zeberus1234
Yeni Üye
Jack Vettriano(1951 - )
İskoç ressam Jack Vettriano son on yılda hiç görülmedik bir hızla basamakları tırmanarak dünya çapında bir üne ve başarıya kavuştu. Çağdaş İngiliz resminin en önemli ressamlarından sayılan Vettriano dünya rekoru kıran, İskoçya'nın en pahalı tablosunun da yaratıcısı. Vettriano 30’ların ve 50’lerin nostaljik atmosferini taşıyan, kara filmlerden, ucuz romanlardan ilham alan resimlerin yaratıcısı olarak tanınıyor. Ancak bu popüler ressamın üslubu sanat çevresindeki bazıları tarafından da sıradan, yaratıcılıktan yoksun, kaba ve hatta terbiyesiz olmakla itham ediliyor. Peki, işçi sınıfından çıkmış ve hiç eğitim görmemiş bir ressam olan Jack Vettriano'nun başarısının ardında yatan sır ne?
Jack Vettriano 1951 yılının 17 Kasım'ında İskoçya'nın Fife bölgesinde deniz kıyısında bir sanayi ve madencilik kasabası olan Methilhill'de Jack Hoggan adıyla dünyaya geldi. Ressam içinde doğduğu ve büyüdüğü Britanya işçi sınıfı dünyasının dimağında ve sanatında bıraktığı derin izleri şu sözlerle tarif etmektedir: "Bütün yollar doğduğum yere çıkıyor."
Hakikaten de Fife bölgesi, cıvıl cıvıl plajları, pitoresk tren istasyonları, Art Deco balkonları, balo salonları, yüksek topuklu ayakkabıları, ateş kırmızısı rujları ve dönemin modası "arı kovanı" tarzı saçları ile bu mekanları dolduran güzel kadınları, beyaz gömlekli siyah kravatlı şık erkekleri, birbirine karışmış parfüm ve sigara rayihalarıyla dolu gece hayatı ile ressamın bilinçaltına sızarak tuvaline yansımış ve nihayetinde sanatını şekillendiren imgesel öğeler haline gelmiştir.
Böyle bir atmosferde büyüyen Jack Vettriano küçük yaştan itibaren resme ilgi duydu. Gençliğinde yaptığı ilk resimleri dedesinin eve getirdiği bahis kağıtlarının arkalarına çiziktirdiği "kale önü mücadeleleri" gibi heyecanlı futbol sahneleriydi. Okulu bırakıp babası ve etrafındaki bütün erkekler gibi bir madenci olmak üzere yerel kömür madenlerinde çıraklığa başladığında henüz 15 yaşındaydı. İlk olarak kum torbası taşımak gibi angarya işlere baksa da zekâsıyla kısa sürede bir maden mühendisinin asistanlığına kadar yükseldi. Vettriano bu dönemde çalışmaktan çok sigara içerek işten kaytarmakla geçtiğini itiraf etmektedir.
Bir müddet bir işten diğerine geçerek Londra ve Edinburg'da vakit geçiren sanatçının resme ciddi biçimde eğilmesi ancak 1970'lerde o zamanki kız arkadaşı Ruth Mcİntosh'un 21'inci yaş gününde -ki ressam bu anı daha sonraları "hayatının dönüm noktası" olarak tanımlayacaktır- Vettriano'ya bir suluboya seti hediye etmesi vesilesiyle bir hobi olarak başladı. Resme gitgide daha çok zaman ayırmaya başlayan Vettriano kendini eğitmek için halk kütüphanesinde bulabildiği bütün sanat kitaplarını ve resim tekniği kılavuzlarını okumaya ve mütevazı dairesinin "atölye"si haline getirdiği arka odasında önce meşhur izlenimci tabloların ve daha sonra da Dali ve Picasso gibi modern ustaların eserlerinin pastişlerini yapmaya girişti. Ressamın bu eğitim döneminde yaptığı ve bilinen ilk resmi Monet'nin "Afyon Tarlaları" tablosunun "Jack Hoggan" adıyla imzaladığı bir kopyasıdır. Yaşadığı bölgede bulunan ve zengin bir 19 ve 20. yüzyıl İskoç resimleri koleksiyonuna sahip olan Kircaldy Sanat Müzesi'ne yaptığı ziyaretlerle de eğitimini zenginleştiren sanatçı, bu dönemde teknik alanda bir ressam olarak kendini geliştirse ve gitgide elbecerisi kazansa da resimlerini günümüz sanatı içindeki ayrıksı yerine oturtan kendine has üslubunu ve özgün imge dağarcığını henüz oluşturmamıştı. Yavaş yavaş kendi yeteneğine güveni artan Jack Vettriano'nun resimlerini başkalarının beğenisine sunma cesaretini bulabilmesi ise bir yedi senesini daha alacaktı.
