zeberus1234
Yeni Üye
MUHAMMED MUSTAFA (SAV) "Rabbimiz içlerinden, onlara Senin âyetlerini okuyan, kitabı ve hikmeti öğreten, onları her türlü kötülükten arındıran bir peygamber gönder. Doğrusu güçlü ve hâkim olan yalnızca Sensin.” (Bakara sûresi, 129)
Allah (cc)’ın ve meleklerin medhettiği,(1) Rabbimizin hayatı üzerine yemin ettiği,(2) âlemlere rahmet olarak gönderdiği,(3) yüce ahlak sahibi,(4) içimizden birisi, canımızdan daha sevimlisi,(5) bizi pek seven, üzerimize titreyen, şefkat ve merhamet dolu Efendimiz,(6) uyarıcımız, müjdecimiz,(7) en güzel örneğimiz,(8) Allah’a davet eden, nurlandıran kandilimiz,(9) insanların rehberi Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhiselatü vesselam.
“Rabbimiz içlerinden, onlara Senin âyetlerini okuyan, kitabı ve hikmeti öğreten, onları her türlü kötülükten arındıran bir peygamber gönder. Doğrusu güçlü ve hâkim olan yalnızca Sensin.” (Bakara sûresi, 129)
Halilullah olan Hz. İbrahim’in Allah’ın evi olan Kâbe’yi inşa ettikleri bir zamanda ettiği duanın neticesi ve Hz. İsa’nın “Ahmed” diye müjdelediği Habibullah olan Muhammed Mustafa (sav)’nın siyerini anlatmaya çalışacağız.
Rebiülevvel ayının 12. gecesinde dünyaya teşrif eden Peygamber Efendimiz (sav) daha annesinin karnında 6 aylık iken babasını kaybetti. 25 yaşlarındaki babası Abdullah, bir ticari seyahat sırasında hastalanarak vefat etti. Mekke’nin ileri gelenlerinden olan dedesi Abdülmuttalib Onun (sav) bakımını üstlendi. Doğduğu zaman hem yerdekilerin hem de göktekilerin Onu övmesini isteyerek adını Muhammed koydu. Kur’an-ı Kerim’de bu isim dört kez geçmektedir. Bir süre annesinin yanında kalan Peygamber Efendimiz (sav) Arapların âdeti üzerine sütannesine verildi. Köyde yaşadığı sıralarda “şakk-ı sadr” olarak bilinen göğsünün yarılması hadisesi ile karşılaştı. Kendisi (sav) köyde kaldığı süre zarfında başından çeşitli olağan dışı olaylar geçtiği için, bakımını üstlenen Hz. Halime ve eşi Haris Onun hayatından endişelenmiş ve ailesine teslim etmek zorunda kalmışlardı. Sa’d Köyünde dört veya beş sene kaldıktan sonra annesine geri verildi.
Peygamber Efendimiz (sav) altı yaşlarında iken annesi Amine ile beraber Yesrib’e (Medine) akraba ziyaretine gittiler. Yaklaşık bir ay burada kaldıktan sonra memleketlerine dönüş yolunda Medine’den 190 km. uzaklıkta bulunan Ebvâ Köyünde annesi vefat etti. Artık Peygamber Efendimiz (sav) hem yetim hem öksüz kalmıştı.
Dedesi Abdülmuttalib torununa büyük özen gösteriyordu. Nihayet 80 yaşında vefat etti ve 8 yaşındaki Peygamber Efendimiz (sav) amcası Ebu Talib’in himayesine verildi.
Peygamber Efendimiz (sav) 10 yaşlarında çobanlık yaptı. 12 yaşlarında amcası Ebu Talib ile beraber ticaret amacıyla Şam seferine katıldı. Busrâ kasabasında Rahib Bahîra Peygamber Efendimiz (sav)’in İncil’de gönderileceği vaad edilen peygamber olduğunu söyledikten sonra başına gelebilecek bazı tehlikelere dikkat çekti. Bunun üzerine Ebû Tâlib seyahatını yarıda kesip Mekke’ye döndü.
