Memun Dönemi Tarihi - Memun Dönemi Hakkında - Memun Dönemi Olayları - Memun Dönemi Bizans İlişkileri
-Harun Reşit'in ölümü üzerine yerine oğlu Emin geçti.
-Kısa süre sonra yerine Harun Reşit'in diğer oğlu Me'mun geçti.
-Mu'tezile Mezhebi bu dönemde ortaya çıktı.
-Bu dönemde Antik Çağ Yunan eserleri Arapça'ya çevrildi.
UYARI: Arap-İslam Devleti kültür ve sanat alanında dışarıdan (Helenizm'den) en çok bu dönemde etkilenmiştir.
ABBÂSÎ HALİFESİ ME’MÛN DÖNEMİNDE (813-833) BİZANS’LA İLİŞKİLER
Dr. Casim AVCI
Me’mûn dönemi (198-218/813-833) Abbâsî-Bizans ilişkilerinin canlılığı ve çeşitliliği bakımından özel bir önem arzeder. Bu ilişkilerin daha ziyade Me’mûn’un saltanatının son yıllarına rastlaması da dikkate değer bir husustur. Her şeyden önce Hârûn er-Reşîd’in (170-193/786-809) 190 (806) yılında büyük bir orduyla gerçekleştirdiği ve İmparator I. Nikephoros’u (802-811) vergiye bağladığı Bizans seferinden[2] sonra Me’mûn’un birinci Anadolu seferine kadar (215/830) yirmi beş yıla yakın bir süre Abbâsî devleti ile Bizans imparatorluğu arasında büyük ölçüde bir askerî harekâtın yapılmadığını hatırlamak gerekir. Bunda, her iki tarafı ciddî bir şekilde meşgul eden iç ve bazan da dış problemlerin payı büyüktür.
Bizans’la ilişkiler bağlamında Me’mûn’un hilâfetini iki döneme ayırmak mümkündür: Birinci dönem 198-215 (813-830) yılları arasını kapsamaktadır. Bu dönemde her iki tarafı meşgul eden iç veya bazan da başka dış problemler mevcuttur ve taraflar arasındaki ilişkiler noktasından bakıldığında genel itibariyle bir sukûnet devresi manzarası arzeder. Bununla birlikte aşağıda belirtileceği gibi küçük çaplı bazı ilişkiler de söz konusudur. Me’mûn’un birinci Anadolu seferinden vefatına kadar 215-218 (830-833) yıllarını ihtiva eden ikinci dönem ise genel itibariyle Abbâsîler’in bizzat halifenin şahsında inisiyatifi ele geçirdiği karşılıklı mücadeleler devri olmuştur. Bu dönem aynı zamanda bilim ve sanat alanında önemli bazı ilişkilere sahne olması bakımından da dikkat çekicidir.
Birinci dönemde genel olarak tarafların durumu ve ikili ilişkiler açısından zikredilebilecek bazı hususlar şöyle sıralanabilir:
Abbâsî devletinde Hârûn er-Reşîd’in ölümünden sonra tahta çıkan Emîn (193-198/809-813) ile Horasan bölge valiliğini yürüten kardeşi Me’mûn arasındaki iktidar mücadelesi Emîn’in öldürülmesi ve Me’mûn’un hilâfet makamına geçmesiyle sonuçlandı (198/813) [5]. Me’mûn’un tahta çıkışından kısa bir süre sonra Hz. Ali’nin soyundan gelen İbn Tabatabâ (Ebû Abdullah Muhammed b. İbrahim) Kûfe’de ayaklanarak halifeliğini ilân etti (199/815). İbn Tabatabâ’nın, kısa bir süre sonra ölümü ve bağımsızlık mücadelesini sürdüren Ebü’s-Serâyâ eş-Şeybânî’nin öldürülmesiyle isyan sona ermiş oldu (200/815). Me’mûn’un dönemin önemli kumandan ve valilerinden Herseme b. A‘yen’i öldürtmesi (200/816) ve Şiîlikle kısmî bir uzlaşma politikasına yönelik olarak Ali evlâdından İmam Ali er-Rızâ’yı kendisinden sonra halife olmak üzere veliahd tayin etmesi Bağdat halkının şiddetli tepkisine yol açtı. Özellikle Ali er-Rızâ’nın veliahd tayin edilmesi karşısında Bağdat halkı Me’mûn’u hal‘ ederek İbrahim b. Mehdî’ye biat etti (202/817). Bu gelişmeler üzerine, halife olduğundan beri Merv’de kalıp devleti buradan yönetmeye devam eden Me’mûn Bağdat’a gelerek karışıklıklara son verdi (204/819)[6]. Emîn-Me’mûn mücadelesinde Emîn’in tarafını tutmuş olan Nasr b. Şebes el-Ukaylî, Me’mûn’un halife oluşundan kısa bir süre sonra, Araplar’dan ziyade İranlılar’ın nüfuz sahibi olmasına tepki göstererek el-Cezîre bölgesinde ayaklandı. Me’mûn’u ciddî bir şekilde uğraştıran isyan bölge valisi Abdullah b. Tâhir tarafından 209 (824) yılında ancak bastırılabildi. Bu dönemde Mısır’da da karışıklıklar yaşandı. Mısır valisi Serî b. Hakem’in 205’te (820-21) ölümünden sonra yerine geçen oğlu Ubeydullah’ın isyanı, halifenin görevlendirdiği Abdullah b. Tâhir tarafından bastırıldı (211/826-27). Mısır’daki bazı Arap kabilelerinin 214 (829) yılında çıkardığı diğer bir isyan da halifenin Mısır ve Suriye valiliğine tayin ettiği kardeşi Mu‘tasım-Billâh tarafından bastırıldı. Me’mûn döneminde meydana gelen önemli isyanlardan biri de Azerbaycan’da ortaya çıkan dinî-siyasî mahiyetteki Hürremiyye hareketinin lideri Bâbek’in isyanıdır. 201 (816) yılında başlayan ayaklanma farklı zamanlarda âsiler üzerine gönderilen Abbâsî ordularının peş peşe mağlup edilmesiyle son derece tehlikeli bir hal almış ve ancak Me’mûn’dan sonra Mu‘tasım-Billâh döneminde (218-227/833-842) Bâbek’in öldürülmesiyle son bulmuştur (223/838)[7]. Öte yandan Mu‘tezile’yi resmî mezhep ilân eden Me’mûn 212 (827) yılından itibaren herkesi bu mezhebin temel görüşlerinden biri olan Kur’ân’ın ezelî olmayıp sonradan yaratıldığı (mahlûk olduğu) görüşünü benimsemeye zorladı. Hatta 218’de (833) çıkardığı fermanla dönemin ileri gelen âlimlerinin bu hususta sorguya çekilmesini istedi ve aksi görüşü savunanları cezalandırdı (mihne). Halifenin bu tutumu da toplumda karışıklık ve huzursuzluğa yol açtı.
Bizans’ta ise İmparator I. Nikephoros’un 811 yılında Bulgar hanı Krum (802-814) ile yaptığı savaşta mağlubiyete uğrayarak öldürülmesiyle imparatorluk ağır bir darbe almış, Stavrakios’un (811-811) ardından I. Mikhail Rangabe’nin (811-813) sönük geçen kısa süreli saltanatından sonra Ermeni V. Leon (813-820) imparatorluk tahtına çıkarılmıştı. Bizans’a yönelik Bulgar tehdidi bu dönemde de devam etmiş, 813 yılında İstanbul’a kadar gelen Bulgarları ancak başkentin surları durdurabilmişti. Krum’un yeni bir İstanbul seferi sırasında ölümü (814) ve dikkatini daha ziyade kuzeybatıya ve ülkenin iç güçlenmesine çeviren kudretli Bulgar hanı Omurtag (814-831) ile otuz yıllık bir barış antlaşması imzalanması sayesinde Bizans, Bulgar tehlikesinden kurtuldu. Ancak Ostrogorsky’nin ifadesiyle “askerî bir ruh ve resim düşmanı zihniyetle temayüz eden” V. Leon’un Bizans toplumunda ciddî çalkantılara yol açan ve II. İznik konsili (787) ile sona erdirilmiş bulunan tasvir karşıtı hareketi (Ikonoklazma) tekrar başlatması kilise başta olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerinde tepki ile karşılandı. Tasvir taraftarı olduğu için azledilen Patrik Nikephoros’un yerine getirilen Theodotos Melissenos’un başkanlığında Ayasofya kilisesinde toplanan synod, tasvir karşıtı kararlar aldı (815). Muhaliflerini takibata uğratarak cezalandıran V. Leon 820 yılı noelinde Ayasofya’daki dinî ayin sırasında öldürüldü ve tahta II. Mikhail (820-829) çıktı. Amorion hanedanının (820-867) kurucusu II. Mikhail, tasvir aleyhtarı olmakla birlikte tasvir taraftarlarına karşı müsamahalı bir tavır takındı, ayrıca tasvirlerle ilgili her türlü tartışmayı yasakladı. Ancak imparatorun tahta çıkışından bir süre sonra eski silâh arkadaşı ve Anadolulu bir İslav olan Thomas’ın liderliğinde başlayan isyan devleti ciddî ölçüde tehdit edici boyutlara ulaştı. Anadolu’daki çeşitli etnik gurupları etrafına toplayan Thomas, tasvir karşıtlığı gibi dinî sebeplerle başkentten nefret eden, ağır vergi yükü ve devlet memurlarının haksız davranışları karşısında çaresiz kalan halk kitlelerini harekete geçirdi. Böylece etnik, dinî ve sosyal problemlerden beslenen isyan hareketi kısa zamanda Anadolu’nun büyük kısmını sardı. Öyle ki, Anadolu’da sadece Opsikion ve Armeniakon thema’ları imparatora sadakatlerini korudular. Antakya patriği tarafından imparator olarak taçlandırılan Thomas, Kibyraioton themasının da desteğiyle donanmayı ele geçirdi ve İstanbul’a kadar gelerek 821 yılı aralık ayından itibaren bir yıldan fazla süreyle başkenti kuşatma altında tuttu. Bulgar hanı Omurtag’ın yardımıyla Thomas, 823 yılı ilkbaharında başkentten uzaklaştırıldı. Küçük bir maiyyetle Arkadiopolis’e (Lüleburgaz) kaçan Thomas ekim ayında imparatorun eline düştü ve korkunç işkencelerden sonra idam edildi. Üç yıl boyunca ülkeyi kasıp kavuran bu iç savaş yüzünden Bizans imparatorluğu oldukça zayıf düşmüştü. Her ne kadar iç problemler yüzünden Abbâsî halifeliğinden Bizans’a yönelik kuvvetli bir taarruz söz konusu değilse de Bizans devleti Arap-İslâm dünyasının diğer kısımlarınca büyük tehlikelere maruz kaldı. 202 (817-18) yılında Kurtuba’da (Cordoba) yaşanan ayaklanmadan sonra Endülüs Emevî hükümdarı I. Hakem (796-822) tarafından sürgün edilen ve Mısır’a gelerek İskenderiye’ye hâkim olan Endülüslüler 211 (826-27) yılında bastırılan bir isyan sonrası burayı terk etmek zorunda kaldılar ve reisleri Ebû Hafs Ömer b. Îsâ (Şuayb) el-Endelüsî’nin idaresinde denize açılarak Bizans hakimiyetindeki Girit’i ele geçirdiler (212/827)[14]. Böylelikle Bizans doğu Akdeniz’de bulunan en önemli stratejik üslerinden birini kaybetmiş oldu. Öte yandan Kuzey Afrika’da hüküm süren Ağlebîler, Ziyâdetullah b. İbrahim (201-223/817-838) döneminde, İmparator II. Mikhail tarafından tayin edilen valiye karşı ayaklanan Sicilya deniz kuvvetleri kumandanı Euphemious’un yardım isteği üzerine 212 (827) yılında adaya çıktılar ve fetih harekâtına başladılar. Her iki gelişme ile Bizans imparatorluğunun Akdeniz ve Adriyatik bölgesindeki nüfuzu büyük ölçüde sarsıldı. II. Mikhail’den sonra Bizans imparatorluk tahtına oğlu Theophilos (829-842) çıktı.