1979'a kadar geçen bu yedi yılı çeşitli işlere girip çıkarak şehirden şehre gezerek ve sürekli resim yaparak geçiren Jack Vettriano nihayet ilk kişisel sergisini İskoçya'daki evinden ve ülkesinden çok çok uzaklarda büyük bir yatırım şirketinin personel bölümünde çalışmak üzere geldiği Bahreyn'de açtı. Sergilediği yirmi tablosunun hiçbiri satılmaması, bu dönemini "Sadece kendim için resim yapıyordum" sözleriyle hatırlayan Vettriano'nun pek umurunda olmamıştı. Ortadoğu'nun bu ada krallığında iki sene yaşamasının ardından vatanı İskoçya'ya dönen ressam Glasgow şehrine yerleşerek ilk eşi Gail Cormack'la evlendi. Artık boş vaktinin tamamını resim yapmaya ayıran Vettriano bu çabasından az da olsa para da kazanmaya başlamıştı. Bu dönemde yavaş yavaş kendi şahsi üslubunu da yaratma yolunda olan ressam bu arayışını şöyle dile getirmektedir: "Tüm yaşamımı başkalarını kopya ederek geçirmek istemiyordum. Benim için bir şeyler ifade eden o şeyler hakkında düşünmeye başlamam gerektiğini biliyordum". Bu tutkulu arayış döneminde resmi artık hayatının merkezine alan Vettriano evliliğinin zarar görmesi pahasına gitgide daha da içe döndü.
Nihayet 1980’lerin sonunda ressam aradığı özgün konu ve tarzın tam da gözünün önünde durmakta olduğunu fark etti: kadınlara, özellikle de ipek çoraplar, canlı, parlak rujları ile cesurca giyinmekten çekinmeyen kadınlara olan tutkusu ve idealize ettiği geçmişe duyduğu romantik ve bir oranda da melankolik özlem. Ruhunda büyük çekim noktaları olan bu iki temayı bir araya getirdiği ilk iki resmi, karısı Gail'in bir portresi olan "Beyaz Mayolu Model" ve bir dans salonu çiftini Art Deco bir sütun önünde resmettiği "Cumartesi Gecesi" tabloları ressamın bu çok kendine has resim tarzının ilk tezahürleridir.
Sanatında kaydettiği bu büyük aşama ticari başarıyı da hemen arkasından getirdi. 1988 yılında İskoçya Kraliyet Akademisi’nin yıllık sergisine bu iki tablosu ile katılmaya karar veren Vettriano, sergi kapılarını açtıktan sadece 15 dakika sonra iki eserinin de satıldığını görmekten büyük şaşkınlığa uğradı. Bunun üstüne birçok galerinin de, diğer eserlerini de satışa sunmak amacıyla sanatçıya teklifte bulunması ile Vettriano hiç beklemediği biçimde ve baş döndürücü bir hızla şöhret kazandı. Sanatçı bu hadiseyi "Tam bir adrenalin patlamasıydı..." sözleriyle hatırlıyor; "...Bir anda önümde yepyeni bir olasılıklar dünyası açılmıştı."