Ebû Tâlib’in hanımı Fâtıma binti Esed Peygamber Efendimiz (sav)’e kendi çocuklarından daha fazla ilgi gösterdi. Hz. Peygamber de büyüdüğünde yengesinin iyiliklerini hiçbir zaman unutmadı; “Ben onun himayesine muhtaç öksüz bir çocuktum. O kendi çocukları aç olduğu halde beni doyururdu. Kendi çocuklarını bırakır, benim saçlarımı tarardı. O benim annem gibiydi” diyordu ve vefat ettiğinde çok üzülmüş, gömleğini ona kefen yapmış, cenaze namazını da kendisi kıldırmıştır.
Peygamber Efendimiz (sav) 20 yaşında Hilfü’l fudûl (Erdemli insanların yemini) adı verilen antlaşma için yapılan toplantılara katıldı. Bu hareket içinde yer alanlar, haksızlığa uğrayan herkesi koruyacaklarına, hakkı verilinceye kadar tek bir el gibi hareket edeceklerine yemin etmişlerdi.
Cahiliye döneminin yaygın kötülüklerinin hiçbirine bulaşmaksızın temiz bir hayat yaşayan ve yirmi beş yaşlarına gelen Peygamber Efendimiz (sav) çevresinde iffeti, mertliği ve hakseverliğinin yanı sıra ticaret hayatında da doğruluğu ve güvenilirliği sebebiyle “Muhammedü’l-Emîn” unvanıyla bilinmekteydi. Hz. Hatice ile evlendi. Altı çocukları oldu. Araplarda bir gelenek olarak doğan ilk erkek çocuğun ismi künye olarak babasına verilirdi. Bu yüzden kendisine “Ebü’l-Kâsım” denildi. Maddi olarak refaha kavuşan Peygamber Efendimiz (sav), 5 yaşlarındaki amcasının oğlu Ali’yi himayesine aldı. Hz. Hatice kendisine ilk inanan insandı, en sıkıntılı zamanlarında Onun (sav) yanında oldu. Peygamber Efendimiz (sav); “Allah bana ondan daha hayırlısını vermemiştir: Herkes benim peygamberliğimi inkâr ederken, o bana inandı. Herkes beni yalanlarken o tasdik etti. İnsanlar mallarını esirgerken o malıyla bana destek oldu. Allah bana ondan çocuklar nasip etti” diyerek onu hayırla yâd ediyordu.
Peygamber Efendimiz (sav) 35 yaşlarında Kâbe’nin yeniden inşa çalışmasında bulundu. Hacer’ül Esved’in Kâbe’deki yerine konulması konusunda yaptığı hakemlik dillere destan oldu.
Peygamber Efendimiz (sav) 40 yaşlarında Hz. İbrâhim’in dini üzere yaşayan az sayıdaki Hanîflerden biriydi. İnzivaya çekilmekten hoşlanmaya başladı ve risâletinin birkaç yıl öncesinden itibaren her Ramazan ayında Hira dağındaki mağarada münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Tarihlerin miladi 610 yılını gösterdiği bir Ramazan ayında peygamber olarak görevlendirildi. İlk olarak “Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Senin Rabbin en büyük kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğreten, insana bilmediklerini belleten O’dur” (Alak, 1-5) ayet-i kerimesi ile şereflendi. Bir süre “fetretü’l-vahy” dönemi yaşandıktan sonra Müddessir Suresi’nin ilk ayetleriyle beraber aktif tebliğ zamanı başlamış oldu. Artık hayatını bu davaya adamaya başladı ve vefat edene kadar Rabbine hizmet yaptı. İlk yaptığı ibadet namaz oldu ve hayatı boyunca namaza dikkat etti vefat ederken de üç defa “namaz, namaz, namaz” diyerek namazın ehemmiyetini anlattı.
