Hitit Devleti (M.Ö.1700-1200)
Asur Ticaret Kolonileri Çağında Anadolu irili ufaklı birçok beylik arasında paylaşılmış durumdaydı. Yazılı kayıtlarda adlarına rastlanan bazı beylikleri şöyle sıralıyabiliriz : Neşa (Kaneş), Hattuş, Mama, Puruşhanda, Kuşşara, Zalpa. Yazılı belgelerde Kuşşara'lı olduğu belirtilen Pithana ve oğlu Anitta zamanında Anadolu' da merkezi bir devletin kurulmasına doğru yol alınmıştır. Anitta Neşa, Zalpa ve Hattuş'u ele geçirerek ilk kez büyük kral unvanını almıştır. Asıl olarak Anitta'dan yüzyıl sonra aynı soydan gelen Kuşşaralı Labarnaş Hattuş'u başkent yapıp, kente Hattuşaş, kendine de Hattuşalı anlamına gelen Hattuşili adını vermiş, böylece M.Ö. 1650-1620 yıllarında Hitit Devleti resmen kurulmuştur.
Yerli Anadolulu oldukları kabul edilen Hatti beylerine karşılık Hint-Avrupalı Hititler'in kökeni hakkında fazla bilgi yoktur. Çeşitli varsayımlara göre Hititlerin Anadolu'ya Kafkasya vey
a Boğazlar üzerinden Kuzey Avrupa'dan geldikleri düşünülmektedir. Bir başka görüşe göre Hititler Anadolu'ya yerleşmeden önce Kuzey Mezopotamya'da yaşamaktaydılar. Fakat bilinen şudur ki Hititler Anadolu'ya geldiklerinde ve daha sonra hep azınlıkta kalmışlardır. Oysa Anadolu'ya geldiklerinde burada yaşayanlar her türlü silahı kullanmayı ve üretmeyi biliyor, aynı zamanda da etrafı surlarla çevrili korunaklı şehirlerde yaşıyorlardı. Bu yüzden azınlıkta olan Hitit göçmenlerinin çok kısa bir sürede bu beylikleri yakıp yıkması kolay degildi. Hititlerin başarısı yerli uygarlığı kabul etmelerive buna uyum göstermeleridir. I.Hattuşili’nin Hattuşa’yı başkent yapmasından sonra Hitit Devleti hızlı bir biçimde gelişmeye başladı. I.Murşili döneminde Halep ve Babil’in alınmasıyla Hitit Devleti Yakın Doğu’nun en etkili siyasal güçlerinden biri haline geldi. Bu dönemde kap formlarında sadeleşme göze çarpan özelliklerdendir. Fakat Hititler’in bibru dedikleri hayvan şeklinde törensel kaplar (Rithon) yapma geleneşi sürmektedir. Kap formlarına eklenen bir yenilikse büyük vazolar üzerine kabartma frizler şeklinde yapılan ve daha çok dini törenlerle ilgili olan süslemelerdir. Bu sanat daha sonraki kaya kabartma sanatının öncüsü durumundadır.
