Homoseksüel, homo ve seksüel kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuş Latince kökenli kelimedir. Homo kelimesi “eş” anlamı taşımakla birlikte “insan” anlamına da gelmektedir. Seksüel kelimesi “cinsiyet” anlamını taşımaktadır. Türkçe karşılığı eşcinsel olan homoseksüel içerisinde Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Transeksüel, İnterseksüel cinsel kimlikleri barındırmaktadır. Farklı kültürlerde uzun zaman anormal cinsel kimlik olarak tanımlanmış, farklı bilim otoriteleri hastalık olarak tanımlamakta, toplumlarda ise anormal cinsellik olarak karşılık bulmaktaydı. Son yıllarda bilim otoritelerinin hastalık tanımlamasını reddetmesi üzerine kültürlerdeki karşılıkları değişime başlamış, hatta bazı toplumlarda yasal haklar elde etmesiyle yasal olarak da kabul görmeye başlamıştır.
1973 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği (APA), 1992 yılında ise Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Uluslararası Hastalık Sınıflandırması (ICD) homoseksüel yönelimleri hastalık sınıflandırmasından çıkarmıştır. Bu düzenlemeler ile toplumlarda homoseksüelliğe bakış pozitif anlamda değişim göstermeye başlamıştır. Bu değişimler, yasalara da yansıması ile Hollanda, Belçika, Hırvatistan, Danimarka, Finlandiya gibi Avrupa ülkeleri homoseksüel evlilikleri yasal olarak kabul ederek, çiftlerin haklarını koruma altına almıştır.
Toplum nazarında anormal ilişki olarak görülmesi, önyargı, kalıplaşmış düşünce ve homofobinin uzantısı ile ortaya çıkmış bir düşüncedir. Kaplan Sadock’un editörlüğünü yaptığı Comprehensive Textbook of Psychiatry kitabında anormal ilişki, kişinin kendisine ya da diğerlerine zararlı olan, oldukça kısıtlı olan, bir partnere yönlendirilemeyen, birincil cinsel organların uyarılmasını dışlayan, suçluluk ve anksiyetenin uygunsuz olarak eşlik ettiği cinsel davranış olarak tanımlanmıştır.
Homoseksüel kimliği anlayabilmek için lezbiyen, gay, biseksüel, homofobi gibi kavramların tanımlanması önemli olacaktır. Bu tanımlamaların ardından psikanalizin homoseksüel yönelimlere bakışı kavranabilir bir boyuta gelecektir.
Cinsiyet ve Cinsellik
Cinsiyet ile cinsellik arasındaki farkı kavramak homoseksüeliteyi kavramakta önemlidir. Cinsiyet TDK sözlüğünde “Bireye, üreme işinde ayrı bir rol veren ve erkekle dişiyi ayırt ettiren yaradılış özelliği” şeklinde tanımlanmaktadır. Tanımdan da anlaşılacağı üzere cinsiyet bireyin tercihi olmaksızın getirdiği biyolojik bir terimdir. Kişinin fiziksel ve biyolojisinde yer alan eril ile dişil üreme organlarının var olması ile belirlenmektedir.
Cinsellik TDK sözlüğünde ” sevişme duygusu” olarak tanımlanmaktadır. Cinsellik kişinin duygusal ve cinsel anlamda yatırım yaptığı nesneye aittir. Kişinin biyolojisi ve fizyolojisinden bağımsız olarak gelişen bu yatırımın toplum ve kültürün genelinin yönelimi ile uyumlu olmak zorunluluğu yoktur. Bir erkek cinselliği için kadın şart olmadığı gibi bir kadın cinselliği için erkek gerekmemektedir. Duygusal ve cinsel yatırım bireyin hem cinsine yatırılabilir. Bu duygusal bir etmen olmakla birlikte, biyolojisi ile bir bağlantı taşımamaktadır.
Kişinin doğuştan getirdiği biyolojik kimlik Türkçe’de biyolojik cinsiyet olarak kabul görmekte, kişinin duygusal ve cinsel yatırımları sonucunda ortaya çıkan kimliği ise cinsel kimliğidir.