Buraya kadar anlatılanlarla ilgili olarak Abbâsî-Bizans ilişkileri açısından en dikkat çekici husus, iki tarafın doğrudan karşı karşıya gelmemekle birlikte, kendi ülkeleri için oldukça büyük tehlikeler arzeden Bâbek ve Thomas isyanlarında birbirlerinin aleyhine bir tutum sergileyerek âsileri desteklemiş olmalarıdır. Buna göre Abbâsîler, Bizans tahtını ele geçirmek üzere mücadele veren Thomas’ı desteklerken, Bizans da Abbâsî hilâfetine karşı ayaklanmış bulunan Bâbek’in tarafını tutmakta sakınca görmemiştir.
Thomas, I. Nikephoros tarafından 803 yılında bütün Anadolu themalarının baş kumandanlığına tayin edilmiş bulunan Bardanes Tourkos’un isyanı sırasında onun yanında yer almış, isyanın başarısızlıkla sonuçlanması üzerine de Suriye’ye kaçmıştı. On yıl kadar Araplar arasında kaldıktan sonra V. Leon döneminde 813 yılında Bizans’a dönen Thomas, 820 yılında bahsi geçen ayaklanmayı başlatmıştı. Rivâyete göre Abbâsî topraklarında bulunduğu sırada Thomas halife Hârûn er-Reşîd’in huzuruna çıkarak kendisini 797’de tahttan indirilen İmparator VI. Konstantinos’un oğlu olarak tanıtmış ve Bizans tahtını ele geçirmek üzere halifeden askerî yardım talep etmişse de bir sonuç elde edememiştir. Thomas daha sonra Me’mûnla ittifak yapmış, halifenin desteğiyle Antakya patriği tarafından imparator olarak taçlandırılmış, buna karşılık da halifeye Bizans tahtını ele geçirmesi halinde kendisine bağlı kalıp vergi ödeyeceğini va‘detmiştir. A. Salem’in de belirttiği gibi Thomas’ın bu teklifte ne kadar samimi olduğu veya Me’mûn’un ona ne kadar güvendiği hususu bilinmemekle birlikte Thomas’ın girişimlerinin Abbâsî devleti lehine olarak Bizans’ın gücünü zayıflatacağı ve halifeye Bizans’a karşı harekete geçmek üzere uygun ortamın oluşmasına yardımcı olacağı açıktır. Bununla birlikte halifenin Thomas’a ciddî sayılabilecek bir askerî yardım sağladığına dair rivâyetlere rastlanmadığını da belirtmek gerekir.
Diğer taraftan Bizans da, Azerbaycan bölgesinde geniş halk kitlelerini etrafında toplayıp 201 (816) yılından itibaren Abbâsî devletine karşı ayaklanan ve gücünü her geçen gün artıran Bâbek’i desteklemeyi kendi çıkarlarına uygun bulmuş olmalıdır. Nitekim Bizans kaynakları İmparator Theophilos ile Bâbek arasında bir anlaşmanın varlığını kaydetmekte ve Me’mûn’un Anadolu’ya yaptığı daha ilk seferde Bâbek kuvvetlerinin İslâm ordularına karşı Bizanslılar’la işbirliği yaptıkları anlaşılmaktadır.
Halife Me’mûn döneminin birinci devresi ile ilgili diğer bazı olaylar şöyle sıralanabilir: Mes‘ûdî’nin kaydına göre Zilkade 201 (Mayıs-Haziran 817) tarihinde Sugûr valisi Nasr b. Sâbit gözetiminde Bizans’la esir değişimi yapılmıştır. Mes‘ûdî’nin ifadelerinden bunun sınır boylarındaki çatışmalar sırasında taraflarca ele geçirilen az sayıda esiri konu alan mahallî boyutta bir olay olduğu anlaşılmaktadır. Makrîzî 200 (815) yılından birkaç yıl sonra Mısır’daki karışıklıkları fırsat bilen Bizans donanmasının Dimyat’a saldırdığını kaydeder. Saldırının boyutu ve tarihi konusunda kesin bilgi vermeyen kaynağın ifadelerinden olayın 203 (818)-209 (825) yılları arasında gerçekleştiğini söylemek mümkündür.[23] Belâzürî’nin bir rivâyetine göre II. Mikhail döneminde Bizanslılar Zibatra’ya saldırıp kaleyi tahrip ettiler ve otlaklardaki hayvanları da alıp götürdüler. Kalenin tamir ve tahkim edilmesini emreden Me’mûn, 210 (825) yılında elçiler gönderip barış isteyen imparatorun teklifini kabul etmedi. Ayrıca sınır bölgesindeki valilere mektup yazıp Bizans topraklarına saldırmalarını istedi. Halifenin emri doğrultusunda Bizans topraklarına akın eden valiler çok sayıda Bizanslıyı öldürüp zaferler kazandılar.
Bu dönemde zikredilebilecek diğer bir rivâyet diplomatik ziyareti konu edinmekte, ancak ayrıntıları bilinmemektedir. Buna göre bir defasında biri Bizans imparatoru (V. Leon), diğeri de Habeş kralı tarafından gönderilen iki elçi Me’mûn’un veziri Fadl b. Sehl’in (ö. 202/817) huzuruna çıkmıştı. Hitabet yeteneği ve seviyeli cevaplarıyla dikkat çeken elçilerin bu özelliklerinden ve kendi krallarıyla ilgili müsbet değerlendirmelerinden haberdar olan Me’mûn onlara 20.000 dinar vermiş ve takdirlerini ifade etmiştir.
Me’mûn’un Bizans’la ilişkiler bakımından ikinci dönemi saltanatının son yıllarına rastlamaktadır. Bu sırada Bizans tahtında Theophilos (829-842) bulunmaktadır. Theophilos tahta çıktıktan sonra hocası Synkellos Ioannes Grammatikos’u (Yuhanna en-Nahvî) Me’mûn’a elçi olarak gönderir. İmparator II. Mikhail’den sonra Theophilos’un tahta çıktığını halifeye bildiren elçi, beraberindeki hediyeleri de takdim eder. Bu arada II. Mikhail döneminde ayaklanmış ve Abbâsî devletine sığınmış olan general Manuel ile de görüşme imkanı bulur. Manuel’e Bizans’a dönmesi halinde affedileceğine dair yeni imparatorun güvencesinin yer aldığı altın mühürle mühürlenmiş fermanını ve yine bizzat imparator tarafından hediye olarak gönderilen haçı verir. Bu ilgiden yeteri derecede etkilenen Manuel Bizans’a geri döner.
Bizans’a karşı yeniden başlatılan mücadeleler bu dönemin temel niteliğini teşkil eder. Halife bizzat ordusunun başında olduğu halde Bizans’a dört sefer yapmış ve ölümü de son Anadolu seferinde vuku bulmuştur. Bu seferlerin temel amacı Bizans’ın sınırlarını zayıflatarak Sugûr ve gerisindeki bölgeyi muhtemel tecavüzlerden korumak ve onların Bâbek’i kışkırtmalarına engel olmaktı. Me’mûn 24 Muharrem 215’te (23 Mart 830) Bizans’a karşı savaşmak amacıyla başkent Bağdat’tan Anadolu’ya hareket etti. Birkaç gün Tikrît’te kaldıktan sonra Musul, Nusaybin, Re’sülayn, Harran, Urfa, Menbic, Dâbık, Antakya ve Massîsa (Misis) üzerinden Tarsus’a ulaştı; 15 Cemâziyelevvel 215’te (10 Temmuz 830) Bizans topraklarına girdi. Kapadokya bölgesinde harekâtta bulunarak Mâcide ve daha sonra 24 Cemâziyelevvel’de (19 Temmuz) Kurre (Küre) kalelerini fethetti. İbn Kuteybe’ye göre Me’mûn, Harşene (Kharsianon) ve Samâlû kalelerini de ele geçirdi. Zaferlerle ilgili fetihnâme 10 Receb’te (2 Eylül) Bağdat’ta okundu. 17 Receb 215’te (9 Eylül 830) Tarsus’a dönen Me’mûn birkaç gün sonra kışı geçirmek üzere Dımaşk’a hareket etti. Bu sefer sırasında Me’mûn’un kumandanlarından Eşnâs et-Türkî, Uceyf b. Anbese ve Ca‘fer el-Hayyât da Sündûs ve Sinân adlı kaleleri fethettiler. Me’mûn’un oğlu Abbas ise Malatya bölgesinde akınlarda bulunduktan sonra valisi bulunduğu Sugûr’a döndü. İbn Tayfûr daha önce Abbâsîler’e sığınmış olan Bizanslı general Manuel’in bu sefer sırasında ihanet edip Bizans tarafına geçtiğini kaydetmektedir.
