Hangi cins daha kıskanç? Cinsel fark sorunu kıskançlık hakkında yazanların çoğunun ilgilisini çekmiştir. Ya kadınların erkeklerden, ya da erkeklerden daha kıskanç olduğunu iddia edenler olmuştur. Burada sağlıklı bir değerlendirme yapabilmenin yolu biyolojik farklılıkları, sosyal, ekonomik, kültürel vb.. unsurları da göz önünde tutarak konuyu değerlendirmek sebepleri anlayabilmemiz bakımından çok gerekli bir unsurdur.
Kayıp duyguları, öz saygının yaralanması depresyonu kolaylaştıran şeylerdir. Bu noktadan bakıldığında her iki cins içinde kıskançlık doğal bir duygu, kıskançlık duygusunun gerçek temelleri olması ise yıkıcı bir durumdur.
Yaşadığımız ataerkil toplumda erkek sadakatsizliği ile kadın sadakatsizliğine bakış açıları çok farklı olduğu için erkekler sadakatsizliğe daha yatkın olurlar. Bu durumda kıskançlık duygusunun kadınlar arasında daha yaygın yaşanılan bir duygu olması su götürmez bir gerçektir. Ayrıca toplumda belli yaşların üstünde erkeklerin tekrar bir partner bulma şansları kadınlara nazaran daha yüksek olacaktır. Erkek egemen bir toplumda bir kadının bir erkeğin gönlünü fethedip onu elinde tutabilmesi gerekmektedir. Koca yada sevgilisini kaybetmek, kadının bir insan olarak değerine bir darbe vurulmuş olmasına neden olacaktır. Bunlar göz önünde bulundurulduğunda bir rakibesi olduğunu öğrendiklerinde kadınlar arasında depresif duyguların çok daha yaygın yaşanılacağını varsaymak hiç te yanlış bir fikir olmayacaktır. Hele hele kadınların hormonal yapılarını da göz önünde bulundurursak durum çok daha anlaşılır bir hal alacaktır.
Eğer kadınların kıskançlık karşısındaki normal tepkilerinin depresif olduğunu farz etmekte haklıysak bu psikiyatrik bulguların kadınların neden genel olarak daha kıskanç ama hastalıklı daha az yatkın olduklarını da bir miktar açıklayabiliriz. Kadın kıskançlığı erkeklerininkine kıyasla daha sık nevrotik, daha seyrek psikotik olmaktadır. Başka bir deyişle erkeklerde daha fazla kuruntulu kıskançlığa kapılma yönünde daha büyük bir eğilim vardır.
Patalojik kıskançlığın bir tanımını yapmamız gerekirse kuşkulanan eşin, diğerinin sadakatsizliği hakkında elinde sağlam veri bulunmaksızın yada böyle bir verinin bulunduğu durumlarda tepkisinin psikiyatrik bakım gerektirecek kadar güçlü ve sürekli olması halinde kıskançlığını patalojik (hastalıklı) olarak nitelendirebiliriz.
Bütün bunların daha yalın bir açıklamasını yapacak olursak; iki cinse uygulanan ahlaki standartların farklılığından ötürü erkeklerin daha sadakatsiz olacakları ve kadının erkeğini, erkeğin kadınını kıskanma yada sadakatsizlik karşısındaki tepkileri ve affetme standartları da farklı olacaktır. Burada toplumsal örf ve adetlerin, kültürün, sosyal ve kişisel durumların etkisi olacaktır.
Kadınlarda erkeğin cinsel sadakatsizliği duygusal sadakatsizliğine nazaran daha affedilebilinir bir şeydir. Kadınlar, cinsel sadakatsizliği tölere edebilmek için eşlerinden çok rakibelerini suçlamaya daha eğilimlidirler. Fakat erkek duygusal yönden kendini başka bir kadına kaptırmış ise bu kadın için affedilebilinmesi çok daha zor bir durumdur. Kadın, kendini değersizleştirilmiş ve aşağılanmış hissedecektir. Karşısında kendine karşı zafer kazanmış bir rakibinin oluşu kadın açısından affı pek mümkün olmayan bir durumdur.
