Kalp hastalıklarında %50 ‘lere varan psikiyatrik bozukluk bildirilmektedir. Bunların başında depresyon gelmektedir. Günlük yaşamda kalp ile duygular arasındaki bağlantı hep ilgi odağı olmuş ve günlük konuşma dilimize bununla ilgili pek çok deyiş girmiştir. “Yüreği ağzına gelmek, kalpsiz, yüreği daralmak, yüreği kabarmak, yürek kalkması… “ gibi.
Psikiyatrik hastalıkların kalp üzerinde oluşturdukları etkiler tarih boyunca çeşitli adlarla anılmıştır.Sinirsel çarpıntı, irritabl kalp, efor sendromu, kardiyak nevroz gibi.Özellikle A tipi ( hırslı, çalışkan) kişilik yapısı başta myokard enfarktüsü ( kalp krizi)olmak üzere pek çok kalp hastalığına yatkınlık yaratan psikolojik bir durum olarak söylenegelmiştir. Günümüzde kalp hastalıklarının stresle ortaya çıktığı ve bunu önlemek için stresten uzak yaşam kurmanın zorunluluğu herkesin bilgisi dahilindedir. Kalp hastalarını ya da bu türden yakınmaları bulunan hastaları ele almada psikiyatrik bileşen kaçınılmaz biçimde önemlidir.Hastaları anlamak , doğru tanı koymak ne kadar önemliyse, var olan psikiyatrik hastalığı doğru ve uygun biçimde tedavi etmek de o denli gereklidir.
MİYOKARD ENFARKTÜSÜ (KALP KRİZİ)
Kalp krizi sonrası ANKSİYETEilk 24 saat içinde ortaya çıkan tablodur. Koroner yoğun bakım birimine kabul ile birlikte hastada endişeli beklenti, hastalığı ve getirdiği olumsuz koşulları, geleceği bir felaket ya da tehdit gibi algılama söz konusudur. Hastalarda temel sorun belirsizlik ancak hastaların %2’si belirsizliği saf olarak yaşar; çok daha büyük oranda anksiyete olarak yaşanır. Bu anksiyete, psikiyatrik tanı sistemleri açısından değerlendirildiğinde YAYGIN ANKSİYETE BOZUKLUĞU’nu andırmaktadır.
Hastaların hemen hemen yarısı ancak sorgulandığında anksiyete bildirmektedirler, yoksa bu hastalar atlanmaktadır. Tema olarak hastada ani ölüm korkusu, bağımlılık, statü ve yeterlilik yitimi, cinsel işlev ilişkilerinde rol değişiklikleri ya da kayıpları bulunmaktadırlar. Diğer yandan kalp operasyonu, yeni bir enfarktüsü geçirme riski, cinsel işlevlerde kayıp ve ağrı hastanın temel korkuları olarak rahatsızlık vermektedir. Zaten hastanın A tipi davranış özelliklerine sahip olduğu hesaba katılırsa, kontrolü kaybetme korkusu daha da baskın hale gelmektedir. Ama öte yandan yadsıma (inkar) klinik ortamında önemli bir sorun olarak klinisyenin karşısına dikilir. Eğer hasta tedavinin seyrini bozmayan bir yadsıma sergiliyorsa, yani yalnızca hastalığın çağrıştırdığı korku, kaygı ya da sıkıntı gibi duyguları kendisinden uzak tutuyorsa ama diğer yandan klinik önerilere uymasını etkilemiyorsa, bu tam da istenen bir durumdur; dengeleyici bir işlev görür. Ama hasta klinik ortamda uykusuzluk sergiliyorsa, serumu söküp tuvalete kalkıyorsa, gizli gizli sigara içiyorsa ya da hastane yemeği yerine bir biçimde dilediği ama yasaklanmış yemekleri yiyorsa, işte o zaman baş edilmesi gereken bir durum vardır. Bu durumda hastayla iddialaşmak yerine, hastanın anksiyeteyi kendinden uzak tutma çabasına saygı göstererek yaklaşmak uygundur. Oysa bilinen yaygın davranış yadsımayı kırmak için hastayı daha da fazla korkutmak üzere felaket senaryoları söylemektir.
Hastaneye yatışın 3 günü geçtikten sonra, yadsıma yavaş yavaş kırılmaya başlar. Ama diğer yandan hasta karşılaştığı durumla iyice yüzleşir, hastalığın getirdiği kısıtlamalarını algılar ve kayıp algısı yerleşir.Bu duygular da hastayı depresyona sürükler. Miyokard enfarktüsü geçirmiş hastaların subakut dönemindeki değerlendirilmesinde, yaklaşık %50 DEPRESİF BELİRTİLER, %20 MAJÖR DEPRESYONsaptanmaktadır.