Lakin kazandığı bu başarı zaten uzun süredir kötü giden evliliğinin de sonunu getirdi. Edinburg ve Newcastle gibi şehirlerdeki seçkin galerilerden teklif almış olan ressam, boşanmanın ardından Edinburg'a yerleşerek kendini tamamen resme verdi. Bütün sosyal hayatını terk ederek kendini atölyesine kapatan sanatçı günde 12 saatten fazla resim çalışmaya başladı. Bu dönemin hayatında yepyeni bir başlangıcı temsil ettiğini düşünen ressam o güne kadar Hoggan olan soyadını değiştirerek İtalyan asıllı annesinin kızlık soyadı olan -daha egzotik ve ilginç bulduğu- "Vettriano" soyadını aldı.
Bir yıllık yoğun bir çalışma döneminin ardından Jack Vettriano üç yeni eseriyle çok prestijli bir sergi olan, Londra Kraliyet Akademi'sinin Yaz Sergisi'ne katıldı. Burada da önceki sergi kadar alaka gören Vettriano artık İngiltere sanat camiasında tanınan bir isim haline gelmiş, bir sanatçı olarak yaşamı başlamıştı.
Jack Vettriano kariyerinde ilerledikçe, Edinburg, Londra, Hong Kong, Johannesburg ve New York'ta birbiri ardına, birçoğunda tablolarının tamamının satıldığı başarılı kişisel sergiler açtı.
Vettriano'nun eserleri bazı sanat eleştirmenleri tarafından çoğu kez bayağı ve hayalgücünden yoksun bulunsa da, günümüzde yaşayan ticari açıdan en başarılı ressamlardan biridir. Orjinal tablolarının en az altı haneli rakamlara alıcı bulmasının yanında, bundan çok daha büyük bir geliri çalışmalarının reprodüksiyonlarının satışlarından elde etmektedir. İngiltere'nin başta gelen yayın organlarından The Guardian gazetesine göre sanatçı her yıl sadece baskılardan 500.000 Pound'dan fazla kazanmaktadır. Ressamın en popüler çalışması olan "Şarkı Söyleyen Uşak"ın poster ve kartpostalları Birleşik Krallık'taki tüm benzeri eserlerden fazla satmaktadır. Manidardır ki Vettriano'nun 1992'de Kraliyet Akademisi yaz sergisinde sergilemek niyetiyle yaptığı, fakat seçici kurulca reddedilen "Şarkı Söyleyen Uşak" tablosu 21 Nisan 2004 yılında Sotheby's Müzayede Evi tarafından düzenlenen bir müzayedede 744.500 Pound'a alıcı bularak en değerli İskoç resmi olarak bir dünya rekoruna imza atmıştır. 30 Ağustos 2007'de Sotheby's'in düzenlediği bir başka müzayedede Vettriano'ya ait bir dizi eser toplamda bir milyon Pound'dan fazla bir fiyata satılmıştır.
Dünyanın en değerli İskoç resmi olarak böyle bir dünya rekoruna imza atan "Şarkı Söyleyen Uşak" ressamın halen en çok tanınan tablosudur. Günümüzde neredeyse Van Gogh'un ayçiçekleri ve Monet'nin nilüferleri kadar bilindik bir görsel imgeye dönüşmüş olan resimde şık gece kıyafetleri içinde bir çift yağmur öncesi bulutlu bir gökyüzünün altında, ıssız bir sahilde tutkuyla tango yapmakta, bir uşak ise yanı başlarında gelmekte olan yağmura karşı çifti korumak üzere sabırla şemsiyesini siper etmektedir. Figürlerin yüzleri görünmez. Ne kadın ve adamın neden orada dans etmekte olduğunu biliriz, ne de uşağın niye şarkı söylediğini... Zihnimizde binlerce hikâye kurgulanır. İşte Vettriano'nun sanatının gücü de biraz da bundan gelmektedir. Her resmi eski bir filmden bir karedir sanki. Kendimizi öncesi ve sonrası olan bir öykünün dondurulmuş bir anında hissederiz. Renk seçiminden keskin kontürlerine ve kontrastlara kadar sanki her öğe bu sinematik atmosferi güçlendirecek biçimde seçilmiştir. Güçlü bir nostalji duygusu, bir o kadar güçlü dramatik bir ilham ile sarmalanarak hayal gücümüz fişekler, Binlerce ayrı ihtimal serilir gözümüzün önüne. Bir aşk filmi mi yoksa bir kara film midir izlediğimiz? Esas oğlan kimdir? Uşak mı yoksa dans eden adam mı? Yaklaşan fırtınanın habercisi göğün gürlemelerini duyabiliriz nerdeyse.