Peygamber Efendimiz (sav) çevresindeki insanları İslâm dinine davet etmeye başladı. Bu davet üç yıl kadar gizlice sürdü. Hz. Hatice’nin ardından yakın dostu Ebû Bekir, Ali b. Ebû Tâlib ve Zeyd b. Hârise, kızları Zeyneb, Rukıyye ve Ümmü Külsûm, Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Talha b. Ubeydullah, Sa‘d b. Ebû Vakkas, Osman b. Maz‘ûn… gibi şahsiyetler de Hz. Peygamber’e gelip İslâm’ı kabul ettiler. Dar’ül Erkam’daki gizli faaliyetler Hz. Ömer (ra)’in Müslüman olmasıyla açıktan davete dönüştü. Tekbirler eşliğinde Kâbe’ye gidildi.
Müşrikler yapılan İslami faaliyetleri kendileri için tehlike gördüler. İlk önce alay ve hakaret şeklinde yapılan tacizler oldu daha sonra fiili saldırılara başladılar. Müslümanlara inanılmaz işkence, cefa ve eziyetler yaptılar. İlk önce Mekke’ye dışarıdan gelmiş aileler ile köle ve cariyeleri hedef aldılar. Bunlar aç bırakılıyor, kızgın kumlara yatırılıyor, üzerlerine kaya parçaları konularak işkenceye tabi tutuluyordu. Bu işkencelerin en ağırını Yâsir ailesi yaşadı. Sümeyye, ağır işkenceler altında can vererek ilk şehid olarak tarihe geçti. Bilâl-i Habeşî, Suheyb-i Rûmî, Habbâb b. Eret ve Ebû Fükeyhe gibi köleler ile Zinnîre, Ümmü Übeys, Nehdiye ve Lübeyne gibi cariyeler de inançları uğruna büyük sıkıntılarla karşı karşıya kaldılar. Varlıklı Müslümanlar da çeşitli sıkıntı ve işkencelere maruz kaldı. Peygamber Efendimiz (sav)’in geçtiği yollara pislikler ve dikenler atıldı, evi taşlandı, namaz kılarken üzerine deve işkembesi atılarak secdede boğulmak istendi. Allah yolunda Müslümanların katlandıkları sıkıntılar, mücadele azimlerini artırmakla beraber gelecek nesiller için de numune-i imtisal oldular, birer mum olup insanlığı aydınlattılar. Peygamber Efendimiz (sav) yapılan bütün tekliflere karşılık, “Bu işten vazgeçmem için güneşi sağ elime ayı da sol elime verseler hiçbir şey değişmez, Allah bu dini üstün kılıncaya kadar çalışacağım veya bu uğurda öleceğim” şeklinde kararlı bir cevap verdi.
Davalarından taviz vermeyen Müslümanlar yaklaşık üç yıl sürecek boykot hayatı yaşamak zorunda kaldılar. Müslümanlar boykotun ağır şartları altında çok zahmet çekti. Bütün servetlerini yitirdiler. Can güvenliklerinin dahi kalmadığı bir zamanda Peygamber Efendimiz (sav)’in emri gereğince Habeşistan’a hicret ettiler. İki hicret sonucunda Habeşitan’daki Müslümanların sayısı 108 oldu. Miladi 620’de Şi‘bü Ebû Tâlib’deki boykotun sona ermesinden sonra bir kısmı Mekke’ye geri dönebildi, bir kısmı da çok daha sonraları memleketlerine geri dönebildi.
Peygamberliğin 10. yılında amcası Ebu Talib ve hanımı Hz. Hatice’nin üç gün arayla vefat etmesi üzerine Müslümanlar çok üzüldü ve bu seneye Senetü’l Hüzn denildi.
Peygamber Efendimiz (sav) İslam davetini Mekke’nin dışına taşıma niyetiyle Tâif’e gitti. Zira Mekke’de davet imkânı kalmamıştı, bu dava âlemşümul bir davaydı o yüzden dur durak bilmezdi, bütün yeryüzüne yayılmalıydı.
On gün boyunca davet etti lakin Tâifliler daveti reddetti, O’nun (sav) mübarek bedenini taşladılar, kovdular, ama yine de yılmadı, usanmadı.
