Biz Müslümanlar İslam’ı, doğruluğundan asla emin olamayacağımız bilgilerle yaşıyoruz. Çok daha önemlisi, HAK nedir BATIL nedir onu dahi ayırt edemiyoruz. Peki neden? Çünkü çoğumuz, iman ettiğimizi söylediğimiz Kur’an’ı bir kez bile anladığımız dilden dikkatle üzerinde düşünerek, okuma zahmetini göstermedik te ondan. Okumuş olsaydık, yaşadığımız İslam’ın Allah’ın emri İslam asla olamayacağını, hemen fark edebilirdik. Fark etmemizi istemeyen Allah ile aldatıcılar, bizlerin Kur’an ile bağımızı keserek, ”SENİN İLMİN NE Kİ KUR’AN’I ANLAYACAKSIN” sözleri ile bizleri korkutmuş ve herkesin anlayamayacağı bir kitap ilan etmişiz iman ettiğimiz Kur’an’ı. Hâlbuki Allah yemin ederek, Kur’an’ı anlayalım ve hiç kimseye muhtaç onlayalım diye kolaylaştırdığını, birçok kez söylemiyor muydu? Allah’a güvenmek yerine, kimlere güvendiğimizin farkında bile değiliz. Bu yanlışımızı sizlere hatırlatırken, Mehmet Akif Ersoy’un çok önemli bir sözü geldi aklıma. Ders olması adına hatırlatmak istiyorum. “BEŞ ON MÜNAFIĞIN İMANINA KANDIK. BİR UYKUYA DALDIK Kİ, CEHENNEMDE UYANDIK.” Mehmet Akif Ersoy.
Ne kadar haklıymış, değerli edebiyatçımız. Allah sizleri yalnız Kur’an’dan sorumlu tutuyorum dedikçe, Kur’an’dan habersiz bizlere bu hükmün tam tersini anlatarak, “YALNIZ KUR’AN İLE İSLAM YAŞANMAZ, HADİ GÖSTERİN BAKALIM NAMAZIN KAÇ REKÂT OLDUĞUNU, NE KADAR ZEKÂT VERECEĞİMİZ YAZIYORMU KUR’AN’DA.” Diyerek Müslüman toplumu tedirgin etmişlerdir. Allah’ın Kur’an’da asla sınırlamadığı, ama mezheplerin beşeri öğretilerini adeta dinin emri yaparak sınırlar koyduğu, dine yaptığı ilaveleri bizler Kur’an’da göremediğimizde Kur’an’dan habersiz, gerçekten bunların hiç birisi Kur’an’da yazmıyor, demek ki yalnız Kur’an ile İslam yaşanmıyormuş diyebiliyoruz. Çok daha ilginci, Allah’ın Resulünün rivayet hadisleri olmasaydı Kur’an kapalı kalır anlaşılamaz, hatta yaşanamazdı diyerek, doğruluğundan asla emin olamayacağımız, Allah’ın Resulüne atfen söylenen hadisleri, hiç şüphe duymadan Kur’an süzgecinden geçirmeden kabul etmek zorunda kalmışız. BUNUN TEK BİR NEDENİ VAR. ALLAH’IN KİTABINA GÜVENMEYİP VE HAYATIMIZA GEÇİRMEYİP, YALNIZ KUR’AN’IN İPİNE SARILIN, SAKIN KUR’AN’IN SINIRLARINI AŞMAYIN HÜKÜMLERİNİ, KALBİMİZE TAM OLARAK YERLEŞTİREMEDİĞİMİZDEN KAYNAKLANIYOR.
Aracısiz Kur’an ile buluşabilseydik, Allah namazın rekât sayılarını bile Kur’an’da yazmamış, zekâtımızı bile ne kadar vereceğimiz yok diyenlere, vereceğimiz elbette cevabımız olacaktı. Rabbimiz savaşta zor bir anımızda, kılacağımız namazın tarifini yapmış ve bir rekâtta bittiği örneğini vermiştir. Zor bir anımızda salatı/namazı kısaltmamızda bir sakınca olmadığı bilgisini, Nisa 101. Ayetinde verir. 102. Ayette de bizzat tarif eder. Peki, zor bir anımızda ne yapmamız gereken örneği veren Rabbimiz, normal koşullardan bahsetmemiş olabilir mi? Nisa 103. Ayetinde de onu açıklıyor ve SÜKÛNET BULDUĞUNUZDA, SALATI NAMAZI, DUAYI TAM BİR BİÇİMDE YERİNE GETİRİN DİYOR.
