İhvan-üs-safâ
On birinci yüz yılın ortalarına doğru (kesin olmamakla birlikte 1047-1048 yıllarında), önceleri Basra'da, daha sonra Bağdat'ta "İhvan-üs-Safâ" adlı uzlaşmacı (eklektik) bir düşünce akımı ortaya çıktı. İhvan-üs-Safâ'ya mensup bulunanların gerçek kimlikleri, nerede ve ne zaman yaşadıkları hakkında kesin ve ayrıntılı bilgiye sahip olunamadığı için, bu gizli topluluk günümüzde de çok tartışmalı bir konumda bulunmaktadır.
Akımın amacı, Müslümanları bağnazlıktan kurtarmak, bilim anlayışını ve doğa bilimlerine dayanan felsefeyi egemen yapmak, toplumu düzeltecek bir aydınlar ahlâkı yaratmaktı. Ortaya çıkardıkları kolektif bir eser olan, bir tür ansiklopedi ile amaçlarına bir dereceye kadar ulaşmışlardı. İhvan-üs-Safâ'ya İslâm ansiklopedistleri demek yanlış olmaz.
Bu akımın Arapça tam adı "İhvan-üs-Safâ ve Hıllan-ı Vefâ" idi. "İhvan" sözünün anlamı, candan ve samimî dostlar, kardeşler demektir. "Safâ" sözü ise saflık, berraklık, içtenlik, arınmışlık anlamına gelmektedir. "Hıllan", dostlar anlamına gelirken; "Vefâ" sözü ise bağlılık demektir. Bu düşünce grubunun adının Türkçe olarak tam karşılığı "Arınmışlık Kardeşleri ve Bağlılık Dostları" olmaktadır.
(Yaptığım incelemelerde, grubun adının bir çok farklı kaynakta değişik biçimlerde yazıldığını gözledim. Örneğin; İhvan-üs-Safâ, İhvân-ı Safâ, İhvanüssafa, İhvan-üs-Safâ, İhvan al-Safâ, İhvan el-Safâ, İhvan-ül Safa ya da İhvan-üs Safâ biçimlerinde yazıldığına rastladım. Hatta, aynı kaynakta farklı yazılışlar olduğunu da gördüm. Bu yazılışlardan hangisinin doğru olduğunu belirleyemedim. Bu konuda yardımcı olacaklara şükran duyacağım.)
Bazı araştırmacılar, topluluğun adının "Kelile ve Dimne"de (hayvanlar arasında geçen öyküleri ahlâki olarak ele alan Hint masalları derlemesi) yer alan "Gerdanlıklı Güvercin" (el-Hamâme el-Mutavvaka) adlı öyküden alındığını ileri sürmüşlerdir. Oysa, bu topluluğun bir "kardeşlik topluluğu" olması ve gönül temizliği ile bağlılık ve yardımlaşmayı kendilerine ilke edinmeleri bu adı almaları için yeterli bir neden olmalıdır. Ayrıca, Kelile ve Dimne'de geçen öykünün özü de, topluluğun bu ilkelerine uygun düşmemektedir.
Günümüzde bilindiği kadarıyla, etkinlikleri her ne kadar yalnızca düşünsel düzeyde gerçekleşmiş ve İhvan-üs-Safâ özde entelektüel bir akım niteliğinde kalmışsa da, dönemin ortodoks İslâm anlayışına karşı çıkmaları nedeniyle, örgütsel yapıları tümüyle ezoterik özelliklere sahip olmuştur. Örgüte katılacak kişilerin özenle seçilmeleri, toplantılara sadece kendi üyelerinin kabul edilmesi ve derecelere bağlı bir hiyerarşik yapı bulunması İhvan-üs-Safâ'nın ezoterik karakterini göstermektedir. Hatta, örgütün böyle bir gizlilik içinde çalışması bazı araştırmacıların onları mason örgütlerine benzetmesine bile neden olmuştur (W. Barthold, İslâm Medeniyeti Tarihi - Çev. M. Fuad Köprülü, Ankara.1973 s.32; Seyhun Tunaşar, İnanç Evrimi İhvan-üs-Safa ve Masonluk, Mimar Sinan Dergisi 32, İstanbul 1979,s.23).
İhvan-üs-Safâ mensupları, kendilerini aydınlanmaya ve ahlâk bakımından arınmaya adamış kişilerdi. Amaçları, o döneme kadar, ortodoks İslâmın kesinlikle reddettiği felsefe ve mantık gibi sorgulama ve irdeleme yöntemlerini kullanarak, dinsel inançları ve entelektüel sistemi yeniden yapılandırmak ve en sonunda toplumsal yapıyı dönüşüme uğratmaktı. Böylece, resmî İslâmın baskısı altında gerçek inancı yitirenlere yol gösterecekler, onları saf dine çağıracaklardı. İhvan-üs-Safâ'ya göre, şeriat yanlış inançlarla bozulmuştu ve felsefe, bilim anlayışıyla temizlenmeli, gerçek özü meydana çıkarılmalıydı. İhvan-üs-Safâ, ölümsüzlüğüne inandıkları ruhun Tanrı'ya ulaşmasını sağlayacak bir öğreti formüle etmeye çalışmışlardı. Önerdikleri yol, ortodoks İslâmın yanlışlarından kaçınmak için, felsefe ile İslâm kuralları arasında bir uyum sağlayacak ve böylece insanları yetkinliğe kavuşturacak bir yöntemdi. Felsefe ile dinsel inançlar arasında sentezi Neo-Platoncu yaklaşım sağlarken, bir yandan Aristo mantığı, diğer yandan Pythagorasçı sayılar bilimi kullanılıyordu. İhvan-üs-Safâ öğretisi, eski Yunan, Hind ve İran bilgeliğinin bir karışımı biçimindeydi. Böylece oluşturulan sistem, İslâm inançları ile, Grek felsefesi, Zerdüşt dini, Hind gizemciliği ve Gnostizm'den öğeler taşıyan dikkate değer bir senteze ulaşmaktaydı
Resâ'il
İhvan-üs-Safâ, "Resâ'il" (Risaleler) adı verilen ve elli iki bölüm ya da "risale"den oluşan bir tür ansiklopedi ile öğretilerini kaleme almışlardı. Resâ'il, sonradan Mısır'da basılmıştır. Bu ansiklopedinin bir çok yazarı vardı. Çeşitli kaynaklara göre, risalelerin yazarları arasında; Ebû Süleyman Mihricanî, Ebu'l Hasen Zencanî, Ebû Ma'şer Belhî (Mukaddesî olarak da bilinir), Zeyd bin Ruf'a gibi düşünürler bulunuyordu. P. Casanova "Journal Asiatique" isimli dergide yayınlanan bir araştırmasında, eserde sık sık geçen Zodyak (burçlar) takvimine dayanarak, yazılış tarihini 1049 ve yerini de Mısır olarak ileri sürmektedir. Ancak bir çok araştırmacı yazılış yerinin Mısır olduğunun kabul edilmesi için bu kanıtları yeterli görmemektedir.
Buna karşılık, konuyu araştıranların çoğunun, İhvan-üs-Safâ'nın Basra'da ortaya çıktığını kabul ettiği bilinmektedir. O dönemin Basra'sı, yeni bir takım düşünsel ve dinsel akımlara sahne olması bakımından İslâm dünyasının en önemli merkezlerinden biridir. Bir çok önemli düşünür Basra'da öğretilerini yaymış, Mürcie ve Kalenderiyye gibi tarikatler orada ortaya çıkmıştır. Özetle Basra, yeni oluşumlara hem alışık, hem de potansiyel olarak hazır durumdadır. Bazı kaynaklar, İhvan-üs-Safâ'nın Bağdat'ta da bir kolu olduğunu belirtmektedir. Ancak bu konuda ayrıntılı bir bilgi mevcut değildir. Zaten bu örgütlenme, bir bakıma bir felsefe kulübünün, bir düşünce derneğinin gönüllü üyelerinin içten etkinliklerini andırdığı için, ülkenin her yöresinde üyelerinin bulunması olasıdır.