Homoseksüelite
Homoseksüellik 19. yüzyılda tıbbi bir terim olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu terimin kullanımından önce heteroseksüellik normalliği ifade etmekteydi. Ancak homoseksüelitenin tıbbi olarak tanınmasından sonra normal ve anormal tanımları ortadan kalkmıştır. Homoseksüellik, kişinin biyolojik olarak kendi cinsiyeti ile aynı cinsiyette olan kişiye yönelik erotik istek duyması anlamında kullanılmakdır.
Homoseksüel tanımı ile birlikte 19. yüzyılda biseksüellik kavramı da hipotetik olarak bir organizmanın fizyolojik olarak bir kadın ya da bir erkek olarak gelişebilmesi anlamına gelmekteydi. Yapılan çalışmalar sonucunda bazı organizmaların erkek veya kadın olarak çoğalabildiğini gösterdi. İnsan embriyosunun gestasyonun 12. haftasına kadar dış genitallerin kadın veya erkek olarak farklılaşmasının bulunması ile insanlardaki biseksüel potansiyeli kabul görmeye başladı. Sigmund Freud, kadın ile erkek arasında farklılıklar olmasına rağmen insanların biseksüel olduklarını savunduğu teorisi bilim tarafından onaylandı. Sigmund Freud’un klitorisin işlevini yitirmiş bir penis olduğunu savunması da bu teorinin devamı niteliği taşımaktadır.
Günümüzde biseksüellik zaman zaman kendi cinsiyete karşı duygusal ve cinsel yatırımın yapılıp, zaman zaman karşı cinsiyete karşı duygusal ve cinsel yatırım yapılması olarak tanımlanmaktadır.
Lezbiyen
Kadın biyolojisine ve fizyolojisine sahip bireylerin kendisi gibi biyolojik ve fizyolojik olarak kadın bireylere karşı duygusal ve cinsel yatırım yaptığı cinsel yönelimdir. 1994 yılında Chicago Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre 18-59 yaş aralığındaki kadınların %1.4’ü lezbiyen olduklarını bildirmektedir. Ayrıca araştırmaya katılan kadınların %5’i ergenlik dönemi sonrasında en az bir defa homoseksüel ilişki yaşadıklarını bildirmişlerdir.
Gay
Erkek biyolojisine ve fizyolojisine sahip bireylerin kendisi gibi erkek biyoloji ve fizyolojisine sahip bireylere karşı duygusal ve cinsel yatırım yaptığı cinsel yönelimdir.1994 yılında Chicago Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre 18-59 yaş aralığındaki erkeklerin %2.8’i gay olduklarını bildirmişlerdir. Aynı araştırmada yer alan verilere göre araştırmaya katılan erkeklerin %9’u ergenlik dönemi sonrasında en az bir defa homoseksüel ilişki yaşadıklarını bildirmişlerdir.
Biseksüel
Yazının içerisinde belirtildiği üzere, 19.yüzyıla kadar tıbbi olarak tanımı olmayan biseksüellik, yapılan araştırmalar sonucunda kabul görmeye başlamıştır. Sigmund Freud gibi birçok bilim insanı insanların tamamında biseksüel eğilimlerin olduğunu savunmaktadır. Biseksüellik, hem kendi cinsiyetinden hem karşı cinsiyetten bireylere karşı duygusal ve cinsel yatırım yapıldığı cinsel yönelimdir.
Transeksüel
Biyolojik ve fizyolojik olarak bulunduğu bedene ait hissetmeyen bireylerin duygusal ve cinsel yatırımlarının hangi cinsiyete yöneldiğinden bağımsız olarak hissettikleri cinsiyetin bedenini cerrahi müdehale ile sahip olmasıdır. Transeksüel erkekler kadınlarla birlikte olmak için ya da transeksüel kadınlar erkeklerle birlikte olmak amacıyla cinsiyet değiştirmemektedir. Kendi bedenleri ile hissettikleri beden algısının uyumsuzluğunu gidermek amacıyla cinsiyet değiştirmektedir. Transeksüel bir kadın duygusal ve cinsel olarak bir kadına yatırım yapabilir ve lezbiyen bir ilişki yaşayabilir. Transeksüel bir erkek duygusal ve cinsel olarak bir erkeğe yatırım yapabilir ve gay ilişkisi yaşayabilir.
İnterseksüel
LGBT çatısına kabul edilen son yönelimdir. İnterseksüel birey hem dişil hem eril olarak hissedebilir. Fizyolojik olarak da kadın ve erkek fizyolojisine ait belirtiler gözlenebilir. Diğer LGBT yönelimleri ile ilgili yapılmış çalışmalar kadar yaygın ve bilinen bir yönelim değildir.
Homofobi
Etimolojik olarak “Homo” “aynı, eş” anlamına gelmekte, “fobi” ise “doğal olmayan, mantıksız ve güçlü bir korku veya nefret” anlamına gelmektedir. Homofobi kelimesinin karşılığı olarak eşcinselliğe duyulan korku, nefret olarak tanımlanabilmektedir. Homofobi insanlar eşcinselliği kabul etmemek bir tarafa eşcinsellere karşı yıkıcı duygular beslemekte, eşcinsel kimseler ile sağlıklı iletişim kuramamaktadır.
Homofobinin kelime anlamını kavramak için yapılan kelimeyi oluşturan sözcüklerin ayrılması, homofobinin psikolojik çıkarımı için de gereklidir. Fobi, bilindiği üzere bastırılan arzuların sonucunda ortaya çıkan bir korku durumudur. Homofobi, kişinin eşcinsel arzularından duyduğu rahatsızlık sonucunda bu arzularını baskılayıp, baskıladığı arzuları çağrıştıran kimselere karşı öfkesinin yönelmesidir.
Psikanaliz ve Homoseksüelite
Psikanalizin kurucusu olan Sigmund Freud, homoseksüeliteyi normal gelişimin doğal bir sonucu olarak görmektedir. Homoseksüelite ya da inversiyonu bir patoloji olarak görmek bir tarafa, doğal bir dürtünün çözümlenmiş bir dışavurumu olarak nitelendirmektedir. Yazının içerisinde konu edinildiği üzere Freud, insanları biseksüel olarak tanımlamakta, her bireyde Feminen ve Maskülen bir yön olduğunu savunmaktadır. Bu biseksüellik içerisinde, gelişim döneminde toplumsal, çevresel ve biyolojik etmenlerin etkisi ile ortaya çıkan doğal bir yönelimdir. Bu durumun tersine heteroseksüelliğin çoğu zaman yüceltilmiş bir algı içerisinde olduğunu belirtmiştir.
1973 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği (APA), 1992 yılında ise Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Uluslararası Hastalık Sınıflandırması (ICD) homoseksüel yönelimleri hastalık sınıflandırmasından çıkarmıştır. Bu düzenlemeler ile toplumlarda homoseksüelliğe bakış pozitif anlamda değişim göstermeye başlamıştır. Bu değişimler, yasalara da yansıması ile Hollanda, Belçika, Hırvatistan, Danimarka, Finlandiya gibi Avrupa ülkeleri homoseksüel evlilikleri yasal olarak kabul ederek, çiftlerin haklarını koruma altına almıştır.
Toplum nazarında anormal ilişki olarak görülmesi, önyargı, kalıplaşmış düşünce ve homofobinin uzantısı ile ortaya çıkmış bir düşüncedir. Kaplan Sadock’un editörlüğünü yaptığı Comprehensive Textbook of Psychiatry kitabında anormal ilişki, kişinin kendisine ya da diğerlerine zararlı olan, oldukça kısıtlı olan, bir partnere yönlendirilemeyen, birincil cinsel organların uyarılmasını dışlayan, suçluluk ve anksiyetenin uygunsuz olarak eşlik ettiği cinsel davranış olarak tanımlanmıştır.
Homoseksüel kimliği anlayabilmek için lezbiyen, gay, biseksüel, homofobi gibi kavramların tanımlanması önemli olacaktır. Bu tanımlamaların ardından psikanalizin homoseksüel yönelimlere bakışı kavranabilir bir boyuta gelecektir.
Cinsiyet ve Cinsellik
Cinsiyet ile cinsellik arasındaki farkı kavramak homoseksüeliteyi kavramakta önemlidir. Cinsiyet TDK sözlüğünde “Bireye, üreme işinde ayrı bir rol veren ve erkekle dişiyi ayırt ettiren yaradılış özelliği” şeklinde tanımlanmaktadır. Tanımdan da anlaşılacağı üzere cinsiyet bireyin tercihi olmaksızın getirdiği biyolojik bir terimdir. Kişinin fiziksel ve biyolojisinde yer alan eril ile dişil üreme organlarının var olması ile belirlenmektedir.
Cinsellik TDK sözlüğünde ” sevişme duygusu” olarak tanımlanmaktadır. Cinsellik kişinin duygusal ve cinsel anlamda yatırım yaptığı nesneye aittir. Kişinin biyolojisi ve fizyolojisinden bağımsız olarak gelişen bu yatırımın toplum ve kültürün genelinin yönelimi ile uyumlu olmak zorunluluğu yoktur. Bir erkek cinselliği için kadın şart olmadığı gibi bir kadın cinselliği için erkek gerekmemektedir. Duygusal ve cinsel yatırım bireyin hem cinsine yatırılabilir. Bu duygusal bir etmen olmakla birlikte, biyolojisi ile bir bağlantı taşımamaktadır.
Kişinin doğuştan getirdiği biyolojik kimlik Türkçe’de biyolojik cinsiyet olarak kabul görmekte, kişinin duygusal ve cinsel yatırımları sonucunda ortaya çıkan kimliği ise cinsel kimliğidir.
Homoseksüelite
Homoseksüellik 19. yüzyılda tıbbi bir terim olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu terimin kullanımından önce heteroseksüellik normalliği ifade etmekteydi. Ancak homoseksüelitenin tıbbi olarak tanınmasından sonra normal ve anormal tanımları ortadan kalkmıştır. Homoseksüellik, kişinin biyolojik olarak kendi cinsiyeti ile aynı cinsiyette olan kişiye yönelik erotik istek duyması anlamında kullanılmakdır.
Homoseksüel tanımı ile birlikte 19. yüzyılda biseksüellik kavramı da hipotetik olarak bir organizmanın fizyolojik olarak bir kadın ya da bir erkek olarak gelişebilmesi anlamına gelmekteydi. Yapılan çalışmalar sonucunda bazı organizmaların erkek veya kadın olarak çoğalabildiğini gösterdi. İnsan embriyosunun gestasyonun 12. haftasına kadar dış genitallerin kadın veya erkek olarak farklılaşmasının bulunması ile insanlardaki biseksüel potansiyeli kabul görmeye başladı. Sigmund Freud, kadın ile erkek arasında farklılıklar olmasına rağmen insanların biseksüel olduklarını savunduğu teorisi bilim tarafından onaylandı. Sigmund Freud’un klitorisin işlevini yitirmiş bir penis olduğunu savunması da bu teorinin devamı niteliği taşımaktadır.
Günümüzde biseksüellik zaman zaman kendi cinsiyete karşı duygusal ve cinsel yatırımın yapılıp, zaman zaman karşı cinsiyete karşı duygusal ve cinsel yatırım yapılması olarak tanımlanmaktadır.
Lezbiyen
Kadın biyolojisine ve fizyolojisine sahip bireylerin kendisi gibi biyolojik ve fizyolojik olarak kadın bireylere karşı duygusal ve cinsel yatırım yaptığı cinsel yönelimdir. 1994 yılında Chicago Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre 18-59 yaş aralığındaki kadınların %1.4’ü lezbiyen olduklarını bildirmektedir. Ayrıca araştırmaya katılan kadınların %5’i ergenlik dönemi sonrasında en az bir defa homoseksüel ilişki yaşadıklarını bildirmişlerdir.
Gay
Erkek biyolojisine ve fizyolojisine sahip bireylerin kendisi gibi erkek biyoloji ve fizyolojisine sahip bireylere karşı duygusal ve cinsel yatırım yaptığı cinsel yönelimdir.1994 yılında Chicago Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre 18-59 yaş aralığındaki erkeklerin %2.8’i gay olduklarını bildirmişlerdir. Aynı araştırmada yer alan verilere göre araştırmaya katılan erkeklerin %9’u ergenlik dönemi sonrasında en az bir defa homoseksüel ilişki yaşadıklarını bildirmişlerdir.
