Kaza Namazlarını Kimler Kılabilir?
Tabii ki herkes kılabilir. Kimse bu konuda kimseye engel olamaz. Ama kaza namazları bir nasip meselesidir.
Namaz, Allah’ın yüzden fazla ayeti kerime ile emrettiği bir farzdır. Dinin direğidir. Ama insanlar gafletle, günahların ağırlıkları ile namaz kılmayı terk edebilmektedir.
Allah, insana tövbe nimeti nasip ettiğinde eğer bu tövbe, tövbe-i nasuhsa insan geçmişte yaptığı hatalarını tamir etmeye başlar. Bunların içerisinde kaza namazları en başta gelir. Bir insan tövbe yoluna girip de böyle bir telafi ve borç içerisinde değilse, demek ki tövbesi tam değil, yani tövbesi nasuh tövbe ayarında değildir. Bu ortaya çıkar. Nasuh tövbenin en önemli özellikleri yapılan günahlara içten bir pişmanlık duyma, bir daha yapmama azmi ile birlikte geçmişte yapılan kusurları da tamir etme yoluna girmedir. Bu açıdan kaza namazları da bu tövbenin neticesidir. Yoksa insanların çoğu vakit namazlarını, hatta farz namazlarını kılmaktan acizdirler, bir de bunun üstüne kaza namazlarını kılmak gerçekten Allah’a samimi bir şekilde tövbe etmiş, ona yönelmiş ihlâslı kullara mahsustur. Bu ancak bu tür kullara kolay gelir. Onlar kaza namazlarını kılmaya içten gelen bir güç, enerji, heyecan ve şevkle katlanırlar. Yoksa böyle bir tövbe nasip olmazsa o kişi isterse namaza başlasın, yani vakit namazlarını çeşitli vesilelerle kılmaya başlasın, kolay kolay kaza namazlarını kılmaya yanaşmayacaktır, daha doğrusu hiçbir zaman kaza namazlarını kılamayacaktır, bu konuda Allah’ın affına ve merhametine güvenecektir ya da kaza namazları aleyhinde çeşitli bahanelere sığınacaktır. Bundan dolayı kaza namazı için öncelikle Allah bizlere tövbe-yi nasuh nasip eylesin. Amin.
İnsan nefsi öyle ahmak, öyle küstahtır ki, geçmişte kılamadığı namazların büyük bir günah olduğunu namaza başlamakla unutur. Kılamadığı namazlar sanki bir şey değilmiş gibi davranır. Güya tövbe edip namaza başlamakla geçmişteki namaz borçlarının üzerinden düştüğünü, kalktığını farz eder. Bu zannına da çeşitli dayanaklar aramaya başlar. Bulduğu dayanaklardan da aslında kendisi de şüphe duyar. Çünkü şüpheyle hareket ettiği gibi şüpheli düşüncelere dayanır, durur. Örneğin der ki, ‘Kuran’da kaza namazı diye bir şey yok, böyle bir şey olsaydı Allah bunu Kuran’da belirtirdi.’ Halbuki sünnette kaza namazı vardır. Yani peygamberimiz kaza namazını bizzat uygulamıştır. Bu konuda ashaptan intikal eden pek çok hadis-i şerif vardır. Peygamberimiz çeşitli nedenlerle kılamadığı namazları ya ashabıyla birlikte veya kendisi bizzat kaza yapmıştır. Kaldı ki fıkhın inceliklerini anlayacak kadar herkes derin bilgiye de sahip olamaz. Onun için mezhep imamları vardır. Mezhep imamları bu konuda fetvalar vermişlerdir. Hak mezheplerde, hususiyle Hanefi mezhebinde bu konu tartışmaya açılmayacak bir biçimde karara bağlanmış; insanın üzerindeki kaza namazlarını bir an önce ödemesi gerektiği belirtilmiştir. Şafi mezhebi bu yönde bir kolaylığa gitmiş, sünnet ve nafile