Ertesi yıl İmparator Theophilos, halifenin Dımaşk’ta bulunmasından istifadeyle Toroslar’ı aşarak Massîsa ve Tarsus yakınlarına kadar geldi. Karşısına çıkan İslâm ordularını bozguna uğratıp yaklaşık 1. 600 (veya 2. 000) kişiyi öldürdü, 7. 000 kişiyi de esir aldı. Bunun üzerine harekete geçen Me’mûn 19 Cemâziyelevvel 216’da (4 Temmuz 831) Anadolu’ya girdi. Külek Boğazı’nı geçip Ereğli (Herakleia) üzerine yürüdü. Hârûn er-Reşîd tarafından 190 (806) yılında zapt edilmiş, ancak kısa bir süre sonra tekrar Bizanslılar’ın eline geçmiş olan bu önemli kale Me’mûn’a teslim oldu. Daha sonra halifenin oğlu Abbas ve kardeşi Mu‘tasım-Billâh müstakil kuvvetlerin başında değişik istikametlerde akınlarda bulundular. Rivâyete göre Mu‘tasım-Billâh bu sefer sırasında otuz kale fethetti. Abbas da Antigu (Niğde?) Hasîn ve Ahrab kalelerini aldıktan sonra karşısına çıkan İmparator Theophilos’u mağlub etti. Yahya b. Eksem Tuvâne ve çevresinde ilerleyerek Bizans’ı zayiata uğrattı. Me’mûn bizzat sevk ve idare ettiği bir orduyla Aksaray-Niğde arasındaki topraklarda başarılı akınlar gerçekleştirdi. Üç ay kadar devam eden seferin ardından Bizans imparatoru, Me’mûn’a yakın çevresinden birini, muhtemelen Ioannes Grammatikos’u elçi olarak göndererek 100. 000 dinar ödemek ve 7. 000 müslüman esiri serbest bırakmak karşılığında elinden çıkan yerleri kendisine iade etmesini ve beş yıllık bir mütareke imzalanmasını teklif etti (216/831). Ancak İmparator Theophilos’un barış talebi ve diğer tekliflerini içeren mektubun üslûbu diplomatik bir krize sebep oldu. Rivâyete göre halife, mektupta kendi adının imparatorun isminden sonra yazılmış olduğunu görünce son derece sinirlendi ve mektubu derhal iade etti. Bunun üzerine Theophilos halifenin adını önce zikrederek “Allah’ın kulu ve insanların en şereflisi Arap hükümdarı Me’mûn’a, Bizans imparatoru Theophilos’tan...” şeklinde başlayan ikinci mektubunu gönderdi ancak halifeden bir karşılık göremedi. İmparatorun barış teklifini reddeden Me’mûn ertesi yıl yapacağı sefer hazırlıklarıyla meşgul olmak üzere Dımaşk’a döndü.
Aynı yılın sonunda Mısır’daki karışıklıklara son vermek üzere Dımaşk’tan Kahire’ye hareket eden Me’mûn ertesi yılın başlarında isyanı bastırdı (217/832). Ardından Dımaşk’a döndü ve hazırlıklarını tamamlayıp üçüncü Bizans seferine çıktı. Bir süre Adana’da kaldıktan sonra Lü’lüe Kalesi (Hısnu Lu’lu’e) üzerine yürüdü. Kaleyi üç aydan fazla bir süre muhasara altında tuttuktan sonra Uceyf b. Anbese’yi burada bırakarak ayrıldı. Rivâyete göre Uceyf, bir ara Bizans’a esir düştüyse de kurtulmayı başardı. Bu sırada buraya gelen İmparator Theophilos kumandasındaki Bizans kuvvetleri de Abbâsî ordusu tarafından uzaklaştırıldı. Uceyf yerli halkın emân isteğini kabul ederek kaleyi teslim aldı. Şartların kendi aleyhine geliştiğini gören Theophilos, Me’mûn’a edebî bir mektup yazarak sulh teklifinde bulundu. Mektupta karşılıklı olarak savaşa son verilmesini, esirlerin serbest bırakılmasını, barış ve dostluk ortamının oluşturularak emniyet içerisinde ticarî faaliyetlerin yürütülmesine imkân sağlanmasını isteyen imparator, halifeden yine olumsuz cevap aldı. Rivâyete göre Me’mûn, imparatora verdiği cevap mektubunda İslâm’a girmesini veya zimmî statüsüyle cizye ödemesini istemekte, aksi takdirde savaştan başka bir yol kalmayacağını belirtmekteydi.
218 (833) yılında Me’mûn kardeşi Mu‘tasım-Billâh, oğlu Abbas ve kumandanlarından İshâk b. İbrahim’e emir vererek daha büyük bir harekât için hazırlık yapmalarını istedi. Bu hazırlık onun Bizans’a son darbeyi indirmekte kararlı olduğunu göstermektedir. Halifenin, imparatorun barış tekliflerini reddetmesi de bunu teyid etmektedir. Me’mûn aynı zamanda oğlu Abbâs’ı Tuvâne kalesini yeniden inşa etmek üzere görevlendirmiş, Suriye, el-Cezîre, Irak ve Mısır’dan gelen 6.000 civarında inşaat işçisi ve asker bu emri yerine getirmek için çalışmıştı. Me’mûn’un bütün teklifleri geri çevirdiğini ve Amûriyye’yi muhasara hazırlığında olduğunu gören Theophilos, halifeye bir mektup yazarak İslâm ordusunun bu sefer için yaptığı masrafları karşılamak, yanındaki bütün müslüman esirleri karşılıksız serbest bırakmak ve Bizanslılar tarafından tahrip edilen yerleri tamir etmek karşılığında barış isteğini yineledi. Me’mûn bu sırada Bedendûn’da (Pozantı) bulunmaktaydı. Rivâyete göre Bizans elçisi geldiğinde halife çadırına girip iki rekat namaz kılmış ve istihâreden sonra elçiye, imparatorun mektupta üzerinde durduğu her hususla ilgili cevaplar vermiş ve savaştan başka bir yol kalmadığını belirtmiştir. Me’mûn’un imparatora sözlü cevap vermeyi tercih ettiği anlaşılmaktadır ki, infi’al veya savaş durumlarında bazen bu yola başvurulduğu veya çok kısa yazılı cevaplar verildiği görülür. Mes‘ûdî’ye göre savaş kararından vazgeçmeyen Me’mûn civardaki on beş kaleyi fethettikten sonra Pozantı’ya döndü. Ancak fethettiği yerleri imar edip buralara müslüman ahaliyi yerleştirmeyi düşünen halifenin ölümü bu düşüncesini gerçekleştirmesine engel oldu. Me’mûn 18 Receb 218’de (9 Ağustos 833) Bedendûn (Pozantı) suyu yakınlarındaki ordugâhta vefat etti. Yerine kardeşi Ebû İshâk Mu‘tasım-Billâh geçti.
İslâm kaynaklarında Halife Me’mûn ile Bizans imparatorları arasında gerçekleşen diplomatik ilişkilere dair bazı rivâyetlere yer verilmekle birlikte imparator isimleri ve ziyaretlerin tarihleri zikredilmemektedir. Bu rivâyetler müstakil ziyaretlerle ilgili olabileceği gibi yukarıda bahsedilen elçiliklere dair rivâyetlerin bir parçası olarak da düşünülebilir:
İbnü’l-Ferrâ isim ve tarih vermeksizin Halife Me’mûn’un Bizans imparatoruna bir elçi gönderdiğini kaydeder. Elçi beraberindeki mektupları imparatora ilettikten sonra epey bir süre kalmış ve bu arada aldığı izinle müslüman esirleri ziyaret ederek onların durumlarını yerinde görme imkânı elde etmişti. Ziyaret sırasında Bağdat’lı esirlerden birinin okuduğu acıklı şiir elçi tarafından daha sonra Me’mûn’a iletildiğinde halifenin oldukça duygulandığı ve hemen harekete geçip esirlerin salıverilmelerini sağladığı belirtilmektedir.
Bizans imparatorlarıyla halifeler arasındaki hediyeleşmelerde hediyelerin devletin şan ve şerefini yansıtmasına önem verildiği bilinmektedir. Rivâyete göre bir defasında Me’mûn’a Bizans imparatorundan gelen hediyeler sunulmuştu. Me’mûn gelen hediyelerin yüz katının imparatora gönderilmesini istedi ve “böylece İslâm’ın izzetini ve Allah’ın bize verdiği nimetleri görmüş olsun” dedi. Halife ayrıca danışmanlarına Bizanslılar için en değerli hediyenin ne olduğunu sormuş, misk ve samur cevabını alınca hediyelere 200 rıtl misk ve 200 samur derisi daha eklemelerini emretmiştir.
Me’mûn döneminde Bizans’la bilim ve sanat alanında gerçekleşen ilişkiler dikkate değer mahiyettedir. Bunda halifenin şahsiyetinin önemli bir payı vardır. Abbâsî halifeleri içerisinde klâsik felsefe ve tabiat bilimlerine en çok ilgi duyan ve bu ilimlerin elde edilebilmesi için gerek bilim adamlarını destekleme, gerekse kurumlar oluşturma yoluyla en fazla katkıda bulunan kimse, Halife Me’mûn olmuştur. Me’mûn tarafından kurulan Beyt’ül-Hikme (Dârü’l-Hikme), ilim ve tercüme faaliyetlerine altın çağını yaşatan bir ilim merkezi olarak tarihteki yerini almıştır. Me’mûn, Bizans’a karşı gerçekleştirdiği başarılı bir sefer sırasında toplattığı kitapları, beraberinde Bağdat’a getirmiştir. Bunun yanında, gerek ülke içindeki kilise okullarından, gerekse komşu ülkelerden ve Kıbrıs’tan, satın alma vb. yollarla sağlanan eserlerle birlikte Beytü’l-Hikme’nin kuruluşunu gerçekleştirmiştir.
Dönemin en meşhur bilim adamlarının istihdam edildiği bu kurumda İbnü’n- Nedîm’e göre, Grekçe’den Süryanice aracılığıyla Arapça’ya veya doğrudan Grekçe’den Arapça’ya tercüme yapanların sayısı kırktan fazlaydı. Me’mûn’un sadece Grekçe’den yaptırdığı tercümeler için 300.000 dinar harcadığı, Huneyn b. İshâk gibi bazı mütercimlere ise tercüme ettikleri eser ağırlığında altın hediye ettiği rivâyet edilmektedir.[46] İbnü’n-Nedîm, Me’mûn’la Bizans imparatoru (muhtemelen Theophilos) arasında birçok yazışmalar gerçekleştiğini belirttikten sonra, halifenin imparatora mektup yazıp Bizans’taki eski Yunan yazmaları arasında önemli bazı eserlerin temini için izin istediğini, teklife başlangıçta olumsuz bakan imparatorun daha sonra Halife’nin bu isteğini kabul ettiğini kaydeder. Bunun üzerine Me’mûn, aralarında dönemin meşhur tercüman ve ilim adamlarından Haccâc b. Yusuf b. Matar, Yuhannâ b. el-Batrîk, Yuhannâ b. Mâseveyh ve Beytü’l-Hikme’nin “sâhibi” olarak adlandırılan Selm’in de (Sâlim?) bulunduğu bir gurubu Bizans’a gönderir. Heyet, Bizans’tan felsefe, matematik, tıp ve mûsikîye dair eserler getirmiş ve bunları yine halifenin isteği üzerine Arapça’ya tercüme etmiştir. Me’mûn’un ilme merakını vurgulayan Sâid el-Endelüsî, onun Bizans imparatorlarına kıymetli hediyeler gönderip felsefe kitaplarının temini için aracı olmaları ricasında bulunduğunu belirttikten sonra, halifenin bu isteğine karşılık imparatorların da Eflatun, Aristoteles, Hippokrates, Galenos, Euklides, Batlamyus gibi filozof ve tabiat bilimcilerine ait eserleri gönderdiklerini kaydetmektedir.