Biseksüel
Yazının içerisinde belirtildiği üzere, 19.yüzyıla kadar tıbbi olarak tanımı olmayan biseksüellik, yapılan araştırmalar sonucunda kabul görmeye başlamıştır. Sigmund Freud gibi birçok bilim insanı insanların tamamında biseksüel eğilimlerin olduğunu savunmaktadır. Biseksüellik, hem kendi cinsiyetinden hem karşı cinsiyetten bireylere karşı duygusal ve cinsel yatırım yapıldığı cinsel yönelimdir.
Transeksüel
Biyolojik ve fizyolojik olarak bulunduğu bedene ait hissetmeyen bireylerin duygusal ve cinsel yatırımlarının hangi cinsiyete yöneldiğinden bağımsız olarak hissettikleri cinsiyetin bedenini cerrahi müdehale ile sahip olmasıdır. Transeksüel erkekler kadınlarla birlikte olmak için ya da transeksüel kadınlar erkeklerle birlikte olmak amacıyla cinsiyet değiştirmemektedir. Kendi bedenleri ile hissettikleri beden algısının uyumsuzluğunu gidermek amacıyla cinsiyet değiştirmektedir. Transeksüel bir kadın duygusal ve cinsel olarak bir kadına yatırım yapabilir ve lezbiyen bir ilişki yaşayabilir. Transeksüel bir erkek duygusal ve cinsel olarak bir erkeğe yatırım yapabilir ve gay ilişkisi yaşayabilir.
İnterseksüel
LGBT çatısına kabul edilen son yönelimdir. İnterseksüel birey hem dişil hem eril olarak hissedebilir. Fizyolojik olarak da kadın ve erkek fizyolojisine ait belirtiler gözlenebilir. Diğer LGBT yönelimleri ile ilgili yapılmış çalışmalar kadar yaygın ve bilinen bir yönelim değildir.
Homofobi
Etimolojik olarak “Homo” “aynı, eş” anlamına gelmekte, “fobi” ise “doğal olmayan, mantıksız ve güçlü bir korku veya nefret” anlamına gelmektedir. Homofobi kelimesinin karşılığı olarak eşcinselliğe duyulan korku, nefret olarak tanımlanabilmektedir. Homofobi insanlar eşcinselliği kabul etmemek bir tarafa eşcinsellere karşı yıkıcı duygular beslemekte, eşcinsel kimseler ile sağlıklı iletişim kuramamaktadır.
Homofobinin kelime anlamını kavramak için yapılan kelimeyi oluşturan sözcüklerin ayrılması, homofobinin psikolojik çıkarımı için de gereklidir. Fobi, bilindiği üzere bastırılan arzuların sonucunda ortaya çıkan bir korku durumudur. Homofobi, kişinin eşcinsel arzularından duyduğu rahatsızlık sonucunda bu arzularını baskılayıp, baskıladığı arzuları çağrıştıran kimselere karşı öfkesinin yönelmesidir.
Psikanaliz ve Homoseksüelite
Psikanalizin kurucusu olan Sigmund Freud, homoseksüeliteyi normal gelişimin doğal bir sonucu olarak görmektedir. Homoseksüelite ya da inversiyonu bir patoloji olarak görmek bir tarafa, doğal bir dürtünün çözümlenmiş bir dışavurumu olarak nitelendirmektedir. Yazının içerisinde konu edinildiği üzere Freud, insanları biseksüel olarak tanımlamakta, her bireyde Feminen ve Maskülen bir yön olduğunu savunmaktadır. Bu biseksüellik içerisinde, gelişim döneminde toplumsal, çevresel ve biyolojik etmenlerin etkisi ile ortaya çıkan doğal bir yönelimdir. Bu durumun tersine heteroseksüelliğin çoğu zaman yüceltilmiş bir algı içerisinde olduğunu belirtmiştir.