Kadına şiddet tüm dünyada, her sosyoekonomik ve kültürel düzeyde kadını etkileyen önemli bir halk sağlığı sorunudur. Kadına/eşe yönelik şiddet kişinin hali hazırda ya da geçmiş eşlerine karşı sergilenen saldırgan ve zorlayıcı davranışlarını tanımlamaktadır (UNICEF 2006). Aile içi şiddet fiziksel, cinsel, duygusal, ekonomik şiddet ile bunların bir arada kombinasyonları şeklinde görülür. Dünya Sağlık Örgütü 2013 verilerine göre, kadınların %35’i yaşamları boyunca en az bir kez eşleri ya da eşleri olmayan kişiler tarafından cinsel ya da fiziksel şiddete maruz kalmaktadır. Eş, beraberlik, nişanlılık, flört, eski eş, eski sevgili hepsi bu kapsamda değerlendirilmelidir.
TUİK verilerine göre nüfusun %49.8’ini kadınların oluşturduğu ülkemizde bu sorun hem şu anda hem de gelecek nesiller ve toplum yapısı açısından son derece önemlidir. Genel literatür, çocukluğunda anne baba arasında şiddete tanıklık etmiş kız ve erkek çocukların ilerde şiddet mağduru ve uygulayıcısı olma riskinin arttığını göstermektedir.
Küçük çocuklarda uyku bozuklukları, yalnız kalma korkusu, bağlanma bozukluğu, gelişim düzeylerinin altında olgunluk, bedensel yakınmalar, altına kaçırma, dil gelişiminde gerileme, öfke nöbeti, saldırganlık, ağlama ve sakinleşememe, kaygı gözlenebilirken okul çağındaki çocuklarda odaklanma problemleri, kaygı ve uyku bozuklukları, saldırganlık ve karşı gelme davranışları vb, akranlarına yönelik şiddet davranışları gözlenebilir. Ergenlikte ise madde kullanımı, erken hamilelik, saldırganlık gibi sorunlar gözlenebilir. Hem şu anda hem de gelecek nesilleri etkilemesi yönüyle sorunun boyutu kaygı vericidir.
Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması sonuçlarına göre kadınların %37.5’inin yaşamları boyunca en az bir kez fiziksel ya da cinsel şiddete maruz kaldıklarını göstermektedir (TÜİK 2014). Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (2009) tarafından yapılan kadına yönelik aile içi şiddet araştırması; Türkiye’de evli kadınların yüzde 39’unun fiziksel şiddete, yüzde 15’inin cinsel şiddete ve yüzde 42’sinin bu iki şiddet türünden birine maruz kaldığını, boşanmış/ayrı yaşayan kadınların %73’ünün fiziksel şiddet yaşadıklarını, bekar kadınların ise %9’unun erkek arkadaş tarafından fiziksel şiddete uğradığını göstermiştir.
Kadına yönelik işlenen bu şiddet suçunun önemli bir diğer yönü tekrarlayıcı bir suç olmasıdır. Bir kısmı giderek artan hatta cinayete varan şiddet seyri gösterir. Umut Vakfı’nın yaptığı araştırmaya göre 2016 yılında ulusal ve yerel gazete haberlerine 397 kadın cinayet haberi yansıdığı bildirilmektedir. Kadın cinayetlerinin %80’inin silahlarla (tüfek, tabanca, beylik silahı, bıçak, satır, balta, keser gibi kesici aletlerle) %20’sinin ise dövülerek, boğularak, yüksekten atılarak gerçekleştirildiği, faillerin %85’ini kocalar, sevgililer, eski kocalar, kendisinden ayrılmak istenen sevgililerin olduğu bildirilmektedir.
Kadına şiddet olgularının sıklığına ilişkin verilen rakamlar, kadına yönelik şiddetin sıklıkla gizli kalan doğası nedeniyle buz dağının sadece görünen yüzünü yansıtmaktadır. Aslında gerçek sayının çok daha fazla olduğu düşünülmektedir. Kadınların önemli bir kısmı şiddet gördüğü yıllar boyunca utandığı ya da aileleri ve kendileri tarafından durum normalize edildiğinden şikayetçi olmamakta, hastane vb başvurularında ise önemli bir kısmı fiziksel yaralanmalarını kaza, düşme gibi başka nedenlerle açıklanmaktadır.
Olguların diğer bir kısmı emniyet birimleri ve hukuki başvurularının takibinde şikayetten vaz geçmekte ya da şikayetlerini geri almaktadır. Aslında TCK 278-280’de anılan ‘‘suçu bildirmeme suçu’’ tüm suçlar için(kadına yönelik şiddet suçu da doğal olarak buna dahildir) geçerlidir. Doktor, hemşire gibi bazı meslek mensupları görevi gereği suçtan haberdar olması ile ilgili ayrı bir madde yer alırken, vatandaş için bir suçtan haberdar olma, tanık olması ile ilgili düzenleme vardır. Hem vicdani sorumluluk hem de görüldüğü gibi hukuki sorumluluklarımız ister sitedeki komşumuz, ister hastamız, isterse sokakta tanık olduğumuz bir olay olsun kadına yönelik şiddete duyarlı olmamızı, ilgili birimlere bildirmemizi gerektirir.