namazları yerine öncelikle kaza namazlarının kılınmasını istemiştir. Hambeli ve Maliki mezhepleri de Şafii mezhebi gibi öncelikle sünnet ve nafile namazların yerine kaza namazlarının kılınması hususunda ısrar etmişlerdir. Kaza namazı kılma hususunda nefsin ve şeytanın sözlerini dinleyeceğimize mezhep imamlarının içtihatlarına değer verirsek kanaatimce daha doğru hareket etmiş oluruz. Tövbe-i nasuhun ruhuna daha çok yaklaşırız. Onun için yukarıda dedim ki, kaza namazını ancak tövbe-i nasuh etmiş kişiler kılabilir. Başkalarına kaza namazları ağır gelir. Onu kılmaya güç yetiremezler. Bundan dolayı insanların önce gerçek bir tövbe ile yani nasuh tövbesi ile Allah’a yönelmeleri, sonra da kaza namazlarını kılmaları gerekmektedir. Arsa olmayınca evi neyin üzerine kuracaksın? Yani bu benzetmede arsa tövbe-i nasuh, ev de kaza namazlarıdır. İş bununla da bitmiyor. Çünkü kaza namazları hiçbir zaman gerçek namazların yerine geçemez. Belki de Allah bunun için Kuran-ı Kerim’inde bunu hiç söz konusu etmemiştir. Aslında böyle düşünmek edepli kula daha çok yakışacaktır. Şu kesin ki, âlemlere rahmet olarak gönderilen Rasulullah, Allah katında affedilme, merhamete ulaşma yolu olarak ümmetine örnek teşkil etmek için kaza namazlarını kılmıştır. Yani kaza namazlarını kılan kul o günahtan kurtulduğunu düşünmemeli, bunun her zaman ezikliğini yaşamalı, ama Allah’ın rahmetinden de ümidini kesmemelidir. Durum böyle iken bazı insanların namaza başlamakla Allah’ı minnet altında bırakırcasına ‘Ne yani bir de kaza namazlarını mı kılacağız, namaza başlamamız yetmiyor mu?’ demeleri veya böyle düşünmeleri en başta büyük bir edepsizliktir. Suçlu insan hatasını, bir de mezhebini unuttu mu cüretkâr ve ahmak olur. Ne dediğini, sözün nereye kadar vardığını bilmez. Ömrünü fıkıh ilmine adamış mezhep imamlarına laf atmaya başlar. Dinden mezhepten çıkar haberi olmaz. Kılmaya başladığı ruhtan yosun namazları ile -haşa- Allah’ı minnet altına sokmaya çalışır. Allah nefsin ve şeytanın elinde esir durumda olan bizleri bu tür isyanlardan muhafaza buyursun. Amin.
Sünnet Namazları Kaza Namazları Yerine Geçmez mi?
Sünnet namazları peygamberimizi taklitle kılınan namazlardır. İnşallah Allah ahrette o namazlarla hem farz namazlarımızdaki eksikleri tamamlayacak hem de bizleri peygamberimizin şefaatine mazhar kılacaktır. Buna işaret eden hadis-i şerifler var. Hatta hadis-i şerifler tüm nafile namazları da bu kapsam içerisine almaktadır. Ama bize düşen şey bu dünyada iken Allah’ın işine karışmamak, farz namazları zamanında kılmamanın günahını ruhunda duyarak affedilmek için kaza namazlarını kılmaya gayret etmektir. Çünkü peygamberimiz (s.a.s.) sünnet, nafile namazlar dışında kaza namazlarını da ayrı olarak kılmışlardır. Zaten mezhep imamları da bu yüzden kaza namazının varlığını kabul edip ayrı bir namaz türü olarak kılınması gerektiğine hükmetmişlerdir. Ayrıca Hanefi mezhebine göre farz ve sünnet namazı, kaza namazları yanında diğer nafile namazlara