Düşünsel Köken
İhvan-üs-Safâ'nın ortaya çıkışı, o dönemin en etkin akımları olan İsmailîler, Batınîler, Karmatîler arasındaki politik ve örgütsel ilişkiler, İhvan-üs-Safâ'nın da bunlarla öğreti bağlantısının olup olmadığı gibi konular, İslâm düşüncesi tarihinin en zor ve en tartışmalı sorunları arasındadır. İhvan-üs-Safâ'nın, İslâm toplumunun hangi düşünce ve inanç kesiminden kaynaklandığı konusunda araştırmacılar arasında bir görüş birliği yoktur.
İhvan-üs-Safâ'dan günümüze kalabilmiş tek eser olan Resâ'ilin incelenmesi, akımın Batınîlik ile, özellikle İsmailî batınî akımlarla bağlantılı olduğunu göstermektedir. Bu konuda, Fransız araştırmacı P. Casanova "İsmailî görüşlerinin tümünün Resâ'ilde bulunduğuna eminim" diye yazmaktadır. Benzer biçimde MacDonald "Muslim Theology" (İslâm Tanrıbilimi) adlı kitabında, İsmailî mensuplarının İhvan-üs-Safâ'nın risalelerini öğrendiklerini ileri sürmektedir. Sonraki dönemlerde, risalelere en fazla İsmailîler sahip çıkmışlar, hatta Resâ'ili "Kur'an'dan sonraki Kur'an" olarak nitelendirmişlerdir. Resâ'ilde bir çok yerde ısrarla yinelenen "Te'vil" kavramı, yani Kur'an'ın ezoterik yorumu, tümüyle Şiî kökenlidir. İhvan-üs-Safâ ile İsmailî bağlantısı hakkında aşağıdaki bölüm Edward Burman'ın "The Assassins - Holy Killers of Islam" (Haşişîler - İslâmın Kutsal Katilleri) adlı eserinden alınmıştır: "İsmailîler, tüm risalelerin, gizli imamlardan biri olan İmam Ahmed tarafından yazıldığına inanırlardı. Suriye Haşişîlerinin başı, Şeyh-ül Cebel Reşid üd Din Sinan'ın Resâ'ilde bulunan felsefi düşünceleri ustaca yorumladığı biliniyor. Diğer taraftan İsmailîlerin, Resâ'ilin 2.bölüm 8. risalesinde dile getirilen ideal insan tanımlamasının Hasan Sabbah'ı kastettiğine inanırlardı. Resâ'ile göre ideal kişi, "soy olarak İranlı, din olarak Arap, kültürde Iraklı, deneyimleriyle Yahudi, davranışlarıyla Hıristiyan, dine bağlılığıyla Suriyeli, bilimde Yunanlı, kavrayışta Hindli, yaşam tarzında Sufi, ahlâk olarak melek gibi, bilgide ilâhî ve kaderde ebedî olmalıdır (II, 376)".
Diğer taraftan, Resâ'ilde yer alan bazı açıklamalar, Sünnî bir kökene kanıt sayılabilir. Özellikle, "Halife-i Raşidin"den (İlk Dört Halife) söz eden risaleler (III, 489 ile IV, 408) ve Hazreti Ayşe'den söz eden risale (I, 358), eserin Şiî ve İsmailî kökenli olduğu iddialarını zayıflatmaktadır.
Ayrıca, Resâ'ilde belirgin bir tasavvuf eğilimi de bulunmaktadır. Özellikle, "mahiyet-ül aşk" (III, 269-286) ve "vecd" (I, 240) bölümleri tam anlamıyla Sufi nitelikler göstermekte ve tasavvuf terimlerini içermektedir.
Ancak, risaleler dikkatlice gözden geçirilirse, İhvan-üs-Safâ'nın, dönemindeki inanç farkları ve mezhep ayrılıklarından usanıp, bunlara bir son vermek, bu konudaki bağnazlığı yıkmak amacıyla yola çıktıkları anlaşılır. Düşüncelerini temellendirmek için esas aldıkları tüm kaynakları, bütün sınırlamalar ve önyargılardan arınmış olarak, istedikleri gibi kullanmışlardır. Onlar için, Kur'an ne kadar önemli ise, Tevrat ve İncil de o kadar önemlidir. Muhammed'in sözleri ne kadar önem taşıyorsa, felsefede Sokrates'in ya da Platon'un, matematik ve geometride Pythagoras'ın sözlerinin de önemi o kadar büyüktür. Ancak İhvan-üs-Safâ, Müslüman bir toplum içinde yaşaması ve kendilerinin de Müslüman olması nedeniyle, Kur'an ve Muhammed'in sözlerine daha fazla ağırlık vermiş, daha çok alıntı yapmışlardır.
İhvan-üs-Safâ, mezhep tutkusundan uzak olduklarını ve kaynağı ne olursa olsun, doğru buldukları her düşünceyi benimseme eğiliminde olduklarını şöyle dile getirir:
"Kardeşlerimizin, bilimlerden hiçbirine düşman olmamaları, hiçbir kitabı hor görmemeleri, mezheplerden hiçbirine önyargı ile bakıp, bağnazlığa düşmemeleri gerekir. Zira, bizim görüş ve inancımız bütün mezhepleri kapsar ve bütün bilimleri kuşatır. Bizim bilimimiz, başlangıcı ve sonu, gizliliği ve açıklığı bakımından hepsinin tek bir ilke, tek bir neden, tek bir evren ve tek bir ruhtan oluşmaları dolayısıyla, duyulan (mahsus) ve kavranan (makul) tüm varlıkların incelenmesidir. (IV, 41-42)"
Risalelerde, Ehl-i Beyt'in (Muhammed'in akrabaları, ev halkı) üstünlüğünü ve Kerbelâ olayını vurgulamış olduklarından dolayı, aşırı Şiî ve İsmailî bir görünüm vermemelerine karşın, Şiîlikle hiç ilgili olmadıklarını söylemek de olanaksızdır. Onların, en azından Şiî sempatizanı ya da Seyyid Hüseyin Nasr'ın ileri sürdüğü gibi "Sufi eğilimli Şiîler" oldukları yönünde bir kanı uyanmaktadır. Ancak, her konuda olduğu gibi, bu konuda da bağnazlıktan uzak, her düşünceye açık, yararlı olan her fikri alma taraftarıdırlar.
Bu açıklıkta aşırıya giderek, sonuçta İslâmın ruhuna aykırı düşen bir takım düşüncelere sahip oldukları gerekçesiyle bazı Müslüman düşünürler tarafından eleştirilmişler, hatta sapkınlıkla suçlanmışlardır.
İhvan-üs-Safâ'nın Resâ'ilde kullandığı dil fazlasıyla simgeseldir. Abbasî yönetiminin hışmından korunabilmek için özellikle seçilmiş bir tarzdır bu. Resâ'il, ders çıkarılacak çok sayıda hayvan öyküleri içermekte, bazı bölümleri tümüyle gizli mesajlar ve kodlardan oluşmaktadır. Bu özellik, İhvan-üs-Safânın terim ve kavramlarını bilmeyenlerin, Resâ'ilin içeriğini tam anlamıyla değerlendirmesini olanaksız biçime getirmektedir. Risalelerde gizli etkinliklerin en önemli anahtarı olarak "ağzı sıkılık" önerilir. Bu özellik, Tanrı'nın bahşettiği yetenekleri başkalarına belli etmemek ilkesinden kaynaklanmaktadır.