The Singing Butler (Şarkı Söyleyen Uşak)
İşte yüzeysel olarak bakıldığında birçok elitist sanat eleştirmeninin kuru, kaba ve hayalgücünden yoksun bulduğu, görünüşte teknik açıdan da gayet muhafazakar diye nitelendirilebilecek bu üslubun ve Vettriano'nun başarısının sırrı belki en iddialı sürrealistlerin bile başaramadığı ölçüde bilinçaltına seslenebilmesinde, yaratıcılığı ve hayalgücünü ateşlemekteki dolaysız ustalığında ve yalınlığındadır. Bu yalınlığı belki de yeteneğinin formal bir eğitimle zihni kalıplara dökülerek önyargılarla sınırlandırılmış olmamasından kaynaklanmaktadır. Her resmi binlerce öykü anlatmakta, sanki hiç yaşamadığımız romantik bir mazinin kurgusal hatıralarını bize anımsatmaktadır. Bogart'lı, Cagney'li, Hepburn'lü, Garbo'lu zamanların, jazzbandların, vamp kadınların, şık bayların, 1930’ların posterlerinden çıkmış gibi duran tren istasyonlarının, yanıp sönen parlak neon ışıklarının, kuyruklu arabaların, gangsterlerin, balo salonlarının, Art Deco binaların gölgesinde; malta şahinlerinin alçıdan yapılmış çıktığı, şuh güzellerin umursamaz özel dedektiflerin kapısını çaldığı, onurlu sert adamların aşklarından fedakârlık edip sevdikleri kadınları o uçağa binmeye ikna ettikleri zamanlardır onlar... Kimi zaman gizemli, çekici, tutkulu ama günahkar ve seksi gece sahneleri, kimi zaman iyimser bir gün ışığı altında aydınlık, romantik ve masum açık hava manzaraları ile tasvir edilmiş, ucuz roman kapakları, trenyolu posterleri ve sararmış kartpostallardan fırlamış gibi duran, nostalji kokan bir ütopyadır. Vettriano'nun dediği gibi: "Hep içinde yaşamak istediğim ama yaşayamadığım mükemmel bir dünya..." Belki siyah-beyaz filmler ve hayalgücümüz dışında hiçbir zaman var olmadılar ama Vettriano'nun resimlerinde sonsuza kadar ilk günkü gibi canlı kalacaklar.
Seçkinci eleştirmenlerce beğenilmese, ulusal sanat müzelerince eserleri reddedilse de hayatında bir gün bile bir sanat okuluna gitmemiş, kendi kendini eğitmiş olan ve "halkın ressamı" olarak tanımlanan Jack Vettriano bugün İngiliz çağdaş sanatının en önemli sanatçılarından biri olarak çok başarılı bir kariyer sürdürüyor. Her yeni tablosu rekor fiyatlara alıcı bulan, eserlerinin baskı ve reprodüksiyonları satışlarının kendi içinde bir sektör haline gelmiş olan sanatçı günümüzde yoğun olarak sürdürdüğü resim çalışmalarının yanı sıra başka sanatçılarla ortak projeler yürütüyor ve ülke çapında ses getiren birçok hayır işi organizasyonunda aktif olarak rol oynuyor. Süregiden popülerliği hakkında "Bir nesil beni eleştirebilir ve bu sebepten bir sonraki nesil beni göklere çıkarabilir. İnsanoğlu gelir ve gider; yani bu işler hiç belli olmaz..." şeklinde kayıtsızca konuşan Jack Vettriano resimlerinde anlattığı o dünyadaki yalnız ve sert adamlar misali ne tahkirleri ne de övgüleri umursamadan inatla hala yalnız kendisi için resim yapıyor ve her resmiyle kendi dimağının aynasında gördüğü ütopyanın yepyeni bir köşesini inşa ediyor.