Erkekler açısından ise durum tam tersidir. Eşinin duygusal olarak bir başkasına yakınlık duyması erkek kıskançlığını tırmandırabilir, ama affedilebilinmesi daha kolay bir durumdur. Cinsel sadakatsizlik ise erkekler açısından çok daha onur kırıcı, sarsıcı bir durumdur. Böyle bir sadakatsizliğin erkekler açısından affedilebilinmesi çok zordur. Sosyal açıdan erkeklerin kadınlarını kendilerine ait varlıklar olarak görme eğilimleri, cinsel sadakatsizlik yaşama durumunda kadınlarını kirlenmiş, aşağılık varlıklar olarak görmelerine, kendilerini ise aşağılanmış ve değersizleştirilmiş hissetmelerine yol açar. Bu yüzdendir ki erkekler cinsel sadakatsizliği, kadınlar ise duygusal sadakatsizliği affedebilme konusunda daha yetersiz kalırlar.
Herkesin çok iyi bildiği bir durum kıskanç erkek, kıskanç kadınlardan daha sık öldürür. İstatiksel olarakta, bu ülkede ki cinayetlerin çoğunun erkekler tarafından işlenildiği, kurbanlarının çoğunun ise kadınlar olduğu bilinmektedir. Kıskanç olsun olmasın, erkekler kadınlardan daha saldırgandır. Daha şaşırtıcı olan durum ise şudur; erkeklerin eğilimi, sadakatsiz olan eşlerini öldürmekken, kıskanç kadınların saldırganlıklarını ifade etmeleri rakibelerine saldırmalarıdır. Kıskançlık üçgeninde öldürülen hep kadın oluyor. Alman psikaanalisti Marcuse tarafından da desteklenen fikir şudur “ hayal kırıklığına uğrayan eş olarak olsun, rakibe olarak olsun, saldırgan kıskançlığın hedefi değişmez şekilde kadındır. Kıskanç bir kadının her zaman eşinin yaptıklarını mazur gösterecek hafifletici sebepleri bulabilirken, erkeğin karısının sadakatsizliğini bağışlayacak bir şeyler bulması çok daha güç bir durumdur.
Burada iki temel soru ortaya çıkıyor.
. Neden erkekler eşlerini öldürüyorlar?
. Neden kadınlar rakibelerini öldürüyorlar?
Birinci sorudan başlayacak olursak, başlıca niteliği kişiye tamamen her şeyi dışarıda bırakacak şekilde sahip olmayı hedefleyen bir çeşit arzudur. Bu durumda sevilen kişi bağımsız bir bilinç olarak değil de, kendisine ait çok değerli bir nesne olarak görülür. Mülkiyet duygusunun pençesindeki aşık karşısındaki kişinin sevgisinin farklı olabileceğini kabullenmeyi reddeden kişidir. Kıskanç erkek için kadının suçu sadece sadakatsizlik değil, kıskançlık kuruntusunun da bir ürünü olabilir. Erkekler, sadakatsiz kadınları, onlar üzerinde ki sahipliklerini tamamlamak için öldürürler. Erkeklerin eşlerine daha sık saldırganlık duymalarının nedenleri genelde psikaanalitik değil, kadınların erkeklerin mülkü olarak görülmesiyle ilişkili toplumsal bir nedendir.
Kadın cinayetleri kavramının bir şekilde genişletilmesi, kadınlara yönelik her türlü şiddetin cinayet potansiyeli taşıdığı gerçeğine, aynı zamanda olayın vahameti ve büyüklüğüne işaret etmesi bakımından oldukça anlamlı görülmektedir. Kadın cinayetlerinde belirleyici olan faktörlerden biri de, katil ile maktülün içinde bulunduğu bağlamdır.
Kadınların rakibelerine duyguduğu nefrete gelecek olursak, kadınların rakibelerinin büyüsüne kapıldıklarını hatırlatmak gerekiyor. Kadınlar, rakibelerini eşlerini çalmasının altında kendilerinde olmayan yada yetersiz gördükleri özelliklere sahip olan kişiler olarak görürler. Bu ise kadınlarda aşağılanma ve değersizlik duygularını canlandırır. Kadının rakip kadından bu denli nefret etmesinin temel nedenlerinden birisi budur.