Allah bu konuda çok net açıklama yapmış, zor bir anımızda kısaltılmış namaz bizim deyimimizle bir rekât. Peki, normal zamanda kılacağımız namaz için bir sınır koymuş mu? Hayır koymamış ve namazı duayı içinizden geldiği şekilde, huzurla yerine getirin demiş ve bir sınırlama koymamış. Peki, bizler ne diyoruz bu duruma. Allah neden bir sınır koymamış, bu bir eksikliktir diyoruz haşa. Evet, farkında olmadan böyle söylüyoruz. Salat/namaz Allah’ın huzurunda, kendimizi teslim ederek ondan yardım istediğimiz, ona saygımızı gösterdiğimiz bir andır ve Allah içinizden geldiği kadar huzurumda durun diyor. Geleneksel inancımızın bizler, öyle bir etkisindeyiz ki, gerçekleri göremez olmuşuz. Batıl ve rivayetler bizleri HEM KÖR HEM SAĞIR YAPMIŞ ama farkında değiliz. Zekât konusunda da aynı yolu kullanıyor Rabbimiz ve birçok ayetinde zekât vermeyi teşvik ederek, yine vereceğimiz miktarı özellikle bize bırakıp, İHTİYAÇTAN ARTA KALANINDAN VERİNİZ DİYOR. Sizce haşa buda bir eksiklik mi, yoksa bizlerin imtihanı gereği mi? Yorumunu sizlere bırakıyorum.
Şöyle düşünün lütfen, Allah’ın Resulünün yaşadığı dönemde Kur’an dışından Resulün kayda aldığı, herhangi bir hadis kitabı var mıdır? Elbette yoktur. Hadi diyelim Resul Kur’an’ı tebliğ ederken ona vakti olmadı, tabi bunun olması mümkün değil, çünkü Allah Resulünü uyarırdı. Resulün vefatından sonra, onun yanı başında İslam’ı çevresine anlatanlar, İslam’ı anlatmak için gittiği yabancı topraklarda, İslam dinini anlatırken yazdığı ve insanlara anlattığı HİÇ BİR HADİS KİTABI VAR MIDIR? Asla bulamazsınız. Bu hadisler olmadan Kur’an’ı anlayamayacak olsaydık, ilk önce onlar bu hadisleri yazmaz mıydı? Elbette yazardı. Dört halife devrindende, hadis kaynaklı bir kitap günümüze ulaşmamıştır. Resulün vefatından, yaklaşık 200-250 yıl sonra kayda alınan rivayet hadislerin, doğruluğuna güvenerek nasıl İslam’ı yaşarız, bunu da mı akıl edemiyoruz?
Peki, bizler Allah’ın Kur’an’da hiç bahsetmediği, bizlerin Resule ait olduğu iddia edilen hadislerinden öğrendiğimiz dine yapılan ilaveleri, bizler emin kaynaklardan mı öğrendik ve dinin gereği diye yaşıyoruz, gelin şimdi o konu üzerinde düşünelim. Önce şunu çok net söylemek isterim. GÜNÜMÜZDE BİZLERE ULAŞAN, RESULE AİT OLDUĞU İDDİA EDİLEN HADİSLERDEN RESULÜN HABERİ OLMADIĞI İÇİN, ONUN ONAYINIDA ALMAMIŞTIR. SİZCE ALLAH EMİN OLMADIĞINIZ BİLGİLERİN SAKIN ARDINA DÜŞMEYİN DİYE UYARDIĞI HALDE, BU RİVAYET BİLGİLER, DİNİN İKİNCİ KAYNAĞI OLABİLİR Mİ? Rivayet edilen hadisler, Resulün vefatından yaklaşık 200 yıl sonra, dilden dile nakil yoluyla ulaşmış ve bunlar yazıya geçirilmiştir. Onun için hepsi, bir rivayete göre diye başlar.
