zeberus1234
Yeni Üye
Kaygusuz Abdal'ın gerçek kişiliğiyle, yasamıyla ilgili bilgiler yetersizdir, birtakım söylencelerle karışmıstır. Bu söylenceler arasindan onun gercek yaninı bulup çıkarmak kolay degildir, bu konuda en önemli kaynak elimizde bulunan, bir "divan" da toplanan şiirleridir. Kaynaklarda, bu özgün ozanın Alaiye (Alanya) Beyi'nin oğlu olduğu, gerçek adının Alaeddin Gaybi diye bilindiği, 1341-1444 yillari arasında yaşadığı söylenir.
Bu bilgilerin kesinliği, açıklığı söz konusu değildir. Özellikle ölümünün 1444 yılında olması kolay kolay onaylanabilecek bir sav değildir. Onun, bir şiirinden Abdal Musa'ya bağlandığı, onunla görüştüğü, onun önerisi üzerine Mısır'a giderek orada bir Bektaşi Tekkesi açtığı da söylentiler arasındadır. Bütün bu söylenti niteliği taşıyan bilgilerin aydınlattığı biricik gerçek böyle bir ozanın bulunduğu, 14. yüzyıl da yaşadığı, birtakım etkinlikler gösterdiğidir.
Kimi kaynaklara göre Kaygusuz Abdal 14. yüzyıl sonlarında Mısır'a gitmiş, bir süre Kerbela-Necef dolaylarında gezmiş, hacca uğramış, sonra Mısir'a dönmüş, orada bir mağaraya gömülmüş, bu nedenle ona "mağarada gömülü" anlamında "Abdullah Magaravi'' (mağarada gömülü Tanrı kulu) denmistir. Hac dönüşü Şam'a ugramış, orada bir bahçeyi sulamada kullanılan büyük dolabı görmüş, ondan esinlenerek "Dolabname'' adlı siirini yazmiş. Bunların hepsi, ozana yakıştırılan, onu söylence ürünleriyle donatan dil ürünleridir.
Gerçek yaşamının saptanmasında etkin belge niteliği taşımaz. Yine kimi kaynaklara göre Mısır'a gitmeden Filibe, Yanbolu, Manastır, Edirne dolaylarında bulunmuş, düsüncelerini yaymaya çalışmiştır.
Yaşamı yeterince bilinmeyen Kaygusuz Abdal'ın düşüncelerini, adına düzenlenen "divan"ında toplanan şiirlerinin incelenmesinden çıkarmak, anlamak kolaydır. O, "abdallar" topluluğundandır, bir şiirinde söyledigi gibi saçını, sakalını, bıyığını, kaşlarını kestirerek (car-darb) dolaşırmış. Bu islem abdallık yoluna girmenin özelliklerinden biridir.
Kaygusuz Abdal'ın şiirlerinden anlaşıldığına göre çok iyi bir ögrenim görmüş, tasavvufu bütün ayrıntılarıyla öğrenmiş, özellikle İslam dini konusunda geniş bilgi edinmiştir.
Onun Abdal Musa ile ilişkisini anlatan özgün bir öykü vardır: Alaiye Beyi'nin oğlu olan ozan avlanmayı çok severmiş. Günün birinde ava çıkınca bir geyikle karşılaşmış, yayını gerip geyiği oklamiş. Sırtına ok saplanan geyik kaçmaya başlamış, Alaeddin Gaybi de geyiğin ardınca koşmuş. Geyik, sırtındaki okla Abdal Musa Tekkesi'ne sığınmış.
Tekke'ye geyiğin ardınca giren ozan karşısında duran Abdal Musa'dan içeri giren geyiğin kendisine verilmesini istemiş. Abdal Musa ise koltuğunun altına saplanan oku çıkarıp göstererek "Oğul, attıgın ok bu mu?'' diyerek Kaygusuz'a gösterince ozan kendinden geçmiş, Abdal Musa'nın ayaklarına kapanarak ondan yardım dilemiş, böylece tekkeye girmiş, tarikata girmiş.