Kadınlarda baba sevgisi için gerilen çatışmada küçük kız, annesine o kadar tehditkar ve iğdiş edici bir rakibe olarak görmemiş olabilir. Ama anne saplantısını aşamamış erkeklerden çok daha fazla sayıda kadın hayatları boyunca babalarına yada baba figürüne bağlı kalır, yada sevdikleri kişilerde babalarıyla ilişkilendirebilecekleri bir şeyler bulurlar. Kadınların rakibeleriyle kurdukları ilişkilerinde oidipus öncesi anneyle kurduğu ikircikli ilişki yeniden yaratılıyormuş gibi gözüküyor. Anneye duyulan başat duygu nefret ise rakibesinden de kesin olarak nefret edecektir.
Kadınların erkekleri bağışlama eğilimleri, onlara toplumsal olarak bağımlı olmalarını yansıtıyor. Diğer bir taraftan ise kökleri onları hüsrana uğratan anneyi cezalandırmak için arzuyu babaya aktarmakta da yatıyor olabilir. Sevdiği nesneye duyduğu nefreti ifade etmektense, kıskanç kadın saldırganlığını kendi egosuna (benliğine) döndürür, bu da tabi depresyona yol açar. Kıskanç kadın aynı anda hem sadakatsiz aşkını bağışlayıp sevebilir (bu anlamda hiçte kıskanç görünmeyebilir bile) ama rakibesinden ölürcesine nefret edip tiksinebilir.
Aslında kıskançlık hakkında saf bir psikaanalitik bir açıklama asla yeterli olmayacaktır. Kıskançlığın toplumsal ve tarihsel bağlamına yerleştirilmesi, konunun anlaşılabilinmesi için hayati bir öneme sahiptir. Psikoloji, konuyla ancak kıskançlık ortaya çıktığı anda ilgilenmeye başlayabilir. Birinin neyi, ne zaman, neden kıskandığı ve bu kıskançlığın anormal sayılıp sayılmadığı, erkek ve kadın davranışları hakkındaki mevcut toplumsal kod ve standartlar tarafından, egemen cinsel ideolojiler tarafından, cinsler arasındaki güç dengeleri ele alınarak değerlendirilebilinir. Kıskançlık ancak bu değişen toplumsal ve tarihsel bağlamlarda incelendiği zaman tam olarak anlaşılmış olacaktır.
Kayıp duyguları, öz saygının yaralanması depresyonu kolaylaştıran şeylerdir. Bu noktadan bakıldığında her iki cins içinde kıskançlık doğal bir duygu, kıskançlık duygusunun gerçek temelleri olması ise yıkıcı bir durumdur.
Yaşadığımız ataerkil toplumda erkek sadakatsizliği ile kadın sadakatsizliğine bakış açıları çok farklı olduğu için erkekler sadakatsizliğe daha yatkın olurlar. Bu durumda kıskançlık duygusunun kadınlar arasında daha yaygın yaşanılan bir duygu olması su götürmez bir gerçektir. Ayrıca toplumda belli yaşların üstünde erkeklerin tekrar bir partner bulma şansları kadınlara nazaran daha yüksek olacaktır. Erkek egemen bir toplumda bir kadının bir erkeğin gönlünü fethedip onu elinde tutabilmesi gerekmektedir. Koca yada sevgilisini kaybetmek, kadının bir insan olarak değerine bir darbe vurulmuş olmasına neden olacaktır. Bunlar göz önünde bulundurulduğunda bir rakibesi olduğunu öğrendiklerinde kadınlar arasında depresif duyguların çok daha yaygın yaşanılacağını varsaymak hiç te yanlış bir fikir olmayacaktır. Hele hele kadınların hormonal yapılarını da göz önünde bulundurursak durum çok daha anlaşılır bir hal alacaktır.
Eğer kadınların kıskançlık karşısındaki normal tepkilerinin depresif olduğunu farz etmekte haklıysak bu psikiyatrik bulguların kadınların neden genel olarak daha kıskanç ama hastalıklı daha az yatkın olduklarını da bir miktar açıklayabiliriz. Kadın kıskançlığı erkeklerininkine kıyasla daha sık nevrotik, daha seyrek psikotik olmaktadır. Başka bir deyişle erkeklerde daha fazla kuruntulu kıskançlığa kapılma yönünde daha büyük bir eğilim vardır.