Peygamber Efendimiz (sav) çok sıkıntılı bir dönemde Miraç ile müşerref oldu. Hiçbir varlığa nasip olmayan olay, Müslümanların maneviyatlarını yükseltti ve imanını kuvvetlendirdi. Bu olay tarihin en büyük hadiselerindendir. Yüce Allah’ın “Habibim” dediği o eşrefü’l mahlûkat olan Peygamber Efendimiz (sav) ve ashabı için büyük bir moral oldu.
Peygamberliğin 11. yılında hac, umre veya panayırlar için Mekke’ye gelen yabancılar ile ilgilenmeye başladı. Nihayet Yesrib’den gelen altı kişi ile Akabe’de karşılaşarak onlara İslam’ı tebliğ etti onlar da kabul etti. Böylece ilk defa dava Mekke’nin dışına taşınmış oldu. Bu altı Müslüman Yesrib’te faaliyetlere başladı. Ertesi sene 12 Yesribli Akabe’de biat ederek İslam safına geçti. Birinci Akabe Biati olan bu biatten sonra Peygamber Efendimiz (sav) Yesrib halkına Kur’an’ı ve İslâm’ı öğretmesi, henüz Müslüman olmayanları dine davet etmesi ve namaz kıldırması için Mus‘ab b. Umeyr’i onlarla birlikte gönderdi.
Peygamberliğin 13. yılında ikisi kadın olmak üzere 72 Yesribli, Akabe’de Peygamber Efendimiz (sav) ile buluşarak Müslüman oldu. İkinci Akabe Biati denilen bu biatin şartları şunlardı: Hicret ettiği takdirde kendisini ve Mekkeli bütün Müslümanları kendi canlarını, çocuklarını, kadınlarını ve mallarını korudukları gibi koruyacaklarına, iyi günlerde de sıkıntılı zamanlarda da kendisine itaat edeceklerine… söz vermekti.
Miladi 622’de gizli bir şekilde Yesrib’e hicret başladı. Lakin müşrikler bunun farkına vardı ve hicreti durdurmak için ellerinden geleni yaptılar, bazı Müslümanları hapsettiler. Ne var ki kısa bir sürede ashabın büyük bir kısmı Yesrib’e hicret etti. Müslümanlar inançları uğrunda tarihte benzerine az rastlanır fedakârlıkta bulundular; mallarını, mülklerini, akraba ve memleketlerini terk ettiler. Müşrikler bundan çok endişeleniyorlardı.
Bir gün karşılarına büyük bir tehlike olarak çıkabilirlerdi.
Bunun üzerine Dar’un Nedve’de bir araya gelerek halen hicret etmemiş Peygamber Efendimiz (sav)’i öldürme planları yaptılar. Bundan haberdar olan Peygamber Efendimiz (sav) yanına Hz. Ebubekir’i alarak hicret etti. Öldürmek için evine giden müşrikler Onu (sav) bulamadılar. Onu yakalayan için ödül olarak 100 deve vaat edildi. Artık her yerde aranır oldu.
Peygamber Efendimiz (sav) izini kaybettirmek için üç gün boyunca Mekke’ye yakın Sevr mağarasında durdu.
Çeşitli zorluklarla hicret yolunu aşmaya çalışan Peygamber Efendimiz (sav) nihayet 8 gün sonra Yesrib’e bir saat uzaklıkta bulunan Kubâ’ya varabildi. Birkaç gün burada kaldı. Yesrib’de gerekli güvenlik önlemleri alındıktan sonra şehre girdi. Yolun iki tarafında sıralanan yediden yetmişe herkes, kadınlar ve çocuklar büyük bir sevinç içerisinde Allah’ın yüce elçisini karşılıyordu. Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin (Hâlid b. Zeyd) evine misafir oldu. Böylece çile ve ıstırap dolu Mekke dönemi sona ermiş, İslâm tarihinde yeni bir dönem başlamış oldu. Yesrib de artık Peygamber şehri anlamında Medînetü’r-Resûl veya el-Medînetü’l-Münevvere adıyla anılmaya başladı. (devam edecek)
[1] Ahzab sûresi,56
[2] Hicr sûresi,72
[3] Enbiya sûresi,107
[4] Kalem sûresi,4
[5] Ahzab sûresi,6
[6] Tevbe sûresi,128
[7] Ahzab sûresi,45
[8] Ahzab sûresi,21
[9] Ahzab sûresi,46
FEYZULLAH ZEREY - DOĞRU HABER
Allah (cc)’ın ve meleklerin medhettiği,(1) Rabbimizin hayatı üzerine yemin ettiği,(2) âlemlere rahmet olarak gönderdiği,(3) yüce ahlak sahibi,(4) içimizden birisi, canımızdan daha sevimlisi,(5) bizi pek seven, üzerimize titreyen, şefkat ve merhamet dolu Efendimiz,(6) uyarıcımız, müjdecimiz,(7) en güzel örneğimiz,(8) Allah’a davet eden, nurlandıran kandilimiz,(9) insanların rehberi Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhiselatü vesselam.