Genç Tunç Çağı (M.Ö. 2000-1200)
Hitit tarihinin son dönemi aynı zamanda Tunç Çağının da sonu olmuştur. M.Ö. 1400 yıllarında Hitit Devleti I.şuppiluliuma önderliğinde imparatorluk haline gelmiştir. Sınırların Suriye’ye değin genişlemesi üzerine bu ülke üzerinde çıkarları olan Mısırlılarla ilişkiler gerilmiş, sonunda Muwatalli zamanında Mısır Firavunu II.Ramses ile Suriye egemenliği için Kadeş savaşı yapılmıştır (M.Ö. 1296). Her iki tarafın da birbirine belirgin bir üstünlük sağlayamaması üzerine M.Ö. 1280 de ünlü Kadeş barışı imzalanmıştır. Fakat Kadeş savaşının yarattığı yıpranma kolay kolay tamir edilemez ve III.Hattuşili ve IV.Tudhaliya gibi son güçlü krallardan sonra imparatorluk hızla çökmeye başlamıştır. Bu devirde Anadolu’da büyük bir kuraklık ve kıtlığın yaşanması bu çöküşü hızlandıran etkenlerdendir. Sonunda başkent Hattuşaş, M.Ö. 1200 yıllarında Karadeniz dağlarından gelen Kaşkalar tarafından yakılıp yıkılmış ve Hitit İmparatorluğu sona
ermiştir
İmparatorluk Çağı kültürü hemen hemen her yönüyle Eski Hitit kültürünün devamıdır. Ancak bu dönemde gerek mimarlık gerekse betimleme sanatında imparatorluğa yakışan eserler ortaya konmuştur. Özellikle başkent Hattuşaş imparatorluğun tüm görkemini yansıtmaktadır. Özellikle IV Tudhaliya döneminde başkentte toplanan tapınaklarla, Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı mimarisi ve kabartmaları ile dikkat çekicidir. Yine bu dönemde İmparatorluğun dört bir yanı kaya kabartmaları ile bezenmiştir. Ele geçirdikleri ülkelerin tüm tanrılarını kabul etmelerinden dolayı çok tanrılı bir dine sahip olan Hititler bu kaya kabarmalarında daha çok dinsel sahneleri işlemişlerdir. Bu dönemde çivi yazısı resmi yazışmalarda, Hiyeroglif ise kaya kabartmalarında kullanılmıştır. İmparatorluk döneminde Hitit seramiği hem teknik hem de form yönünden oldukça gerilemiştir. Hayvan şeklindeki kap yapımı ise devam etmiştir. Başa Dön
Frigia Uygarlığı (M.Ö. 750-300)
Hitit İmparatorluğunun çökmeye başladığı yıllarda Anadolu Kafkaslar ve Boğazlar üzerinden gelen bazı göçmen grupların etkisi altına girmeye başlamıştı. Doğudan gelenlere Muşkiler deniyordu ve Elazığ yöresine yerleşmişlerdi. Batıdan (Makedonya’dan) gelenler ise Bryg adını taşıyorlardı ve Marmara denizinin güney bölümüne yerleşmişlerdi. Anadolu’da Phrygler adını alan grup M.Ö. 10 yüzyıldan başlayarak daha içeriye, Gordion yöresine ulaşmışlardı. M.Ö. 8. yüzyılın ortalarında merkezi bir devlet kuran Friglerin kurucularının Gordios olduğu sanılmaktadır. Asurluların Muşkili Mita dedikleri oğlu Midas ise önceleri Urartu ve Tabal Krallıkları ile birleşip Asur’a karşı bir koalisyon oluşturmuşsa da M.Ö. 8. yüzyılın sonlarında doğudan gelen Kimmerlere karşı Asur ile dostluk anlaşması yaparak dikkatini batıya yöneltti. Yunanistan’daki Delphoi tapınağına armağanlar yolladı, Lydia Krallığı ile dostluk ilişkileri kurdu ve Batı Anadolu kıyılarındaki Kyme kenti Nemrutkale-Aliağa) kralının kızı ile evlendi.
Frig Krallığı en güçlü döneminde batıda Burdur yöresinden, doğuda Amasya’ya, kuzeyde Samsun’dan, güneyde Niğde civarına kadar yayılmıştı. Fakat Kimmer tehlikesi giderek artıyordu. Asur kralı II. Sargon bu göçebelerle yaptığı bir savaşta öldü (M.Ö. 705). Asur desteğini yitiren Frigler de Kimmerlerin istilalarına maruz kaldı. M.Ö. 7. yüzyıl başlarında Gordion Kimmerler tarafından yakılarak tahrip edildi. Kral Midas bu yenilgiden sonra intihar etti. Frigler bu yenilgilere rağmen Orta
Anadolu’nun çeşitli yörelerine dağılarak beylikler halinde bir müddet daha hüküm sürdüler. Çorum’un kuzeyindeki Pazarlı ve eski Hitit başkenti Boğazköy bu yerleşim yerlerinden bazılarıdır. Ancak, en güçlü oldukları bölge Eskişehir ve Afyon civarıydı. Küçük Frigya denilen bu bölgede bulunan Midas kentinindini açıdan da büyük önemi vardı. Friglerin çok tanrılı bir dinleri vardı. Güneş Tanrısı Sabazios ile Ay Tanrısı Men bunlardan
en tanınmışlarıydı. Ancak Frigler denince akla ilk gelen tanrıça Kybele’dir. Anadolu’da Erken Neolitik Dönemden beri tapınılan Kybele Frigler için bir doğa tanrıçası, hatta doğanın bizzat kendisiydi. Kybele için en büyük tapınma yeri Pessinus’ta (Sivrihisar - Ballıhisar) idi. Burada tanrıçayı siyah meteorik bir taş temsil ediyordu. Frigler bu tanrıçayı o kadar benimsediler ki, tüm ülkelerini Agdistis Dindymene de dedikleri Kybele’nin mülkü saydılar. Bunun sonucunda, aslında bir Anadolu tanrıçası olduğu halde Kybele tarihe bir Frig tanrıçası olarak geçti. Kybele kutsal alanları genellikle kayalıklar üzerine yapılmıştı. Çünkü tanrıçanın buralarda yaşadığına inanılıyordu. M.Ö. 8.-6. yüzyıllar arasında Eskişehir-Afyon arasındaki ovaya tanrıçanın tapınaklarını temsil eden pek çok kaya anıtı yapılmıştı.