İskoç ressam Jack Vettriano son on yılda hiç görülmedik bir hızla basamakları tırmanarak dünya çapında bir üne ve başarıya kavuştu. Çağdaş İngiliz resminin en önemli ressamlarından sayılan Vettriano dünya rekoru kıran, İskoçya'nın en pahalı tablosunun da yaratıcısı. Vettriano 30’ların ve 50’lerin nostaljik atmosferini taşıyan, kara filmlerden, ucuz romanlardan ilham alan resimlerin yaratıcısı olarak tanınıyor. Ancak bu popüler ressamın üslubu sanat çevresindeki bazıları tarafından da sıradan, yaratıcılıktan yoksun, kaba ve hatta terbiyesiz olmakla itham ediliyor. Peki, işçi sınıfından çıkmış ve hiç eğitim görmemiş bir ressam olan Jack Vettriano'nun başarısının ardında yatan sır ne?
Jack Vettriano 1951 yılının 17 Kasım'ında İskoçya'nın Fife bölgesinde deniz kıyısında bir sanayi ve madencilik kasabası olan Methilhill'de Jack Hoggan adıyla dünyaya geldi. Ressam içinde doğduğu ve büyüdüğü Britanya işçi sınıfı dünyasının dimağında ve sanatında bıraktığı derin izleri şu sözlerle tarif etmektedir: "Bütün yollar doğduğum yere çıkıyor."
Hakikaten de Fife bölgesi, cıvıl cıvıl plajları, pitoresk tren istasyonları, Art Deco balkonları, balo salonları, yüksek topuklu ayakkabıları, ateş kırmızısı rujları ve dönemin modası "arı kovanı" tarzı saçları ile bu mekanları dolduran güzel kadınları, beyaz gömlekli siyah kravatlı şık erkekleri, birbirine karışmış parfüm ve sigara rayihalarıyla dolu gece hayatı ile ressamın bilinçaltına sızarak tuvaline yansımış ve nihayetinde sanatını şekillendiren imgesel öğeler haline gelmiştir.
Böyle bir atmosferde büyüyen Jack Vettriano küçük yaştan itibaren resme ilgi duydu. Gençliğinde yaptığı ilk resimleri dedesinin eve getirdiği bahis kağıtlarının arkalarına çiziktirdiği "kale önü mücadeleleri" gibi heyecanlı futbol sahneleriydi. Okulu bırakıp babası ve etrafındaki bütün erkekler gibi bir madenci olmak üzere yerel kömür madenlerinde çıraklığa başladığında henüz 15 yaşındaydı. İlk olarak kum torbası taşımak gibi angarya işlere baksa da zekâsıyla kısa sürede bir maden mühendisinin asistanlığına kadar yükseldi. Vettriano bu dönemde çalışmaktan çok sigara içerek işten kaytarmakla geçtiğini itiraf etmektedir.
Bir müddet bir işten diğerine geçerek Londra ve Edinburg'da vakit geçiren sanatçının resme ciddi biçimde eğilmesi ancak 1970'lerde o zamanki kız arkadaşı Ruth Mcİntosh'un 21'inci yaş gününde -ki ressam bu anı daha sonraları "hayatının dönüm noktası" olarak tanımlayacaktır- Vettriano'ya bir suluboya seti hediye etmesi vesilesiyle bir hobi olarak başladı. Resme gitgide daha çok zaman ayırmaya başlayan Vettriano kendini eğitmek için halk kütüphanesinde bulabildiği bütün sanat kitaplarını ve resim tekniği kılavuzlarını okumaya ve mütevazı dairesinin "atölye"si haline getirdiği arka odasında önce meşhur izlenimci tabloların ve daha sonra da Dali ve Picasso gibi modern ustaların eserlerinin pastişlerini yapmaya girişti. Ressamın bu eğitim döneminde yaptığı ve bilinen ilk resmi Monet'nin "Afyon Tarlaları" tablosunun "Jack Hoggan" adıyla imzaladığı bir kopyasıdır. Yaşadığı bölgede bulunan ve zengin bir 19 ve 20. yüzyıl İskoç resimleri koleksiyonuna sahip olan Kircaldy Sanat Müzesi'ne yaptığı ziyaretlerle de eğitimini zenginleştiren sanatçı, bu dönemde teknik alanda bir ressam olarak kendini geliştirse ve gitgide elbecerisi kazansa da resimlerini günümüz sanatı içindeki ayrıksı yerine oturtan kendine has üslubunu ve özgün imge dağarcığını henüz oluşturmamıştı. Yavaş yavaş kendi yeteneğine güveni artan Jack Vettriano'nun resimlerini başkalarının beğenisine sunma cesaretini bulabilmesi ise bir yedi senesini daha alacaktı.