DEPRESYON
Depresyon, kalp hastalıklarında ölüm riskini arttıran nedenlerin başında bilinmektedir. Kalp hastalıklarında en yüksek oranda görülen psikiyatrik tablo depresyondur. Bedensel belirtilerin ön planda olduğu, eski deyimle MASKELİ DEPRESYON, psikiyatri dışı kliniklere başvuran hastaların yaklaşık yarısını kapsamaktadır.
Kalp hastalığı bulunanlarda majör depresif bozukluk görülme riski normalin 1,5-4,5 katı arasında değişmektedir. Miyokard enfarktüsü geçiren hastalarda enfarktüs öncesi depresyon görülme oranı ise %27,5 olarak saptanmıştır, hastanede yatarken bu oran % 31. 5’ e çıkmaktadır. Diğer yandan bakıldığında yeterli biçimde tedavi edimeyen depresif hastalarda miyokard enfarktüsü geçirme oranı normalin 6 katına kadar çıkabilmektedir. Riski artıran etkenler arasında yalnızlık, kişiler arası ilişkilerde sorunlar ve iş stresi bulunmaktadır.
Depresyonda gelişen değişken kalp hızı , duygudurum bozukluklarında ortaya çıkan kalp hastalıklarının ve kardiyak ölümlerin önde gelen sorumlusu olarak ileri sürülmektedir. Ayrıca depresyon kanın pıhtılaşmasını da bozar.
Psikososyal olarak da kalp hastalığının seyrini kötüleştirebilir. Hastanın kalp hastalığına uygun bir yaşam sürmesini engeller ( örn. fazla sigara tüketimi ), hastanın tedaviye bağlılığını azaltır, gereken incelemeleri zamanında yaptırmasını önler, rehabilitasyon programlarına uyumunu bozar (egzersizden vazgeçme ), işlevselliğe dönüşü engeller.
Sonuç olarak kalp hastalarında ortaya çıkan depresyon; seyri kötüleştirmekte, komplikasyonları artırmakta ve ölüm riskini yükseltmektedir.
ANKSİYETE (KAYGI)
Normal koşullarda herhangi bir patoloji bulunmayan bedende anksiyete, işlevsel bir tepkidir. İş başarısı ve atılganlık için gereklidir. Ancak aşırı ve uzun süreli anksiyete ise iş başarısında düşmeye, tükenmeye, hastalık belirtilerine (çoğu kez kalp hastalığı) ve yatıştırıcı ilaç kullanımına yol açar. Böylesi etkisi bulunan anksiyete hem kalp hastalarına yatkınlık hem de kalp hastalığında bozulmuş fizyolojiyi olumsuz işler.
Tıpkı depresyonda olduğu gibi, anksiyetede de kalp hızı değişkinliği düşer ve kalbin kanlanması, ritmi olumsuz etkilenir. Çoğu kez kalp hastalarına anksiyeteye öfke ve düşmanca tutum (hostilite) eşlik etmektedir. Anksiyete kalp hastalarında özellikle de diğer olumsuz duygularla birlikte ortaya çıktığında baş edilmesi gereken emosyonel sorunların başında gelmektedir. Özellikle miyokard enfarktüsü sonrasında gelişen anksiyete ya da kaygı hem daha fazla komplikasyonlara neden olmaktadır hem de hastalığın seyrini (iskemi ve aritmi açısından) kötüleştirmektedir.
PANİK BOZUKLUĞU
Kinik uygulamada panik bozukluğu ile miyokard enfarktüsü aynı belirti örtüsününe sahip olabilir. Koroner arter hastalığından kuşkulanılan ve bu nedenle ileri inceleme planlanan hastalarda % 15 oranında panik bozukluğu saptanmıştır. Klinik uygulamada hastada panik bozukluğu varmış gibi en uygun tedavi yapmak ancak koroner kalp hastalığın hiçbir zaman dışlamamak gereklidir. Ayırıcı tanıda birbirleriye karışabilecekleri gibi, birlikte de bulunabilecekleri akıldan çıkarılmamalıdır.