Frig soyluları ölülerini ya kayaya oyulmuş mezarlara ya da tümülüs denen yığma mezar tepelerinin altındaki odalara gömerlerdi. Kaya mezarlarının kimilerinde cephe kabartmalarla süslenmişti. Tümülüslere Gordion, Ankara ve Kerkenezdağ bölgelerinde yoğun olarak rastlanmaktadır. Bunlardan en büyüğü Midas’a ait olduğu sanılan 300 m. çapında ve 53 m. yüksekliğindeki Büyük Tümülüs’tür. Tümülüs geleneği Anadolu’ya yabancıydı ve Frigler tarafından Makedonya’dan getirilmişti. Frig kentleri içinde Gordion’un özel bir yeri vardır. Saray yapılarının bulunduğu kesim bir tepe üzerine kurulmuştu. Bu yapıların en dikkat çekici özelliği tümünün megaron planlı oluşlarıdır. Batı Anadolu’da M.Ö. 3. binyılın başlarından beri kullanılan bu tür yapılar önde bir giriş holü ile arkadaki büyük salondan oluşuyordu. Hint-Avrupa kökenli bir dil kullanan Friglerin yazıları tam olarak çözülememiştir. Frigler dokumacılık, marangozluk ve madencilikte çok ustaydılar. Gordion tümülüslerinde bulunan çivi kullanılmaksızın birbirine geçmelerle tutturulmuş panolar ve mobilyalar ile fibula adı verilen çengelli iğneler ve makara kulplu kaseler Friglere özgü eserlerdir. Başa
Geleneksel Geç Hitit Stili (1050-850)
Malatya Aslantepe (Büyük Hitit Krallığı ikonografisini devam ettirirler -
Halen Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmektedirler) · Kargamış (Eserler Ankara AMM’de olup bazıları 8. yüzyılın sonunda Korinth vazo ressamlarına örnek olmuştur) . 2. Asur Etkisi Gösteren Geç Hitit Stili (M.Ö. 850-800) : · Zincirli (Bu eserlerde Hitit biçimi saçlar yanında, kralın ensesinde Asur saç topuzu da görülmektedir - İstanbul, Eski şark Eserleri Müzesi) 3. Asurlaşmış Geç Hitit Stili (M.Ö. 800/750-700) : Geç Hitit sanatına Aram ögeleri yanında Asur özelliklerinin girdiği dönem. Bu eserlere özellikle Zincirli, Sakçegözü, Kargamış, Malatya ve Tell Halaf örnekleri bu döneme ait eserlerdendir. Örneğin, Hitit aslanlarındaki stilize edilmiş yürek biçimindeki kulak yerine bu dönem aslanlarında natüralist kulak görülmektedir. Ayrıca kalçadaki W-motifi N biçimini almış, oradan da Urartu’ya ve bozulmuş W-motifi biçiminde Hellen sanatına geçmiştir. Geleneksel Hitit kuş adamları da Kartal başlı, at kulaklı şekle dönüşmüştür. Hellen vazo ressamları Sakçegözü kuş adamlarını aynen kopya ederek kullanmışlardır.