da ihtimam göstermek gerekir: Teheccüd, duha, evvabin gibi. Farz namazlar emrin neticesi olduğundan daha bir tatlıdır. İnsana ödevini yapmanın huzurunu verirler. Kaza namazları geçmişteki kusurdan ötürü kılındığından insandaki ucup, gurur, kibir gibi nefsin damarlarını kırar, kulluğundaki acziyeti hatırlatırlar. Allah’ın rahmetine ve mağfiretine sığındırırlar. Sünnet namazlar, Rasullullah’a tabi olmanın, onun şefaatiyle ümitlenmenin hazzıyla insanı mest ederler. Nafile namazlar ise Allah’a karşı bir sevdanın ve aşkın ifadesidirler. Ruh bu namazlarla adeta Allah’a doğru koşar. Allah’a yaklaşmanın yolu bu nafile ibadetlerden geçer. Bir hadisi şerifte de zaten bu durum belirtilmiştir. Çünkü bu namazlar bir emirle değil, kuldaki istekle doğmuşturlar. Yani insanın hür iradesiyle kıldığı namazlardır. İstese kılmayabilirdi. Onun için hem nefse hem de ruha çok tatlı görünürler. En çok zevk alınan namaz türüdürler. Bu namazlarda rüku ve secdeleri uzun tutmak bu zevkleri daha da artırır. Kısacası her namazın ruhu, tadı birbirinden farklıdır. Bu ibadetlere biraz devam ettiğimizde bu birbirinden farklı tatları almaya, birbirinde ayırmaya başlarız. İnsan nasıl bir yemek çeşidiyle yetinmiyorsa, her yemekte farklı bir tat alıyorsa, namaz türlerinde de durum böyledir. Birinin tadı diğerine benzemez. Hele bu çağda, yani ahir zamanda günah ve küfrün değişik türlerine bulaşmaktan kurtulamayan bizlerin kaza namazlarının iklimine ihtiyaçları ve bu namazların ardından dökülecek gözyaşlarına ihtiyaçları çoktur.
Kaza Namazları Nasıl Kılınır?
Kaza namazlarında sünnetler kılınmaz. Sadece farz ve vacip namazlar kaza edilir. Çünkü Allah bu namazları emretmiştir. Sünnet namazlar sevap ve peygamberin şefaatini kazanmak için kılınır. Kılınmadığı takdirde günah değildirler. Kişi sadece sünnetin sevabından ve faziletinden mahrum kalır. Bunlar da aslında büyük mahrumiyetlerdir. Biliyorsunuz gün içerisinde mutat olarak kılınan tek vacip namaz -tabii Hanefilere göre- yatsı namazından sonra kılınan üç rekâtlı vitir namazıdır. İşte kaza namazlarını kılacak kişi nasıl gün içerisinde vakit namazlarının farzlarını ve vacibini kılıyorsa yine aynı biçimde bir değişiklik yapmaksızın kaza namazlarını kılar. Yani kaza namazları ile farz ve vacip namazlar aynı şekilde kılınırlar. Aralarında hiçbir fark yoktur. Tek fark kaza namazı kılarken niyet almadadır. Zira kaza namazı kılarken iki değişik biçimden birisi ile niyet ederiz.
‘Niyet ettim Allah rızası için kazaya kalmış sonsabah namazının farzını kılmaya…” veya ‘‘Niyet ettim Allah rızası için kazaya kalmış ilk sabah namazının farzını kılmaya…” Dikkat edersek kaza namazları ya sondan başa doğru ya da baştan sona doğru kaza edilmektedir. Bunlardan hangisi kişiye daha hoş geliyorsa onu seçer.
Kaza namazlarının her biri için ayrı ayrı kamet getirmenin daha makbul olacağı bazı âlimlerce belirtilmişse de bazı âlimlerce de bir kametle arka arkaya kaza namazı kılınacağı da ifade edilmiştir.