1979'a kadar geçen bu yedi yılı çeşitli işlere girip çıkarak şehirden şehre gezerek ve sürekli resim yaparak geçiren Jack Vettriano nihayet ilk kişisel sergisini İskoçya'daki evinden ve ülkesinden çok çok uzaklarda büyük bir yatırım şirketinin personel bölümünde çalışmak üzere geldiği Bahreyn'de açtı. Sergilediği yirmi tablosunun hiçbiri satılmaması, bu dönemini "Sadece kendim için resim yapıyordum" sözleriyle hatırlayan Vettriano'nun pek umurunda olmamıştı. Ortadoğu'nun bu ada krallığında iki sene yaşamasının ardından vatanı İskoçya'ya dönen ressam Glasgow şehrine yerleşerek ilk eşi Gail Cormack'la evlendi. Artık boş vaktinin tamamını resim yapmaya ayıran Vettriano bu çabasından az da olsa para da kazanmaya başlamıştı. Bu dönemde yavaş yavaş kendi şahsi üslubunu da yaratma yolunda olan ressam bu arayışını şöyle dile getirmektedir: "Tüm yaşamımı başkalarını kopya ederek geçirmek istemiyordum. Benim için bir şeyler ifade eden o şeyler hakkında düşünmeye başlamam gerektiğini biliyordum". Bu tutkulu arayış döneminde resmi artık hayatının merkezine alan Vettriano evliliğinin zarar görmesi pahasına gitgide daha da içe döndü.
Nihayet 1980’lerin sonunda ressam aradığı özgün konu ve tarzın tam da gözünün önünde durmakta olduğunu fark etti: kadınlara, özellikle de ipek çoraplar, canlı, parlak rujları ile cesurca giyinmekten çekinmeyen kadınlara olan tutkusu ve idealize ettiği geçmişe duyduğu romantik ve bir oranda da melankolik özlem. Ruhunda büyük çekim noktaları olan bu iki temayı bir araya getirdiği ilk iki resmi, karısı Gail'in bir portresi olan "Beyaz Mayolu Model" ve bir dans salonu çiftini Art Deco bir sütun önünde resmettiği "Cumartesi Gecesi" tabloları ressamın bu çok kendine has resim tarzının ilk tezahürleridir.
Sanatında kaydettiği bu büyük aşama ticari başarıyı da hemen arkasından getirdi. 1988 yılında İskoçya Kraliyet Akademisi’nin yıllık sergisine bu iki tablosu ile katılmaya karar veren Vettriano, sergi kapılarını açtıktan sadece 15 dakika sonra iki eserinin de satıldığını görmekten büyük şaşkınlığa uğradı. Bunun üstüne birçok galerinin de, diğer eserlerini de satışa sunmak amacıyla sanatçıya teklifte bulunması ile Vettriano hiç beklemediği biçimde ve baş döndürücü bir hızla şöhret kazandı. Sanatçı bu hadiseyi "Tam bir adrenalin patlamasıydı..." sözleriyle hatırlıyor; "...Bir anda önümde yepyeni bir olasılıklar dünyası açılmıştı."