Rivayet, doğruluğundan emin olunmayan doğruda yanlışta olabilecek, söylenti demektir. Hâlbuki Allah, emin olmadığınız bilgilerin, sakın ardına düşmeyin, bunun hesabını sorarım diye uyarmamış mıydı? Resule ait olduğu iddia edilen hadislere baktığımızda, Kur’an’ın yani dinin asla emri olmadığını, ancak tarihi kaynaklar olduğunu söyleyebiliriz. Tarihi kaynaklar değerlendirilirken eldeki veriler, bilgiler birlikte ele alınır ve o konuyla ilgili kişiler, analiz yapar kendi düşünce ve inançları doğrultusunda değerlendirir. Asla kesin bir sonuca ulaşılamaz. Yeni bir veri, bilgi edinildiğinde O tarihi kaynak değiştirilerek topluma sunulur. Din asla bu yolla öğrenilemez ve yaşanamaz. DİN DEĞİŞMEYEN, ALLAH’IN KANUNLARI İLE YAŞANIR. Hz. Muhammed’e gelen vahiy, hem ezberletilmiş hem de hemen tek tek yazdırılmıştır. Hadislerin, yani Kur’an’ın dışından Resulün sözlerinin yazdırıldığına dair hiçbir delil ve kayıt Kur’an’da yoktur. TAM TERSİNE YALNIZ KUR’AN’IN TEBLİĞ EDİLMESİ İSTENMİŞTİR, ALLAH TARAFINDAN. BUDA AYETLERLE SABİTTİR. Eğer Resulün hadisleri olmadan İslam’ı yaşayamayacak olaydık, hem Allah Resulünü ikaz eder onlarında Kur’an ile birlikte yazılmasını ister ve korumasına alır, hem de zaten Hz. Muhammed sağlığında Kur’an’ı yazdırırken, onları da yazdırırdı ki, böyle bir hüküm ve kayıt Resulün sağlığında yapılmamıştır. Ayrıca Kur’an tam tersine hükmederek, yalnız Kur’an’a sarılmamızı istemiz ve bizlerin yalnız Kur’an’dan sorumlu olacağımıza hükmetmiştir.
Bizlere ulaşan hadisler, kulaktan duyma ve kişilerin kendi düşünce ve inançları gelenekleri doğrultusunda nakledilerek bizlere ulaşmış bilgilerdir. Onun içinde aynı konuda hadisler çok farklı günümüze ulaşmıştır. Toplumda kendisine ulaştığı hadisler ışığında dinde mezheplere, cemaat ve hatta tarikatlara bölünerek, adeta birbirine düşman olmuşlardır. Özellikle tekrar etmek istiyorum. ŞUNU LÜTFEN UNUTMAYALIM. HADİSLERİN YAZIMI ALLAH’IN VE RESULÜNÜN İZNİ DIŞINDA YAZILMIŞ, ONUN SAĞLIĞINDA KUR’AN GİBİ KAYDA GEÇMEMİŞ VE KUR’AN GİBİ ALLAH’IN KORUMASINDA OLMAYAN SÖZLERDİR/HADİSLERDİR. Allah Kur’an’ı ben koruyorum diyor, ama rivayet edilen hadisler asla Allah korumasında olmadığı için, aynı hadisleri farklı mezheplerde, tam tersini görürsünüz. Batılı aklamaya çalışanlar, Resulün hadislerini de Allah koruyor diyerek, kendilerine kanıt yaratmaya çalışıyorlar. Ama bu inançlarına Kur’an asla onay vermiyor.
Hadisler kişisel rivayet notlarla oluşmuştur. Bu bilgilerinde dinde kanıt, delil olması mümkün değildir. İlk zamanlar zararsız görülen rivayetler zamanla kurumlaşmış, kendi düşüncelerini ya da inandığı mezheplerin düşüncelerini meşrulaştırmanın, yolu haline dönüşmüştür. Bu hata ve yanlışlar Allah’ın Resulünün vefatı ile başlamıştır. Resulün en yakınındakiler tarafından bu yanlışın engellenmeye çalışıldığını görüyoruz. Tabi çok geçmeden, Resulün en yakınında yaşamış insanlar onların makam ve menfaat çekişmeleri sonucu, neler yaptıklarını birbirilerini nasıl öldürdüklerini, tarihi kaynaklardan lütfen okuyoruz.
Değerli din kardeşlerim. Lütfen mahşer günü pişman olmak istemiyorsak, yaşadığımız İslam’ı Kur’an ile sorgulayınız. Rabbimiz bizleri Kur’an’dan sorumlu tutacağına hükmediyorsa, şunu asla unutmayalım. ALLAH KUR’AN’DA NE EMREDİYORSA O İSLAM DİNİNİN EMRİDİR. EMRETMEDİKLERİ BEŞERİDİR, DİNİN EMRİ DEĞİLDİR. Kur’an bahsetmiyorsa, Allah bu konuda biz kullarını serbest bırakmış demektir, lütfen bu gerçeğin artık farkında olalım. Elbette geleneklerimizden dolayı yaşadığımız, Kur’an’a İslam dinine ters düşmeyen, herhangi bir şey varsa onu da hayatınıza geçirmekte bir sakınca yoktur. Bizler batıldan ve hurafeden uzak, yalnız Allah’ın ipi Kur’an’a sarıldığımız sürece, Rabbimizin yolunda gidiyoruz demektir. Ne zaman Allah’ın ipini yeterli görmeyip, kendimize başka beşeri ipler edindiysek, şunu lütfen unutmayalım, işte o zaman bizler şeytanlaşmış insanların yolunda, hızla ilerliyoruz demektir.