“Rabbimiz içlerinden, onlara Senin âyetlerini okuyan, kitabı ve hikmeti öğreten, onları her türlü kötülükten arındıran bir peygamber gönder. Doğrusu güçlü ve hâkim olan yalnızca Sensin.” (Bakara sûresi, 129)
Halilullah olan Hz. İbrahim’in Allah’ın evi olan Kâbe’yi inşa ettikleri bir zamanda ettiği duanın neticesi ve Hz. İsa’nın “Ahmed” diye müjdelediği Habibullah olan Muhammed Mustafa (sav)’nın siyerini anlatmaya çalışacağız.
Rebiülevvel ayının 12. gecesinde dünyaya teşrif eden Peygamber Efendimiz (sav) daha annesinin karnında 6 aylık iken babasını kaybetti. 25 yaşlarındaki babası Abdullah, bir ticari seyahat sırasında hastalanarak vefat etti. Mekke’nin ileri gelenlerinden olan dedesi Abdülmuttalib Onun (sav) bakımını üstlendi. Doğduğu zaman hem yerdekilerin hem de göktekilerin Onu övmesini isteyerek adını Muhammed koydu. Kur’an-ı Kerim’de bu isim dört kez geçmektedir. Bir süre annesinin yanında kalan Peygamber Efendimiz (sav) Arapların âdeti üzerine sütannesine verildi. Köyde yaşadığı sıralarda “şakk-ı sadr” olarak bilinen göğsünün yarılması hadisesi ile karşılaştı. Kendisi (sav) köyde kaldığı süre zarfında başından çeşitli olağan dışı olaylar geçtiği için, bakımını üstlenen Hz. Halime ve eşi Haris Onun hayatından endişelenmiş ve ailesine teslim etmek zorunda kalmışlardı. Sa’d Köyünde dört veya beş sene kaldıktan sonra annesine geri verildi.
Peygamber Efendimiz (sav) altı yaşlarında iken annesi Amine ile beraber Yesrib’e (Medine) akraba ziyaretine gittiler. Yaklaşık bir ay burada kaldıktan sonra memleketlerine dönüş yolunda Medine’den 190 km. uzaklıkta bulunan Ebvâ Köyünde annesi vefat etti. Artık Peygamber Efendimiz (sav) hem yetim hem öksüz kalmıştı.
Dedesi Abdülmuttalib torununa büyük özen gösteriyordu. Nihayet 80 yaşında vefat etti ve 8 yaşındaki Peygamber Efendimiz (sav) amcası Ebu Talib’in himayesine verildi.
Peygamber Efendimiz (sav) 10 yaşlarında çobanlık yaptı. 12 yaşlarında amcası Ebu Talib ile beraber ticaret amacıyla Şam seferine katıldı. Busrâ kasabasında Rahib Bahîra Peygamber Efendimiz (sav)’in İncil’de gönderileceği vaad edilen peygamber olduğunu söyledikten sonra başına gelebilecek bazı tehlikelere dikkat çekti. Bunun üzerine Ebû Tâlib seyahatını yarıda kesip Mekke’ye döndü.
