zeberus1234
Yeni Üye
Hz. MÂRİYE (r.a)
Peygamberimizin İbrahim adındaki oğlunun annesi.
Hicretin yedinci yılında Hz. Muhammed (s.a.s), İslâm'a davet için bazı ülkelerin hükümdarlarına mektuplar yazmıştı. Bu mektupların birini de Mısır hükümdarı Mukavkıs'a göndermişti. O da bu mektuba bir cevap ile birlikte bazı hediyeler ve Mâriye, Sirin adlarında iki kızkardeşi cariye olarak göndermişti. Hristiyan olan bu iki Mısırlı kız, Medine'ye gelirken bazı kişilerden İslâm dini hakkında bilgi almış ve bu dini kabul etmişlerdi. Mukavkıs'ın gönderdiği hediyeler Hz. Peygamber (s.a.s)'e ulaşınca, bu iki kızdan Sirin'i şair Hasan b. Sabit'e vermiş, Mâriye'yi de kendisine almıştı.
Bu iki kızkardeş cariye statüsünde idiler. Hz. Peygamber, Mâriye'yi bir cariye olarak tutmuştu. Zira böyle bir hayat cariyeler için nimet olacak sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Mâriye ile kurulan bu hayatın sonucu olarak Peygamberimizin şu beyanı bir hukuk kaidesi halini almıştır: Şayet bir cariyenin efendisinden bir çocuğu dünyaya gelecek olursa, bu efendi onu daha önce azat etmemiş olsa bile, onun vefatı ile o kadın kendiliğinden azatlı (hür) hale gelir.
Hz. Muhammed (s.a.s)'ın ilk hanımı Hz. Hatice'den dünyaya gelen erkek çocuğundan sonra Mâriye'den doğan ve İbrahim adı verilen bir diğer erkek çocuğu olmuştur. Hicrî sekizinci yılda doğan İbrahim, 1,5-2 yaşında vefat etti. Hz. Muhammed (s.a.s)'e oğlu İbrahim'in hastalığı haber verildiğinde, Abdurrahman b. Avf ile birlikte yanına gitmiş, çocuğunun ölüm pençelerinde kıvrandığını görerek üzülmüş ve ağlamıştır. Ayrıca İbrahim'in vefatı anında güneş tutulmuştu. Halk, güneşin de Hz. Peygamber'in matemine iştirak ettiğini söylemiş, ancak O bu duruma hemen müdahale ederek: "Güneş ve ay, Allah'ın birliğine ve büyüklüğüne iki şahittir. Onlar hiç kimsenin ölümü ve dirimi ile ilgili değildir" buyurarak oğlunun ölümünden dolayı güneşin tutulmadığını belirtmiştir.
Öte yandan İbrahim'in doğması sebebiyle Resulullah (s.a.s), "Ebu İbrahim" künyesini almıştı. Bazı tarihçilerin kanaatine göre ise, hediyeler gönderildiğinde Mâriye'yi kendine alan Hz. Peygamber (s.a.s), onu azat ederek kendine nikâhlamıştı. Bu haliyle Mâriye, Peygamberimizin cariyesi değil hanımıydı. Hz. Mâriye'nin doğurduğu İbrahim, Arabistan'da âdet olduğu üzere bir süt anne tarafından emzirilmişti. Böyle bir uygulama cariye olmayan hür ve asil kadınların çocuklarına yapılırdı.
Diğer bazı tarihçiler ise, birinci gruptaki tarihçilerin düşüncelerini esas almakla birlikte, farklı düşünceler ileri sürmüşlerdir. Bunlara göre, Hz. Mâriye hediye olarak gönderildiğinde Hz. Muhammed (s.a.s), diğer hanımlarına yaptığı gibi azat edip nikâhına alma teklifinde bulunmuş, ancak Mâriye efendisinin nezdinde bir cariye olarak kalmayı tercih etmişti. İşte bu noktada bazı ihtimali sebepler ileri sürmüşlerdir:
Birinci sebep; Mâriye Mısır'da Mukavkıs'ın sarayında cariye idi. Bundan dolayı da cariye olarak yaşamaya alışmıştı. Hayatının akışını değiştirmek istememişti.
İkinci sebep; Mâriye'nin itaati teşvik eden ve bir tür münzevî bir hayatı hedef alan Hristiyanlık kurallarının etkisi altında kalmasıdır. Bu nedenle hür bir kadının evlilik vecibesini üstlenme sorumluluğunu gösterememiş olmasıdır.