İnsanların çoğu, özellikle gençler, namazdan uzaktırlar. Pek çok insan namaz kılmamaktadır. Günah ve küfür bataklığında isteseler de bir türlü namaza başlayamamaktadırlar. Haftada bir kıldıkları cuma ve yılda iki kere kıldıkları Bayram namazları ile kendilerini teselli etmektedirler. İnsanlara tövbe yıllar sonra nasip olabilmektedir. Genellikle kırklı ellili yaşlarda insanlar tövbe edip hak yola giriyorlar ve namaza başlıyorlar. Bu durumda bir insanın üzerinde buluğ çağına girdiği yaştan sonra kılamadığı her namaz, kaza namazı olarak kılınmayı beklemektedir. Ülkemizde ortalama olarak erkekler on iki, on üç; kadınlar ise on, on bir yaşlarında buluğ çağına girmektedirler. Buna göre kırk yaşında olan bir erkek yeni namaza başlamışsa en az 28 yıllık bir kaza namazı borcu bulunmaktadır. Bu kadar büyük bir borç nasıl ödenir? Buna ömür yeter mi? İnşallah ödenir, buna da ömür yeter diyelim; ama ömür yetmezse de kişi inşallah güzel niyeti ile Allah katında güzel bir kabul görecektir. Önemli olan bu işe bir ucundan başlamaktır. Allah kalplerimize bakmakta ve bize ona göre değer vermektedir. Karıncaya sormuşlar, ‘Nereye gidiyorsun?’ diye. O da, ‘Hacca!’ diye yanıt vermiş. ‘Sen bu küçük cüssenle onca yolu bitiremezsin.’ demişler. Karınca da, ‘Olsun,’ demiş, ‘yolunda ölürüm!’ İnsan kaza namazları hususunda da böyle düşünmeli, bu namazın ancak gerçek bir tövbe ile Allah’a yönelmiş kullara mahsus olduğunu tefekkür ederek haline şükredip ölünceye, daha doğrusu borcu bitinceye kadar bu namazlara devam etmelidir. Kaza namazlarının tadını alan bir insan, borçlarını bitirdikten sonra da öyle kolay kolay onu bırakamaz. Belki eksiklerim olabilir, belki farzları hakkıyla kılamamışımdır, bahaneleriyle de kaza namazlarını sürdürür. İşte nefis böyledir. Olumlu da olumsuz da olsa bir şeye alıştı mı onu kolay kolay hayatından çıkaramaz. Mesele onu güzel şeylere alıştırmakta.
Kaza namazları için müstakil bir zaman dilimini ayırabiliriz. Örneğin sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı namazlarından sonra… Yani kaza namazları her vakit namazının arkasından kılınabileceği gibi herhangi bir vakit namazının arkasında sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı ve vitir kaza namazlarını da arka arkaya topluca kılabiliriz. Bunu biraz daha açalım. Örneğin sabah namazını kıldık. Bitirdik. Sonra kaza namazlarına başlar, sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı, vitir kaza namazlarımızı arka arkaya kılabiliriz. Bu bir yoldur. Başka bir yol da şöyledir: Örneğin o günün sabah namazını sünneti ile kıldık bitirdik. Sonra bunun üzerine sabah namazının kazası olmak üzere iki rekât daha kılarız. Öğle vaktinde de öğlenin kazası için böyle yaparız. İkindi ve diğer vakitlerde de benzer şekilde devam ederiz. Tabii bazen vaktimiz sıkışık olduğunda iki veya daha çok kaza namazını başka bir vakitte de toplayabiliriz. İşte bir insan bir günde bir günün veya yarım günün kazasını yapa yapa yavaş yavaş üzerindeki bu yükten ve sıkıntıdan kurtulabilir. Allah’ın rahmetine ve affına ulaşabilir.
Kaza namazı her zaman kılınabilir. Yalnız şu üç vakitte kılınmazlar. Sabah namazında güneş doğduktan kırk dakika içerisinde; öğle vaktinde öğle namazı vakti girmeden kırk dakika önce; bir de güneş batmaya yakın yani akşam namazından kırk dakika önce kılınmazlar. Bunlar kerahet vakitleridir.
Bir kişi sabah namazına uyku gibi bir nedenle kalkamayıp daha sonra uyanırsa kerahet vakti çıktıktan sonra sünneti ile birlikte farzı kaza yapar. Geçmiş sabah namazlarının kazası ise sadece farzları ile olur. Sünnetler kılınmazlar.
Allah üzerinde namaz borcu olan cümle ümmet-i Muhammed’e tövbe-i nasuh ile kaza namazlarına başlamayı nasip eylesin. Bizleri engin rahmetiyle bağışlasın. Amin. Selamun aleyküm.