Panik bozukluğun kategorizasyonunda kardiyak belirtiler ayrı bir küme oluşturmaktadır.Kardiyak belirtilerle giden panik bozukluğunda agorafobi daha yüksek orandır.Bir çalışmada panik bozukluğu hastalarının % 89 ‘unda çarpıntı ve diğer kardiyak belirtiler saptanmıştır. Panik bozukluğu hastalarının kalp hastalıklarına olan duyarlılıkları ve korkuları bir tanı karmaşasına yol açmaktadır
KALP HASTALIKLARINI ANDIRAN PSİKİYATRİK TABLOLAR
Kalp hastalıklarının öldürücü doğası, insanlar için başta miyokard enfarktüsü olmak üzere tüm kalp hastalıklarını korkulu rüya haline getirmektedir. Psikiyatrik tablolarda üç kardiyak belirti öne çıkmaktadır: Göğüs ağrısı, çarpıntı ve nefes darlığı. Bu belirtiler kalp hastalıklarını doğrudan anımsatan belirtilerdir. Göğüs ağrısı sağlık hizmeti için başvuran tüm hastaların %12’sinde bulunan bir belirtidir. Ancak bu hastaların % 11’inde organik bir etyolojik etken ayırt edilebilmekte, geri kalanı psikososyal kökenli olarak gelişmektedir. Göğüs ağrısına ek olarak çarpıntı bulunması hastayı kalp hastalığı endişesine daha da yaklaştırmaktadır.
“Kalbin yerinden çıkacak gibi olması, göğsün yanması, kalbin pırpır atması, nefesi kesecek denli göğüste baskı olması ve ölecek gibi olma” hastaların yaygın kullandığı tanımlardan bazılarıdır. Herhangi bir stres eşliğinde ya da, olmaksızın aniden ortaya çıkan kardiyak yakınmalar bir anda hastayı rahatsız etmektedir. Göğüs ağrısı yerleşimi, şiddeti ve yayılımı itibariyle daha anlamlı, çare arama davranışı daha tutarlı ve öncesinden stres etkeni bulunmamasıyla daha tipik olarak bildirilmiştir. Bu nedenle klinisyenin karıştırma olasılığı azımsanmayacak düzeydedir.
SOMATİZASYON BOZUKLUĞU
Somatizasyon bozukluğu açıklanamayan bedensel yakınmalarla giden ve genç yaşta başlayan bir bozukluktur. Bu belirtiler aslında ağrı, sindirim sistemi,cinsel, psödonörolojik olarak belirlenmiş olsa bile, bu belirti kombinasyonu zaman zaman doğrudan bir kalp hastalığını işaret edebilir. Bazen de açıklanamayan bedensel yakınmalar, giderek bir hastalık etrafında toplanarak hastanın ikna olmadığı bir inanış haline dönüşebilir. Bu tablo ise HİPOKONDRİYAZİSolarak tanımlanmaktadır.
Psikiyatrik hastalıkların kalp üzerinde oluşturdukları etkiler tarih boyunca çeşitli adlarla anılmıştır.Sinirsel çarpıntı, irritabl kalp, efor sendromu, kardiyak nevroz gibi.Özellikle A tipi ( hırslı, çalışkan) kişilik yapısı başta myokard enfarktüsü ( kalp krizi)olmak üzere pek çok kalp hastalığına yatkınlık yaratan psikolojik bir durum olarak söylenegelmiştir. Günümüzde kalp hastalıklarının stresle ortaya çıktığı ve bunu önlemek için stresten uzak yaşam kurmanın zorunluluğu herkesin bilgisi dahilindedir. Kalp hastalarını ya da bu türden yakınmaları bulunan hastaları ele almada psikiyatrik bileşen kaçınılmaz biçimde önemlidir.Hastaları anlamak , doğru tanı koymak ne kadar önemliyse, var olan psikiyatrik hastalığı doğru ve uygun biçimde tedavi etmek de o denli gereklidir.
MİYOKARD ENFARKTÜSÜ (KALP KRİZİ)
Kalp krizi sonrası ANKSİYETEilk 24 saat içinde ortaya çıkan tablodur. Koroner yoğun bakım birimine kabul ile birlikte hastada endişeli beklenti, hastalığı ve getirdiği olumsuz koşulları, geleceği bir felaket ya da tehdit gibi algılama söz konusudur. Hastalarda temel sorun belirsizlik ancak hastaların %2’si belirsizliği saf olarak yaşar; çok daha büyük oranda anksiyete olarak yaşanır. Bu anksiyete, psikiyatrik tanı sistemleri açısından değerlendirildiğinde YAYGIN ANKSİYETE BOZUKLUĞU’nu andırmaktadır.