Üçüncü bir sebep de -bir ihtimal- Mukavkıs'ın Mâriye'yi Hz. Peygamber (s.a.s)'e casus olarak göndermesidir. Bu sebepler ihtimali olan sebeplerdir. Bütün bu düşüncelere rağmen Hz. Mâriye, cariye olarak kalmak istedi. Karşılaştığı hayat onu çok etkiledi. Mâriye, Mukavkıs'ın sarayında şahane bir hayat sürerken, birden bire küçücük bir odada yaşayacağı Medine'ye gelmişti. Hz. Peygamber'in hayatı ona çok garip gelmişti. O müreffeh olmayan bir hayat yaşıyor, bazen aç karnına yatıyordu. Giydikleri alelâde olup yatağı sertti. Ev işlerinde kendisine yardımcı oluyor, ahlâkı en yüksek seviyede yaşıyordu. Mâriye, O'na vahyedilen ayetleri dinleyince Hz. İsa (a.s.)'nın gerçek durumunu öğrendi. O'nun, Hristiyanların iddia ettikleri gibi bir ilâh olmadığını, Allah'ın kulu ve peygamberi olduğunu gördü. Sonuçta İslâm'ı kabul etti.
Bütün bu ifadelerin dışında gerçek olan şudur ki, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Mâriye ile evlenmesi, bütün Mısırlılar üzerinde gerçekten güzel bir etki bırakmıştı. Araplar Mısır'a hücum edip Bizanslılarla savaşa girdikleri zaman Mısırlıların tarafsız kalmalarının sebeplerinden biri de bu olmuştur. Mısırlılar, Hz. Muhammed (s.a.s)'in bir Mısırlı kadınla evlendiğini bu münasebetle hatırlamışlardı.
Hz. Mâriye, hicretin on altıncı senesinde vefat etmişti (İbn Sa'd, Tabakat, I, 134, 260; VIII, 187 vd.; Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 745 vd.; Mevlana Şibli, Asrı Saadet, II, 154; M. Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İslâmiyet, VII, 81-82; VIII, 565-568).
Mefail HIZLI
Peygamberimizin İbrahim adındaki oğlunun annesi.
Hicretin yedinci yılında Hz. Muhammed (s.a.s), İslâm'a davet için bazı ülkelerin hükümdarlarına mektuplar yazmıştı. Bu mektupların birini de Mısır hükümdarı Mukavkıs'a göndermişti. O da bu mektuba bir cevap ile birlikte bazı hediyeler ve Mâriye, Sirin adlarında iki kızkardeşi cariye olarak göndermişti. Hristiyan olan bu iki Mısırlı kız, Medine'ye gelirken bazı kişilerden İslâm dini hakkında bilgi almış ve bu dini kabul etmişlerdi. Mukavkıs'ın gönderdiği hediyeler Hz. Peygamber (s.a.s)'e ulaşınca, bu iki kızdan Sirin'i şair Hasan b. Sabit'e vermiş, Mâriye'yi de kendisine almıştı.
Bu iki kızkardeş cariye statüsünde idiler. Hz. Peygamber, Mâriye'yi bir cariye olarak tutmuştu. Zira böyle bir hayat cariyeler için nimet olacak sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Mâriye ile kurulan bu hayatın sonucu olarak Peygamberimizin şu beyanı bir hukuk kaidesi halini almıştır: Şayet bir cariyenin efendisinden bir çocuğu dünyaya gelecek olursa, bu efendi onu daha önce azat etmemiş olsa bile, onun vefatı ile o kadın kendiliğinden azatlı (hür) hale gelir.
Hz. Muhammed (s.a.s)'ın ilk hanımı Hz. Hatice'den dünyaya gelen erkek çocuğundan sonra Mâriye'den doğan ve İbrahim adı verilen bir diğer erkek çocuğu olmuştur. Hicrî sekizinci yılda doğan İbrahim, 1,5-2 yaşında vefat etti. Hz. Muhammed (s.a.s)'e oğlu İbrahim'in hastalığı haber verildiğinde, Abdurrahman b. Avf ile birlikte yanına gitmiş, çocuğunun ölüm pençelerinde kıvrandığını görerek üzülmüş ve ağlamıştır. Ayrıca İbrahim'in vefatı anında güneş tutulmuştu. Halk, güneşin de Hz. Peygamber'in matemine iştirak ettiğini söylemiş, ancak O bu duruma hemen müdahale ederek: "Güneş ve ay, Allah'ın birliğine ve büyüklüğüne iki şahittir. Onlar hiç kimsenin ölümü ve dirimi ile ilgili değildir" buyurarak oğlunun ölümünden dolayı güneşin tutulmadığını belirtmiştir.