Dilerim Kur’an ışığında, bu gerçeklerin farkında olan batıldan ve hurafeden uzak en güvenilir yalnız Allah’ın ipine sarılan, Allah’ın halis kulları arasında oluruz.
Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK
Ne kadar haklıymış, değerli edebiyatçımız. Allah sizleri yalnız Kur’an’dan sorumlu tutuyorum dedikçe, Kur’an’dan habersiz bizlere bu hükmün tam tersini anlatarak, “YALNIZ KUR’AN İLE İSLAM YAŞANMAZ, HADİ GÖSTERİN BAKALIM NAMAZIN KAÇ REKÂT OLDUĞUNU, NE KADAR ZEKÂT VERECEĞİMİZ YAZIYORMU KUR’AN’DA.” Diyerek Müslüman toplumu tedirgin etmişlerdir. Allah’ın Kur’an’da asla sınırlamadığı, ama mezheplerin beşeri öğretilerini adeta dinin emri yaparak sınırlar koyduğu, dine yaptığı ilaveleri bizler Kur’an’da göremediğimizde Kur’an’dan habersiz, gerçekten bunların hiç birisi Kur’an’da yazmıyor, demek ki yalnız Kur’an ile İslam yaşanmıyormuş diyebiliyoruz. Çok daha ilginci, Allah’ın Resulünün rivayet hadisleri olmasaydı Kur’an kapalı kalır anlaşılamaz, hatta yaşanamazdı diyerek, doğruluğundan asla emin olamayacağımız, Allah’ın Resulüne atfen söylenen hadisleri, hiç şüphe duymadan Kur’an süzgecinden geçirmeden kabul etmek zorunda kalmışız. BUNUN TEK BİR NEDENİ VAR. ALLAH’IN KİTABINA GÜVENMEYİP VE HAYATIMIZA GEÇİRMEYİP, YALNIZ KUR’AN’IN İPİNE SARILIN, SAKIN KUR’AN’IN SINIRLARINI AŞMAYIN HÜKÜMLERİNİ, KALBİMİZE TAM OLARAK YERLEŞTİREMEDİĞİMİZDEN KAYNAKLANIYOR.
Aracısiz Kur’an ile buluşabilseydik, Allah namazın rekât sayılarını bile Kur’an’da yazmamış, zekâtımızı bile ne kadar vereceğimiz yok diyenlere, vereceğimiz elbette cevabımız olacaktı. Rabbimiz savaşta zor bir anımızda, kılacağımız namazın tarifini yapmış ve bir rekâtta bittiği örneğini vermiştir. Zor bir anımızda salatı/namazı kısaltmamızda bir sakınca olmadığı bilgisini, Nisa 101. Ayetinde verir. 102. Ayette de bizzat tarif eder. Peki, zor bir anımızda ne yapmamız gereken örneği veren Rabbimiz, normal koşullardan bahsetmemiş olabilir mi? Nisa 103. Ayetinde de onu açıklıyor ve SÜKÛNET BULDUĞUNUZDA, SALATI NAMAZI, DUAYI TAM BİR BİÇİMDE YERİNE GETİRİN DİYOR.
Allah bu konuda çok net açıklama yapmış, zor bir anımızda kısaltılmış namaz bizim deyimimizle bir rekât. Peki, normal zamanda kılacağımız namaz için bir sınır koymuş mu? Hayır koymamış ve namazı duayı içinizden geldiği şekilde, huzurla yerine getirin demiş ve bir sınırlama koymamış. Peki, bizler ne diyoruz bu duruma. Allah neden bir sınır koymamış, bu bir eksikliktir diyoruz haşa. Evet, farkında olmadan böyle söylüyoruz. Salat/namaz Allah’ın huzurunda, kendimizi teslim ederek ondan yardım istediğimiz, ona saygımızı gösterdiğimiz bir andır ve Allah içinizden geldiği kadar huzurumda durun diyor. Geleneksel inancımızın bizler, öyle bir etkisindeyiz ki, gerçekleri göremez olmuşuz. Batıl ve rivayetler bizleri HEM KÖR HEM SAĞIR YAPMIŞ ama farkında değiliz. Zekât konusunda da aynı yolu kullanıyor Rabbimiz ve birçok ayetinde zekât vermeyi teşvik ederek, yine vereceğimiz miktarı özellikle bize bırakıp, İHTİYAÇTAN ARTA KALANINDAN VERİNİZ DİYOR. Sizce haşa buda bir eksiklik mi, yoksa bizlerin imtihanı gereği mi? Yorumunu sizlere bırakıyorum.