Tabii ki herkes kılabilir. Kimse bu konuda kimseye engel olamaz. Ama kaza namazları bir nasip meselesidir.
Namaz, Allah’ın yüzden fazla ayeti kerime ile emrettiği bir farzdır. Dinin direğidir. Ama insanlar gafletle, günahların ağırlıkları ile namaz kılmayı terk edebilmektedir.
Allah, insana tövbe nimeti nasip ettiğinde eğer bu tövbe, tövbe-i nasuhsa insan geçmişte yaptığı hatalarını tamir etmeye başlar. Bunların içerisinde kaza namazları en başta gelir. Bir insan tövbe yoluna girip de böyle bir telafi ve borç içerisinde değilse, demek ki tövbesi tam değil, yani tövbesi nasuh tövbe ayarında değildir. Bu ortaya çıkar. Nasuh tövbenin en önemli özellikleri yapılan günahlara içten bir pişmanlık duyma, bir daha yapmama azmi ile birlikte geçmişte yapılan kusurları da tamir etme yoluna girmedir. Bu açıdan kaza namazları da bu tövbenin neticesidir. Yoksa insanların çoğu vakit namazlarını, hatta farz namazlarını kılmaktan acizdirler, bir de bunun üstüne kaza namazlarını kılmak gerçekten Allah’a samimi bir şekilde tövbe etmiş, ona yönelmiş ihlâslı kullara mahsustur. Bu ancak bu tür kullara kolay gelir. Onlar kaza namazlarını kılmaya içten gelen bir güç, enerji, heyecan ve şevkle katlanırlar. Yoksa böyle bir tövbe nasip olmazsa o kişi isterse namaza başlasın, yani vakit namazlarını çeşitli vesilelerle kılmaya başlasın, kolay kolay kaza namazlarını kılmaya yanaşmayacaktır, daha doğrusu hiçbir zaman kaza namazlarını kılamayacaktır, bu konuda Allah’ın affına ve merhametine güvenecektir ya da kaza namazları aleyhinde çeşitli bahanelere sığınacaktır. Bundan dolayı kaza namazı için öncelikle Allah bizlere tövbe-yi nasuh nasip eylesin. Amin.
İnsan nefsi öyle ahmak, öyle küstahtır ki, geçmişte kılamadığı namazların büyük bir günah olduğunu namaza başlamakla unutur. Kılamadığı namazlar sanki bir şey değilmiş gibi davranır. Güya tövbe edip namaza başlamakla geçmişteki namaz borçlarının üzerinden düştüğünü, kalktığını farz eder. Bu zannına da çeşitli dayanaklar aramaya başlar. Bulduğu dayanaklardan da aslında kendisi de şüphe duyar. Çünkü şüpheyle hareket ettiği gibi şüpheli düşüncelere dayanır, durur. Örneğin der ki, ‘Kuran’da kaza namazı diye bir şey yok, böyle bir şey olsaydı Allah bunu Kuran’da belirtirdi.’ Halbuki sünnette kaza namazı vardır. Yani peygamberimiz kaza namazını bizzat uygulamıştır. Bu konuda ashaptan intikal eden pek çok hadis-i şerif vardır. Peygamberimiz çeşitli nedenlerle kılamadığı namazları ya ashabıyla birlikte veya kendisi bizzat kaza yapmıştır. Kaldı ki fıkhın inceliklerini anlayacak kadar herkes derin bilgiye de sahip olamaz. Onun için mezhep imamları vardır. Mezhep imamları bu konuda fetvalar vermişlerdir. Hak mezheplerde, hususiyle Hanefi mezhebinde bu konu tartışmaya açılmayacak bir biçimde karara bağlanmış; insanın üzerindeki kaza namazlarını bir an önce ödemesi gerektiği belirtilmiştir. Şafi mezhebi bu yönde bir kolaylığa gitmiş, sünnet ve nafile namazları yerine öncelikle