İslâm Ansiklopedisine göre, Resâ'il'in içeriği uzlaşmacı bir nitelikte olup, öğretinin temel noktasını, evrenin tek ilâhî kaynağı olması ve ruhların bu kaynağa, yani Tanrı'ya geri dönüşü inançları oluşturmaktadır. Nasıl tüm sözcükler ağızdan çıkmakta, ışık güneşten yayılmaktaysa, evren de Tanrı'dan kaynaklanmaktadır. Bu Neo-Platonculuk kökenli kavramın adı "Sudûr" (emanation, yayılma, meydana çıkma) inancıdır. Önce Tanrı'nın vahdeti (birliği) ve ondan da derece derece, 2. olarak akıl, 3. olarak nefs (ruh) doğar; ruh'tan 4. olarak ilk madde, 5. olarak doğa, 6. olarak cisimler çıkar; ondan 7. olarak felekler; ondan 8. olarak elementler evreni, ondan da 9. olarak madenler, bitkiler ve hayvanlar çıkar. Bu yayılışta her türlü kötülük ve eksikliğin kaynağı maddedir. Bireysel ruhlar, evrensel ruhun birer parçasıdır. Nasıl evrensel ruh kıyamet günü Tanrı'ya dönecek ise, ruhlar da bedenin ölümü ile evrensel ruha dönmektedirler. Bu nedenle "İhvanlar"ın ölümü "Küçük Diriliş", evrensel ruhun Tanrı'ya dönüşü "Büyük Diriliş" (Ba'as-ü-ba'd el-mevt) olarak adlandırılır.
İhvan-üs-Safâ öğretisinde yaratılışın bu biçimde düzenlenmiş olması, örgütlenmenin hiyerarşik yapısını etkilemiş ve bilgilere dereceli olarak ulaşma kavramını zorunlu biçime getirmiştir. Zaten Resâ'il, dört ayrı bölümünde, farklı konuları işleyen bir bilimler ansiklopedisi gibi düzenlenmiştir. İlk bölümde yer alan 14 risale matematik ve mantık bilimlerinden, ikinci bölümdeki 17 risale doğa bilimleri ile "ilm-i nefs"ten (psikoloji), üçüncü bölümün 10 risalesi metafizikten ve son bölümün 11 risalesi tasavvuf ve sihirden söz etmektedir. Resâ'ilin her bölümü ayrı bir yaş grubuna yöneliktir. Yaş grupları Platon'un Cumhuriyet'inden esinlenerek oluşturulmuştur. İlk derecede, öğretmenlerin etkisine tümüyle açık olan zihinleriyle 15-30 yaş arasındaki gençler vardır. 30-40 Yaş arasını kapsayan ikinci derecede, varlıkların analojik (benzeşimli) bilgisi ile din dışı bilgelik konuları vardır. Üçüncü derecede, 40-50 yaş arasındaki kişilere evrenin ilâhî yasası bildirilir. Nihayet, 50 yaş üstü için olan son derecede, kişi "Gerçeğe" ulaşır, böylece doğa, öğreti ve yasaların üzerine çıkar.
İhvan-üs-Safâ Felsefesi
Genel bir değerlendirme sonucunda, İhvan-üs-Safâ felsefesinin uzlaşmacı bir yöntem izlediği anlaşılabilir. Hilmi Ziya Ülken, "İslâm Felsefesi" adlı kitabında, "İhvan-üs-Safâ, matematikte Pythagoras'a, mantıkta Aristo'ya, metafizikte Platon'a, ahlâkta Sokrates'e ve din felsefesinde Fârâbi'ye bağlıdır" diyerek bu eklektik yapıyı ortaya koymaktadır.
"Resâ'il", harfler ve sayılara dayanan matematik açıklamalar ile başlamakta, daha sonra mantık ve doğa felsefesi konularına geçmektedir. Ancak, İhvan-üs-Safâ genelde tüm felsefe yaklaşımını "nefs" (ruh) ve nefsin niteliklerine dayandırdığı için, Resâ'il sonunda mistik ve sezgisel bir yorumla "marifetullah"a (Allah'ın bilinmesine) ulaşmaktadır.
Temel olarak, felsefe dizgelerinde uzlaşmacı bir yöntem izlemeleri, İhvan-üs-Safâ'nın, de Boer'in "İslâm'da Felsefe Tarihi" adlı kitabında belirttiği gibi, "tüm ulusların ve dinlerin bilgeliğini bir araya getirmek" amacından kaynaklanmaktadır. İhvan-üs-Safâ, özde ezoterik bir örgütlenme olarak, dinin görünür kurallarının sıradan insanlara yöneldiğini, ancak yüce ruhlara sahip olanların, bu kuralların ötesine geçecek, derin düşünsel kuramlara gereksinme duyduklarını kabul ederler. Asıl amacın, bedenin yok olmasından sonra insan ruhunun duru bir tinsel yaşama yükselmesi olduğunu, bu ayrıcalığa ancak yaşamları sırasında felsefe sayesinde bilgisizlik uykusundan uyanan kişilerin kavuşacağını savunurlar. Kendi felsefelerinin amacının da, güçleri oranında, insan ruhunu Tanrı'ya yaklaştırmak olduğunu ileri sürerler.
Görüldüğü gibi, insan ruhunu düşünce dizgelerinin temeli olarak alan İhvan-üs-Safâ, "antropocentrique" (insan-merkezli) olarak nitelenen, yani insanı tüm varlıkların merkezi olarak ele alan bir felsefe anlayışına sahiptirler. Bu yaklaşım, İslâm tasavvufunun temel konularından olan "evren-insan ilişkisi" sorunsalına da uyumludur. Risalelerde sıkça rastlanan, insanı küçük bir evren ve evreni büyük bir insan olarak değerlendirme, yani mikrokozmos-makrokozmos bağıntısı tümüyle Neo-Platoncu gelenekten kaynaklanmaktadır.
Neo-Platonculuğa göre, mikrokozmos-makrokozmos kavramları ve bağıntısı, ancak bir "sudûr" (
manation, meydana çıkma) düşüncesi çerçevesinde kavranabilir. Bu kavram, her şeyin tek varlıktan çıktığını ve yine ona döneceğini anlatır. Yaratılış, bir meydana çıkma ve yine aslına dönüşten ibarettir. Sudûr düşüncesi, Resâ'il'de net bir biçimde açıklanmaktadır: "Tüm varlıkların yaratılışı birbirine bağlı ve sıralıdır...En aşağı evrende olan olaylar, bağlı oldukları en üst evrenin göksel düzen ve yönetimi gereği oluşurlar". İhvan-üs-Safâ'ya göre, böylelikle "sudûr", Tanrı'dan başlayarak sonsuza kadar dallanan bir ağaç gibi, üst evrenin tek biçiminden yola çıkıp, alt evrenin çoklu biçimini oluşturmaktadır. Bu konuda Resâ'il'de ayrıca "Başka evrenlerin varlıkları üzerinde, bu evrenin varlıkları ile benzetme yaparak, akıl ışığı ve kalp gözü ile, düşünmek gerekir" sözleri yer almaktadır.
Resâ'ilde, insanı mikrokozmos olarak nitelendiren temel düşünce şöyle dile getirilmiştir: "Bedenimiz bu evrenin bir parçasıdır. Öyleyse, ruhumuz da evrenin ruhunun bir parçası olmaktadır...Evrenin ruhu varlıkları nasıl yönetiyorsa, ruhumuz da bedenimizi öyle yönetmektedir..İnsan ruhunun eylem ve yetenekleri, Evrensel Ruhun eylem ve yetenekleri ile eştir."
İhvan-üs-Safâ, mikrokozmos olarak değerlendirdiği insanı düalist (ikili) bir yapı içinde ele alırlar. İnsanın iki kısımdan, beden ve ruhtan oluşan bir bütün olduğunu, görünen maddi kısmının bedenini, görünmeyen manevi kısmının da ruhunu oluşturduğunu söylerler: Ruh ve beden; " bir eve ve evin içinde oturanlara, bir kente ve o kentte bir hükümdar tarafından yönetilen halka, bir ata ve süvarisine, bir gemiye ve gemiyi sürükleyen rüzgâra vs.." benzetilir.