Bu duygulu, sevecen öykünün doğruluğu, yanlışlığı tartışılmaz, özünde ilkçağ Anadolu dinlerinden gelen, geyiğin Hititler'ce tanrısal bir varlık olduğunu bildiren bir söylence vardır. Onun
Bin batmandan olsa kazan
Ustager degil mi düzen
Hayranlık esince cana
Bengilik de gereg olur
dörtlügüne dayanilarak esrar içtigini söyleyenler vardir. 14. yüzyil Anadolu'sunda esrar içmek "abdallar" arasında cok yaygın bir tutkuydu. Ancak, Mevlana'nın kimi şiirlerinden, Şems-i Tebrizi'nin olduğu söylenen "Makalat" tan anlaşıldığına göre Mevleviler'de de esrar içimi yaygındı. Tasavvuf yolunu seçenlerin çoğunun esrara düşkünlüğü bilinmeyen bir olay degildir. Bu tutkunun nereden kaynaklandığını bilemiyoruz, ancak yaygın bir alıikanlığa dönüştüğü açıktır, yorum gerektirmez.
Urum Abdallari gelir dost deyu
Eğnimize aba, hırka, post deyu
Hastaları gelür derman isteyu,
Sağlar gelur şahim Abdal Musa'ya
dörtlüğüyle başlayan koşuğundan, inanca olarak Abdal Musa'ya kapılandığı, ondan el aldığı anlaşılmaktadır.
Alai Gaybi bundan tekke kılmaz
Hak'ın fazlıdurur ancak dayağı
Sabır seccadesin altına almış
Tevekkülden kuşanmıştır kuşağı
Sözünü Kaygusuz Arife söyle
Ne bilsün sükkeri dana buzağı
Demek siirlerinde tapsırması olan "Kaygusuz" ile özel adı olan "Gaybi" yi birlikte kullanmiştir. Onun "Sarayı" tapsırmasını kullandığı şiirleri de vardır. Bu değişik adları neden seçtiğini bilmiyoruz. Ününün, yaşadığı çagda bile, yaygınlığına karşın yasamı konusunda yeterli bilginin bulunmayışını açıklamak kolay değildir. Kendisi de, şiirlerinde, doyurucu bilgi vermiyor. Onunla ilgili kaynaklarda da güvenilir nitelikte bilgi yoktur. Şiirlerinin incelenmesinden çok gezdiği, çok kimse tanıdığı anlaşılıyor, ancak bu da bir yorum olmaktan öteye geçemez.
Bir yerde:
Kelebek buğday ekmiş
Manisa ovasına
derken Manisa ilini, baska bir yerde de, yine alaycı, güldürücü bir tutumla:
Kertenkele derilmiş
Dile Kırım geçmeğe
gibi dizeler söylemesine bakarak bu yöreleri gezdigi sonucunu da çıkarabiliriz ama sonuç değişmez, yaşamının gerçeği yine karanlıkta kalır. Burada araştırıcıya düşen başlıca görev, bu ünlü ozanın ürünlerine dayanarak kişiliğini, dilini, başarı aşamalarını, düşüncelerini açıklamaktır.
Kaygusuz Abdal'ın birkaç şiirinde kadından, birisinde açıkça karısından yakındığı görülür, buna dayanarak iyi bir evlilik geçirmediğini söyleyecek durumda değiliz; alaycı, yerici, güldürücü dili kimi konularda güvenilir bir yargıya varmayı engeller. Bektaşilik'te Hacı Bektaş'ı Veli'ye yorulan bir olaydan (Kadıncık Ana'nın eşi değil de can yoldaşı olduğundan) onun evlenmediği sonucunu çıkarmak, yalnız (mücerred) yaşadiği yargısına varmak da pek tutarlı değildir.
Yine şiirlerinde geçen yer adlarına, yöre özelliklerine dayanarak onun yaşamı süresince çok yer gezdiğini, gezdiği yerlerin doğal konumlarını, özelliklerini halkının beğenilerini, yemeklerini, giyim kuşamlarını yansıtan dizeler ilginçtir. Bu ozan şiirlerinde adları geçen yerleri gezmiş, görmüşse, doğayı seven, değişik bölge insanlarını tanımaktan, onlarla ilişki kurmaktan kivanç duyan bir gezgin niteliği taşır.