Patalojik kıskançlığın bir tanımını yapmamız gerekirse kuşkulanan eşin, diğerinin sadakatsizliği hakkında elinde sağlam veri bulunmaksızın yada böyle bir verinin bulunduğu durumlarda tepkisinin psikiyatrik bakım gerektirecek kadar güçlü ve sürekli olması halinde kıskançlığını patalojik (hastalıklı) olarak nitelendirebiliriz.
Bütün bunların daha yalın bir açıklamasını yapacak olursak; iki cinse uygulanan ahlaki standartların farklılığından ötürü erkeklerin daha sadakatsiz olacakları ve kadının erkeğini, erkeğin kadınını kıskanma yada sadakatsizlik karşısındaki tepkileri ve affetme standartları da farklı olacaktır. Burada toplumsal örf ve adetlerin, kültürün, sosyal ve kişisel durumların etkisi olacaktır.
Kadınlarda erkeğin cinsel sadakatsizliği duygusal sadakatsizliğine nazaran daha affedilebilinir bir şeydir. Kadınlar, cinsel sadakatsizliği tölere edebilmek için eşlerinden çok rakibelerini suçlamaya daha eğilimlidirler. Fakat erkek duygusal yönden kendini başka bir kadına kaptırmış ise bu kadın için affedilebilinmesi çok daha zor bir durumdur. Kadın, kendini değersizleştirilmiş ve aşağılanmış hissedecektir. Karşısında kendine karşı zafer kazanmış bir rakibinin oluşu kadın açısından affı pek mümkün olmayan bir durumdur.
Erkekler açısından ise durum tam tersidir. Eşinin duygusal olarak bir başkasına yakınlık duyması erkek kıskançlığını tırmandırabilir, ama affedilebilinmesi daha kolay bir durumdur. Cinsel sadakatsizlik ise erkekler açısından çok daha onur kırıcı, sarsıcı bir durumdur. Böyle bir sadakatsizliğin erkekler açısından affedilebilinmesi çok zordur. Sosyal açıdan erkeklerin kadınlarını kendilerine ait varlıklar olarak görme eğilimleri, cinsel sadakatsizlik yaşama durumunda kadınlarını kirlenmiş, aşağılık varlıklar olarak görmelerine, kendilerini ise aşağılanmış ve değersizleştirilmiş hissetmelerine yol açar. Bu yüzdendir ki erkekler cinsel sadakatsizliği, kadınlar ise duygusal sadakatsizliği affedebilme konusunda daha yetersiz kalırlar.
Herkesin çok iyi bildiği bir durum kıskanç erkek, kıskanç kadınlardan daha sık öldürür. İstatiksel olarakta, bu ülkede ki cinayetlerin çoğunun erkekler tarafından işlenildiği, kurbanlarının çoğunun ise kadınlar olduğu bilinmektedir. Kıskanç olsun olmasın, erkekler kadınlardan daha saldırgandır. Daha şaşırtıcı olan durum ise şudur; erkeklerin eğilimi, sadakatsiz olan eşlerini öldürmekken, kıskanç kadınların saldırganlıklarını ifade etmeleri rakibelerine saldırmalarıdır. Kıskançlık üçgeninde öldürülen hep kadın oluyor. Alman psikaanalisti Marcuse tarafından da desteklenen fikir şudur “ hayal kırıklığına uğrayan eş olarak olsun, rakibe olarak olsun, saldırgan kıskançlığın hedefi değişmez şekilde kadındır. Kıskanç bir kadının her zaman eşinin yaptıklarını mazur gösterecek hafifletici sebepleri bulabilirken, erkeğin karısının sadakatsizliğini bağışlayacak bir şeyler bulması çok daha güç bir durumdur.
Burada iki temel soru ortaya çıkıyor.
. Neden erkekler eşlerini öldürüyorlar?
. Neden kadınlar rakibelerini öldürüyorlar?