TUİK verilerine göre nüfusun %49.8’ini kadınların oluşturduğu ülkemizde bu sorun hem şu anda hem de gelecek nesiller ve toplum yapısı açısından son derece önemlidir. Genel literatür, çocukluğunda anne baba arasında şiddete tanıklık etmiş kız ve erkek çocukların ilerde şiddet mağduru ve uygulayıcısı olma riskinin arttığını göstermektedir.
Küçük çocuklarda uyku bozuklukları, yalnız kalma korkusu, bağlanma bozukluğu, gelişim düzeylerinin altında olgunluk, bedensel yakınmalar, altına kaçırma, dil gelişiminde gerileme, öfke nöbeti, saldırganlık, ağlama ve sakinleşememe, kaygı gözlenebilirken okul çağındaki çocuklarda odaklanma problemleri, kaygı ve uyku bozuklukları, saldırganlık ve karşı gelme davranışları vb, akranlarına yönelik şiddet davranışları gözlenebilir. Ergenlikte ise madde kullanımı, erken hamilelik, saldırganlık gibi sorunlar gözlenebilir. Hem şu anda hem de gelecek nesilleri etkilemesi yönüyle sorunun boyutu kaygı vericidir.
Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması sonuçlarına göre kadınların %37.5’inin yaşamları boyunca en az bir kez fiziksel ya da cinsel şiddete maruz kaldıklarını göstermektedir (TÜİK 2014). Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (2009) tarafından yapılan kadına yönelik aile içi şiddet araştırması; Türkiye’de evli kadınların yüzde 39’unun fiziksel şiddete, yüzde 15’inin cinsel şiddete ve yüzde 42’sinin bu iki şiddet türünden birine maruz kaldığını, boşanmış/ayrı yaşayan kadınların %73’ünün fiziksel şiddet yaşadıklarını, bekar kadınların ise %9’unun erkek arkadaş tarafından fiziksel şiddete uğradığını göstermiştir.
Kadına yönelik işlenen bu şiddet suçunun önemli bir diğer yönü tekrarlayıcı bir suç olmasıdır. Bir kısmı giderek artan hatta cinayete varan şiddet seyri gösterir. Umut Vakfı’nın yaptığı araştırmaya göre 2016 yılında ulusal ve yerel gazete haberlerine 397 kadın cinayet haberi yansıdığı bildirilmektedir. Kadın cinayetlerinin %80’inin silahlarla (tüfek, tabanca, beylik silahı, bıçak, satır, balta, keser gibi kesici aletlerle) %20’sinin ise dövülerek, boğularak, yüksekten atılarak gerçekleştirildiği, faillerin %85’ini kocalar, sevgililer, eski kocalar, kendisinden ayrılmak istenen sevgililerin olduğu bildirilmektedir.
Kadına şiddet olgularının sıklığına ilişkin verilen rakamlar, kadına yönelik şiddetin sıklıkla gizli kalan doğası nedeniyle buz dağının sadece görünen yüzünü yansıtmaktadır. Aslında gerçek sayının çok daha fazla olduğu düşünülmektedir. Kadınların önemli bir kısmı şiddet gördüğü yıllar boyunca utandığı ya da aileleri ve kendileri tarafından durum normalize edildiğinden şikayetçi olmamakta, hastane vb başvurularında ise önemli bir kısmı fiziksel yaralanmalarını kaza, düşme gibi başka nedenlerle açıklanmaktadır.
Olguların diğer bir kısmı emniyet birimleri ve hukuki başvurularının takibinde şikayetten vaz geçmekte ya da şikayetlerini geri almaktadır. Aslında TCK 278-280’de anılan ‘‘suçu bildirmeme suçu’’ tüm suçlar için(kadına yönelik şiddet suçu da doğal olarak buna dahildir) geçerlidir. Doktor, hemşire gibi bazı meslek mensupları görevi gereği suçtan haberdar olması ile ilgili ayrı bir madde yer alırken, vatandaş için bir suçtan haberdar olma, tanık olması ile ilgili düzenleme vardır. Hem vicdani sorumluluk hem de görüldüğü gibi hukuki sorumluluklarımız ister sitedeki komşumuz, ister hastamız, isterse sokakta tanık olduğumuz bir olay olsun kadına yönelik şiddete duyarlı olmamızı, ilgili birimlere bildirmemizi gerektirir.