Me’mûn’un Bizans’a gönderdiği ilim heyeti içerisinde yer alan İbn Batrîk biraz mübalağalı bir uslûpla klâsik eserleri elde etmek amacıyla yaptığı faaliyetleri şöyle anlatır: “Filozofların sırlarını (eserlerini) sakladıkları mabetlerden hiçbirini bırakmadan gezdim. Aradığımı yanlarında bulabileceğimi umduğum en büyük rahipleri dolaştım. En sonunda Asklepios’un kendisi için yaptırdığı mabede vardım. Orada âlim ve anlayışlı bir rahiple dostluk kurdum. Bir yolunu bularak kitapların bulunduğu mabede girmeyi başardım. Onların arasında aradığımı buldum ve istenileni elde etmiş olarak döndüm. Şimdi onu Yunanca’dan Arapça’ya tercüme etmekteyim”.
Kendisinden barış isteyen Kıbrıs valisine Halife Me’mûn’un ileri sürdüğü şartlar arasında, adada bulunan Yunan felsefe klâsiklerinin gönderilmesi de yer almaktaydı. Kıbrıs’ta bir depoda bulunduğu belirtilen eserler, anlaşma gereği Halife’ye gönderilmiş ve o da bu kitaplarla ilgilenmek üzere Beytü’l-Hikme’nin ‘sahibi’ Sehl b. Hârûn’a (öl. 215/830) göndermişti. Me’mûn’un eski Yunan bilimine ait eserlerin toplanması amacıyla Sicilya’ya da görevliler gönderdiği rivâyet edilmektedir.
Me’mûn döneminde Bizans’tan çeşitli ilimlere dair birçok eser getirildiği kaydedilmekle birlikte, kitapların isimleri ve müellifleri konusunda açık bilgiler verilmemektedir. Bununla birlikte bazı rivâyetler bu hususta bir fikir edinmeye yardımcı olacak mahiyettedir. İbnü’l-Kıftî’nin naklettiğine göre Me’mûn döneminde Bizans’tan getirilen eserler arasında Perge’li (Pergaeus) meşhur matematikçi Apollonios’un (ö. m. ö. 190?) İslâm dünyasında Kitâbü’l-Mahrûtât adıyla bilinen ve konilerle ilgili sekiz kitaptan oluşan Kônika adlı eserinin birinci bölümü de bulunmaktaydı. Eskiçağın en büyük ilmî kaynaklarından biri olarak kabul edilen bu eserin daha sonra ilk dört kitabı Hilâl b. Ebû Hilâl el-Hımsî, diğerleri ise Sâbit b. Kurra tarafından Arapça’ya çevrilmiş ve Benû Mûsâ b. Şâkir tarafından da islah edilmiştir. Bugünün geometri ilmini doğrudan etkileyen ve araştırmacılarca dâhiyane kabul edilen orijinal tesbitler içeren eser, uzun yıllar sahasında başvuru kaynağı olma özelliğini sürdürmüştür.
Bizans’ta bulunan eski Yunan bilimine ait eserlere büyük ilgi duyan ve bir kısmını ülkesine getirten Halife Me’mûn’un bu ilgisi, sadece eserlerle sınırlı kalmamış, klâsik ilimlerin o gün yaşayan temsilcilerini de kapsamıştır. Bu temsilcilerden biri, şöhreti talebeleri vasıtasıyla Bizans sınırları dışına taşarak Bağdat’a kadar ulaşan matematik, astroloji ve felsefe âlimi Leon’dur (ö. 869?). Leon’un, özellikle birbirinden belirli uzaklıktaki yüksek tepeler üzerinde oluşturulan ışık işaretleri sayesinde, Arap akınlarını kısa sürede başkente bildirmek üzere bir mekanizma icad ettiği ve daha bol ürün elde etme amacıyla geliştirdiği yöntemlerin daha sonra Mu’tasım dönemindeki Amorion kuşatmasında (223/838) uygulanarak olumlu sonuçlar elde edildiği rivâyet edilmektedir. Leon’a mektup yazarak onu sarayına davet eden Halife Me’mûn’un, bu girişiminde başarılı olamadığı belirtilmektedir. Çünkü, Halifenin mektubundan haberdar edilen İmparator Theophilos, Leon’un ücretini artırdığı gibi, onu İstanbul’un önemli kiliselerinden birine tayin etmişti. Me’mûn bizzat imparatora mektup göndererek kısa bir süre için dahi olsa Leon’un Bağdat’a gelmesine izin vermesini rica etti. Halife mektubunda İmparatora, isteğini yerine getirdiği takdirde bunu bir dostluk işareti sayarak kalıcı bir barış imzalayacağına söz vermekte, bunun yanında 2. 000 dinar altın teklifinde bulunmaktaydı. Bütün bu girişimlerine rağmen Me’mûn, imparatordan olumlu bir cevap alamamıştır.
Me’mûn’un sarayındaki müneccimlerden hendese âlimi Mûsâ b. Şâkir’in oğulları Muhammed, Ahmed ve Hasan da (Benû Mûsâ b. Şâkir) klâsik bilim mirasını elde etme hususunda özel gayret sarfetmişlerdir. Babaları Mûsâ’nın ölümünden sonra Me’mûn, onlarla ilgilenmek üzere İshâk b. İbrahim’i görevlendirdi. Onlar Beytü‘l-Hikme’de Yahyâ b. Ebî Mansûr’la birlikte çalışmaya başladılar. Burada Bizans’tan gelen eserler kontrol edilip tercüme edilmek üzere İshâk’a verilmekte idi. Kitâbü’l-Hıyel adlı eserle tanınan ve Me’mûn’un isteği üzerine dünyanın enlem ve boylamlarını tespit ettikleri bilinen Benû Mûsâ kardeşler, dönemin bilimlerini elde etmek amacıyla maddî hiçbir fedâkârlıktan kaçınmamışlardır. Klâsik kaynakların tercümesi için Huneyn b. İshâk, Hubeyş b. Hasan ve Sâbit b. Kurra’nın da aralarında bulunduğu mütercimlere, aylık 500 dinar ödedikleri kaydedilmektedir. Huneyn b. İshâk gibi meşhur bilginleri Bizans’a göndererek felsefe, geometri, mûsıkî, aritmetik ve tıp alanında birçok eserin satın alınarak İslâm ülkesine getirilip tercüme edilmesini sağlamışlardır. Az önce adı geçen astronomi ve astroloji bilgini (müneccim) Yahya b. Ebî Mansûr’un Me’mûn’un Bizans topraklarına düzenlediği bir sefer sırasında vefat ettiği kaydedilir.
Me’mûn dönemi, İslâm sanatının Bizans sanatını etkilediğini gösteren bir alış verişe de sahne olmuştur. Kendisi iyi bir eğitim görmüş, sanat ve ilme meraklı olan İmparator Theophilos, Abbâsîler’le mücadele etmekle birlikte aynı zamanda bir Bağdat hayranı idi. Ostrogorsky’e göre, Arap sanatına karşı hayranlık duyan bu imparatorun dönemi, Bizans’ın Arap kültürünün en fazla etkisine maruz kaldığı bir dönem olmuştur. İdeal bir hükümdar olma arzusundaki imparator, adaletiyle meşhur Hârûn er-Reşîd’i taklid ederek, tebdili kıyafetle şehirde dolaşır, güçsüz ve fakirlerle konuşur, halkın şikayetlerini dinleyerek suçluları rütbe ve makamına bakmadan ibretli bir şekilde cezalandırırdı. Theophilos’un İstanbul’da yaptırdığı ve harabeleri günümüze kadar gelmiş olan Bryas sarayı, İslâm sanatının izlerini taşımaktadır. Müslümanlarla peşpeşe yapılan savaşların ardından İmparator Theophilos daha sonra İstanbul patriği olacak olan hocası Synkellos Ioannes Grammatikos’u, barış görüşmeleri yapmak amacıyla Me’mûn’a elçi olarak gönderir. Görevi dolayısıyla bulunduğu Bağdat’ta halîfenin sarayına hayran kalan elçi, İstanbul’a döndükten sonra imparatora izlenimlerini aktarırken bu saraydan da bahseder. Anlatılanlardan oldukça etkilenen imparator, Abbâsî saraylarının resimlerini getirterek Patrikios’a 832 (veya 837) yılında Bryas mevkiinde aynı mîmarî özellikleri taşıyan bir saray yaptırmıştır. Ikonoklazma döneminde yapılmış olmasıyla devrin sanat zevkini yansıtan ve o dönemde “İstanbul’da benzeri bulunmadığı” ifade edilen sarayda, Hz. Meryem adına büyük bir salon ve üç sahınlı bir kilise de bulunmaktaydı. Sarayın etrafındaki bahçeler ve saraya su sağlayan kanallar, doğunun bir tesiri olarak görülmektedir. Semavi Eyice günümüzde Bostancı’nın az ilerisinde Küçükyalı mevkiinde görülen büyük harabenin, Bryas sarayına ait olduğunu belirtmekte ve bu sarayın Bizans imparatorlarının kaynaklarda adları geçen kent dışındaki sayfiye sarayları arasında, günümüze gelebilen tek saray olma özelliği taşıdığını ifade etmektedir.
Sonuç olarak Me’mûn dönemi Abbâsî-Bizans ve hatta daha genel çerçevede İslâm-Bizans ilişkileri bağlamında ilişkilerin canlılığı ve çeşitliliği bakımından dikkate değer bir mahiyet taşımaktadır. Bununla birlikte Me’mûn’un halifeliğinin başlangıcından itibaren epeyce uzun bir süre her iki tarafı meşgul eden çeşitli iç ve dış problemler yüzünden Abbâsî-Bizans ilişkileri bağlamında bazı istisnalar dışında bir sukûnet devresi yaşanmıştır. Me’mûn’un halifeliğinin bu birinci devresi 198-215 (813-830) yıllarını kapsamaktadır. Me’mûn’un ilk Anadolu seferinden vefatına kadar 215-218 (830-833) yıllarını ihtiva eden ikinci dönem ise Abbâsîler’in inisiyatifi ele aldığı karşılıklı mücadeleler devri olmuştur. Halife bizzat ordusunun başında olduğu halde Bizans’a dört sefer yapmış ve ölümü de son Anadolu seferinde vuku bulmuştur. Bu dönem aynı zamanda Bizans’ta bulunan bazı eski Yunan bilim ve felsefe klâsiklerinin Bağdat’a getirilmesi ve Bizans başkentinde Bağdat sarayına benzer olarak Bryas sarayının inşa edilmesi örneklerinde görüldüğü gibi bilim ve sanat alanında da önemli ilişkilere sahne olmuştur.
* Dr., Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), İstanbul.