kaza namazlarının kılınmasını istemiştir. Hambeli ve Maliki mezhepleri de Şafii mezhebi gibi öncelikle sünnet ve nafile namazların yerine kaza namazlarının kılınması hususunda ısrar etmişlerdir. Kaza namazı kılma hususunda nefsin ve şeytanın sözlerini dinleyeceğimize mezhep imamlarının içtihatlarına değer verirsek kanaatimce daha doğru hareket etmiş oluruz. Tövbe-i nasuhun ruhuna daha çok yaklaşırız. Onun için yukarıda dedim ki, kaza namazını ancak tövbe-i nasuh etmiş kişiler kılabilir. Başkalarına kaza namazları ağır gelir. Onu kılmaya güç yetiremezler. Bundan dolayı insanların önce gerçek bir tövbe ile yani nasuh tövbesi ile Allah’a yönelmeleri, sonra da kaza namazlarını kılmaları gerekmektedir. Arsa olmayınca evi neyin üzerine kuracaksın? Yani bu benzetmede arsa tövbe-i nasuh, ev de kaza namazlarıdır. İş bununla da bitmiyor. Çünkü kaza namazları hiçbir zaman gerçek namazların yerine geçemez. Belki de Allah bunun için Kuran-ı Kerim’inde bunu hiç söz konusu etmemiştir. Aslında böyle düşünmek edepli kula daha çok yakışacaktır. Şu kesin ki, âlemlere rahmet olarak gönderilen Rasulullah, Allah katında affedilme, merhamete ulaşma yolu olarak ümmetine örnek teşkil etmek için kaza namazlarını kılmıştır. Yani kaza namazlarını kılan kul o günahtan kurtulduğunu düşünmemeli, bunun her zaman ezikliğini yaşamalı, ama Allah’ın rahmetinden de ümidini kesmemelidir. Durum böyle iken bazı insanların namaza başlamakla Allah’ı minnet altında bırakırcasına ‘Ne yani bir de kaza namazlarını mı kılacağız, namaza başlamamız yetmiyor mu?’ demeleri veya böyle düşünmeleri en başta büyük bir edepsizliktir. Suçlu insan hatasını, bir de mezhebini unuttu mu cüretkâr ve ahmak olur. Ne dediğini, sözün nereye kadar vardığını bilmez. Ömrünü fıkıh ilmine adamış mezhep imamlarına laf atmaya başlar. Dinden mezhepten çıkar haberi olmaz. Kılmaya başladığı ruhtan yosun namazları ile -haşa- Allah’ı minnet altına sokmaya çalışır. Allah nefsin ve şeytanın elinde esir durumda olan bizleri bu tür isyanlardan muhafaza buyursun. Amin.
Sünnet Namazları Kaza Namazları Yerine Geçmez mi?
Sünnet namazları peygamberimizi taklitle kılınan namazlardır. İnşallah Allah ahrette o namazlarla hem farz namazlarımızdaki eksikleri tamamlayacak hem de bizleri peygamberimizin şefaatine mazhar kılacaktır. Buna işaret eden hadis-i şerifler var. Hatta hadis-i şerifler tüm nafile namazları da bu kapsam içerisine almaktadır. Ama bize düşen şey bu dünyada iken Allah’ın işine karışmamak, farz namazları zamanında kılmamanın günahını ruhunda duyarak affedilmek için kaza namazlarını kılmaya gayret etmektir. Çünkü peygamberimiz (s.a.s.) sünnet, nafile namazlar dışında kaza namazlarını da ayrı olarak kılmışlardır. Zaten mezhep imamları da bu yüzden kaza namazının varlığını kabul edip ayrı bir namaz türü olarak kılınması gerektiğine hükmetmişlerdir. Ayrıca Hanefi mezhebine göre farz ve sünnet namazı, kaza namazları yanında diğer nafile namazlara da ihtimam