Ebû Tâlib’in hanımı Fâtıma binti Esed Peygamber Efendimiz (sav)’e kendi çocuklarından daha fazla ilgi gösterdi. Hz. Peygamber de büyüdüğünde yengesinin iyiliklerini hiçbir zaman unutmadı; “Ben onun himayesine muhtaç öksüz bir çocuktum. O kendi çocukları aç olduğu halde beni doyururdu. Kendi çocuklarını bırakır, benim saçlarımı tarardı. O benim annem gibiydi” diyordu ve vefat ettiğinde çok üzülmüş, gömleğini ona kefen yapmış, cenaze namazını da kendisi kıldırmıştır.
Peygamber Efendimiz (sav) 20 yaşında Hilfü’l fudûl (Erdemli insanların yemini) adı verilen antlaşma için yapılan toplantılara katıldı. Bu hareket içinde yer alanlar, haksızlığa uğrayan herkesi koruyacaklarına, hakkı verilinceye kadar tek bir el gibi hareket edeceklerine yemin etmişlerdi.
Cahiliye döneminin yaygın kötülüklerinin hiçbirine bulaşmaksızın temiz bir hayat yaşayan ve yirmi beş yaşlarına gelen Peygamber Efendimiz (sav) çevresinde iffeti, mertliği ve hakseverliğinin yanı sıra ticaret hayatında da doğruluğu ve güvenilirliği sebebiyle “Muhammedü’l-Emîn” unvanıyla bilinmekteydi. Hz. Hatice ile evlendi. Altı çocukları oldu. Araplarda bir gelenek olarak doğan ilk erkek çocuğun ismi künye olarak babasına verilirdi. Bu yüzden kendisine “Ebü’l-Kâsım” denildi. Maddi olarak refaha kavuşan Peygamber Efendimiz (sav), 5 yaşlarındaki amcasının oğlu Ali’yi himayesine aldı. Hz. Hatice kendisine ilk inanan insandı, en sıkıntılı zamanlarında Onun (sav) yanında oldu. Peygamber Efendimiz (sav); “Allah bana ondan daha hayırlısını vermemiştir: Herkes benim peygamberliğimi inkâr ederken, o bana inandı. Herkes beni yalanlarken o tasdik etti. İnsanlar mallarını esirgerken o malıyla bana destek oldu. Allah bana ondan çocuklar nasip etti” diyerek onu hayırla yâd ediyordu.
Peygamber Efendimiz (sav) 35 yaşlarında Kâbe’nin yeniden inşa çalışmasında bulundu. Hacer’ül Esved’in Kâbe’deki yerine konulması konusunda yaptığı hakemlik dillere destan oldu.
Peygamber Efendimiz (sav) 40 yaşlarında Hz. İbrâhim’in dini üzere yaşayan az sayıdaki Hanîflerden biriydi. İnzivaya çekilmekten hoşlanmaya başladı ve risâletinin birkaç yıl öncesinden itibaren her Ramazan ayında Hira dağındaki mağarada münzevi bir hayat yaşamaya başladı. Tarihlerin miladi 610 yılını gösterdiği bir Ramazan ayında peygamber olarak görevlendirildi. İlk olarak “Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Senin Rabbin en büyük kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğreten, insana bilmediklerini belleten O’dur” (Alak, 1-5) ayet-i kerimesi ile şereflendi. Bir süre “fetretü’l-vahy” dönemi yaşandıktan sonra Müddessir Suresi’nin ilk ayetleriyle beraber aktif tebliğ zamanı başlamış oldu. Artık hayatını bu davaya adamaya başladı ve vefat edene kadar Rabbine hizmet yaptı. İlk yaptığı ibadet namaz oldu ve hayatı boyunca namaza dikkat etti vefat ederken de üç defa “namaz, namaz, namaz” diyerek namazın ehemmiyetini anlattı.
Peygamber Efendimiz (sav) çevresindeki insanları İslâm dinine davet etmeye başladı. Bu davet üç yıl kadar gizlice sürdü. Hz. Hatice’nin ardından yakın dostu Ebû Bekir, Ali b. Ebû Tâlib ve Zeyd b. Hârise, kızları Zeyneb, Rukıyye ve Ümmü Külsûm, Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Talha b. Ubeydullah, Sa‘d b. Ebû Vakkas, Osman b. Maz‘ûn… gibi şahsiyetler de Hz. Peygamber’e gelip İslâm’ı kabul ettiler. Dar’ül Erkam’daki gizli faaliyetler Hz. Ömer (ra)’in Müslüman olmasıyla açıktan davete dönüştü. Tekbirler eşliğinde Kâbe’ye gidildi.