Beden et, kemik ve kandan yaratılmış bir bileşimdir; topraktan gelen, bozulma ve dağılmaya elverişli, karanlık, ağır, cansız ve hareketsizdir. Oysa ruh göksel, aydınlık, parçalanmayan ve bozulmayan, düşünen, hareketli ve ölümsüzdür. Varlıkların gerçeklerini kavrayan, bilgili bir cevherdir ruh. Böylece İhvan-üs-Safâ, insanı birbirine karşıt, biri maddi diğeri manevi iki cevherden oluşmuş olarak görürler. Bedenin tüm eylem ve etkinliklerini yönlendiren de ruhtur.
Bu bakımdan, "bilmek" eylemi de ruhsal bir etkinliktir. İnsanın bu evrendeki varoluş amacı; önce kendini, sonra evreni ve Tanrı'yı tanıması, varlıkların gerçeklerini kavraması ve böylece bilgeliğe ulaşma çabasıdır. İhvan-üs-Safâ'nın "kendi kendini bilmek" ilkesi, Platon felsefesine uygun bir yaklaşımdır. Resâ'il'de, "insanın kendini tanıması tüm bilimlerin başlangıcıdır; bu olmayınca varlıkların gerçeğini bilmek istemek ve bilgeliğe erişmeye çabalamak saçmadır...Tanrı'yı bilmek için, kendini bilmekten başka yol yoktur" diye yazılıdır.
Felsefe dizgelerinde, zâhir (dışsal, görünen, eksoterik) ve bâtın (içsel, gizli, ezoterik) gibi kavramlara da çok önem veren İhvan-üs-Safâ, bu kavramları, duyumlar/algılar evreni ile akıl evreni (akıl ile anlaşılabilen) olarak nitelendirmektedir. Tanrı, duyumlarımıza yansıyan dış evrende, ancak akıl ile anlaşılabilen iç evrenin simgelerini vermektedir. Böylece zâhir, bâtını göstermekte, yansıtmaktadır. Bu nedenle, kendini bilmekten sonra, ikinci aşama dış evreni araştırmak olmalıdır. İhvan-üs-Safâ, maddi nesnelerin bilinmesinin, yani doğal bilimlerin, önemini vurgulamakta, dış evreni kavrayan kişinin, akıl evrenine benzetme yoluyla ulaşabileceğini söylemektedirler. Metafizik bilgilere giden yol, fizikten geçmektedir zira, İhvan-üs-Safâ'ya göre, bilginin fizik ve metafizik boyutları birbirini yansıtmakta, simgelemektedir.
İhvan-üs-Safâ, bilgiye ulaşmanın beş ayrı yöntemi olduğunu açıklar:
1-Duyular yoluyla
2-Akıl yoluyla
3-Kanıtlama yoluyla
4-Nakiller yoluyla (öğrenim, iletişim)
5-Vahy ve esin-sezgi yoluyla
İlk üç tür, doğrudan bireye bağlı bilgilenme yöntemleridir ve bunlarda birey etkin özne durumundadır. Dördüncü yol bireyin ulaşabildiği iletişim kanallarına bağlıdır ve bireyin etkin rolü azalmaktadır. Son yöntemde, yani Vahy ve esin-sezgi yolunda, birey tümüyle edilgendir zira, bu bilgilere kişinin çabası ve seçimi ile değil, Tanrı'nın sunuşu (mevhîbe) ile ulaşılır. Diğer bir anlatım ile, Vahy ve esin-sezgi yöntemi, bireyin belirli bir ruhsal temizliğe erişmesinden sonra "kalp gözü" denilen, bir içsel görüş ile metafizik gerçeklere varması olarak anlaşılmaktadır. Sezgi ile bilgiye ulaşma, bir ruh temizliğini gerektirdiği için, temelde mistik bir eğilimi belirlemektedir. Burada, öznel ve bireysel bir deneyim olan mistik deneyim söz konusudur.
İhvan-üs-Safâ, bilgi kuramı açısından, bilginin doğuşu konusunda, duyumsalcılık (sensüalizm) ile doğacılık (natüralizm) görüşlerini birleştirmektedirler. Onlara göre, bilgi duyumlar ile başlar. Ancak, duyumların aldatıcılığını da işe katarak, kuşkuculuğa açık kapı bırakırlar. Gerçekler ancak ruhun temizlenmesi ile (cilâ-i kalb) elde edilebilir. Burada gizemcilikten yararlanırlar. İhvan-üs-Safâ'ya göre, bilgide ve gerçeklere ulaşmada, bir yol göstericiye, bir öğretmene gerek vardır. Ancak, bu düşünceyi, batınîler gibi, "İmam-ı Ma'sum" (Ma'sum, Tanrı'nın kötülükten sakındığı kişi anlamına gelmektedir) düşüncesine kadar götürmezler ve bilgi kuramını temelde duyumsalcı olarak kabullenirler.
Resâ'ilde bilimler, basitten karmaşığa doğru, beş grupta toplanmıştır.
A. Matematik ve mantık: Soyut biçimlerin bilimi,
B. Doğa bilimleri: Astronomi ve fizik,
C. Zihin bilimleri: Deneysel ve akılsal psikoloji,
D. Tevhid ve kelâm: Doğanın metafizik ilkeleri,
E. Ahlâk: Tüm bilimlerin hedefi olan, toplumları düzenleyen yasaları veren bilim olarak sosyoloji.
İhvan-üs-Safâ'da bir tür evrim düşüncesi de vardır. On dokuzuncu yüz yılda bazı düşünürler, buna kapılarak, abartmalı bir yaklaşımla, onları çağdaş evrim düşüncesinin önderleri gibi kabul etmişlerdi. İhvan-üs-Safâ'nın, o döneme dek görülmemiş bir cesaret ile, doğanın tüm aşamaları arasında sürekli bir gelişim olduğunu söyledikleri doğrudur. Risalelere göre, bitkilerin ilk derecesi, madenlerin son derecesine, bitkilerin son derecesi de, hayvanların ilk derecesine bağlıdır. Bu sürekliliği belirtebilmek için, risaleler hayvanlardan insanlara geçişi de açıklamakta ve maymunda insana benzer niteliklerin nasıl bulunduğunu açıklamaktadırlar. Ancak, bu evrimciler (!), insandan sonra meleklere, oradan ilâhî evrene ve mutlak varlığa doğru yükselişi anlatmaya devam ettikleri için, görüşlerinin çağdaş evrimle ilintili olmadığı anlaşılmaktadır.
Sonuç
İhvan-üs-Safâ'nın felsefe dizgesi, uzlaşmacı yapısından dolayı bazı sıkıntılar ve çelişkiler içindedir. Bazı düşünceleri tümüyle İslâmiyete dayanmaktadır. Diğer düşünceleri ise, tam anlamıyla felsefe kökenli olup, İslâmiyet ile bağdaşmamaktadır. Bu nedenle bir çok yerde belirsiz, mecazlı ve anlaşılamayan terimler kullanmak zorunda kalmışlardır. Sonuç olarak, İslâm ansiklopedistleri olarak nitelendirilen İhvan-üs-Safâ'dan günümüze kalan bilgiler, hemen tümüyle Resâ'ilde yazılı olanlara dayanmakta, akımın örgütsel yapısı ile eylem ve etkinlikleri ayrıntılarıyla bilinmemektedir. Risaleler, bu akımın entelektüel nitelikte, tümüyle düşünceye dayanan bir aydınlanma sürecini hedeflediğini ortaya koymaktadır. İhvan-üs-Safâ'nın kendi döneminde ortaya koyduğu düşünsel yaklaşım oldukça akılcı ve ilerici özellikler göstermektedir. Ancak, bu akımın asıl önemi, risalelerde açıklanan öğretinin, sonradan gelen bir çok akım, tarikat ve siyasal grupları etkilemiş olmasıdır. Risalelerin içerdiği düşünceleri batınî İsmailî akımlarda ve Karmatîlerde gözlemlemek olanaklıdır. Daha sonraları, İhvan-üs-Safâ'nın bir çok düşüncesinin çeşitli tasavvuf okullarının öğretilerini ve Aleviliği de etkilediği bilinmektedir.