Hastaların hemen hemen yarısı ancak sorgulandığında anksiyete bildirmektedirler, yoksa bu hastalar atlanmaktadır. Tema olarak hastada ani ölüm korkusu, bağımlılık, statü ve yeterlilik yitimi, cinsel işlev ilişkilerinde rol değişiklikleri ya da kayıpları bulunmaktadırlar. Diğer yandan kalp operasyonu, yeni bir enfarktüsü geçirme riski, cinsel işlevlerde kayıp ve ağrı hastanın temel korkuları olarak rahatsızlık vermektedir. Zaten hastanın A tipi davranış özelliklerine sahip olduğu hesaba katılırsa, kontrolü kaybetme korkusu daha da baskın hale gelmektedir. Ama öte yandan yadsıma (inkar) klinik ortamında önemli bir sorun olarak klinisyenin karşısına dikilir. Eğer hasta tedavinin seyrini bozmayan bir yadsıma sergiliyorsa, yani yalnızca hastalığın çağrıştırdığı korku, kaygı ya da sıkıntı gibi duyguları kendisinden uzak tutuyorsa ama diğer yandan klinik önerilere uymasını etkilemiyorsa, bu tam da istenen bir durumdur; dengeleyici bir işlev görür. Ama hasta klinik ortamda uykusuzluk sergiliyorsa, serumu söküp tuvalete kalkıyorsa, gizli gizli sigara içiyorsa ya da hastane yemeği yerine bir biçimde dilediği ama yasaklanmış yemekleri yiyorsa, işte o zaman baş edilmesi gereken bir durum vardır. Bu durumda hastayla iddialaşmak yerine, hastanın anksiyeteyi kendinden uzak tutma çabasına saygı göstererek yaklaşmak uygundur. Oysa bilinen yaygın davranış yadsımayı kırmak için hastayı daha da fazla korkutmak üzere felaket senaryoları söylemektir.
Hastaneye yatışın 3 günü geçtikten sonra, yadsıma yavaş yavaş kırılmaya başlar. Ama diğer yandan hasta karşılaştığı durumla iyice yüzleşir, hastalığın getirdiği kısıtlamalarını algılar ve kayıp algısı yerleşir.Bu duygular da hastayı depresyona sürükler. Miyokard enfarktüsü geçirmiş hastaların subakut dönemindeki değerlendirilmesinde, yaklaşık %50 DEPRESİF BELİRTİLER, %20 MAJÖR DEPRESYONsaptanmaktadır.
DEPRESYON
Depresyon, kalp hastalıklarında ölüm riskini arttıran nedenlerin başında bilinmektedir. Kalp hastalıklarında en yüksek oranda görülen psikiyatrik tablo depresyondur. Bedensel belirtilerin ön planda olduğu, eski deyimle MASKELİ DEPRESYON, psikiyatri dışı kliniklere başvuran hastaların yaklaşık yarısını kapsamaktadır.
Kalp hastalığı bulunanlarda majör depresif bozukluk görülme riski normalin 1,5-4,5 katı arasında değişmektedir. Miyokard enfarktüsü geçiren hastalarda enfarktüs öncesi depresyon görülme oranı ise %27,5 olarak saptanmıştır, hastanede yatarken bu oran % 31. 5’ e çıkmaktadır. Diğer yandan bakıldığında yeterli biçimde tedavi edimeyen depresif hastalarda miyokard enfarktüsü geçirme oranı normalin 6 katına kadar çıkabilmektedir. Riski artıran etkenler arasında yalnızlık, kişiler arası ilişkilerde sorunlar ve iş stresi bulunmaktadır.
Depresyonda gelişen değişken kalp hızı , duygudurum bozukluklarında ortaya çıkan kalp hastalıklarının ve kardiyak ölümlerin önde gelen sorumlusu olarak ileri sürülmektedir. Ayrıca depresyon kanın pıhtılaşmasını da bozar.
Psikososyal olarak da kalp hastalığının seyrini kötüleştirebilir. Hastanın kalp hastalığına uygun bir yaşam sürmesini engeller ( örn. fazla sigara tüketimi ), hastanın tedaviye bağlılığını azaltır, gereken incelemeleri zamanında yaptırmasını önler, rehabilitasyon programlarına uyumunu bozar (egzersizden vazgeçme ), işlevselliğe dönüşü engeller.
Sonuç olarak kalp hastalarında ortaya çıkan depresyon; seyri kötüleştirmekte, komplikasyonları artırmakta ve ölüm riskini yükseltmektedir.
ANKSİYETE (KAYGI)
Normal koşullarda herhangi bir patoloji bulunmayan bedende anksiyete, işlevsel bir tepkidir. İş başarısı ve atılganlık için gereklidir. Ancak aşırı ve uzun süreli anksiyete ise iş başarısında düşmeye, tükenmeye, hastalık belirtilerine (çoğu kez kalp hastalığı) ve yatıştırıcı ilaç kullanımına yol açar. Böylesi etkisi bulunan anksiyete hem kalp hastalarına yatkınlık hem de kalp hastalığında bozulmuş fizyolojiyi olumsuz işler.