göstermek gerekir: Teheccüd, duha, evvabin gibi. Farz namazlar emrin neticesi olduğundan daha bir tatlıdır. İnsana ödevini yapmanın huzurunu verirler. Kaza namazları geçmişteki kusurdan ötürü kılındığından insandaki ucup, gurur, kibir gibi nefsin damarlarını kırar, kulluğundaki acziyeti hatırlatırlar. Allah’ın rahmetine ve mağfiretine sığındırırlar. Sünnet namazlar, Rasullullah’a tabi olmanın, onun şefaatiyle ümitlenmenin hazzıyla insanı mest ederler. Nafile namazlar ise Allah’a karşı bir sevdanın ve aşkın ifadesidirler. Ruh bu namazlarla adeta Allah’a doğru koşar. Allah’a yaklaşmanın yolu bu nafile ibadetlerden geçer. Bir hadisi şerifte de zaten bu durum belirtilmiştir. Çünkü bu namazlar bir emirle değil, kuldaki istekle doğmuşturlar. Yani insanın hür iradesiyle kıldığı namazlardır. İstese kılmayabilirdi. Onun için hem nefse hem de ruha çok tatlı görünürler. En çok zevk alınan namaz türüdürler. Bu namazlarda rüku ve secdeleri uzun tutmak bu zevkleri daha da artırır. Kısacası her namazın ruhu, tadı birbirinden farklıdır. Bu ibadetlere biraz devam ettiğimizde bu birbirinden farklı tatları almaya, birbirinde ayırmaya başlarız. İnsan nasıl bir yemek çeşidiyle yetinmiyorsa, her yemekte farklı bir tat alıyorsa, namaz türlerinde de durum böyledir. Birinin tadı diğerine benzemez. Hele bu çağda, yani ahir zamanda günah ve küfrün değişik türlerine bulaşmaktan kurtulamayan bizlerin kaza namazlarının iklimine ihtiyaçları ve bu namazların ardından dökülecek gözyaşlarına ihtiyaçları çoktur.
Kaza Namazları Nasıl Kılınır?
Kaza namazlarında sünnetler kılınmaz. Sadece farz ve vacip namazlar kaza edilir. Çünkü Allah bu namazları emretmiştir. Sünnet namazlar sevap ve peygamberin şefaatini kazanmak için kılınır. Kılınmadığı takdirde günah değildirler. Kişi sadece sünnetin sevabından ve faziletinden mahrum kalır. Bunlar da aslında büyük mahrumiyetlerdir. Biliyorsunuz gün içerisinde mutat olarak kılınan tek vacip namaz -tabii Hanefilere göre- yatsı namazından sonra kılınan üç rekâtlı vitir namazıdır. İşte kaza namazlarını kılacak kişi nasıl gün içerisinde vakit namazlarının farzlarını ve vacibini kılıyorsa yine aynı biçimde bir değişiklik yapmaksızın kaza namazlarını kılar. Yani kaza namazları ile farz ve vacip namazlar aynı şekilde kılınırlar. Aralarında hiçbir fark yoktur. Tek fark kaza namazı kılarken niyet almadadır. Zira kaza namazı kılarken iki değişik biçimden birisi ile niyet ederiz.
‘Niyet ettim Allah rızası için kazaya kalmış sonsabah namazının farzını kılmaya…” veya ‘‘Niyet ettim Allah rızası için kazaya kalmış ilk sabah namazının farzını kılmaya…” Dikkat edersek kaza namazları ya sondan başa doğru ya da baştan sona doğru kaza edilmektedir. Bunlardan hangisi kişiye daha hoş geliyorsa onu seçer.
Kaza namazlarının her biri için ayrı ayrı kamet getirmenin daha makbul olacağı bazı âlimlerce belirtilmişse de bazı âlimlerce de bir kametle arka arkaya kaza namazı kılınacağı da ifade edilmiştir.