Yazar, yaşamını anlatmak istediği kişiyi, oldugu gibi değil de, düşlediği gibi anlatmayı sever, yaşanmamış bir olayı yaşanmış göstermekten kendini alamaz. Kaygusuz Abdal'ın durumu da az cok aynıdır; yaşanmış olayı yakalamak için elimizde güvenilir belge yoktur.
Bu bilgilerin kesinliği, açıklığı söz konusu değildir. Özellikle ölümünün 1444 yılında olması kolay kolay onaylanabilecek bir sav değildir. Onun, bir şiirinden Abdal Musa'ya bağlandığı, onunla görüştüğü, onun önerisi üzerine Mısır'a giderek orada bir Bektaşi Tekkesi açtığı da söylentiler arasındadır. Bütün bu söylenti niteliği taşıyan bilgilerin aydınlattığı biricik gerçek böyle bir ozanın bulunduğu, 14. yüzyıl da yaşadığı, birtakım etkinlikler gösterdiğidir.
Kimi kaynaklara göre Kaygusuz Abdal 14. yüzyıl sonlarında Mısır'a gitmiş, bir süre Kerbela-Necef dolaylarında gezmiş, hacca uğramış, sonra Mısir'a dönmüş, orada bir mağaraya gömülmüş, bu nedenle ona "mağarada gömülü" anlamında "Abdullah Magaravi'' (mağarada gömülü Tanrı kulu) denmistir. Hac dönüşü Şam'a ugramış, orada bir bahçeyi sulamada kullanılan büyük dolabı görmüş, ondan esinlenerek "Dolabname'' adlı siirini yazmiş. Bunların hepsi, ozana yakıştırılan, onu söylence ürünleriyle donatan dil ürünleridir.
Gerçek yaşamının saptanmasında etkin belge niteliği taşımaz. Yine kimi kaynaklara göre Mısır'a gitmeden Filibe, Yanbolu, Manastır, Edirne dolaylarında bulunmuş, düsüncelerini yaymaya çalışmiştır.
Yaşamı yeterince bilinmeyen Kaygusuz Abdal'ın düşüncelerini, adına düzenlenen "divan"ında toplanan şiirlerinin incelenmesinden çıkarmak, anlamak kolaydır. O, "abdallar" topluluğundandır, bir şiirinde söyledigi gibi saçını, sakalını, bıyığını, kaşlarını kestirerek (car-darb) dolaşırmış. Bu islem abdallık yoluna girmenin özelliklerinden biridir.
Kaygusuz Abdal'ın şiirlerinden anlaşıldığına göre çok iyi bir ögrenim görmüş, tasavvufu bütün ayrıntılarıyla öğrenmiş, özellikle İslam dini konusunda geniş bilgi edinmiştir.
Onun Abdal Musa ile ilişkisini anlatan özgün bir öykü vardır: Alaiye Beyi'nin oğlu olan ozan avlanmayı çok severmiş. Günün birinde ava çıkınca bir geyikle karşılaşmış, yayını gerip geyiği oklamiş. Sırtına ok saplanan geyik kaçmaya başlamış, Alaeddin Gaybi de geyiğin ardınca koşmuş. Geyik, sırtındaki okla Abdal Musa Tekkesi'ne sığınmış.
Tekke'ye geyiğin ardınca giren ozan karşısında duran Abdal Musa'dan içeri giren geyiğin kendisine verilmesini istemiş. Abdal Musa ise koltuğunun altına saplanan oku çıkarıp göstererek "Oğul, attıgın ok bu mu?'' diyerek Kaygusuz'a gösterince ozan kendinden geçmiş, Abdal Musa'nın ayaklarına kapanarak ondan yardım dilemiş, böylece tekkeye girmiş, tarikata girmiş.