Şöyle düşünün lütfen, Allah’ın Resulünün yaşadığı dönemde Kur’an dışından Resulün kayda aldığı, herhangi bir hadis kitabı var mıdır? Elbette yoktur. Hadi diyelim Resul Kur’an’ı tebliğ ederken ona vakti olmadı, tabi bunun olması mümkün değil, çünkü Allah Resulünü uyarırdı. Resulün vefatından sonra, onun yanı başında İslam’ı çevresine anlatanlar, İslam’ı anlatmak için gittiği yabancı topraklarda, İslam dinini anlatırken yazdığı ve insanlara anlattığı HİÇ BİR HADİS KİTABI VAR MIDIR? Asla bulamazsınız. Bu hadisler olmadan Kur’an’ı anlayamayacak olsaydık, ilk önce onlar bu hadisleri yazmaz mıydı? Elbette yazardı. Dört halife devrindende, hadis kaynaklı bir kitap günümüze ulaşmamıştır. Resulün vefatından, yaklaşık 200-250 yıl sonra kayda alınan rivayet hadislerin, doğruluğuna güvenerek nasıl İslam’ı yaşarız, bunu da mı akıl edemiyoruz?
Peki, bizler Allah’ın Kur’an’da hiç bahsetmediği, bizlerin Resule ait olduğu iddia edilen hadislerinden öğrendiğimiz dine yapılan ilaveleri, bizler emin kaynaklardan mı öğrendik ve dinin gereği diye yaşıyoruz, gelin şimdi o konu üzerinde düşünelim. Önce şunu çok net söylemek isterim. GÜNÜMÜZDE BİZLERE ULAŞAN, RESULE AİT OLDUĞU İDDİA EDİLEN HADİSLERDEN RESULÜN HABERİ OLMADIĞI İÇİN, ONUN ONAYINIDA ALMAMIŞTIR. SİZCE ALLAH EMİN OLMADIĞINIZ BİLGİLERİN SAKIN ARDINA DÜŞMEYİN DİYE UYARDIĞI HALDE, BU RİVAYET BİLGİLER, DİNİN İKİNCİ KAYNAĞI OLABİLİR Mİ? Rivayet edilen hadisler, Resulün vefatından yaklaşık 200 yıl sonra, dilden dile nakil yoluyla ulaşmış ve bunlar yazıya geçirilmiştir. Onun için hepsi, bir rivayete göre diye başlar.
Rivayet, doğruluğundan emin olunmayan doğruda yanlışta olabilecek, söylenti demektir. Hâlbuki Allah, emin olmadığınız bilgilerin, sakın ardına düşmeyin, bunun hesabını sorarım diye uyarmamış mıydı? Resule ait olduğu iddia edilen hadislere baktığımızda, Kur’an’ın yani dinin asla emri olmadığını, ancak tarihi kaynaklar olduğunu söyleyebiliriz. Tarihi kaynaklar değerlendirilirken eldeki veriler, bilgiler birlikte ele alınır ve o konuyla ilgili kişiler, analiz yapar kendi düşünce ve inançları doğrultusunda değerlendirir. Asla kesin bir sonuca ulaşılamaz. Yeni bir veri, bilgi edinildiğinde O tarihi kaynak değiştirilerek topluma sunulur. Din asla bu yolla öğrenilemez ve yaşanamaz. DİN DEĞİŞMEYEN, ALLAH’IN KANUNLARI İLE YAŞANIR. Hz. Muhammed’e gelen vahiy, hem ezberletilmiş hem de hemen tek tek yazdırılmıştır. Hadislerin, yani Kur’an’ın dışından Resulün sözlerinin yazdırıldığına dair hiçbir delil ve kayıt Kur’an’da yoktur. TAM TERSİNE YALNIZ KUR’AN’IN TEBLİĞ EDİLMESİ İSTENMİŞTİR, ALLAH TARAFINDAN. BUDA AYETLERLE SABİTTİR. Eğer Resulün hadisleri olmadan İslam’ı yaşayamayacak olaydık, hem Allah Resulünü ikaz eder onlarında Kur’an ile birlikte yazılmasını ister ve korumasına alır, hem de zaten Hz. Muhammed sağlığında Kur’an’ı yazdırırken, onları da yazdırırdı ki, böyle bir hüküm ve kayıt Resulün sağlığında yapılmamıştır. Ayrıca Kur’an tam tersine hükmederek, yalnız Kur’an’a sarılmamızı istemiz ve bizlerin yalnız Kur’an’dan sorumlu olacağımıza hükmetmiştir.