4. Aramlaşmış ve Fenikeleşmiş Geç Hitit Sanatı : Semitik topluluklar olan Aramlar ve Fenikelilerin güneyden gelip Kuzey Mezopotamya’ya yayılmaları sonucu, Hitit sanatına bu unsurlar da egemen olmaya başlar. Zincirli (kısmen Berlin Müzesinde), Sakçegözü, Maraş (Louvre ve Adana Müzelerinde), İvriz Kaya Kabartması, Karatepe heykel ve kabartmaları bu dönemin en bilinen eserleridir. Hellenler M.Ö. 8. yüzyıl başlarında gemiler inşa edip Doğu Akdeniz’de ticaret yapmaya başladıkları zaman (M.Ö. 750 tarihinde kurulan Antakya’nın güneyindeki Al Mina Hellen kolonisi gibi) şark sanatının (Mısır, Fenike ve Geç Hitit) etkisi altında kaldılar. O dönemde yazıyı kullanmayan Hellenler Fenike alfabesini aldılar, ayrıca şark din ve mitolojisinden etkilendiler (Hitit efsanelerinden Göğün Krallığı-Theogoni ve Ejder İlluyanka-Typhon gibi). Hellenlerin Olympia, Delphi, Atina, Milet, Ephesos, Erythrai ve Eski izmir gibi merkezlerinde 8. yüzyıl Geç Hitit kökenli eserlere bolca rastlanır. Ayrıca 8. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Geç Hitit etkileri Attika vazolarında, daha sonra da Korinth vazolarında görülmektedir.
Hattuşa’nın M.Ö. 1200 dolaylarında tahribedilmesinden sonra Hitit geleneği Güneydoğu Anadolu ile Kuzey Mezopotamya’da süregider. Hattuşa’da, Alacahöyük’te ve daha birçok Anadolu yöresinde tanıyageldiğimiz sanat eserleri değişik biçimlere bürünür. Düzinelerce kent devletçiklerinden oluşan bu beyliklerde, başlıca dört sanat dönemi görülmektedir
Asur Ticaret Kolonileri Çağında Anadolu irili ufaklı birçok beylik arasında paylaşılmış durumdaydı. Yazılı kayıtlarda adlarına rastlanan bazı beylikleri şöyle sıralıyabiliriz : Neşa (Kaneş), Hattuş, Mama, Puruşhanda, Kuşşara, Zalpa. Yazılı belgelerde Kuşşara'lı olduğu belirtilen Pithana ve oğlu Anitta zamanında Anadolu' da merkezi bir devletin kurulmasına doğru yol alınmıştır. Anitta Neşa, Zalpa ve Hattuş'u ele geçirerek ilk kez büyük kral unvanını almıştır. Asıl olarak Anitta'dan yüzyıl sonra aynı soydan gelen Kuşşaralı Labarnaş Hattuş'u başkent yapıp, kente Hattuşaş, kendine de Hattuşalı anlamına gelen Hattuşili adını vermiş, böylece M.Ö. 1650-1620 yıllarında Hitit Devleti resmen kurulmuştur.
Yerli Anadolulu oldukları kabul edilen Hatti beylerine karşılık Hint-Avrupalı Hititler'in kökeni hakkında fazla bilgi yoktur. Çeşitli varsayımlara göre Hititlerin Anadolu'ya Kafkasya vey
a Boğazlar üzerinden Kuzey Avrupa'dan geldikleri düşünülmektedir. Bir başka görüşe göre Hititler Anadolu'ya yerleşmeden önce Kuzey Mezopotamya'da yaşamaktaydılar. Fakat bilinen şudur ki Hititler Anadolu'ya geldiklerinde ve daha sonra hep azınlıkta kalmışlardır. Oysa Anadolu'ya geldiklerinde burada yaşayanlar her türlü silahı kullanmayı ve üretmeyi biliyor, aynı zamanda da etrafı surlarla çevrili korunaklı şehirlerde yaşıyorlardı. Bu yüzden azınlıkta olan Hitit göçmenlerinin çok kısa bir sürede bu beylikleri yakıp yıkması kolay degildi. Hititlerin başarısı yerli uygarlığı kabul etmelerive buna uyum göstermeleridir. I.Hattuşili’nin Hattuşa’yı başkent yapmasından sonra Hitit Devleti hızlı bir biçimde gelişmeye başladı. I.Murşili döneminde Halep ve Babil’in alınmasıyla Hitit Devleti Yakın Doğu’nun en etkili siyasal güçlerinden biri haline geldi. Bu dönemde kap formlarında sadeleşme göze çarpan özelliklerdendir. Fakat Hititler’in bibru dedikleri hayvan şeklinde törensel kaplar (Rithon) yapma geleneşi sürmektedir. Kap formlarına eklenen bir yenilikse büyük vazolar üzerine kabartma frizler şeklinde yapılan ve daha çok dini törenlerle ilgili olan süslemelerdir. Bu sanat daha sonraki kaya kabartma sanatının öncüsü durumundadır.
Genç Tunç Çağı (M.Ö. 2000-1200)
Hitit tarihinin son dönemi aynı zamanda Tunç Çağının da sonu olmuştur. M.Ö. 1400 yıllarında Hitit Devleti I.şuppiluliuma önderliğinde imparatorluk haline gelmiştir. Sınırların Suriye’ye değin genişlemesi üzerine bu ülke üzerinde çıkarları olan Mısırlılarla ilişkiler gerilmiş, sonunda Muwatalli zamanında Mısır Firavunu II.Ramses ile Suriye egemenliği için Kadeş savaşı yapılmıştır (M.Ö. 1296). Her iki tarafın da birbirine belirgin bir üstünlük sağlayamaması üzerine M.Ö. 1280 de ünlü Kadeş barışı imzalanmıştır. Fakat Kadeş savaşının yarattığı yıpranma kolay kolay tamir edilemez ve III.Hattuşili ve IV.Tudhaliya gibi son güçlü krallardan sonra imparatorluk hızla çökmeye başlamıştır. Bu devirde Anadolu’da büyük bir kuraklık ve kıtlığın yaşanması bu çöküşü hızlandıran etkenlerdendir. Sonunda başkent Hattuşaş, M.Ö. 1200 yıllarında Karadeniz dağlarından gelen Kaşkalar tarafından yakılıp yıkılmış ve Hitit İmparatorluğu sona
ermiştir
İmparatorluk Çağı kültürü hemen hemen her yönüyle Eski Hitit kültürünün devamıdır. Ancak bu dönemde gerek mimarlık gerekse betimleme sanatında imparatorluğa yakışan eserler ortaya konmuştur. Özellikle başkent Hattuşaş imparatorluğun tüm görkemini yansıtmaktadır. Özellikle IV Tudhaliya döneminde başkentte toplanan tapınaklarla, Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı mimarisi ve kabartmaları ile dikkat çekicidir. Yine bu dönemde İmparatorluğun dört bir yanı kaya kabartmaları ile bezenmiştir. Ele geçirdikleri ülkelerin tüm tanrılarını kabul etmelerinden dolayı çok tanrılı bir dine sahip olan Hititler bu kaya kabarmalarında daha çok dinsel sahneleri işlemişlerdir. Bu dönemde çivi yazısı resmi yazışmalarda, Hiyeroglif ise kaya kabartmalarında kullanılmıştır. İmparatorluk döneminde Hitit seramiği hem teknik hem de form yönünden oldukça gerilemiştir. Hayvan şeklindeki kap yapımı ise devam etmiştir. Başa Dön
Frigia Uygarlığı (M.Ö. 750-300)
Hitit İmparatorluğunun çökmeye başladığı yıllarda Anadolu Kafkaslar ve Boğazlar üzerinden gelen bazı göçmen grupların etkisi altına girmeye başlamıştı. Doğudan gelenlere Muşkiler deniyordu ve Elazığ yöresine yerleşmişlerdi. Batıdan (Makedonya’dan) gelenler ise Bryg adını taşıyorlardı ve Marmara denizinin güney bölümüne yerleşmişlerdi. Anadolu’da Phrygler adını alan grup M.Ö. 10 yüzyıldan başlayarak daha içeriye, Gordion yöresine ulaşmışlardı. M.Ö. 8. yüzyılın ortalarında merkezi bir devlet kuran Friglerin kurucularının Gordios olduğu sanılmaktadır. Asurluların Muşkili Mita dedikleri oğlu Midas ise önceleri Urartu ve Tabal Krallıkları ile birleşip Asur’a karşı bir koalisyon oluşturmuşsa da M.Ö. 8. yüzyılın sonlarında doğudan gelen Kimmerlere karşı Asur ile dostluk anlaşması yaparak dikkatini batıya yöneltti. Yunanistan’daki Delphoi tapınağına armağanlar yolladı, Lydia Krallığı ile dostluk ilişkileri kurdu ve Batı Anadolu kıyılarındaki Kyme kenti Nemrutkale-Aliağa) kralının kızı ile evlendi.
Frig Krallığı en güçlü döneminde batıda Burdur yöresinden, doğuda Amasya’ya, kuzeyde Samsun’dan, güneyde Niğde civarına kadar yayılmıştı. Fakat Kimmer tehlikesi giderek artıyordu. Asur kralı II. Sargon bu göçebelerle yaptığı bir savaşta öldü (M.Ö. 705). Asur desteğini yitiren Frigler de Kimmerlerin istilalarına maruz kaldı. M.Ö. 7. yüzyıl başlarında Gordion Kimmerler tarafından yakılarak tahrip edildi. Kral Midas bu yenilgiden sonra intihar etti. Frigler bu yenilgilere rağmen Orta
Anadolu’nun çeşitli yörelerine dağılarak beylikler halinde bir müddet daha hüküm sürdüler. Çorum’un kuzeyindeki Pazarlı ve eski Hitit başkenti Boğazköy bu yerleşim yerlerinden bazılarıdır. Ancak, en güçlü oldukları bölge Eskişehir ve Afyon civarıydı. Küçük Frigya denilen bu bölgede bulunan Midas kentinindini açıdan da büyük önemi vardı. Friglerin çok tanrılı bir dinleri vardı. Güneş Tanrısı Sabazios ile Ay Tanrısı Men bunlardan
en tanınmışlarıydı. Ancak Frigler denince akla ilk gelen tanrıça Kybele’dir. Anadolu’da Erken Neolitik Dönemden beri tapınılan Kybele Frigler için bir doğa tanrıçası, hatta doğanın bizzat kendisiydi. Kybele için en büyük tapınma yeri Pessinus’ta (Sivrihisar - Ballıhisar) idi. Burada tanrıçayı siyah meteorik bir taş temsil ediyordu. Frigler bu tanrıçayı o kadar benimsediler ki, tüm ülkelerini Agdistis Dindymene de dedikleri Kybele’nin mülkü saydılar. Bunun sonucunda, aslında bir Anadolu tanrıçası olduğu halde Kybele tarihe bir Frig tanrıçası olarak geçti. Kybele kutsal alanları genellikle kayalıklar üzerine yapılmıştı. Çünkü tanrıçanın buralarda yaşadığına inanılıyordu. M.Ö. 8.-6. yüzyıllar arasında Eskişehir-Afyon arasındaki ovaya tanrıçanın tapınaklarını temsil eden pek çok kaya anıtı yapılmıştı.
Frig soyluları ölülerini ya kayaya oyulmuş mezarlara ya da tümülüs denen yığma mezar tepelerinin altındaki odalara gömerlerdi. Kaya mezarlarının kimilerinde cephe kabartmalarla süslenmişti. Tümülüslere Gordion, Ankara ve Kerkenezdağ bölgelerinde yoğun olarak rastlanmaktadır. Bunlardan en büyüğü Midas’a ait olduğu sanılan 300 m. çapında ve 53 m. yüksekliğindeki Büyük Tümülüs’tür. Tümülüs geleneği Anadolu’ya yabancıydı ve Frigler tarafından Makedonya’dan getirilmişti. Frig kentleri içinde Gordion’un özel bir yeri vardır. Saray yapılarının bulunduğu kesim bir tepe üzerine kurulmuştu. Bu yapıların en dikkat çekici özelliği tümünün megaron planlı oluşlarıdır. Batı Anadolu’da M.Ö. 3. binyılın başlarından beri kullanılan bu tür yapılar önde bir giriş holü ile arkadaki büyük salondan oluşuyordu. Hint-Avrupa kökenli bir dil kullanan Friglerin yazıları tam olarak çözülememiştir. Frigler dokumacılık, marangozluk ve madencilikte çok ustaydılar. Gordion tümülüslerinde bulunan çivi kullanılmaksızın birbirine geçmelerle tutturulmuş panolar ve mobilyalar ile fibula adı verilen çengelli iğneler ve makara kulplu kaseler Friglere özgü eserlerdir. Başa
Geleneksel Geç Hitit Stili (1050-850)
Malatya Aslantepe (Büyük Hitit Krallığı ikonografisini devam ettirirler -
Halen Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmektedirler) · Kargamış (Eserler Ankara AMM’de olup bazıları 8. yüzyılın sonunda Korinth vazo ressamlarına örnek olmuştur) . 2. Asur Etkisi Gösteren Geç Hitit Stili (M.Ö. 850-800) : · Zincirli (Bu eserlerde Hitit biçimi saçlar yanında, kralın ensesinde Asur saç topuzu da görülmektedir - İstanbul, Eski şark Eserleri Müzesi) 3. Asurlaşmış Geç Hitit Stili (M.Ö. 800/750-700) : Geç Hitit sanatına Aram ögeleri yanında Asur özelliklerinin girdiği dönem. Bu eserlere özellikle Zincirli, Sakçegözü, Kargamış, Malatya ve Tell Halaf örnekleri bu döneme ait eserlerdendir. Örneğin, Hitit aslanlarındaki stilize edilmiş yürek biçimindeki kulak yerine bu dönem aslanlarında natüralist kulak görülmektedir. Ayrıca kalçadaki W-motifi N biçimini almış, oradan da Urartu’ya ve bozulmuş W-motifi biçiminde Hellen sanatına geçmiştir. Geleneksel Hitit kuş adamları da Kartal başlı, at kulaklı şekle dönüşmüştür. Hellen vazo ressamları Sakçegözü kuş adamlarını aynen kopya ederek kullanmışlardır.
4. Aramlaşmış ve Fenikeleşmiş Geç Hitit Sanatı : Semitik topluluklar olan Aramlar ve Fenikelilerin güneyden gelip Kuzey Mezopotamya’ya yayılmaları sonucu, Hitit sanatına bu unsurlar da egemen olmaya başlar. Zincirli (kısmen Berlin Müzesinde), Sakçegözü, Maraş (Louvre ve Adana Müzelerinde), İvriz Kaya Kabartması, Karatepe heykel ve kabartmaları bu dönemin en bilinen eserleridir. Hellenler M.Ö. 8. yüzyıl başlarında gemiler inşa edip Doğu Akdeniz’de ticaret yapmaya başladıkları zaman (M.Ö. 750 tarihinde kurulan Antakya’nın güneyindeki Al Mina Hellen kolonisi gibi) şark sanatının (Mısır, Fenike ve Geç Hitit) etkisi altında kaldılar. O dönemde yazıyı kullanmayan Hellenler Fenike alfabesini aldılar, ayrıca şark din ve mitolojisinden etkilendiler (Hitit efsanelerinden Göğün Krallığı-Theogoni ve Ejder İlluyanka-Typhon gibi). Hellenlerin Olympia, Delphi, Atina, Milet, Ephesos, Erythrai ve Eski izmir gibi merkezlerinde 8. yüzyıl Geç Hitit kökenli eserlere bolca rastlanır. Ayrıca 8. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Geç Hitit etkileri Attika vazolarında, daha sonra da Korinth vazolarında görülmektedir.
Hattuşa’nın M.Ö. 1200 dolaylarında tahribedilmesinden sonra Hitit geleneği Güneydoğu Anadolu ile Kuzey Mezopotamya’da süregider. Hattuşa’da, Alacahöyük’te ve daha birçok Anadolu yöresinde tanıyageldiğimiz sanat eserleri değişik biçimlere bürünür. Düzinelerce kent devletçiklerinden oluşan bu beyliklerde, başlıca dört sanat dönemi görülmektedir