Babil'in yaratılış destanı Enuma Eliş, tanrıların düşüşünü ve aralarındaki ilk yabancılaşmayı, diğer pek çok dinde rastlanan büyük tanrılarla genç tanrılar arasındaki savaşları anlatan hikayelere benzer bir öyküyle aktarır.
Evrensel boşlukta ilkin erkek dev Absu'yla dişi dev Tiamat varmış, bunların birleşmesinden erkek yılan Lakamu meydana gelmiş, yılanların birleşmesinden de gökyüzü tanrısı Anşar'la yeryüzü tanrısı Kişar doğmuş, yeryüzüyle gökyüzü birleşerek Anum, Enlil ve Ea'yı doğurmuşlar.
Böylelikle sessizlik bozulmuş ve evrende gürültü başlamış. Sessizliğe alışık olan Absu'yla Tiamat bu gürültüden tedirgin olmuşlar. Absu, bütün yarattıklarını yok etmeye karar vermiş, çocuklarının yok olmasını istemeyen Tiamat her ne kadar ona karşı koymuşsa da dinletememiş.
Ne var ki büyükbabasının bu kararını sezgileyen Ea bir büyüyle onu yok etmiş. Kocasının yok oluşuna çok üzülen ve o oranda da çok kızan Tiamat bir canavarlar ordusu kurarak öç almak ve bütün tanrıları yok etmek istemiş. Tiamat dehşet verici yaratıklardan -akrep adamlar, kentaurlar ve başka korkunç yaratıklar- oluşan bir demon ordusunun başına komutan olarak konkunç dev Kingu'yu getirmiş ve kader ipleri'ni de onun eline vermiş.
Tanrılar önce korkudan titremişler, sonra çaresizlikizlik içinde kendilerini savunmaya karar vermişler. Önce Anum ve sonra Ea savaşı yönetmeyi denemişlerse de becerememişler ve korkup kaçmışlar.
Tiamat'la başa çıkamayacaklarını anlayan tanrılar sonunda Marduk'a başvurmak zorunda kalmışlar. Marduk, kendisini bütün tanrıların başkanı yapmaları ve kaderin iplerinide kendisine vermeleri şartıyla başkomutanlığı kabul etmiş. Anum'un diplomasi yolunu denemesine karşın Marduk güç kullanmayı seçer ve kadın ceddine alevler, fırtınalar ve şimşeklerle saldırır.
Tiamat onu yutmak üzere ağzını açar(kaos, her şeyi silip süpüren dişi, düzen ilkesini yutarak, yeniden soğurarak, onu ilk çıktığı yer olan ana rahmine geri göndererek yok etmeye çalışmaktadır), ancak Marduk, fırtınanın rüzgarını onun ağzından içeri sokarak midesine gönderir ve bedeninin acılar içinde şişmesine neden olur.
Tiamat gücünü kaybettiği bir anda Marduk okunu çeker ve onu öldürür. Kozmosu meydana getiren, hayat veren su aynı zamanda yok edilmesi gereken kaos, yani Tiamat'tır.
Kingu ve ordularını fazla zorlanmadan alt eden Marduk, Tiamat'ı ikiye böler(yani Kozmos'u ayırır), bir yarısını gökyüzüne yerleştirir ve kendisi ve diğer tanrılar için bir saray inşa eder.
Marduk şimdi evrenin örgütlenmesini, kozmosun yaratılışını tamamlar ve fiziksel dünyayı meydana getirdikten sonra, insanı yaratmaya koyulur. İnsanı tek bir amaç, kendisine ve diğer tanrılara hizmet etmesi için yaratmıştır: Bu nedenle, insanın başlıca görevi, tanrılara kurban sunmak ve tapınaklarda çalışmaktır.
Tuhaf olan şudur ki, Marduk insanları Kingu'nun kanından yapmıştır. Bu konuyla ilgili insanın düşmüş doğasının, atalarından, Tiamat'ın oğlu olan bu kötü prensten kaynaklandığı söylenebilir.