Bu duygulu, sevecen öykünün doğruluğu, yanlışlığı tartışılmaz, özünde ilkçağ Anadolu dinlerinden gelen, geyiğin Hititler'ce tanrısal bir varlık olduğunu bildiren bir söylence vardır. Onun
Bin batmandan olsa kazan
Ustager degil mi düzen
Hayranlık esince cana
Bengilik de gereg olur
dörtlügüne dayanilarak esrar içtigini söyleyenler vardir. 14. yüzyil Anadolu'sunda esrar içmek "abdallar" arasında cok yaygın bir tutkuydu. Ancak, Mevlana'nın kimi şiirlerinden, Şems-i Tebrizi'nin olduğu söylenen "Makalat" tan anlaşıldığına göre Mevleviler'de de esrar içimi yaygındı. Tasavvuf yolunu seçenlerin çoğunun esrara düşkünlüğü bilinmeyen bir olay degildir. Bu tutkunun nereden kaynaklandığını bilemiyoruz, ancak yaygın bir alıikanlığa dönüştüğü açıktır, yorum gerektirmez.
Urum Abdallari gelir dost deyu
Eğnimize aba, hırka, post deyu
Hastaları gelür derman isteyu,
Sağlar gelur şahim Abdal Musa'ya
dörtlüğüyle başlayan koşuğundan, inanca olarak Abdal Musa'ya kapılandığı, ondan el aldığı anlaşılmaktadır.
Alai Gaybi bundan tekke kılmaz
Hak'ın fazlıdurur ancak dayağı
Sabır seccadesin altına almış
Tevekkülden kuşanmıştır kuşağı
Sözünü Kaygusuz Arife söyle
Ne bilsün sükkeri dana buzağı
Demek siirlerinde tapsırması olan "Kaygusuz" ile özel adı olan "Gaybi" yi birlikte kullanmiştir. Onun "Sarayı" tapsırmasını kullandığı şiirleri de vardır. Bu değişik adları neden seçtiğini bilmiyoruz. Ününün, yaşadığı çagda bile, yaygınlığına karşın yasamı konusunda yeterli bilginin bulunmayışını açıklamak kolay değildir. Kendisi de, şiirlerinde, doyurucu bilgi vermiyor. Onunla ilgili kaynaklarda da güvenilir nitelikte bilgi yoktur. Şiirlerinin incelenmesinden çok gezdiği, çok kimse tanıdığı anlaşılıyor, ancak bu da bir yorum olmaktan öteye geçemez.
Bir yerde:
Kelebek buğday ekmiş
Manisa ovasına
derken Manisa ilini, baska bir yerde de, yine alaycı, güldürücü bir tutumla:
Kertenkele derilmiş
Dile Kırım geçmeğe
gibi dizeler söylemesine bakarak bu yöreleri gezdigi sonucunu da çıkarabiliriz ama sonuç değişmez, yaşamının gerçeği yine karanlıkta kalır. Burada araştırıcıya düşen başlıca görev, bu ünlü ozanın ürünlerine dayanarak kişiliğini, dilini, başarı aşamalarını, düşüncelerini açıklamaktır.
Kaygusuz Abdal'ın birkaç şiirinde kadından, birisinde açıkça karısından yakındığı görülür, buna dayanarak iyi bir evlilik geçirmediğini söyleyecek durumda değiliz; alaycı, yerici, güldürücü dili kimi konularda güvenilir bir yargıya varmayı engeller. Bektaşilik'te Hacı Bektaş'ı Veli'ye yorulan bir olaydan (Kadıncık Ana'nın eşi değil de can yoldaşı olduğundan) onun evlenmediği sonucunu çıkarmak, yalnız (mücerred) yaşadiği yargısına varmak da pek tutarlı değildir.
Yine şiirlerinde geçen yer adlarına, yöre özelliklerine dayanarak onun yaşamı süresince çok yer gezdiğini, gezdiği yerlerin doğal konumlarını, özelliklerini halkının beğenilerini, yemeklerini, giyim kuşamlarını yansıtan dizeler ilginçtir. Bu ozan şiirlerinde adları geçen yerleri gezmiş, görmüşse, doğayı seven, değişik bölge insanlarını tanımaktan, onlarla ilişki kurmaktan kivanç duyan bir gezgin niteliği taşır.
Yazar, yaşamını anlatmak istediği kişiyi, oldugu gibi değil de, düşlediği gibi anlatmayı sever, yaşanmamış bir olayı yaşanmış göstermekten kendini alamaz. Kaygusuz Abdal'ın durumu da az cok aynıdır; yaşanmış olayı yakalamak için elimizde güvenilir belge yoktur.