Lakin kazandığı bu başarı zaten uzun süredir kötü giden evliliğinin de sonunu getirdi. Edinburg ve Newcastle gibi şehirlerdeki seçkin galerilerden teklif almış olan ressam, boşanmanın ardından Edinburg'a yerleşerek kendini tamamen resme verdi. Bütün sosyal hayatını terk ederek kendini atölyesine kapatan sanatçı günde 12 saatten fazla resim çalışmaya başladı. Bu dönemin hayatında yepyeni bir başlangıcı temsil ettiğini düşünen ressam o güne kadar Hoggan olan soyadını değiştirerek İtalyan asıllı annesinin kızlık soyadı olan -daha egzotik ve ilginç bulduğu- "Vettriano" soyadını aldı.
Bir yıllık yoğun bir çalışma döneminin ardından Jack Vettriano üç yeni eseriyle çok prestijli bir sergi olan, Londra Kraliyet Akademi'sinin Yaz Sergisi'ne katıldı. Burada da önceki sergi kadar alaka gören Vettriano artık İngiltere sanat camiasında tanınan bir isim haline gelmiş, bir sanatçı olarak yaşamı başlamıştı.
Jack Vettriano kariyerinde ilerledikçe, Edinburg, Londra, Hong Kong, Johannesburg ve New York'ta birbiri ardına, birçoğunda tablolarının tamamının satıldığı başarılı kişisel sergiler açtı.
Vettriano'nun eserleri bazı sanat eleştirmenleri tarafından çoğu kez bayağı ve hayalgücünden yoksun bulunsa da, günümüzde yaşayan ticari açıdan en başarılı ressamlardan biridir. Orjinal tablolarının en az altı haneli rakamlara alıcı bulmasının yanında, bundan çok daha büyük bir geliri çalışmalarının reprodüksiyonlarının satışlarından elde etmektedir. İngiltere'nin başta gelen yayın organlarından The Guardian gazetesine göre sanatçı her yıl sadece baskılardan 500.000 Pound'dan fazla kazanmaktadır. Ressamın en popüler çalışması olan "Şarkı Söyleyen Uşak"ın poster ve kartpostalları Birleşik Krallık'taki tüm benzeri eserlerden fazla satmaktadır. Manidardır ki Vettriano'nun 1992'de Kraliyet Akademisi yaz sergisinde sergilemek niyetiyle yaptığı, fakat seçici kurulca reddedilen "Şarkı Söyleyen Uşak" tablosu 21 Nisan 2004 yılında Sotheby's Müzayede Evi tarafından düzenlenen bir müzayedede 744.500 Pound'a alıcı bularak en değerli İskoç resmi olarak bir dünya rekoruna imza atmıştır. 30 Ağustos 2007'de Sotheby's'in düzenlediği bir başka müzayedede Vettriano'ya ait bir dizi eser toplamda bir milyon Pound'dan fazla bir fiyata satılmıştır.
Dünyanın en değerli İskoç resmi olarak böyle bir dünya rekoruna imza atan "Şarkı Söyleyen Uşak" ressamın halen en çok tanınan tablosudur. Günümüzde neredeyse Van Gogh'un ayçiçekleri ve Monet'nin nilüferleri kadar bilindik bir görsel imgeye dönüşmüş olan resimde şık gece kıyafetleri içinde bir çift yağmur öncesi bulutlu bir gökyüzünün altında, ıssız bir sahilde tutkuyla tango yapmakta, bir uşak ise yanı başlarında gelmekte olan yağmura karşı çifti korumak üzere sabırla şemsiyesini siper etmektedir. Figürlerin yüzleri görünmez. Ne kadın ve adamın neden orada dans etmekte olduğunu biliriz, ne de uşağın niye şarkı söylediğini... Zihnimizde binlerce hikâye kurgulanır. İşte Vettriano'nun sanatının gücü de biraz da bundan gelmektedir. Her resmi eski bir filmden bir karedir sanki. Kendimizi öncesi ve sonrası olan bir öykünün dondurulmuş bir anında hissederiz. Renk seçiminden keskin kontürlerine ve kontrastlara kadar sanki her öğe bu sinematik atmosferi güçlendirecek biçimde seçilmiştir. Güçlü bir nostalji duygusu, bir o kadar güçlü dramatik bir ilham ile sarmalanarak hayal gücümüz fişekler, Binlerce ayrı ihtimal serilir gözümüzün önüne. Bir aşk filmi mi yoksa bir kara film midir izlediğimiz? Esas oğlan kimdir? Uşak mı yoksa dans eden adam mı? Yaklaşan fırtınanın habercisi göğün gürlemelerini duyabiliriz nerdeyse.