On birinci yüz yılın ortalarına doğru (kesin olmamakla birlikte 1047-1048 yıllarında), önceleri Basra'da, daha sonra Bağdat'ta "İhvan-üs-Safâ" adlı uzlaşmacı (eklektik) bir düşünce akımı ortaya çıktı. İhvan-üs-Safâ'ya mensup bulunanların gerçek kimlikleri, nerede ve ne zaman yaşadıkları hakkında kesin ve ayrıntılı bilgiye sahip olunamadığı için, bu gizli topluluk günümüzde de çok tartışmalı bir konumda bulunmaktadır.
Akımın amacı, Müslümanları bağnazlıktan kurtarmak, bilim anlayışını ve doğa bilimlerine dayanan felsefeyi egemen yapmak, toplumu düzeltecek bir aydınlar ahlâkı yaratmaktı. Ortaya çıkardıkları kolektif bir eser olan, bir tür ansiklopedi ile amaçlarına bir dereceye kadar ulaşmışlardı. İhvan-üs-Safâ'ya İslâm ansiklopedistleri demek yanlış olmaz.
Bu akımın Arapça tam adı "İhvan-üs-Safâ ve Hıllan-ı Vefâ" idi. "İhvan" sözünün anlamı, candan ve samimî dostlar, kardeşler demektir. "Safâ" sözü ise saflık, berraklık, içtenlik, arınmışlık anlamına gelmektedir. "Hıllan", dostlar anlamına gelirken; "Vefâ" sözü ise bağlılık demektir. Bu düşünce grubunun adının Türkçe olarak tam karşılığı "Arınmışlık Kardeşleri ve Bağlılık Dostları" olmaktadır.
(Yaptığım incelemelerde, grubun adının bir çok farklı kaynakta değişik biçimlerde yazıldığını gözledim. Örneğin; İhvan-üs-Safâ, İhvân-ı Safâ, İhvanüssafa, İhvan-üs-Safâ, İhvan al-Safâ, İhvan el-Safâ, İhvan-ül Safa ya da İhvan-üs Safâ biçimlerinde yazıldığına rastladım. Hatta, aynı kaynakta farklı yazılışlar olduğunu da gördüm. Bu yazılışlardan hangisinin doğru olduğunu belirleyemedim. Bu konuda yardımcı olacaklara şükran duyacağım.)
Bazı araştırmacılar, topluluğun adının "Kelile ve Dimne"de (hayvanlar arasında geçen öyküleri ahlâki olarak ele alan Hint masalları derlemesi) yer alan "Gerdanlıklı Güvercin" (el-Hamâme el-Mutavvaka) adlı öyküden alındığını ileri sürmüşlerdir. Oysa, bu topluluğun bir "kardeşlik topluluğu" olması ve gönül temizliği ile bağlılık ve yardımlaşmayı kendilerine ilke edinmeleri bu adı almaları için yeterli bir neden olmalıdır. Ayrıca, Kelile ve Dimne'de geçen öykünün özü de, topluluğun bu ilkelerine uygun düşmemektedir.
Günümüzde bilindiği kadarıyla, etkinlikleri her ne kadar yalnızca düşünsel düzeyde gerçekleşmiş ve İhvan-üs-Safâ özde entelektüel bir akım niteliğinde kalmışsa da, dönemin ortodoks İslâm anlayışına karşı çıkmaları nedeniyle, örgütsel yapıları tümüyle ezoterik özelliklere sahip olmuştur. Örgüte katılacak kişilerin özenle seçilmeleri, toplantılara sadece kendi üyelerinin kabul edilmesi ve derecelere bağlı bir hiyerarşik yapı bulunması İhvan-üs-Safâ'nın ezoterik karakterini göstermektedir. Hatta, örgütün böyle bir gizlilik içinde çalışması bazı araştırmacıların onları mason örgütlerine benzetmesine bile neden olmuştur (W. Barthold, İslâm Medeniyeti Tarihi - Çev. M. Fuad Köprülü, Ankara.1973 s.32; Seyhun Tunaşar, İnanç Evrimi İhvan-üs-Safa ve Masonluk, Mimar Sinan Dergisi 32, İstanbul 1979,s.23).
İhvan-üs-Safâ mensupları, kendilerini aydınlanmaya ve ahlâk bakımından arınmaya adamış kişilerdi. Amaçları, o döneme kadar, ortodoks İslâmın kesinlikle reddettiği felsefe ve mantık gibi sorgulama ve irdeleme yöntemlerini kullanarak, dinsel inançları ve entelektüel sistemi yeniden yapılandırmak ve en sonunda toplumsal yapıyı dönüşüme uğratmaktı. Böylece, resmî İslâmın baskısı altında gerçek inancı yitirenlere yol gösterecekler, onları saf dine çağıracaklardı. İhvan-üs-Safâ'ya göre, şeriat yanlış inançlarla bozulmuştu ve felsefe, bilim anlayışıyla temizlenmeli, gerçek özü meydana çıkarılmalıydı. İhvan-üs-Safâ, ölümsüzlüğüne inandıkları ruhun Tanrı'ya ulaşmasını sağlayacak bir öğreti formüle etmeye çalışmışlardı. Önerdikleri yol, ortodoks İslâmın yanlışlarından kaçınmak için, felsefe ile İslâm kuralları arasında bir uyum sağlayacak ve böylece insanları yetkinliğe kavuşturacak bir yöntemdi. Felsefe ile dinsel inançlar arasında sentezi Neo-Platoncu yaklaşım sağlarken, bir yandan Aristo mantığı, diğer yandan Pythagorasçı sayılar bilimi kullanılıyordu. İhvan-üs-Safâ öğretisi, eski Yunan, Hind ve İran bilgeliğinin bir karışımı biçimindeydi. Böylece oluşturulan sistem, İslâm inançları ile, Grek felsefesi, Zerdüşt dini, Hind gizemciliği ve Gnostizm'den öğeler taşıyan dikkate değer bir senteze ulaşmaktaydı
Resâ'il
İhvan-üs-Safâ, "Resâ'il" (Risaleler) adı verilen ve elli iki bölüm ya da "risale"den oluşan bir tür ansiklopedi ile öğretilerini kaleme almışlardı. Resâ'il, sonradan Mısır'da basılmıştır. Bu ansiklopedinin bir çok yazarı vardı. Çeşitli kaynaklara göre, risalelerin yazarları arasında; Ebû Süleyman Mihricanî, Ebu'l Hasen Zencanî, Ebû Ma'şer Belhî (Mukaddesî olarak da bilinir), Zeyd bin Ruf'a gibi düşünürler bulunuyordu. P. Casanova "Journal Asiatique" isimli dergide yayınlanan bir araştırmasında, eserde sık sık geçen Zodyak (burçlar) takvimine dayanarak, yazılış tarihini 1049 ve yerini de Mısır olarak ileri sürmektedir. Ancak bir çok araştırmacı yazılış yerinin Mısır olduğunun kabul edilmesi için bu kanıtları yeterli görmemektedir.
Buna karşılık, konuyu araştıranların çoğunun, İhvan-üs-Safâ'nın Basra'da ortaya çıktığını kabul ettiği bilinmektedir. O dönemin Basra'sı, yeni bir takım düşünsel ve dinsel akımlara sahne olması bakımından İslâm dünyasının en önemli merkezlerinden biridir. Bir çok önemli düşünür Basra'da öğretilerini yaymış, Mürcie ve Kalenderiyye gibi tarikatler orada ortaya çıkmıştır. Özetle Basra, yeni oluşumlara hem alışık, hem de potansiyel olarak hazır durumdadır. Bazı kaynaklar, İhvan-üs-Safâ'nın Bağdat'ta da bir kolu olduğunu belirtmektedir. Ancak bu konuda ayrıntılı bir bilgi mevcut değildir. Zaten bu örgütlenme, bir bakıma bir felsefe kulübünün, bir düşünce derneğinin gönüllü üyelerinin içten etkinliklerini andırdığı için, ülkenin her yöresinde üyelerinin bulunması olasıdır.
Düşünsel Köken
İhvan-üs-Safâ'nın ortaya çıkışı, o dönemin en etkin akımları olan İsmailîler, Batınîler, Karmatîler arasındaki politik ve örgütsel ilişkiler, İhvan-üs-Safâ'nın da bunlarla öğreti bağlantısının olup olmadığı gibi konular, İslâm düşüncesi tarihinin en zor ve en tartışmalı sorunları arasındadır. İhvan-üs-Safâ'nın, İslâm toplumunun hangi düşünce ve inanç kesiminden kaynaklandığı konusunda araştırmacılar arasında bir görüş birliği yoktur.
İhvan-üs-Safâ'dan günümüze kalabilmiş tek eser olan Resâ'ilin incelenmesi, akımın Batınîlik ile, özellikle İsmailî batınî akımlarla bağlantılı olduğunu göstermektedir. Bu konuda, Fransız araştırmacı P. Casanova "İsmailî görüşlerinin tümünün Resâ'ilde bulunduğuna eminim" diye yazmaktadır. Benzer biçimde MacDonald "Muslim Theology" (İslâm Tanrıbilimi) adlı kitabında, İsmailî mensuplarının İhvan-üs-Safâ'nın risalelerini öğrendiklerini ileri sürmektedir. Sonraki dönemlerde, risalelere en fazla İsmailîler sahip çıkmışlar, hatta Resâ'ili "Kur'an'dan sonraki Kur'an" olarak nitelendirmişlerdir. Resâ'ilde bir çok yerde ısrarla yinelenen "Te'vil" kavramı, yani Kur'an'ın ezoterik yorumu, tümüyle Şiî kökenlidir. İhvan-üs-Safâ ile İsmailî bağlantısı hakkında aşağıdaki bölüm Edward Burman'ın "The Assassins - Holy Killers of Islam" (Haşişîler - İslâmın Kutsal Katilleri) adlı eserinden alınmıştır: "İsmailîler, tüm risalelerin, gizli imamlardan biri olan İmam Ahmed tarafından yazıldığına inanırlardı. Suriye Haşişîlerinin başı, Şeyh-ül Cebel Reşid üd Din Sinan'ın Resâ'ilde bulunan felsefi düşünceleri ustaca yorumladığı biliniyor. Diğer taraftan İsmailîlerin, Resâ'ilin 2.bölüm 8. risalesinde dile getirilen ideal insan tanımlamasının Hasan Sabbah'ı kastettiğine inanırlardı. Resâ'ile göre ideal kişi, "soy olarak İranlı, din olarak Arap, kültürde Iraklı, deneyimleriyle Yahudi, davranışlarıyla Hıristiyan, dine bağlılığıyla Suriyeli, bilimde Yunanlı, kavrayışta Hindli, yaşam tarzında Sufi, ahlâk olarak melek gibi, bilgide ilâhî ve kaderde ebedî olmalıdır (II, 376)".
Diğer taraftan, Resâ'ilde yer alan bazı açıklamalar, Sünnî bir kökene kanıt sayılabilir. Özellikle, "Halife-i Raşidin"den (İlk Dört Halife) söz eden risaleler (III, 489 ile IV, 408) ve Hazreti Ayşe'den söz eden risale (I, 358), eserin Şiî ve İsmailî kökenli olduğu iddialarını zayıflatmaktadır.
Ayrıca, Resâ'ilde belirgin bir tasavvuf eğilimi de bulunmaktadır. Özellikle, "mahiyet-ül aşk" (III, 269-286) ve "vecd" (I, 240) bölümleri tam anlamıyla Sufi nitelikler göstermekte ve tasavvuf terimlerini içermektedir.
Ancak, risaleler dikkatlice gözden geçirilirse, İhvan-üs-Safâ'nın, dönemindeki inanç farkları ve mezhep ayrılıklarından usanıp, bunlara bir son vermek, bu konudaki bağnazlığı yıkmak amacıyla yola çıktıkları anlaşılır. Düşüncelerini temellendirmek için esas aldıkları tüm kaynakları, bütün sınırlamalar ve önyargılardan arınmış olarak, istedikleri gibi kullanmışlardır. Onlar için, Kur'an ne kadar önemli ise, Tevrat ve İncil de o kadar önemlidir. Muhammed'in sözleri ne kadar önem taşıyorsa, felsefede Sokrates'in ya da Platon'un, matematik ve geometride Pythagoras'ın sözlerinin de önemi o kadar büyüktür. Ancak İhvan-üs-Safâ, Müslüman bir toplum içinde yaşaması ve kendilerinin de Müslüman olması nedeniyle, Kur'an ve Muhammed'in sözlerine daha fazla ağırlık vermiş, daha çok alıntı yapmışlardır.
İhvan-üs-Safâ, mezhep tutkusundan uzak olduklarını ve kaynağı ne olursa olsun, doğru buldukları her düşünceyi benimseme eğiliminde olduklarını şöyle dile getirir:
"Kardeşlerimizin, bilimlerden hiçbirine düşman olmamaları, hiçbir kitabı hor görmemeleri, mezheplerden hiçbirine önyargı ile bakıp, bağnazlığa düşmemeleri gerekir. Zira, bizim görüş ve inancımız bütün mezhepleri kapsar ve bütün bilimleri kuşatır. Bizim bilimimiz, başlangıcı ve sonu, gizliliği ve açıklığı bakımından hepsinin tek bir ilke, tek bir neden, tek bir evren ve tek bir ruhtan oluşmaları dolayısıyla, duyulan (mahsus) ve kavranan (makul) tüm varlıkların incelenmesidir. (IV, 41-42)"
Risalelerde, Ehl-i Beyt'in (Muhammed'in akrabaları, ev halkı) üstünlüğünü ve Kerbelâ olayını vurgulamış olduklarından dolayı, aşırı Şiî ve İsmailî bir görünüm vermemelerine karşın, Şiîlikle hiç ilgili olmadıklarını söylemek de olanaksızdır. Onların, en azından Şiî sempatizanı ya da Seyyid Hüseyin Nasr'ın ileri sürdüğü gibi "Sufi eğilimli Şiîler" oldukları yönünde bir kanı uyanmaktadır. Ancak, her konuda olduğu gibi, bu konuda da bağnazlıktan uzak, her düşünceye açık, yararlı olan her fikri alma taraftarıdırlar.
Bu açıklıkta aşırıya giderek, sonuçta İslâmın ruhuna aykırı düşen bir takım düşüncelere sahip oldukları gerekçesiyle bazı Müslüman düşünürler tarafından eleştirilmişler, hatta sapkınlıkla suçlanmışlardır.
İhvan-üs-Safâ'nın Resâ'ilde kullandığı dil fazlasıyla simgeseldir. Abbasî yönetiminin hışmından korunabilmek için özellikle seçilmiş bir tarzdır bu. Resâ'il, ders çıkarılacak çok sayıda hayvan öyküleri içermekte, bazı bölümleri tümüyle gizli mesajlar ve kodlardan oluşmaktadır. Bu özellik, İhvan-üs-Safânın terim ve kavramlarını bilmeyenlerin, Resâ'ilin içeriğini tam anlamıyla değerlendirmesini olanaksız biçime getirmektedir. Risalelerde gizli etkinliklerin en önemli anahtarı olarak "ağzı sıkılık" önerilir. Bu özellik, Tanrı'nın bahşettiği yetenekleri başkalarına belli etmemek ilkesinden kaynaklanmaktadır.