(Prof. Dr. Işın Demirkent Anısına, Dünya yayınları, Şubat 2008)
-Harun Reşit'in ölümü üzerine yerine oğlu Emin geçti.
-Kısa süre sonra yerine Harun Reşit'in diğer oğlu Me'mun geçti.
-Mu'tezile Mezhebi bu dönemde ortaya çıktı.
-Bu dönemde Antik Çağ Yunan eserleri Arapça'ya çevrildi.
UYARI: Arap-İslam Devleti kültür ve sanat alanında dışarıdan (Helenizm'den) en çok bu dönemde etkilenmiştir.
ABBÂSÎ HALİFESİ ME’MÛN DÖNEMİNDE (813-833) BİZANS’LA İLİŞKİLER
Dr. Casim AVCI
Me’mûn dönemi (198-218/813-833) Abbâsî-Bizans ilişkilerinin canlılığı ve çeşitliliği bakımından özel bir önem arzeder. Bu ilişkilerin daha ziyade Me’mûn’un saltanatının son yıllarına rastlaması da dikkate değer bir husustur. Her şeyden önce Hârûn er-Reşîd’in (170-193/786-809) 190 (806) yılında büyük bir orduyla gerçekleştirdiği ve İmparator I. Nikephoros’u (802-811) vergiye bağladığı Bizans seferinden[2] sonra Me’mûn’un birinci Anadolu seferine kadar (215/830) yirmi beş yıla yakın bir süre Abbâsî devleti ile Bizans imparatorluğu arasında büyük ölçüde bir askerî harekâtın yapılmadığını hatırlamak gerekir. Bunda, her iki tarafı ciddî bir şekilde meşgul eden iç ve bazan da dış problemlerin payı büyüktür.
Bizans’la ilişkiler bağlamında Me’mûn’un hilâfetini iki döneme ayırmak mümkündür: Birinci dönem 198-215 (813-830) yılları arasını kapsamaktadır. Bu dönemde her iki tarafı meşgul eden iç veya bazan da başka dış problemler mevcuttur ve taraflar arasındaki ilişkiler noktasından bakıldığında genel itibariyle bir sukûnet devresi manzarası arzeder. Bununla birlikte aşağıda belirtileceği gibi küçük çaplı bazı ilişkiler de söz konusudur. Me’mûn’un birinci Anadolu seferinden vefatına kadar 215-218 (830-833) yıllarını ihtiva eden ikinci dönem ise genel itibariyle Abbâsîler’in bizzat halifenin şahsında inisiyatifi ele geçirdiği karşılıklı mücadeleler devri olmuştur. Bu dönem aynı zamanda bilim ve sanat alanında önemli bazı ilişkilere sahne olması bakımından da dikkat çekicidir.
Birinci dönemde genel olarak tarafların durumu ve ikili ilişkiler açısından zikredilebilecek bazı hususlar şöyle sıralanabilir:
Abbâsî devletinde Hârûn er-Reşîd’in ölümünden sonra tahta çıkan Emîn (193-198/809-813) ile Horasan bölge valiliğini yürüten kardeşi Me’mûn arasındaki iktidar mücadelesi Emîn’in öldürülmesi ve Me’mûn’un hilâfet makamına geçmesiyle sonuçlandı (198/813) [5]. Me’mûn’un tahta çıkışından kısa bir süre sonra Hz. Ali’nin soyundan gelen İbn Tabatabâ (Ebû Abdullah Muhammed b. İbrahim) Kûfe’de ayaklanarak halifeliğini ilân etti (199/815). İbn Tabatabâ’nın, kısa bir süre sonra ölümü ve bağımsızlık mücadelesini sürdüren Ebü’s-Serâyâ eş-Şeybânî’nin öldürülmesiyle isyan sona ermiş oldu (200/815). Me’mûn’un dönemin önemli kumandan ve valilerinden Herseme b. A‘yen’i öldürtmesi (200/816) ve Şiîlikle kısmî bir uzlaşma politikasına yönelik olarak Ali evlâdından İmam Ali er-Rızâ’yı kendisinden sonra halife olmak üzere veliahd tayin etmesi Bağdat halkının şiddetli tepkisine yol açtı. Özellikle Ali er-Rızâ’nın veliahd tayin edilmesi karşısında Bağdat halkı Me’mûn’u hal‘ ederek İbrahim b. Mehdî’ye biat etti (202/817). Bu gelişmeler üzerine, halife olduğundan beri Merv’de kalıp devleti buradan yönetmeye devam eden Me’mûn Bağdat’a gelerek karışıklıklara son verdi (204/819)[6]. Emîn-Me’mûn mücadelesinde Emîn’in tarafını tutmuş olan Nasr b. Şebes el-Ukaylî, Me’mûn’un halife oluşundan kısa bir süre sonra, Araplar’dan ziyade İranlılar’ın nüfuz sahibi olmasına tepki göstererek el-Cezîre bölgesinde ayaklandı. Me’mûn’u ciddî bir şekilde uğraştıran isyan bölge valisi Abdullah b. Tâhir tarafından 209 (824) yılında ancak bastırılabildi. Bu dönemde Mısır’da da karışıklıklar yaşandı. Mısır valisi Serî b. Hakem’in 205’te (820-21) ölümünden sonra yerine geçen oğlu Ubeydullah’ın isyanı, halifenin görevlendirdiği Abdullah b. Tâhir tarafından bastırıldı (211/826-27). Mısır’daki bazı Arap kabilelerinin 214 (829) yılında çıkardığı diğer bir isyan da halifenin Mısır ve Suriye valiliğine tayin ettiği kardeşi Mu‘tasım-Billâh tarafından bastırıldı. Me’mûn döneminde meydana gelen önemli isyanlardan biri de Azerbaycan’da ortaya çıkan dinî-siyasî mahiyetteki Hürremiyye hareketinin lideri Bâbek’in isyanıdır. 201 (816) yılında başlayan ayaklanma farklı zamanlarda âsiler üzerine gönderilen Abbâsî ordularının peş peşe mağlup edilmesiyle son derece tehlikeli bir hal almış ve ancak Me’mûn’dan sonra Mu‘tasım-Billâh döneminde (218-227/833-842) Bâbek’in öldürülmesiyle son bulmuştur (223/838)[7]. Öte yandan Mu‘tezile’yi resmî mezhep ilân eden Me’mûn 212 (827) yılından itibaren herkesi bu mezhebin temel görüşlerinden biri olan Kur’ân’ın ezelî olmayıp sonradan yaratıldığı (mahlûk olduğu) görüşünü benimsemeye zorladı. Hatta 218’de (833) çıkardığı fermanla dönemin ileri gelen âlimlerinin bu hususta sorguya çekilmesini istedi ve aksi görüşü savunanları cezalandırdı (mihne). Halifenin bu tutumu da toplumda karışıklık ve huzursuzluğa yol açtı.
Bizans’ta ise İmparator I. Nikephoros’un 811 yılında Bulgar hanı Krum (802-814) ile yaptığı savaşta mağlubiyete uğrayarak öldürülmesiyle imparatorluk ağır bir darbe almış, Stavrakios’un (811-811) ardından I. Mikhail Rangabe’nin (811-813) sönük geçen kısa süreli saltanatından sonra Ermeni V. Leon (813-820) imparatorluk tahtına çıkarılmıştı. Bizans’a yönelik Bulgar tehdidi bu dönemde de devam etmiş, 813 yılında İstanbul’a kadar gelen Bulgarları ancak başkentin surları durdurabilmişti. Krum’un yeni bir İstanbul seferi sırasında ölümü (814) ve dikkatini daha ziyade kuzeybatıya ve ülkenin iç güçlenmesine çeviren kudretli Bulgar hanı Omurtag (814-831) ile otuz yıllık bir barış antlaşması imzalanması sayesinde Bizans, Bulgar tehlikesinden kurtuldu. Ancak Ostrogorsky’nin ifadesiyle “askerî bir ruh ve resim düşmanı zihniyetle temayüz eden” V. Leon’un Bizans toplumunda ciddî çalkantılara yol açan ve II. İznik konsili (787) ile sona erdirilmiş bulunan tasvir karşıtı hareketi (Ikonoklazma) tekrar başlatması kilise başta olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerinde tepki ile karşılandı. Tasvir taraftarı olduğu için azledilen Patrik Nikephoros’un yerine getirilen Theodotos Melissenos’un başkanlığında Ayasofya kilisesinde toplanan synod, tasvir karşıtı kararlar aldı (815). Muhaliflerini takibata uğratarak cezalandıran V. Leon 820 yılı noelinde Ayasofya’daki dinî ayin sırasında öldürüldü ve tahta II. Mikhail (820-829) çıktı. Amorion hanedanının (820-867) kurucusu II. Mikhail, tasvir aleyhtarı olmakla birlikte tasvir taraftarlarına karşı müsamahalı bir tavır takındı, ayrıca tasvirlerle ilgili her türlü tartışmayı yasakladı. Ancak imparatorun tahta çıkışından bir süre sonra eski silâh arkadaşı ve Anadolulu bir İslav olan Thomas’ın liderliğinde başlayan isyan devleti ciddî ölçüde tehdit edici boyutlara ulaştı. Anadolu’daki çeşitli etnik gurupları etrafına toplayan Thomas, tasvir karşıtlığı gibi dinî sebeplerle başkentten nefret eden, ağır vergi yükü ve devlet memurlarının haksız davranışları karşısında çaresiz kalan halk kitlelerini harekete geçirdi. Böylece etnik, dinî ve sosyal problemlerden beslenen isyan hareketi kısa zamanda Anadolu’nun büyük kısmını sardı. Öyle ki, Anadolu’da sadece Opsikion ve Armeniakon thema’ları imparatora sadakatlerini korudular. Antakya patriği tarafından imparator olarak taçlandırılan Thomas, Kibyraioton themasının da desteğiyle donanmayı ele geçirdi ve İstanbul’a kadar gelerek 821 yılı aralık ayından itibaren bir yıldan fazla süreyle başkenti kuşatma altında tuttu. Bulgar hanı Omurtag’ın yardımıyla Thomas, 823 yılı ilkbaharında başkentten uzaklaştırıldı. Küçük bir maiyyetle Arkadiopolis’e (Lüleburgaz) kaçan Thomas ekim ayında imparatorun eline düştü ve korkunç işkencelerden sonra idam edildi. Üç yıl boyunca ülkeyi kasıp kavuran bu iç savaş yüzünden Bizans imparatorluğu oldukça zayıf düşmüştü. Her ne kadar iç problemler yüzünden Abbâsî halifeliğinden Bizans’a yönelik kuvvetli bir taarruz söz konusu değilse de Bizans devleti Arap-İslâm dünyasının diğer kısımlarınca büyük tehlikelere maruz kaldı. 202 (817-18) yılında Kurtuba’da (Cordoba) yaşanan ayaklanmadan sonra Endülüs Emevî hükümdarı I. Hakem (796-822) tarafından sürgün edilen ve Mısır’a gelerek İskenderiye’ye hâkim olan Endülüslüler 211 (826-27) yılında bastırılan bir isyan sonrası burayı terk etmek zorunda kaldılar ve reisleri Ebû Hafs Ömer b. Îsâ (Şuayb) el-Endelüsî’nin idaresinde denize açılarak Bizans hakimiyetindeki Girit’i ele geçirdiler (212/827)[14]. Böylelikle Bizans doğu Akdeniz’de bulunan en önemli stratejik üslerinden birini kaybetmiş oldu. Öte yandan Kuzey Afrika’da hüküm süren Ağlebîler, Ziyâdetullah b. İbrahim (201-223/817-838) döneminde, İmparator II. Mikhail tarafından tayin edilen valiye karşı ayaklanan Sicilya deniz kuvvetleri kumandanı Euphemious’un yardım isteği üzerine 212 (827) yılında adaya çıktılar ve fetih harekâtına başladılar. Her iki gelişme ile Bizans imparatorluğunun Akdeniz ve Adriyatik bölgesindeki nüfuzu büyük ölçüde sarsıldı. II. Mikhail’den sonra Bizans imparatorluk tahtına oğlu Theophilos (829-842) çıktı.
Buraya kadar anlatılanlarla ilgili olarak Abbâsî-Bizans ilişkileri açısından en dikkat çekici husus, iki tarafın doğrudan karşı karşıya gelmemekle birlikte, kendi ülkeleri için oldukça büyük tehlikeler arzeden Bâbek ve Thomas isyanlarında birbirlerinin aleyhine bir tutum sergileyerek âsileri desteklemiş olmalarıdır. Buna göre Abbâsîler, Bizans tahtını ele geçirmek üzere mücadele veren Thomas’ı desteklerken, Bizans da Abbâsî hilâfetine karşı ayaklanmış bulunan Bâbek’in tarafını tutmakta sakınca görmemiştir.
Thomas, I. Nikephoros tarafından 803 yılında bütün Anadolu themalarının baş kumandanlığına tayin edilmiş bulunan Bardanes Tourkos’un isyanı sırasında onun yanında yer almış, isyanın başarısızlıkla sonuçlanması üzerine de Suriye’ye kaçmıştı. On yıl kadar Araplar arasında kaldıktan sonra V. Leon döneminde 813 yılında Bizans’a dönen Thomas, 820 yılında bahsi geçen ayaklanmayı başlatmıştı. Rivâyete göre Abbâsî topraklarında bulunduğu sırada Thomas halife Hârûn er-Reşîd’in huzuruna çıkarak kendisini 797’de tahttan indirilen İmparator VI. Konstantinos’un oğlu olarak tanıtmış ve Bizans tahtını ele geçirmek üzere halifeden askerî yardım talep etmişse de bir sonuç elde edememiştir. Thomas daha sonra Me’mûnla ittifak yapmış, halifenin desteğiyle Antakya patriği tarafından imparator olarak taçlandırılmış, buna karşılık da halifeye Bizans tahtını ele geçirmesi halinde kendisine bağlı kalıp vergi ödeyeceğini va‘detmiştir. A. Salem’in de belirttiği gibi Thomas’ın bu teklifte ne kadar samimi olduğu veya Me’mûn’un ona ne kadar güvendiği hususu bilinmemekle birlikte Thomas’ın girişimlerinin Abbâsî devleti lehine olarak Bizans’ın gücünü zayıflatacağı ve halifeye Bizans’a karşı harekete geçmek üzere uygun ortamın oluşmasına yardımcı olacağı açıktır. Bununla birlikte halifenin Thomas’a ciddî sayılabilecek bir askerî yardım sağladığına dair rivâyetlere rastlanmadığını da belirtmek gerekir.
Diğer taraftan Bizans da, Azerbaycan bölgesinde geniş halk kitlelerini etrafında toplayıp 201 (816) yılından itibaren Abbâsî devletine karşı ayaklanan ve gücünü her geçen gün artıran Bâbek’i desteklemeyi kendi çıkarlarına uygun bulmuş olmalıdır. Nitekim Bizans kaynakları İmparator Theophilos ile Bâbek arasında bir anlaşmanın varlığını kaydetmekte ve Me’mûn’un Anadolu’ya yaptığı daha ilk seferde Bâbek kuvvetlerinin İslâm ordularına karşı Bizanslılar’la işbirliği yaptıkları anlaşılmaktadır.
Halife Me’mûn döneminin birinci devresi ile ilgili diğer bazı olaylar şöyle sıralanabilir: Mes‘ûdî’nin kaydına göre Zilkade 201 (Mayıs-Haziran 817) tarihinde Sugûr valisi Nasr b. Sâbit gözetiminde Bizans’la esir değişimi yapılmıştır. Mes‘ûdî’nin ifadelerinden bunun sınır boylarındaki çatışmalar sırasında taraflarca ele geçirilen az sayıda esiri konu alan mahallî boyutta bir olay olduğu anlaşılmaktadır. Makrîzî 200 (815) yılından birkaç yıl sonra Mısır’daki karışıklıkları fırsat bilen Bizans donanmasının Dimyat’a saldırdığını kaydeder. Saldırının boyutu ve tarihi konusunda kesin bilgi vermeyen kaynağın ifadelerinden olayın 203 (818)-209 (825) yılları arasında gerçekleştiğini söylemek mümkündür.[23] Belâzürî’nin bir rivâyetine göre II. Mikhail döneminde Bizanslılar Zibatra’ya saldırıp kaleyi tahrip ettiler ve otlaklardaki hayvanları da alıp götürdüler. Kalenin tamir ve tahkim edilmesini emreden Me’mûn, 210 (825) yılında elçiler gönderip barış isteyen imparatorun teklifini kabul etmedi. Ayrıca sınır bölgesindeki valilere mektup yazıp Bizans topraklarına saldırmalarını istedi. Halifenin emri doğrultusunda Bizans topraklarına akın eden valiler çok sayıda Bizanslıyı öldürüp zaferler kazandılar.
Bu dönemde zikredilebilecek diğer bir rivâyet diplomatik ziyareti konu edinmekte, ancak ayrıntıları bilinmemektedir. Buna göre bir defasında biri Bizans imparatoru (V. Leon), diğeri de Habeş kralı tarafından gönderilen iki elçi Me’mûn’un veziri Fadl b. Sehl’in (ö. 202/817) huzuruna çıkmıştı. Hitabet yeteneği ve seviyeli cevaplarıyla dikkat çeken elçilerin bu özelliklerinden ve kendi krallarıyla ilgili müsbet değerlendirmelerinden haberdar olan Me’mûn onlara 20.000 dinar vermiş ve takdirlerini ifade etmiştir.
Me’mûn’un Bizans’la ilişkiler bakımından ikinci dönemi saltanatının son yıllarına rastlamaktadır. Bu sırada Bizans tahtında Theophilos (829-842) bulunmaktadır. Theophilos tahta çıktıktan sonra hocası Synkellos Ioannes Grammatikos’u (Yuhanna en-Nahvî) Me’mûn’a elçi olarak gönderir. İmparator II. Mikhail’den sonra Theophilos’un tahta çıktığını halifeye bildiren elçi, beraberindeki hediyeleri de takdim eder. Bu arada II. Mikhail döneminde ayaklanmış ve Abbâsî devletine sığınmış olan general Manuel ile de görüşme imkanı bulur. Manuel’e Bizans’a dönmesi halinde affedileceğine dair yeni imparatorun güvencesinin yer aldığı altın mühürle mühürlenmiş fermanını ve yine bizzat imparator tarafından hediye olarak gönderilen haçı verir. Bu ilgiden yeteri derecede etkilenen Manuel Bizans’a geri döner.
Bizans’a karşı yeniden başlatılan mücadeleler bu dönemin temel niteliğini teşkil eder. Halife bizzat ordusunun başında olduğu halde Bizans’a dört sefer yapmış ve ölümü de son Anadolu seferinde vuku bulmuştur. Bu seferlerin temel amacı Bizans’ın sınırlarını zayıflatarak Sugûr ve gerisindeki bölgeyi muhtemel tecavüzlerden korumak ve onların Bâbek’i kışkırtmalarına engel olmaktı. Me’mûn 24 Muharrem 215’te (23 Mart 830) Bizans’a karşı savaşmak amacıyla başkent Bağdat’tan Anadolu’ya hareket etti. Birkaç gün Tikrît’te kaldıktan sonra Musul, Nusaybin, Re’sülayn, Harran, Urfa, Menbic, Dâbık, Antakya ve Massîsa (Misis) üzerinden Tarsus’a ulaştı; 15 Cemâziyelevvel 215’te (10 Temmuz 830) Bizans topraklarına girdi. Kapadokya bölgesinde harekâtta bulunarak Mâcide ve daha sonra 24 Cemâziyelevvel’de (19 Temmuz) Kurre (Küre) kalelerini fethetti. İbn Kuteybe’ye göre Me’mûn, Harşene (Kharsianon) ve Samâlû kalelerini de ele geçirdi. Zaferlerle ilgili fetihnâme 10 Receb’te (2 Eylül) Bağdat’ta okundu. 17 Receb 215’te (9 Eylül 830) Tarsus’a dönen Me’mûn birkaç gün sonra kışı geçirmek üzere Dımaşk’a hareket etti. Bu sefer sırasında Me’mûn’un kumandanlarından Eşnâs et-Türkî, Uceyf b. Anbese ve Ca‘fer el-Hayyât da Sündûs ve Sinân adlı kaleleri fethettiler. Me’mûn’un oğlu Abbas ise Malatya bölgesinde akınlarda bulunduktan sonra valisi bulunduğu Sugûr’a döndü. İbn Tayfûr daha önce Abbâsîler’e sığınmış olan Bizanslı general Manuel’in bu sefer sırasında ihanet edip Bizans tarafına geçtiğini kaydetmektedir.
Ertesi yıl İmparator Theophilos, halifenin Dımaşk’ta bulunmasından istifadeyle Toroslar’ı aşarak Massîsa ve Tarsus yakınlarına kadar geldi. Karşısına çıkan İslâm ordularını bozguna uğratıp yaklaşık 1. 600 (veya 2. 000) kişiyi öldürdü, 7. 000 kişiyi de esir aldı. Bunun üzerine harekete geçen Me’mûn 19 Cemâziyelevvel 216’da (4 Temmuz 831) Anadolu’ya girdi. Külek Boğazı’nı geçip Ereğli (Herakleia) üzerine yürüdü. Hârûn er-Reşîd tarafından 190 (806) yılında zapt edilmiş, ancak kısa bir süre sonra tekrar Bizanslılar’ın eline geçmiş olan bu önemli kale Me’mûn’a teslim oldu. Daha sonra halifenin oğlu Abbas ve kardeşi Mu‘tasım-Billâh müstakil kuvvetlerin başında değişik istikametlerde akınlarda bulundular. Rivâyete göre Mu‘tasım-Billâh bu sefer sırasında otuz kale fethetti. Abbas da Antigu (Niğde?) Hasîn ve Ahrab kalelerini aldıktan sonra karşısına çıkan İmparator Theophilos’u mağlub etti. Yahya b. Eksem Tuvâne ve çevresinde ilerleyerek Bizans’ı zayiata uğrattı. Me’mûn bizzat sevk ve idare ettiği bir orduyla Aksaray-Niğde arasındaki topraklarda başarılı akınlar gerçekleştirdi. Üç ay kadar devam eden seferin ardından Bizans imparatoru, Me’mûn’a yakın çevresinden birini, muhtemelen Ioannes Grammatikos’u elçi olarak göndererek 100. 000 dinar ödemek ve 7. 000 müslüman esiri serbest bırakmak karşılığında elinden çıkan yerleri kendisine iade etmesini ve beş yıllık bir mütareke imzalanmasını teklif etti (216/831). Ancak İmparator Theophilos’un barış talebi ve diğer tekliflerini içeren mektubun üslûbu diplomatik bir krize sebep oldu. Rivâyete göre halife, mektupta kendi adının imparatorun isminden sonra yazılmış olduğunu görünce son derece sinirlendi ve mektubu derhal iade etti. Bunun üzerine Theophilos halifenin adını önce zikrederek “Allah’ın kulu ve insanların en şereflisi Arap hükümdarı Me’mûn’a, Bizans imparatoru Theophilos’tan...” şeklinde başlayan ikinci mektubunu gönderdi ancak halifeden bir karşılık göremedi. İmparatorun barış teklifini reddeden Me’mûn ertesi yıl yapacağı sefer hazırlıklarıyla meşgul olmak üzere Dımaşk’a döndü.
Aynı yılın sonunda Mısır’daki karışıklıklara son vermek üzere Dımaşk’tan Kahire’ye hareket eden Me’mûn ertesi yılın başlarında isyanı bastırdı (217/832). Ardından Dımaşk’a döndü ve hazırlıklarını tamamlayıp üçüncü Bizans seferine çıktı. Bir süre Adana’da kaldıktan sonra Lü’lüe Kalesi (Hısnu Lu’lu’e) üzerine yürüdü. Kaleyi üç aydan fazla bir süre muhasara altında tuttuktan sonra Uceyf b. Anbese’yi burada bırakarak ayrıldı. Rivâyete göre Uceyf, bir ara Bizans’a esir düştüyse de kurtulmayı başardı. Bu sırada buraya gelen İmparator Theophilos kumandasındaki Bizans kuvvetleri de Abbâsî ordusu tarafından uzaklaştırıldı. Uceyf yerli halkın emân isteğini kabul ederek kaleyi teslim aldı. Şartların kendi aleyhine geliştiğini gören Theophilos, Me’mûn’a edebî bir mektup yazarak sulh teklifinde bulundu. Mektupta karşılıklı olarak savaşa son verilmesini, esirlerin serbest bırakılmasını, barış ve dostluk ortamının oluşturularak emniyet içerisinde ticarî faaliyetlerin yürütülmesine imkân sağlanmasını isteyen imparator, halifeden yine olumsuz cevap aldı. Rivâyete göre Me’mûn, imparatora verdiği cevap mektubunda İslâm’a girmesini veya zimmî statüsüyle cizye ödemesini istemekte, aksi takdirde savaştan başka bir yol kalmayacağını belirtmekteydi.
218 (833) yılında Me’mûn kardeşi Mu‘tasım-Billâh, oğlu Abbas ve kumandanlarından İshâk b. İbrahim’e emir vererek daha büyük bir harekât için hazırlık yapmalarını istedi. Bu hazırlık onun Bizans’a son darbeyi indirmekte kararlı olduğunu göstermektedir. Halifenin, imparatorun barış tekliflerini reddetmesi de bunu teyid etmektedir. Me’mûn aynı zamanda oğlu Abbâs’ı Tuvâne kalesini yeniden inşa etmek üzere görevlendirmiş, Suriye, el-Cezîre, Irak ve Mısır’dan gelen 6.000 civarında inşaat işçisi ve asker bu emri yerine getirmek için çalışmıştı. Me’mûn’un bütün teklifleri geri çevirdiğini ve Amûriyye’yi muhasara hazırlığında olduğunu gören Theophilos, halifeye bir mektup yazarak İslâm ordusunun bu sefer için yaptığı masrafları karşılamak, yanındaki bütün müslüman esirleri karşılıksız serbest bırakmak ve Bizanslılar tarafından tahrip edilen yerleri tamir etmek karşılığında barış isteğini yineledi. Me’mûn bu sırada Bedendûn’da (Pozantı) bulunmaktaydı. Rivâyete göre Bizans elçisi geldiğinde halife çadırına girip iki rekat namaz kılmış ve istihâreden sonra elçiye, imparatorun mektupta üzerinde durduğu her hususla ilgili cevaplar vermiş ve savaştan başka bir yol kalmadığını belirtmiştir. Me’mûn’un imparatora sözlü cevap vermeyi tercih ettiği anlaşılmaktadır ki, infi’al veya savaş durumlarında bazen bu yola başvurulduğu veya çok kısa yazılı cevaplar verildiği görülür. Mes‘ûdî’ye göre savaş kararından vazgeçmeyen Me’mûn civardaki on beş kaleyi fethettikten sonra Pozantı’ya döndü. Ancak fethettiği yerleri imar edip buralara müslüman ahaliyi yerleştirmeyi düşünen halifenin ölümü bu düşüncesini gerçekleştirmesine engel oldu. Me’mûn 18 Receb 218’de (9 Ağustos 833) Bedendûn (Pozantı) suyu yakınlarındaki ordugâhta vefat etti. Yerine kardeşi Ebû İshâk Mu‘tasım-Billâh geçti.
İslâm kaynaklarında Halife Me’mûn ile Bizans imparatorları arasında gerçekleşen diplomatik ilişkilere dair bazı rivâyetlere yer verilmekle birlikte imparator isimleri ve ziyaretlerin tarihleri zikredilmemektedir. Bu rivâyetler müstakil ziyaretlerle ilgili olabileceği gibi yukarıda bahsedilen elçiliklere dair rivâyetlerin bir parçası olarak da düşünülebilir:
İbnü’l-Ferrâ isim ve tarih vermeksizin Halife Me’mûn’un Bizans imparatoruna bir elçi gönderdiğini kaydeder. Elçi beraberindeki mektupları imparatora ilettikten sonra epey bir süre kalmış ve bu arada aldığı izinle müslüman esirleri ziyaret ederek onların durumlarını yerinde görme imkânı elde etmişti. Ziyaret sırasında Bağdat’lı esirlerden birinin okuduğu acıklı şiir elçi tarafından daha sonra Me’mûn’a iletildiğinde halifenin oldukça duygulandığı ve hemen harekete geçip esirlerin salıverilmelerini sağladığı belirtilmektedir.
Bizans imparatorlarıyla halifeler arasındaki hediyeleşmelerde hediyelerin devletin şan ve şerefini yansıtmasına önem verildiği bilinmektedir. Rivâyete göre bir defasında Me’mûn’a Bizans imparatorundan gelen hediyeler sunulmuştu. Me’mûn gelen hediyelerin yüz katının imparatora gönderilmesini istedi ve “böylece İslâm’ın izzetini ve Allah’ın bize verdiği nimetleri görmüş olsun” dedi. Halife ayrıca danışmanlarına Bizanslılar için en değerli hediyenin ne olduğunu sormuş, misk ve samur cevabını alınca hediyelere 200 rıtl misk ve 200 samur derisi daha eklemelerini emretmiştir.
Me’mûn döneminde Bizans’la bilim ve sanat alanında gerçekleşen ilişkiler dikkate değer mahiyettedir. Bunda halifenin şahsiyetinin önemli bir payı vardır. Abbâsî halifeleri içerisinde klâsik felsefe ve tabiat bilimlerine en çok ilgi duyan ve bu ilimlerin elde edilebilmesi için gerek bilim adamlarını destekleme, gerekse kurumlar oluşturma yoluyla en fazla katkıda bulunan kimse, Halife Me’mûn olmuştur. Me’mûn tarafından kurulan Beyt’ül-Hikme (Dârü’l-Hikme), ilim ve tercüme faaliyetlerine altın çağını yaşatan bir ilim merkezi olarak tarihteki yerini almıştır. Me’mûn, Bizans’a karşı gerçekleştirdiği başarılı bir sefer sırasında toplattığı kitapları, beraberinde Bağdat’a getirmiştir. Bunun yanında, gerek ülke içindeki kilise okullarından, gerekse komşu ülkelerden ve Kıbrıs’tan, satın alma vb. yollarla sağlanan eserlerle birlikte Beytü’l-Hikme’nin kuruluşunu gerçekleştirmiştir.
Dönemin en meşhur bilim adamlarının istihdam edildiği bu kurumda İbnü’n- Nedîm’e göre, Grekçe’den Süryanice aracılığıyla Arapça’ya veya doğrudan Grekçe’den Arapça’ya tercüme yapanların sayısı kırktan fazlaydı. Me’mûn’un sadece Grekçe’den yaptırdığı tercümeler için 300.000 dinar harcadığı, Huneyn b. İshâk gibi bazı mütercimlere ise tercüme ettikleri eser ağırlığında altın hediye ettiği rivâyet edilmektedir.[46] İbnü’n-Nedîm, Me’mûn’la Bizans imparatoru (muhtemelen Theophilos) arasında birçok yazışmalar gerçekleştiğini belirttikten sonra, halifenin imparatora mektup yazıp Bizans’taki eski Yunan yazmaları arasında önemli bazı eserlerin temini için izin istediğini, teklife başlangıçta olumsuz bakan imparatorun daha sonra Halife’nin bu isteğini kabul ettiğini kaydeder. Bunun üzerine Me’mûn, aralarında dönemin meşhur tercüman ve ilim adamlarından Haccâc b. Yusuf b. Matar, Yuhannâ b. el-Batrîk, Yuhannâ b. Mâseveyh ve Beytü’l-Hikme’nin “sâhibi” olarak adlandırılan Selm’in de (Sâlim?) bulunduğu bir gurubu Bizans’a gönderir. Heyet, Bizans’tan felsefe, matematik, tıp ve mûsikîye dair eserler getirmiş ve bunları yine halifenin isteği üzerine Arapça’ya tercüme etmiştir. Me’mûn’un ilme merakını vurgulayan Sâid el-Endelüsî, onun Bizans imparatorlarına kıymetli hediyeler gönderip felsefe kitaplarının temini için aracı olmaları ricasında bulunduğunu belirttikten sonra, halifenin bu isteğine karşılık imparatorların da Eflatun, Aristoteles, Hippokrates, Galenos, Euklides, Batlamyus gibi filozof ve tabiat bilimcilerine ait eserleri gönderdiklerini kaydetmektedir.