The Singing Butler (Şarkı Söyleyen Uşak)
İşte yüzeysel olarak bakıldığında birçok elitist sanat eleştirmeninin kuru, kaba ve hayalgücünden yoksun bulduğu, görünüşte teknik açıdan da gayet muhafazakar diye nitelendirilebilecek bu üslubun ve Vettriano'nun başarısının sırrı belki en iddialı sürrealistlerin bile başaramadığı ölçüde bilinçaltına seslenebilmesinde, yaratıcılığı ve hayalgücünü ateşlemekteki dolaysız ustalığında ve yalınlığındadır. Bu yalınlığı belki de yeteneğinin formal bir eğitimle zihni kalıplara dökülerek önyargılarla sınırlandırılmış olmamasından kaynaklanmaktadır. Her resmi binlerce öykü anlatmakta, sanki hiç yaşamadığımız romantik bir mazinin kurgusal hatıralarını bize anımsatmaktadır. Bogart'lı, Cagney'li, Hepburn'lü, Garbo'lu zamanların, jazzbandların, vamp kadınların, şık bayların, 1930’ların posterlerinden çıkmış gibi duran tren istasyonlarının, yanıp sönen parlak neon ışıklarının, kuyruklu arabaların, gangsterlerin, balo salonlarının, Art Deco binaların gölgesinde; malta şahinlerinin alçıdan yapılmış çıktığı, şuh güzellerin umursamaz özel dedektiflerin kapısını çaldığı, onurlu sert adamların aşklarından fedakârlık edip sevdikleri kadınları o uçağa binmeye ikna ettikleri zamanlardır onlar... Kimi zaman gizemli, çekici, tutkulu ama günahkar ve seksi gece sahneleri, kimi zaman iyimser bir gün ışığı altında aydınlık, romantik ve masum açık hava manzaraları ile tasvir edilmiş, ucuz roman kapakları, trenyolu posterleri ve sararmış kartpostallardan fırlamış gibi duran, nostalji kokan bir ütopyadır. Vettriano'nun dediği gibi: "Hep içinde yaşamak istediğim ama yaşayamadığım mükemmel bir dünya..." Belki siyah-beyaz filmler ve hayalgücümüz dışında hiçbir zaman var olmadılar ama Vettriano'nun resimlerinde sonsuza kadar ilk günkü gibi canlı kalacaklar.
Seçkinci eleştirmenlerce beğenilmese, ulusal sanat müzelerince eserleri reddedilse de hayatında bir gün bile bir sanat okuluna gitmemiş, kendi kendini eğitmiş olan ve "halkın ressamı" olarak tanımlanan Jack Vettriano bugün İngiliz çağdaş sanatının en önemli sanatçılarından biri olarak çok başarılı bir kariyer sürdürüyor. Her yeni tablosu rekor fiyatlara alıcı bulan, eserlerinin baskı ve reprodüksiyonları satışlarının kendi içinde bir sektör haline gelmiş olan sanatçı günümüzde yoğun olarak sürdürdüğü resim çalışmalarının yanı sıra başka sanatçılarla ortak projeler yürütüyor ve ülke çapında ses getiren birçok hayır işi organizasyonunda aktif olarak rol oynuyor. Süregiden popülerliği hakkında "Bir nesil beni eleştirebilir ve bu sebepten bir sonraki nesil beni göklere çıkarabilir. İnsanoğlu gelir ve gider; yani bu işler hiç belli olmaz..." şeklinde kayıtsızca konuşan Jack Vettriano resimlerinde anlattığı o dünyadaki yalnız ve sert adamlar misali ne tahkirleri ne de övgüleri umursamadan inatla hala yalnız kendisi için resim yapıyor ve her resmiyle kendi dimağının aynasında gördüğü ütopyanın yepyeni bir köşesini inşa ediyor.