Babil'in yeraltı tanrıları, en iyi durumda "müphem" sayılabilecek özellikler sergiler.
"Karanlıkların kraliçesi" Ereşkigal'dir. Önceden bir gökyüzü tanrıçasıyken, canavar Kur tarafından zorla kaçırılarak ölüler diyarına indirilmiştir ve orda Kur'un eşi olarak tahta çıkmıştır.
Tahtını, Enlil'in oğlu ve aslında bir güneş tanrısı olan Nergal ile paylaşır. Nergal, silah olarak sıcağı ve yıldırımları kullanarak ölüler diyarına(yeraltı dünyasına) iner ve Ereşkigal'i yok etmekle tehdit eder. Ereşkigal yok olmaktan kurtulabilmek için onunla evlenmeye razı olur.
Bu karanlık ilahlar yıkım, salgın hastalık, savaş ve ölüm tanrılarıdır; bununla birlikte, her ikisi de ikircikli özelliklerini gerek işlerinde (Nergal aynı zamanda iyileştirici tanrıdır) gerekse ölüler diyarına düşen gök tanrılar olarak kökenlerinde göstermektedirler. Yıldızların tanrıçası İştar (Sümer-İnanna) kız kardeşi olan Ereşkigal, onun kökteşidir ve İştar'ın ölüler alemine inişiyle ilgili ünlü mit bu ilişkiyi doğrulamaktadır.
İştar tam olarak bilinmeyen nedenlerden dolayı ölüler alemine iner -olası ki yeraltı dünyasını yönetmeyi arzulamıştır. Ancak, anlaşılabilir nedenlerden dolayı kız kardeşi Ereşkigal'in, bu cesareti yüzünden ona kızacağından ve onu yok edeceğinden korkar. Yedi kapıdan geçmesi gerekir ve geçtiği her kapıda onu bir demon karşılayarak giysilerinden bir parça soyar.
En sonunda "Çırılçıplak ve dizlerinin üzerinde, Ereşkigal'le, Alt Dünya'nın en korkulan yedi yargıcı Annunaki'nin huzuruna getirilir. Ölüm dolu bakışlarını onun üzerinde toparlar ve o an bedeni bir cesete dönüşür; cesedi bir direğe asılır. İştar öldüğünde, yukarıda tüm yeryüzünün dölü kesilir. Enki'nin yardımıyla İştar yeniden canlanır, ancak ölüler aleminin kuralı odur ki, kendi yerine bir kurban bırakmadan hiç kimse yaşama geri dönmeyecektir.
İştar yukarıya geri döndüğünde, kocası çoban Tammuz'un yaşadığı Kullab'a gider. Temmuz(Sümerlilerde Dumuzi), onun yokluğuna yaz tutmak bir yana, hükümdar olmanın zevkini çıkarmaktadır. İştar ona "ölümün gözü"yle bakar ve onu hiç bir zaman dönmeyeceği ölüler aleminin demonlarına teslim eder. Cehennem burada yalnızca ölümün hüküm sürdüğü bir bölge değil, aşk ve doğurganlık tanrıçasını tutsak ettiğinde, dünyada kuraklık ve kısırlığa da yol açabilen bir güçtür.
Mezapotamya demonları genellikle tanrılardan daha az saygınlığa ve güce sahip ikincil derece düşman ruhlardı. Zaman zaman Tiamat'ın zürriyetinden oldukları kabul edilse de, daha sık olarak üst-tanrı Anum'un çocukları olarak düşünülürlerdi. Dehşet verici Anunnaki'ler ise cehennemdeki ölülerin gardiyanlarıydı.
Etimmu mutsuz ölenlerin hayaletleriydi.
Utukku çöllerde ya da mezarlarda yaşardı. Diğer kötü ruhlar, salgın hastalıkların demonları, karabasanların demonları, baş ağrılarının demonları, fırtınaların demonları(Pazuzu) gibi ve çeşitli hastalıkların demonlarıydı.