İslâm Ansiklopedisine göre, Resâ'il'in içeriği uzlaşmacı bir nitelikte olup, öğretinin temel noktasını, evrenin tek ilâhî kaynağı olması ve ruhların bu kaynağa, yani Tanrı'ya geri dönüşü inançları oluşturmaktadır. Nasıl tüm sözcükler ağızdan çıkmakta, ışık güneşten yayılmaktaysa, evren de Tanrı'dan kaynaklanmaktadır. Bu Neo-Platonculuk kökenli kavramın adı "Sudûr" (emanation, yayılma, meydana çıkma) inancıdır. Önce Tanrı'nın vahdeti (birliği) ve ondan da derece derece, 2. olarak akıl, 3. olarak nefs (ruh) doğar; ruh'tan 4. olarak ilk madde, 5. olarak doğa, 6. olarak cisimler çıkar; ondan 7. olarak felekler; ondan 8. olarak elementler evreni, ondan da 9. olarak madenler, bitkiler ve hayvanlar çıkar. Bu yayılışta her türlü kötülük ve eksikliğin kaynağı maddedir. Bireysel ruhlar, evrensel ruhun birer parçasıdır. Nasıl evrensel ruh kıyamet günü Tanrı'ya dönecek ise, ruhlar da bedenin ölümü ile evrensel ruha dönmektedirler. Bu nedenle "İhvanlar"ın ölümü "Küçük Diriliş", evrensel ruhun Tanrı'ya dönüşü "Büyük Diriliş" (Ba'as-ü-ba'd el-mevt) olarak adlandırılır.
İhvan-üs-Safâ öğretisinde yaratılışın bu biçimde düzenlenmiş olması, örgütlenmenin hiyerarşik yapısını etkilemiş ve bilgilere dereceli olarak ulaşma kavramını zorunlu biçime getirmiştir. Zaten Resâ'il, dört ayrı bölümünde, farklı konuları işleyen bir bilimler ansiklopedisi gibi düzenlenmiştir. İlk bölümde yer alan 14 risale matematik ve mantık bilimlerinden, ikinci bölümdeki 17 risale doğa bilimleri ile "ilm-i nefs"ten (psikoloji), üçüncü bölümün 10 risalesi metafizikten ve son bölümün 11 risalesi tasavvuf ve sihirden söz etmektedir. Resâ'ilin her bölümü ayrı bir yaş grubuna yöneliktir. Yaş grupları Platon'un Cumhuriyet'inden esinlenerek oluşturulmuştur. İlk derecede, öğretmenlerin etkisine tümüyle açık olan zihinleriyle 15-30 yaş arasındaki gençler vardır. 30-40 Yaş arasını kapsayan ikinci derecede, varlıkların analojik (benzeşimli) bilgisi ile din dışı bilgelik konuları vardır. Üçüncü derecede, 40-50 yaş arasındaki kişilere evrenin ilâhî yasası bildirilir. Nihayet, 50 yaş üstü için olan son derecede, kişi "Gerçeğe" ulaşır, böylece doğa, öğreti ve yasaların üzerine çıkar.
İhvan-üs-Safâ Felsefesi
Genel bir değerlendirme sonucunda, İhvan-üs-Safâ felsefesinin uzlaşmacı bir yöntem izlediği anlaşılabilir. Hilmi Ziya Ülken, "İslâm Felsefesi" adlı kitabında, "İhvan-üs-Safâ, matematikte Pythagoras'a, mantıkta Aristo'ya, metafizikte Platon'a, ahlâkta Sokrates'e ve din felsefesinde Fârâbi'ye bağlıdır" diyerek bu eklektik yapıyı ortaya koymaktadır.
"Resâ'il", harfler ve sayılara dayanan matematik açıklamalar ile başlamakta, daha sonra mantık ve doğa felsefesi konularına geçmektedir. Ancak, İhvan-üs-Safâ genelde tüm felsefe yaklaşımını "nefs" (ruh) ve nefsin niteliklerine dayandırdığı için, Resâ'il sonunda mistik ve sezgisel bir yorumla "marifetullah"a (Allah'ın bilinmesine) ulaşmaktadır.
Temel olarak, felsefe dizgelerinde uzlaşmacı bir yöntem izlemeleri, İhvan-üs-Safâ'nın, de Boer'in "İslâm'da Felsefe Tarihi" adlı kitabında belirttiği gibi, "tüm ulusların ve dinlerin bilgeliğini bir araya getirmek" amacından kaynaklanmaktadır. İhvan-üs-Safâ, özde ezoterik bir örgütlenme olarak, dinin görünür kurallarının sıradan insanlara yöneldiğini, ancak yüce ruhlara sahip olanların, bu kuralların ötesine geçecek, derin düşünsel kuramlara gereksinme duyduklarını kabul ederler. Asıl amacın, bedenin yok olmasından sonra insan ruhunun duru bir tinsel yaşama yükselmesi olduğunu, bu ayrıcalığa ancak yaşamları sırasında felsefe sayesinde bilgisizlik uykusundan uyanan kişilerin kavuşacağını savunurlar. Kendi felsefelerinin amacının da, güçleri oranında, insan ruhunu Tanrı'ya yaklaştırmak olduğunu ileri sürerler.
Görüldüğü gibi, insan ruhunu düşünce dizgelerinin temeli olarak alan İhvan-üs-Safâ, "antropocentrique" (insan-merkezli) olarak nitelenen, yani insanı tüm varlıkların merkezi olarak ele alan bir felsefe anlayışına sahiptirler. Bu yaklaşım, İslâm tasavvufunun temel konularından olan "evren-insan ilişkisi" sorunsalına da uyumludur. Risalelerde sıkça rastlanan, insanı küçük bir evren ve evreni büyük bir insan olarak değerlendirme, yani mikrokozmos-makrokozmos bağıntısı tümüyle Neo-Platoncu gelenekten kaynaklanmaktadır.
Neo-Platonculuğa göre, mikrokozmos-makrokozmos kavramları ve bağıntısı, ancak bir "sudûr" (
manation, meydana çıkma) düşüncesi çerçevesinde kavranabilir. Bu kavram, her şeyin tek varlıktan çıktığını ve yine ona döneceğini anlatır. Yaratılış, bir meydana çıkma ve yine aslına dönüşten ibarettir. Sudûr düşüncesi, Resâ'il'de net bir biçimde açıklanmaktadır: "Tüm varlıkların yaratılışı birbirine bağlı ve sıralıdır...En aşağı evrende olan olaylar, bağlı oldukları en üst evrenin göksel düzen ve yönetimi gereği oluşurlar". İhvan-üs-Safâ'ya göre, böylelikle "sudûr", Tanrı'dan başlayarak sonsuza kadar dallanan bir ağaç gibi, üst evrenin tek biçiminden yola çıkıp, alt evrenin çoklu biçimini oluşturmaktadır. Bu konuda Resâ'il'de ayrıca "Başka evrenlerin varlıkları üzerinde, bu evrenin varlıkları ile benzetme yaparak, akıl ışığı ve kalp gözü ile, düşünmek gerekir" sözleri yer almaktadır.
Resâ'ilde, insanı mikrokozmos olarak nitelendiren temel düşünce şöyle dile getirilmiştir: "Bedenimiz bu evrenin bir parçasıdır. Öyleyse, ruhumuz da evrenin ruhunun bir parçası olmaktadır...Evrenin ruhu varlıkları nasıl yönetiyorsa, ruhumuz da bedenimizi öyle yönetmektedir..İnsan ruhunun eylem ve yetenekleri, Evrensel Ruhun eylem ve yetenekleri ile eştir."
İhvan-üs-Safâ, mikrokozmos olarak değerlendirdiği insanı düalist (ikili) bir yapı içinde ele alırlar. İnsanın iki kısımdan, beden ve ruhtan oluşan bir bütün olduğunu, görünen maddi kısmının bedenini, görünmeyen manevi kısmının da ruhunu oluşturduğunu söylerler: Ruh ve beden; " bir eve ve evin içinde oturanlara, bir kente ve o kentte bir hükümdar tarafından yönetilen halka, bir ata ve süvarisine, bir gemiye ve gemiyi sürükleyen rüzgâra vs.." benzetilir.