İnsanların çoğu, özellikle gençler, namazdan uzaktırlar. Pek çok insan namaz kılmamaktadır. Günah ve küfür bataklığında isteseler de bir türlü namaza başlayamamaktadırlar. Haftada bir kıldıkları cuma ve yılda iki kere kıldıkları Bayram namazları ile kendilerini teselli etmektedirler. İnsanlara tövbe yıllar sonra nasip olabilmektedir. Genellikle kırklı ellili yaşlarda insanlar tövbe edip hak yola giriyorlar ve namaza başlıyorlar. Bu durumda bir insanın üzerinde buluğ çağına girdiği yaştan sonra kılamadığı her namaz, kaza namazı olarak kılınmayı beklemektedir. Ülkemizde ortalama olarak erkekler on iki, on üç; kadınlar ise on, on bir yaşlarında buluğ çağına girmektedirler. Buna göre kırk yaşında olan bir erkek yeni namaza başlamışsa en az 28 yıllık bir kaza namazı borcu bulunmaktadır. Bu kadar büyük bir borç nasıl ödenir? Buna ömür yeter mi? İnşallah ödenir, buna da ömür yeter diyelim; ama ömür yetmezse de kişi inşallah güzel niyeti ile Allah katında güzel bir kabul görecektir. Önemli olan bu işe bir ucundan başlamaktır. Allah kalplerimize bakmakta ve bize ona göre değer vermektedir. Karıncaya sormuşlar, ‘Nereye gidiyorsun?’ diye. O da, ‘Hacca!’ diye yanıt vermiş. ‘Sen bu küçük cüssenle onca yolu bitiremezsin.’ demişler. Karınca da, ‘Olsun,’ demiş, ‘yolunda ölürüm!’ İnsan kaza namazları hususunda da böyle düşünmeli, bu namazın ancak gerçek bir tövbe ile Allah’a yönelmiş kullara mahsus olduğunu tefekkür ederek haline şükredip ölünceye, daha doğrusu borcu bitinceye kadar bu namazlara devam etmelidir. Kaza namazlarının tadını alan bir insan, borçlarını bitirdikten sonra da öyle kolay kolay onu bırakamaz. Belki eksiklerim olabilir, belki farzları hakkıyla kılamamışımdır, bahaneleriyle de kaza namazlarını sürdürür. İşte nefis böyledir. Olumlu da olumsuz da olsa bir şeye alıştı mı onu kolay kolay hayatından çıkaramaz. Mesele onu güzel şeylere alıştırmakta.
Kaza namazları için müstakil bir zaman dilimini ayırabiliriz. Örneğin sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı namazlarından sonra… Yani kaza namazları her vakit namazının arkasından kılınabileceği gibi herhangi bir vakit namazının arkasında sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı ve vitir kaza namazlarını da arka arkaya topluca kılabiliriz. Bunu biraz daha açalım. Örneğin sabah namazını kıldık. Bitirdik. Sonra kaza namazlarına başlar, sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı, vitir kaza namazlarımızı arka arkaya kılabiliriz. Bu bir yoldur. Başka bir yol da şöyledir: Örneğin o günün sabah namazını sünneti ile kıldık bitirdik. Sonra bunun üzerine sabah namazının kazası olmak üzere iki rekât daha kılarız. Öğle vaktinde de öğlenin kazası için böyle yaparız. İkindi ve diğer vakitlerde de benzer şekilde devam ederiz. Tabii bazen vaktimiz sıkışık olduğunda iki veya daha çok kaza namazını başka bir vakitte de toplayabiliriz. İşte bir insan bir günde bir günün veya yarım günün kazasını yapa yapa yavaş yavaş üzerindeki bu yükten ve sıkıntıdan kurtulabilir. Allah’ın rahmetine ve affına ulaşabilir.
Kaza namazı her zaman kılınabilir. Yalnız şu üç vakitte kılınmazlar. Sabah namazında güneş doğduktan kırk dakika içerisinde; öğle vaktinde öğle namazı vakti girmeden kırk dakika önce; bir de güneş batmaya yakın yani akşam namazından kırk dakika önce kılınmazlar. Bunlar kerahet vakitleridir.
Bir kişi sabah namazına uyku gibi bir nedenle kalkamayıp daha sonra uyanırsa kerahet vakti çıktıktan sonra sünneti ile birlikte farzı kaza yapar. Geçmiş sabah namazlarının kazası ise sadece farzları ile olur. Sünnetler kılınmazlar.
Allah üzerinde namaz borcu olan cümle ümmet-i Muhammed’e tövbe-i nasuh ile kaza namazlarına başlamayı nasip eylesin. Bizleri engin rahmetiyle bağışlasın. Amin. Selamun aleyküm.