Bizlere ulaşan hadisler, kulaktan duyma ve kişilerin kendi düşünce ve inançları gelenekleri doğrultusunda nakledilerek bizlere ulaşmış bilgilerdir. Onun içinde aynı konuda hadisler çok farklı günümüze ulaşmıştır. Toplumda kendisine ulaştığı hadisler ışığında dinde mezheplere, cemaat ve hatta tarikatlara bölünerek, adeta birbirine düşman olmuşlardır. Özellikle tekrar etmek istiyorum. ŞUNU LÜTFEN UNUTMAYALIM. HADİSLERİN YAZIMI ALLAH’IN VE RESULÜNÜN İZNİ DIŞINDA YAZILMIŞ, ONUN SAĞLIĞINDA KUR’AN GİBİ KAYDA GEÇMEMİŞ VE KUR’AN GİBİ ALLAH’IN KORUMASINDA OLMAYAN SÖZLERDİR/HADİSLERDİR. Allah Kur’an’ı ben koruyorum diyor, ama rivayet edilen hadisler asla Allah korumasında olmadığı için, aynı hadisleri farklı mezheplerde, tam tersini görürsünüz. Batılı aklamaya çalışanlar, Resulün hadislerini de Allah koruyor diyerek, kendilerine kanıt yaratmaya çalışıyorlar. Ama bu inançlarına Kur’an asla onay vermiyor.
Hadisler kişisel rivayet notlarla oluşmuştur. Bu bilgilerinde dinde kanıt, delil olması mümkün değildir. İlk zamanlar zararsız görülen rivayetler zamanla kurumlaşmış, kendi düşüncelerini ya da inandığı mezheplerin düşüncelerini meşrulaştırmanın, yolu haline dönüşmüştür. Bu hata ve yanlışlar Allah’ın Resulünün vefatı ile başlamıştır. Resulün en yakınındakiler tarafından bu yanlışın engellenmeye çalışıldığını görüyoruz. Tabi çok geçmeden, Resulün en yakınında yaşamış insanlar onların makam ve menfaat çekişmeleri sonucu, neler yaptıklarını birbirilerini nasıl öldürdüklerini, tarihi kaynaklardan lütfen okuyoruz.
Değerli din kardeşlerim. Lütfen mahşer günü pişman olmak istemiyorsak, yaşadığımız İslam’ı Kur’an ile sorgulayınız. Rabbimiz bizleri Kur’an’dan sorumlu tutacağına hükmediyorsa, şunu asla unutmayalım. ALLAH KUR’AN’DA NE EMREDİYORSA O İSLAM DİNİNİN EMRİDİR. EMRETMEDİKLERİ BEŞERİDİR, DİNİN EMRİ DEĞİLDİR. Kur’an bahsetmiyorsa, Allah bu konuda biz kullarını serbest bırakmış demektir, lütfen bu gerçeğin artık farkında olalım. Elbette geleneklerimizden dolayı yaşadığımız, Kur’an’a İslam dinine ters düşmeyen, herhangi bir şey varsa onu da hayatınıza geçirmekte bir sakınca yoktur. Bizler batıldan ve hurafeden uzak, yalnız Allah’ın ipi Kur’an’a sarıldığımız sürece, Rabbimizin yolunda gidiyoruz demektir. Ne zaman Allah’ın ipini yeterli görmeyip, kendimize başka beşeri ipler edindiysek, şunu lütfen unutmayalım, işte o zaman bizler şeytanlaşmış insanların yolunda, hızla ilerliyoruz demektir.
Dilerim Kur’an ışığında, bu gerçeklerin farkında olan batıldan ve hurafeden uzak en güvenilir yalnız Allah’ın ipine sarılan, Allah’ın halis kulları arasında oluruz.
Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK