çıkar. Sen de peşlerine düş. Sizden kimse arkasına bakmasın. Emrolunduğunuz yere doğru devam edin.”
وَقَضَيْنَٓا اِلَيْهِ ذٰلِكَ الْاَمْرَ اَنَّ دَابِرَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِح۪ينَ 66
66 . Ona şu kesin hükmü bildirdik: “Sabah olduğunda bunların arkaları kesilmiş (kökleri kurumuş) olacaktır.”
وَجَٓاءَ اَهْلُ الْمَد۪ينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ 67
67 . Şehir halkı (erkek misafirlerin şehre geldiğini birbirlerine müjdeleyerek) sevinç içinde geldiler.
قَالَ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ضَيْف۪ي فَلَا تَفْضَحُونِۙ 68
68 . Dedi ki: “Bunlar benim misafirlerimdir. Beni utandırıp dillerine düşürmeyin.”
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَلَا تُخْزُونِ 69
69 . “Allah’tan korkun ve beni rezil etmeyin.”
قَالُٓوا اَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ الْعَالَم۪ينَ 70
70 . “Biz seni toplumun işine karışmaktan alıkoymamış mıydık?” demişlerdi.
قَالَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ٓي اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَۜ 71
71 . Dedi ki: “İllaki bir şey yapacaksanız işte benim (evlenebileceğiniz) kızlarım!”
لَعَمْرُكَ اِنَّهُمْ لَف۪ي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ 72
72 . Senin ömrüne andolsun ki, onlar sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı.
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِق۪ينَۙ 73
73 . (Derken) Güneş’in doğmasıyla onları bir çığlık yakalayıverdi.
فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۜ 74
74 . Oranın altını üstüne getirdik. Üzerlerine de balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّم۪ينَ 75
75 . Şüphesiz ki bunda, basiret/feraset sahibi insanlar için (ibret alınacak) ayetler vardır.
وَاِنَّهَا لَبِسَب۪يلٍ مُق۪يمٍ 76
76 . Orası hâlen bir yerleşim yolu üzerinde bulunuyor.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ 77
77 . Şüphesiz bunda, iman edenler için (dersler çıkarılacak) bir ayet vardır.
وَاِنْ كَانَ اَصْحَابُ الْاَيْكَةِ لَظَالِم۪ينَۙ 78
78 . Eyke halkı da hiç şüphesiz zalim kimselerdi.
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْۢ وَاِنَّهُمَا لَبِاِمَامٍ مُب۪ينٍۜ۟ 79
79 . Onlardan intikam aldık. Her ikisi de açık bir yol üstünde (göz önündedir).
وَلَقَدْ كَذَّبَ اَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَل۪ينَۙ 80
80 . Andolsun ki, Hicr halkı da gönderilmiş resûlleri yalanladılar.
وَاٰتَيْنَاهُمْ اٰيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَۙ 81
81 . Onlara ayetlerimizi verdik. Ondan yüz çevirip (ona karşı ilgisiz davrandılar).
وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا اٰمِن۪ينَ 82
82 . Dağlardan güven (içinde oturacakları) evler yontuyorlardı.
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِح۪ينَۙ 83
83 . Sabah vakti onları (kulakları sağır edip, beyinleri patlatan) bir çığlık yakalayıverdi.
فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَۜ 84
84 . Kazandıkları şeyler onları (Allah’ın azabından) kurtaramadı.
وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَاِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَم۪يلَ 85
85 . Gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri ancak hak ile (hakkı açığa çıkarmak, Allah’ın kudretini göstermek, insanlara kazandıklarına göre karşılık vermek için) yarattık. Hiç şüphesiz, saat/kıyamet gelecektir. (Öyleyse) onlara karşı (hoşgörülü ve affedici bir tavırla) güzel davran.
Yaratılış gayesi için bk. 38/Sâd, 27
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَل۪يمُ 86
86 . Şüphesiz ki Rabbin, (çokça yaratan) El-Hallâk, (her şeyi bilen) El-Alîm’dir.
وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَان۪ي وَالْقُرْاٰنَ الْعَظ۪يمَ 87
87 . Andolsun ki sana, Sebu’l Mesani’yi/tekrar eden yediyi (Fâtiha Suresi’ni) ve büyük Kur’ân’ı verdik.
لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجًا مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِن۪ينَ 88
88 . (Sana verilen Kur’ân ile yetin ve) sakın faydalanmaları için o (kâfirlerin) bir kısmına verdiğimiz şeylere gözünü dikme. Onlara karşı üzülme, (şefkat) kanatlarını müminlere ger.
وَقُلْ اِنّ۪ٓي اَنَا النَّذ۪يرُ الْمُب۪ينُۚ 89
89 . De ki: “Kuşkusuz ben, (evet,) ben apaçık bir uyarıcıyım.”
كَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِم۪ينَۙ 90
90 . Tıpkı bölüp taksim edenlere indirdiğimiz gibi.
“Bölüp taksim edenler”den kasıt; ayetin ilk muhatabı olan Kureyş olabilir. Zira onlar Kur’ân hakkında bölünmüş ve farklı düşüncelere sahipti. Kimi onun için sihir, kimi şiir, kimi kehanet, kimi de masal diyordu...
Aynı zamanda ayetten kastedilen Ehl-i Kitap’ta olabilir. Zira onlar vahyin dışında kitaplar kaleme almış ve bu kitaplar etrafında bölünüp fırkalara ayrılmışlardı. bk. 23/Mü’minûn, 53.
اَلَّذ۪ينَ جَعَلُوا الْقُرْاٰنَ عِض۪ينَ 91
91 . Onlar ki Kur’ân’ı (bir kısmına inanıp bir kısmını reddettikleri) parçalara ayırdılar.
فَوَرَبِّكَ لَنَسْـَٔلَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ 92
92 . Rabbine yemin olsun ki, onların hepsini hesaba çekeceğiz.
عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ 93
93 . Yapmakta olduklarından...
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ 94
94 . Emrolunduğun (tevhidi) açıkça ortaya koy ve müşriklerden yüz çevir.
Ayet, tevhid davetinin nasıl olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Davetin keyfiyeti, (صدع) “sa-de-a” fiiliyle ifade edilmiştir. Bir şeyi yarmak, açmak, çatlatmak, sabah, baş ağrısı gibi anlamlara gelen bu kelimenin seçilmesi önemlidir. Rabbimiz tevhidin apaçık, batılın karanlıklarını yara yara, hem davetçinin hem de muhataplarının beyin konforunu bozacak şekilde ortaya konmasını istemektedir. Yine Kur’ân’ın ifadesiyle şirki beyninden yakalayıp parçalayan bir davet istenmektedir. (bk. 21/Enbiyâ, 18)
اِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِء۪ينَۙ 95
95 . O alaycılara karşı biz sana yeteriz.
اَلَّذ۪ينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ 96
96 . Onlar ki; Allah’la beraber başka ilah(lar) ediniyorlar. Pek yakında bilecekler/anlayacaklar.
وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّكَ يَض۪يقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَۙ 97
97 . Andolsun ki, onların söylediklerinden dolayı göğsünün daraldığını (çok sıkıldığını) biliyoruz.
فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ 98
98 . (Bu sıkıntıdan, kurtulmak için) Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol.
Müşriklerden gelecek eziyetler karşısında Rabbani tavır için bk. 20/Tâhâ, 130
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ 99
99 . Yakin (ölüm) sana gelinceye dek Rabbine ibadet/kulluk et!