Öte yandan İbrahim'in doğması sebebiyle Resulullah (s.a.s), "Ebu İbrahim" künyesini almıştı. Bazı tarihçilerin kanaatine göre ise, hediyeler gönderildiğinde Mâriye'yi kendine alan Hz. Peygamber (s.a.s), onu azat ederek kendine nikâhlamıştı. Bu haliyle Mâriye, Peygamberimizin cariyesi değil hanımıydı. Hz. Mâriye'nin doğurduğu İbrahim, Arabistan'da âdet olduğu üzere bir süt anne tarafından emzirilmişti. Böyle bir uygulama cariye olmayan hür ve asil kadınların çocuklarına yapılırdı.
Diğer bazı tarihçiler ise, birinci gruptaki tarihçilerin düşüncelerini esas almakla birlikte, farklı düşünceler ileri sürmüşlerdir. Bunlara göre, Hz. Mâriye hediye olarak gönderildiğinde Hz. Muhammed (s.a.s), diğer hanımlarına yaptığı gibi azat edip nikâhına alma teklifinde bulunmuş, ancak Mâriye efendisinin nezdinde bir cariye olarak kalmayı tercih etmişti. İşte bu noktada bazı ihtimali sebepler ileri sürmüşlerdir:
Birinci sebep; Mâriye Mısır'da Mukavkıs'ın sarayında cariye idi. Bundan dolayı da cariye olarak yaşamaya alışmıştı. Hayatının akışını değiştirmek istememişti.
İkinci sebep; Mâriye'nin itaati teşvik eden ve bir tür münzevî bir hayatı hedef alan Hristiyanlık kurallarının etkisi altında kalmasıdır. Bu nedenle hür bir kadının evlilik vecibesini üstlenme sorumluluğunu gösterememiş olmasıdır.
Üçüncü bir sebep de -bir ihtimal- Mukavkıs'ın Mâriye'yi Hz. Peygamber (s.a.s)'e casus olarak göndermesidir. Bu sebepler ihtimali olan sebeplerdir. Bütün bu düşüncelere rağmen Hz. Mâriye, cariye olarak kalmak istedi. Karşılaştığı hayat onu çok etkiledi. Mâriye, Mukavkıs'ın sarayında şahane bir hayat sürerken, birden bire küçücük bir odada yaşayacağı Medine'ye gelmişti. Hz. Peygamber'in hayatı ona çok garip gelmişti. O müreffeh olmayan bir hayat yaşıyor, bazen aç karnına yatıyordu. Giydikleri alelâde olup yatağı sertti. Ev işlerinde kendisine yardımcı oluyor, ahlâkı en yüksek seviyede yaşıyordu. Mâriye, O'na vahyedilen ayetleri dinleyince Hz. İsa (a.s.)'nın gerçek durumunu öğrendi. O'nun, Hristiyanların iddia ettikleri gibi bir ilâh olmadığını, Allah'ın kulu ve peygamberi olduğunu gördü. Sonuçta İslâm'ı kabul etti.
Bütün bu ifadelerin dışında gerçek olan şudur ki, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Mâriye ile evlenmesi, bütün Mısırlılar üzerinde gerçekten güzel bir etki bırakmıştı. Araplar Mısır'a hücum edip Bizanslılarla savaşa girdikleri zaman Mısırlıların tarafsız kalmalarının sebeplerinden biri de bu olmuştur. Mısırlılar, Hz. Muhammed (s.a.s)'in bir Mısırlı kadınla evlendiğini bu münasebetle hatırlamışlardı.
Hz. Mâriye, hicretin on altıncı senesinde vefat etmişti (İbn Sa'd, Tabakat, I, 134, 260; VIII, 187 vd.; Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 745 vd.; Mevlana Şibli, Asrı Saadet, II, 154; M. Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İslâmiyet, VII, 81-82; VIII, 565-568).
Mefail HIZLI