Me’mûn’un Bizans’a gönderdiği ilim heyeti içerisinde yer alan İbn Batrîk biraz mübalağalı bir uslûpla klâsik eserleri elde etmek amacıyla yaptığı faaliyetleri şöyle anlatır: “Filozofların sırlarını (eserlerini) sakladıkları mabetlerden hiçbirini bırakmadan gezdim. Aradığımı yanlarında bulabileceğimi umduğum en büyük rahipleri dolaştım. En sonunda Asklepios’un kendisi için yaptırdığı mabede vardım. Orada âlim ve anlayışlı bir rahiple dostluk kurdum. Bir yolunu bularak kitapların bulunduğu mabede girmeyi başardım. Onların arasında aradığımı buldum ve istenileni elde etmiş olarak döndüm. Şimdi onu Yunanca’dan Arapça’ya tercüme etmekteyim”.
Kendisinden barış isteyen Kıbrıs valisine Halife Me’mûn’un ileri sürdüğü şartlar arasında, adada bulunan Yunan felsefe klâsiklerinin gönderilmesi de yer almaktaydı. Kıbrıs’ta bir depoda bulunduğu belirtilen eserler, anlaşma gereği Halife’ye gönderilmiş ve o da bu kitaplarla ilgilenmek üzere Beytü’l-Hikme’nin ‘sahibi’ Sehl b. Hârûn’a (öl. 215/830) göndermişti. Me’mûn’un eski Yunan bilimine ait eserlerin toplanması amacıyla Sicilya’ya da görevliler gönderdiği rivâyet edilmektedir.
Me’mûn döneminde Bizans’tan çeşitli ilimlere dair birçok eser getirildiği kaydedilmekle birlikte, kitapların isimleri ve müellifleri konusunda açık bilgiler verilmemektedir. Bununla birlikte bazı rivâyetler bu hususta bir fikir edinmeye yardımcı olacak mahiyettedir. İbnü’l-Kıftî’nin naklettiğine göre Me’mûn döneminde Bizans’tan getirilen eserler arasında Perge’li (Pergaeus) meşhur matematikçi Apollonios’un (ö. m. ö. 190?) İslâm dünyasında Kitâbü’l-Mahrûtât adıyla bilinen ve konilerle ilgili sekiz kitaptan oluşan Kônika adlı eserinin birinci bölümü de bulunmaktaydı. Eskiçağın en büyük ilmî kaynaklarından biri olarak kabul edilen bu eserin daha sonra ilk dört kitabı Hilâl b. Ebû Hilâl el-Hımsî, diğerleri ise Sâbit b. Kurra tarafından Arapça’ya çevrilmiş ve Benû Mûsâ b. Şâkir tarafından da islah edilmiştir. Bugünün geometri ilmini doğrudan etkileyen ve araştırmacılarca dâhiyane kabul edilen orijinal tesbitler içeren eser, uzun yıllar sahasında başvuru kaynağı olma özelliğini sürdürmüştür.
Bizans’ta bulunan eski Yunan bilimine ait eserlere büyük ilgi duyan ve bir kısmını ülkesine getirten Halife Me’mûn’un bu ilgisi, sadece eserlerle sınırlı kalmamış, klâsik ilimlerin o gün yaşayan temsilcilerini de kapsamıştır. Bu temsilcilerden biri, şöhreti talebeleri vasıtasıyla Bizans sınırları dışına taşarak Bağdat’a kadar ulaşan matematik, astroloji ve felsefe âlimi Leon’dur (ö. 869?). Leon’un, özellikle birbirinden belirli uzaklıktaki yüksek tepeler üzerinde oluşturulan ışık işaretleri sayesinde, Arap akınlarını kısa sürede başkente bildirmek üzere bir mekanizma icad ettiği ve daha bol ürün elde etme amacıyla geliştirdiği yöntemlerin daha sonra Mu’tasım dönemindeki Amorion kuşatmasında (223/838) uygulanarak olumlu sonuçlar elde edildiği rivâyet edilmektedir. Leon’a mektup yazarak onu sarayına davet eden Halife Me’mûn’un, bu girişiminde başarılı olamadığı belirtilmektedir. Çünkü, Halifenin mektubundan haberdar edilen İmparator Theophilos, Leon’un ücretini artırdığı gibi, onu İstanbul’un önemli kiliselerinden birine tayin etmişti. Me’mûn bizzat imparatora mektup göndererek kısa bir süre için dahi olsa Leon’un Bağdat’a gelmesine izin vermesini rica etti. Halife mektubunda İmparatora, isteğini yerine getirdiği takdirde bunu bir dostluk işareti sayarak kalıcı bir barış imzalayacağına söz vermekte, bunun yanında 2. 000 dinar altın teklifinde bulunmaktaydı. Bütün bu girişimlerine rağmen Me’mûn, imparatordan olumlu bir cevap alamamıştır.
Me’mûn’un sarayındaki müneccimlerden hendese âlimi Mûsâ b. Şâkir’in oğulları Muhammed, Ahmed ve Hasan da (Benû Mûsâ b. Şâkir) klâsik bilim mirasını elde etme hususunda özel gayret sarfetmişlerdir. Babaları Mûsâ’nın ölümünden sonra Me’mûn, onlarla ilgilenmek üzere İshâk b. İbrahim’i görevlendirdi. Onlar Beytü‘l-Hikme’de Yahyâ b. Ebî Mansûr’la birlikte çalışmaya başladılar. Burada Bizans’tan gelen eserler kontrol edilip tercüme edilmek üzere İshâk’a verilmekte idi. Kitâbü’l-Hıyel adlı eserle tanınan ve Me’mûn’un isteği üzerine dünyanın enlem ve boylamlarını tespit ettikleri bilinen Benû Mûsâ kardeşler, dönemin bilimlerini elde etmek amacıyla maddî hiçbir fedâkârlıktan kaçınmamışlardır. Klâsik kaynakların tercümesi için Huneyn b. İshâk, Hubeyş b. Hasan ve Sâbit b. Kurra’nın da aralarında bulunduğu mütercimlere, aylık 500 dinar ödedikleri kaydedilmektedir. Huneyn b. İshâk gibi meşhur bilginleri Bizans’a göndererek felsefe, geometri, mûsıkî, aritmetik ve tıp alanında birçok eserin satın alınarak İslâm ülkesine getirilip tercüme edilmesini sağlamışlardır. Az önce adı geçen astronomi ve astroloji bilgini (müneccim) Yahya b. Ebî Mansûr’un Me’mûn’un Bizans topraklarına düzenlediği bir sefer sırasında vefat ettiği kaydedilir.
Me’mûn dönemi, İslâm sanatının Bizans sanatını etkilediğini gösteren bir alış verişe de sahne olmuştur. Kendisi iyi bir eğitim görmüş, sanat ve ilme meraklı olan İmparator Theophilos, Abbâsîler’le mücadele etmekle birlikte aynı zamanda bir Bağdat hayranı idi. Ostrogorsky’e göre, Arap sanatına karşı hayranlık duyan bu imparatorun dönemi, Bizans’ın Arap kültürünün en fazla etkisine maruz kaldığı bir dönem olmuştur. İdeal bir hükümdar olma arzusundaki imparator, adaletiyle meşhur Hârûn er-Reşîd’i taklid ederek, tebdili kıyafetle şehirde dolaşır, güçsüz ve fakirlerle konuşur, halkın şikayetlerini dinleyerek suçluları rütbe ve makamına bakmadan ibretli bir şekilde cezalandırırdı. Theophilos’un İstanbul’da yaptırdığı ve harabeleri günümüze kadar gelmiş olan Bryas sarayı, İslâm sanatının izlerini taşımaktadır. Müslümanlarla peşpeşe yapılan savaşların ardından İmparator Theophilos daha sonra İstanbul patriği olacak olan hocası Synkellos Ioannes Grammatikos’u, barış görüşmeleri yapmak amacıyla Me’mûn’a elçi olarak gönderir. Görevi dolayısıyla bulunduğu Bağdat’ta halîfenin sarayına hayran kalan elçi, İstanbul’a döndükten sonra imparatora izlenimlerini aktarırken bu saraydan da bahseder. Anlatılanlardan oldukça etkilenen imparator, Abbâsî saraylarının resimlerini getirterek Patrikios’a 832 (veya 837) yılında Bryas mevkiinde aynı mîmarî özellikleri taşıyan bir saray yaptırmıştır. Ikonoklazma döneminde yapılmış olmasıyla devrin sanat zevkini yansıtan ve o dönemde “İstanbul’da benzeri bulunmadığı” ifade edilen sarayda, Hz. Meryem adına büyük bir salon ve üç sahınlı bir kilise de bulunmaktaydı. Sarayın etrafındaki bahçeler ve saraya su sağlayan kanallar, doğunun bir tesiri olarak görülmektedir. Semavi Eyice günümüzde Bostancı’nın az ilerisinde Küçükyalı mevkiinde görülen büyük harabenin, Bryas sarayına ait olduğunu belirtmekte ve bu sarayın Bizans imparatorlarının kaynaklarda adları geçen kent dışındaki sayfiye sarayları arasında, günümüze gelebilen tek saray olma özelliği taşıdığını ifade etmektedir.
Sonuç olarak Me’mûn dönemi Abbâsî-Bizans ve hatta daha genel çerçevede İslâm-Bizans ilişkileri bağlamında ilişkilerin canlılığı ve çeşitliliği bakımından dikkate değer bir mahiyet taşımaktadır. Bununla birlikte Me’mûn’un halifeliğinin başlangıcından itibaren epeyce uzun bir süre her iki tarafı meşgul eden çeşitli iç ve dış problemler yüzünden Abbâsî-Bizans ilişkileri bağlamında bazı istisnalar dışında bir sukûnet devresi yaşanmıştır. Me’mûn’un halifeliğinin bu birinci devresi 198-215 (813-830) yıllarını kapsamaktadır. Me’mûn’un ilk Anadolu seferinden vefatına kadar 215-218 (830-833) yıllarını ihtiva eden ikinci dönem ise Abbâsîler’in inisiyatifi ele aldığı karşılıklı mücadeleler devri olmuştur. Halife bizzat ordusunun başında olduğu halde Bizans’a dört sefer yapmış ve ölümü de son Anadolu seferinde vuku bulmuştur. Bu dönem aynı zamanda Bizans’ta bulunan bazı eski Yunan bilim ve felsefe klâsiklerinin Bağdat’a getirilmesi ve Bizans başkentinde Bağdat sarayına benzer olarak Bryas sarayının inşa edilmesi örneklerinde görüldüğü gibi bilim ve sanat alanında da önemli ilişkilere sahne olmuştur.
* Dr., Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), İstanbul.
(Prof. Dr. Işın Demirkent Anısına, Dünya yayınları, Şubat 2008)