Beden et, kemik ve kandan yaratılmış bir bileşimdir; topraktan gelen, bozulma ve dağılmaya elverişli, karanlık, ağır, cansız ve hareketsizdir. Oysa ruh göksel, aydınlık, parçalanmayan ve bozulmayan, düşünen, hareketli ve ölümsüzdür. Varlıkların gerçeklerini kavrayan, bilgili bir cevherdir ruh. Böylece İhvan-üs-Safâ, insanı birbirine karşıt, biri maddi diğeri manevi iki cevherden oluşmuş olarak görürler. Bedenin tüm eylem ve etkinliklerini yönlendiren de ruhtur.
Bu bakımdan, "bilmek" eylemi de ruhsal bir etkinliktir. İnsanın bu evrendeki varoluş amacı; önce kendini, sonra evreni ve Tanrı'yı tanıması, varlıkların gerçeklerini kavraması ve böylece bilgeliğe ulaşma çabasıdır. İhvan-üs-Safâ'nın "kendi kendini bilmek" ilkesi, Platon felsefesine uygun bir yaklaşımdır. Resâ'il'de, "insanın kendini tanıması tüm bilimlerin başlangıcıdır; bu olmayınca varlıkların gerçeğini bilmek istemek ve bilgeliğe erişmeye çabalamak saçmadır...Tanrı'yı bilmek için, kendini bilmekten başka yol yoktur" diye yazılıdır.
Felsefe dizgelerinde, zâhir (dışsal, görünen, eksoterik) ve bâtın (içsel, gizli, ezoterik) gibi kavramlara da çok önem veren İhvan-üs-Safâ, bu kavramları, duyumlar/algılar evreni ile akıl evreni (akıl ile anlaşılabilen) olarak nitelendirmektedir. Tanrı, duyumlarımıza yansıyan dış evrende, ancak akıl ile anlaşılabilen iç evrenin simgelerini vermektedir. Böylece zâhir, bâtını göstermekte, yansıtmaktadır. Bu nedenle, kendini bilmekten sonra, ikinci aşama dış evreni araştırmak olmalıdır. İhvan-üs-Safâ, maddi nesnelerin bilinmesinin, yani doğal bilimlerin, önemini vurgulamakta, dış evreni kavrayan kişinin, akıl evrenine benzetme yoluyla ulaşabileceğini söylemektedirler. Metafizik bilgilere giden yol, fizikten geçmektedir zira, İhvan-üs-Safâ'ya göre, bilginin fizik ve metafizik boyutları birbirini yansıtmakta, simgelemektedir.
İhvan-üs-Safâ, bilgiye ulaşmanın beş ayrı yöntemi olduğunu açıklar:
1-Duyular yoluyla
2-Akıl yoluyla
3-Kanıtlama yoluyla
4-Nakiller yoluyla (öğrenim, iletişim)
5-Vahy ve esin-sezgi yoluyla
İlk üç tür, doğrudan bireye bağlı bilgilenme yöntemleridir ve bunlarda birey etkin özne durumundadır. Dördüncü yol bireyin ulaşabildiği iletişim kanallarına bağlıdır ve bireyin etkin rolü azalmaktadır. Son yöntemde, yani Vahy ve esin-sezgi yolunda, birey tümüyle edilgendir zira, bu bilgilere kişinin çabası ve seçimi ile değil, Tanrı'nın sunuşu (mevhîbe) ile ulaşılır. Diğer bir anlatım ile, Vahy ve esin-sezgi yöntemi, bireyin belirli bir ruhsal temizliğe erişmesinden sonra "kalp gözü" denilen, bir içsel görüş ile metafizik gerçeklere varması olarak anlaşılmaktadır. Sezgi ile bilgiye ulaşma, bir ruh temizliğini gerektirdiği için, temelde mistik bir eğilimi belirlemektedir. Burada, öznel ve bireysel bir deneyim olan mistik deneyim söz konusudur.
İhvan-üs-Safâ, bilgi kuramı açısından, bilginin doğuşu konusunda, duyumsalcılık (sensüalizm) ile doğacılık (natüralizm) görüşlerini birleştirmektedirler. Onlara göre, bilgi duyumlar ile başlar. Ancak, duyumların aldatıcılığını da işe katarak, kuşkuculuğa açık kapı bırakırlar. Gerçekler ancak ruhun temizlenmesi ile (cilâ-i kalb) elde edilebilir. Burada gizemcilikten yararlanırlar. İhvan-üs-Safâ'ya göre, bilgide ve gerçeklere ulaşmada, bir yol göstericiye, bir öğretmene gerek vardır. Ancak, bu düşünceyi, batınîler gibi, "İmam-ı Ma'sum" (Ma'sum, Tanrı'nın kötülükten sakındığı kişi anlamına gelmektedir) düşüncesine kadar götürmezler ve bilgi kuramını temelde duyumsalcı olarak kabullenirler.
Resâ'ilde bilimler, basitten karmaşığa doğru, beş grupta toplanmıştır.
A. Matematik ve mantık: Soyut biçimlerin bilimi,
B. Doğa bilimleri: Astronomi ve fizik,
C. Zihin bilimleri: Deneysel ve akılsal psikoloji,
D. Tevhid ve kelâm: Doğanın metafizik ilkeleri,
E. Ahlâk: Tüm bilimlerin hedefi olan, toplumları düzenleyen yasaları veren bilim olarak sosyoloji.
İhvan-üs-Safâ'da bir tür evrim düşüncesi de vardır. On dokuzuncu yüz yılda bazı düşünürler, buna kapılarak, abartmalı bir yaklaşımla, onları çağdaş evrim düşüncesinin önderleri gibi kabul etmişlerdi. İhvan-üs-Safâ'nın, o döneme dek görülmemiş bir cesaret ile, doğanın tüm aşamaları arasında sürekli bir gelişim olduğunu söyledikleri doğrudur. Risalelere göre, bitkilerin ilk derecesi, madenlerin son derecesine, bitkilerin son derecesi de, hayvanların ilk derecesine bağlıdır. Bu sürekliliği belirtebilmek için, risaleler hayvanlardan insanlara geçişi de açıklamakta ve maymunda insana benzer niteliklerin nasıl bulunduğunu açıklamaktadırlar. Ancak, bu evrimciler (!), insandan sonra meleklere, oradan ilâhî evrene ve mutlak varlığa doğru yükselişi anlatmaya devam ettikleri için, görüşlerinin çağdaş evrimle ilintili olmadığı anlaşılmaktadır.
Sonuç
İhvan-üs-Safâ'nın felsefe dizgesi, uzlaşmacı yapısından dolayı bazı sıkıntılar ve çelişkiler içindedir. Bazı düşünceleri tümüyle İslâmiyete dayanmaktadır. Diğer düşünceleri ise, tam anlamıyla felsefe kökenli olup, İslâmiyet ile bağdaşmamaktadır. Bu nedenle bir çok yerde belirsiz, mecazlı ve anlaşılamayan terimler kullanmak zorunda kalmışlardır. Sonuç olarak, İslâm ansiklopedistleri olarak nitelendirilen İhvan-üs-Safâ'dan günümüze kalan bilgiler, hemen tümüyle Resâ'ilde yazılı olanlara dayanmakta, akımın örgütsel yapısı ile eylem ve etkinlikleri ayrıntılarıyla bilinmemektedir. Risaleler, bu akımın entelektüel nitelikte, tümüyle düşünceye dayanan bir aydınlanma sürecini hedeflediğini ortaya koymaktadır. İhvan-üs-Safâ'nın kendi döneminde ortaya koyduğu düşünsel yaklaşım oldukça akılcı ve ilerici özellikler göstermektedir. Ancak, bu akımın asıl önemi, risalelerde açıklanan öğretinin, sonradan gelen bir çok akım, tarikat ve siyasal grupları etkilemiş olmasıdır. Risalelerin içerdiği düşünceleri batınî İsmailî akımlarda ve Karmatîlerde gözlemlemek olanaklıdır. Daha sonraları, İhvan-üs-Safâ'nın bir çok düşüncesinin çeşitli tasavvuf okullarının öğretilerini ve Aleviliği de etkilediği bilinmektedir.