Müşrikler yapılan İslami faaliyetleri kendileri için tehlike gördüler. İlk önce alay ve hakaret şeklinde yapılan tacizler oldu daha sonra fiili saldırılara başladılar. Müslümanlara inanılmaz işkence, cefa ve eziyetler yaptılar. İlk önce Mekke’ye dışarıdan gelmiş aileler ile köle ve cariyeleri hedef aldılar. Bunlar aç bırakılıyor, kızgın kumlara yatırılıyor, üzerlerine kaya parçaları konularak işkenceye tabi tutuluyordu. Bu işkencelerin en ağırını Yâsir ailesi yaşadı. Sümeyye, ağır işkenceler altında can vererek ilk şehid olarak tarihe geçti. Bilâl-i Habeşî, Suheyb-i Rûmî, Habbâb b. Eret ve Ebû Fükeyhe gibi köleler ile Zinnîre, Ümmü Übeys, Nehdiye ve Lübeyne gibi cariyeler de inançları uğruna büyük sıkıntılarla karşı karşıya kaldılar. Varlıklı Müslümanlar da çeşitli sıkıntı ve işkencelere maruz kaldı. Peygamber Efendimiz (sav)’in geçtiği yollara pislikler ve dikenler atıldı, evi taşlandı, namaz kılarken üzerine deve işkembesi atılarak secdede boğulmak istendi. Allah yolunda Müslümanların katlandıkları sıkıntılar, mücadele azimlerini artırmakla beraber gelecek nesiller için de numune-i imtisal oldular, birer mum olup insanlığı aydınlattılar. Peygamber Efendimiz (sav) yapılan bütün tekliflere karşılık, “Bu işten vazgeçmem için güneşi sağ elime ayı da sol elime verseler hiçbir şey değişmez, Allah bu dini üstün kılıncaya kadar çalışacağım veya bu uğurda öleceğim” şeklinde kararlı bir cevap verdi.
Davalarından taviz vermeyen Müslümanlar yaklaşık üç yıl sürecek boykot hayatı yaşamak zorunda kaldılar. Müslümanlar boykotun ağır şartları altında çok zahmet çekti. Bütün servetlerini yitirdiler. Can güvenliklerinin dahi kalmadığı bir zamanda Peygamber Efendimiz (sav)’in emri gereğince Habeşistan’a hicret ettiler. İki hicret sonucunda Habeşitan’daki Müslümanların sayısı 108 oldu. Miladi 620’de Şi‘bü Ebû Tâlib’deki boykotun sona ermesinden sonra bir kısmı Mekke’ye geri dönebildi, bir kısmı da çok daha sonraları memleketlerine geri dönebildi.
Peygamberliğin 10. yılında amcası Ebu Talib ve hanımı Hz. Hatice’nin üç gün arayla vefat etmesi üzerine Müslümanlar çok üzüldü ve bu seneye Senetü’l Hüzn denildi.
Peygamber Efendimiz (sav) İslam davetini Mekke’nin dışına taşıma niyetiyle Tâif’e gitti. Zira Mekke’de davet imkânı kalmamıştı, bu dava âlemşümul bir davaydı o yüzden dur durak bilmezdi, bütün yeryüzüne yayılmalıydı.
On gün boyunca davet etti lakin Tâifliler daveti reddetti, O’nun (sav) mübarek bedenini taşladılar, kovdular, ama yine de yılmadı, usanmadı.
Peygamber Efendimiz (sav) çok sıkıntılı bir dönemde Miraç ile müşerref oldu. Hiçbir varlığa nasip olmayan olay, Müslümanların maneviyatlarını yükseltti ve imanını kuvvetlendirdi. Bu olay tarihin en büyük hadiselerindendir. Yüce Allah’ın “Habibim” dediği o eşrefü’l mahlûkat olan Peygamber Efendimiz (sav) ve ashabı için büyük bir moral oldu.