Tıpkı depresyonda olduğu gibi, anksiyetede de kalp hızı değişkinliği düşer ve kalbin kanlanması, ritmi olumsuz etkilenir. Çoğu kez kalp hastalarına anksiyeteye öfke ve düşmanca tutum (hostilite) eşlik etmektedir. Anksiyete kalp hastalarında özellikle de diğer olumsuz duygularla birlikte ortaya çıktığında baş edilmesi gereken emosyonel sorunların başında gelmektedir. Özellikle miyokard enfarktüsü sonrasında gelişen anksiyete ya da kaygı hem daha fazla komplikasyonlara neden olmaktadır hem de hastalığın seyrini (iskemi ve aritmi açısından) kötüleştirmektedir.
PANİK BOZUKLUĞU
Kinik uygulamada panik bozukluğu ile miyokard enfarktüsü aynı belirti örtüsününe sahip olabilir. Koroner arter hastalığından kuşkulanılan ve bu nedenle ileri inceleme planlanan hastalarda % 15 oranında panik bozukluğu saptanmıştır. Klinik uygulamada hastada panik bozukluğu varmış gibi en uygun tedavi yapmak ancak koroner kalp hastalığın hiçbir zaman dışlamamak gereklidir. Ayırıcı tanıda birbirleriye karışabilecekleri gibi, birlikte de bulunabilecekleri akıldan çıkarılmamalıdır.
Panik bozukluğun kategorizasyonunda kardiyak belirtiler ayrı bir küme oluşturmaktadır.Kardiyak belirtilerle giden panik bozukluğunda agorafobi daha yüksek orandır.Bir çalışmada panik bozukluğu hastalarının % 89 ‘unda çarpıntı ve diğer kardiyak belirtiler saptanmıştır. Panik bozukluğu hastalarının kalp hastalıklarına olan duyarlılıkları ve korkuları bir tanı karmaşasına yol açmaktadır
KALP HASTALIKLARINI ANDIRAN PSİKİYATRİK TABLOLAR
Kalp hastalıklarının öldürücü doğası, insanlar için başta miyokard enfarktüsü olmak üzere tüm kalp hastalıklarını korkulu rüya haline getirmektedir. Psikiyatrik tablolarda üç kardiyak belirti öne çıkmaktadır: Göğüs ağrısı, çarpıntı ve nefes darlığı. Bu belirtiler kalp hastalıklarını doğrudan anımsatan belirtilerdir. Göğüs ağrısı sağlık hizmeti için başvuran tüm hastaların %12’sinde bulunan bir belirtidir. Ancak bu hastaların % 11’inde organik bir etyolojik etken ayırt edilebilmekte, geri kalanı psikososyal kökenli olarak gelişmektedir. Göğüs ağrısına ek olarak çarpıntı bulunması hastayı kalp hastalığı endişesine daha da yaklaştırmaktadır.
“Kalbin yerinden çıkacak gibi olması, göğsün yanması, kalbin pırpır atması, nefesi kesecek denli göğüste baskı olması ve ölecek gibi olma” hastaların yaygın kullandığı tanımlardan bazılarıdır. Herhangi bir stres eşliğinde ya da, olmaksızın aniden ortaya çıkan kardiyak yakınmalar bir anda hastayı rahatsız etmektedir. Göğüs ağrısı yerleşimi, şiddeti ve yayılımı itibariyle daha anlamlı, çare arama davranışı daha tutarlı ve öncesinden stres etkeni bulunmamasıyla daha tipik olarak bildirilmiştir. Bu nedenle klinisyenin karıştırma olasılığı azımsanmayacak düzeydedir.
SOMATİZASYON BOZUKLUĞU
Somatizasyon bozukluğu açıklanamayan bedensel yakınmalarla giden ve genç yaşta başlayan bir bozukluktur. Bu belirtiler aslında ağrı, sindirim sistemi,cinsel, psödonörolojik olarak belirlenmiş olsa bile, bu belirti kombinasyonu zaman zaman doğrudan bir kalp hastalığını işaret edebilir. Bazen de açıklanamayan bedensel yakınmalar, giderek bir hastalık etrafında toplanarak hastanın ikna olmadığı bir inanış haline dönüşebilir. Bu tablo ise HİPOKONDRİYAZİSolarak tanımlanmaktadır.