Birinci sorudan başlayacak olursak, başlıca niteliği kişiye tamamen her şeyi dışarıda bırakacak şekilde sahip olmayı hedefleyen bir çeşit arzudur. Bu durumda sevilen kişi bağımsız bir bilinç olarak değil de, kendisine ait çok değerli bir nesne olarak görülür. Mülkiyet duygusunun pençesindeki aşık karşısındaki kişinin sevgisinin farklı olabileceğini kabullenmeyi reddeden kişidir. Kıskanç erkek için kadının suçu sadece sadakatsizlik değil, kıskançlık kuruntusunun da bir ürünü olabilir. Erkekler, sadakatsiz kadınları, onlar üzerinde ki sahipliklerini tamamlamak için öldürürler. Erkeklerin eşlerine daha sık saldırganlık duymalarının nedenleri genelde psikaanalitik değil, kadınların erkeklerin mülkü olarak görülmesiyle ilişkili toplumsal bir nedendir.
Kadın cinayetleri kavramının bir şekilde genişletilmesi, kadınlara yönelik her türlü şiddetin cinayet potansiyeli taşıdığı gerçeğine, aynı zamanda olayın vahameti ve büyüklüğüne işaret etmesi bakımından oldukça anlamlı görülmektedir. Kadın cinayetlerinde belirleyici olan faktörlerden biri de, katil ile maktülün içinde bulunduğu bağlamdır.
Kadınların rakibelerine duyguduğu nefrete gelecek olursak, kadınların rakibelerinin büyüsüne kapıldıklarını hatırlatmak gerekiyor. Kadınlar, rakibelerini eşlerini çalmasının altında kendilerinde olmayan yada yetersiz gördükleri özelliklere sahip olan kişiler olarak görürler. Bu ise kadınlarda aşağılanma ve değersizlik duygularını canlandırır. Kadının rakip kadından bu denli nefret etmesinin temel nedenlerinden birisi budur.
Kadınlarda baba sevgisi için gerilen çatışmada küçük kız, annesine o kadar tehditkar ve iğdiş edici bir rakibe olarak görmemiş olabilir. Ama anne saplantısını aşamamış erkeklerden çok daha fazla sayıda kadın hayatları boyunca babalarına yada baba figürüne bağlı kalır, yada sevdikleri kişilerde babalarıyla ilişkilendirebilecekleri bir şeyler bulurlar. Kadınların rakibeleriyle kurdukları ilişkilerinde oidipus öncesi anneyle kurduğu ikircikli ilişki yeniden yaratılıyormuş gibi gözüküyor. Anneye duyulan başat duygu nefret ise rakibesinden de kesin olarak nefret edecektir.
Kadınların erkekleri bağışlama eğilimleri, onlara toplumsal olarak bağımlı olmalarını yansıtıyor. Diğer bir taraftan ise kökleri onları hüsrana uğratan anneyi cezalandırmak için arzuyu babaya aktarmakta da yatıyor olabilir. Sevdiği nesneye duyduğu nefreti ifade etmektense, kıskanç kadın saldırganlığını kendi egosuna (benliğine) döndürür, bu da tabi depresyona yol açar. Kıskanç kadın aynı anda hem sadakatsiz aşkını bağışlayıp sevebilir (bu anlamda hiçte kıskanç görünmeyebilir bile) ama rakibesinden ölürcesine nefret edip tiksinebilir.
Aslında kıskançlık hakkında saf bir psikaanalitik bir açıklama asla yeterli olmayacaktır. Kıskançlığın toplumsal ve tarihsel bağlamına yerleştirilmesi, konunun anlaşılabilinmesi için hayati bir öneme sahiptir. Psikoloji, konuyla ancak kıskançlık ortaya çıktığı anda ilgilenmeye başlayabilir. Birinin neyi, ne zaman, neden kıskandığı ve bu kıskançlığın anormal sayılıp sayılmadığı, erkek ve kadın davranışları hakkındaki mevcut toplumsal kod ve standartlar tarafından, egemen cinsel ideolojiler tarafından, cinsler arasındaki güç dengeleri ele alınarak değerlendirilebilinir. Kıskançlık ancak bu değişen toplumsal ve tarihsel bağlamlarda incelendiği zaman tam olarak anlaşılmış olacaktır.