Peygamberliğin 11. yılında hac, umre veya panayırlar için Mekke’ye gelen yabancılar ile ilgilenmeye başladı. Nihayet Yesrib’den gelen altı kişi ile Akabe’de karşılaşarak onlara İslam’ı tebliğ etti onlar da kabul etti. Böylece ilk defa dava Mekke’nin dışına taşınmış oldu. Bu altı Müslüman Yesrib’te faaliyetlere başladı. Ertesi sene 12 Yesribli Akabe’de biat ederek İslam safına geçti. Birinci Akabe Biati olan bu biatten sonra Peygamber Efendimiz (sav) Yesrib halkına Kur’an’ı ve İslâm’ı öğretmesi, henüz Müslüman olmayanları dine davet etmesi ve namaz kıldırması için Mus‘ab b. Umeyr’i onlarla birlikte gönderdi.
Peygamberliğin 13. yılında ikisi kadın olmak üzere 72 Yesribli, Akabe’de Peygamber Efendimiz (sav) ile buluşarak Müslüman oldu. İkinci Akabe Biati denilen bu biatin şartları şunlardı: Hicret ettiği takdirde kendisini ve Mekkeli bütün Müslümanları kendi canlarını, çocuklarını, kadınlarını ve mallarını korudukları gibi koruyacaklarına, iyi günlerde de sıkıntılı zamanlarda da kendisine itaat edeceklerine… söz vermekti.
Miladi 622’de gizli bir şekilde Yesrib’e hicret başladı. Lakin müşrikler bunun farkına vardı ve hicreti durdurmak için ellerinden geleni yaptılar, bazı Müslümanları hapsettiler. Ne var ki kısa bir sürede ashabın büyük bir kısmı Yesrib’e hicret etti. Müslümanlar inançları uğrunda tarihte benzerine az rastlanır fedakârlıkta bulundular; mallarını, mülklerini, akraba ve memleketlerini terk ettiler. Müşrikler bundan çok endişeleniyorlardı.
Bir gün karşılarına büyük bir tehlike olarak çıkabilirlerdi.
Bunun üzerine Dar’un Nedve’de bir araya gelerek halen hicret etmemiş Peygamber Efendimiz (sav)’i öldürme planları yaptılar. Bundan haberdar olan Peygamber Efendimiz (sav) yanına Hz. Ebubekir’i alarak hicret etti. Öldürmek için evine giden müşrikler Onu (sav) bulamadılar. Onu yakalayan için ödül olarak 100 deve vaat edildi. Artık her yerde aranır oldu.
Peygamber Efendimiz (sav) izini kaybettirmek için üç gün boyunca Mekke’ye yakın Sevr mağarasında durdu.
Çeşitli zorluklarla hicret yolunu aşmaya çalışan Peygamber Efendimiz (sav) nihayet 8 gün sonra Yesrib’e bir saat uzaklıkta bulunan Kubâ’ya varabildi. Birkaç gün burada kaldı. Yesrib’de gerekli güvenlik önlemleri alındıktan sonra şehre girdi. Yolun iki tarafında sıralanan yediden yetmişe herkes, kadınlar ve çocuklar büyük bir sevinç içerisinde Allah’ın yüce elçisini karşılıyordu. Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin (Hâlid b. Zeyd) evine misafir oldu. Böylece çile ve ıstırap dolu Mekke dönemi sona ermiş, İslâm tarihinde yeni bir dönem başlamış oldu. Yesrib de artık Peygamber şehri anlamında Medînetü’r-Resûl veya el-Medînetü’l-Münevvere adıyla anılmaya başladı. (devam edecek)
[1] Ahzab sûresi,56
[2] Hicr sûresi,72
[3] Enbiya sûresi,107
[4] Kalem sûresi,4
[5] Ahzab sûresi,6
[6] Tevbe sûresi,128
[7] Ahzab sûresi,45
[8] Ahzab sûresi,21
[9] Ahzab sûresi,46
FEYZULLAH ZEREY - DOĞRU HABER