Bu demonların en korkunçlarından biri de Lilitu'dur. Lilitu geceleri dolaşıp "succubus" olarak erkeklere saldıran ya da onların kanını içen frijit, kara kuru, kocasız "umutsuzluk bakiresiydi.
Labartu, iki elinde birer yılan taşırdı ve genellikle bir köpek ya da bir domuz eşliğinde dolaşarak, çocuklara, annelere ve dadılara saldırırdı. İnsanlar bunlardan korunmak amacıyla muskalardan, efsunlardan, demon kovma dualarından ve diğer büyülerden yararlanırlar, ancak özellikle de kendi koruyucu tanrılarına özenle ibadet ibadet edip onların sevgisini kazanmaya çalışırlardı.
Tanrılar ve Tanrıçalar:
Ab-zu: (Sümer) Yeraltı tanrısı. Apsu(ya da Absu)'da denir. İlk insanlar, yaşamın sarmal gelişimini mevsimlerde izlemişler, doğum-ölüm döngüsünü yeraltı sularına bağlamışlardır. Yeraltı suları, ilkbaharda bütün doğaya canlılık verirler, yazın göklere doğru yükselirler, sonbaharda yağmurlarla yeniden insanın yaşadığı toprağa düşerler, kışın da toprağın altındaki yerlerine dönerler. Bu döngü her yıl böylece tekrarlanır. Su mevsimi gelince, her yıl doğayı yeniden canlandırır. Bu yüzden Ab-zu, canlandırıcı bir tanrıdır.
Adad: (Mezapotamya) Hava ve gökgürültüsü tanrısı. Bu tanrı, Ramman adıylada anılırdı. Mezapotamya çoktanrıcılığı, Sümer, Asur, Babil, Hitit ve Fenikeliler'in ufak tefek farklarla benimsedikleri oratk inançlardır.
Adapa: (Babil) Ölümsüzlük fırsatını kaçıran insan. Mısır'da Tel-el-Amarna mahsenlerinde çivi yazısıyla yazılmış tabletler halinde bulunan
Adapa efsanesi, insanın bir zamanlar ölümsüz olma fırsatını yakaladığı halde nasıl elinden kaçırdığını anlatmaktadır.
Efsaneye göre, Adapa adında bir bilgin, tanrılık bilgiye eriştiği halde halde, tanrılık ölümsüzlüğe erişemediğine yakınırmış. Bir gün kayığının devrilmesine kızarak Güney yeli tanrısının kanatlarını kırıvermiş. Tanrı Anum'un başkanlığında tanrılar, onu yargılamak için toplanmışlar. Yargının sonunda Adapa'ya ölüm ekmeği yedirileceğini bilen insanların koruyucusu tanrısı Ea, onun kulağına bu ekmeği yememesini fısıldamış. Oysa, Adapa'nın bilgisini çok beğenen tanrılar, ona ölüm ekmeği yerine ölümsüzlük ekmeği vermişler. Adapa, tanrı Ea'nın öğüdüne uyarak bu ekmeği yememiş ve böylelikle insanoğluna bir daha asla bağışlanmayacak olan ölümsüzlük fırsatını kaçırmış.
Akrep İnsanlar: (Sümer)Akrep insanlar ülkesi. Tufan varsayımının ilk biçimi Sümerler'in Gılgamış öyküsünde anlatılır.
Tufandan kurtularak ölümsüzlüğe kavuşan Utnapiştim'in oturduğu yer, Akrep ülkesini aştıktan sonra varılan yerdir. Gılgamış, ölümsüzlüğe ulaşmanın çaresini ini öğrenmek için büyük dedesi Utnapiştim'e gitmek için bu ülkeden geçer.
An: (Sümer) Gök-tanrı. Anum da denir. Savaş tanrısı İştar'ın kocasıdır. Yunanlıların Zeus'uyla eşdeğerlidir, tanrılar tanrısıdır. Sümer inançlarında Enlil(toprak) ve Enki(okyanus) ya da Ea'yla birlikte büyük tanrılar üçlüsünü kurarlar.
Anşar: (Sümer) Gökyüzü tanrısı. Yeryüzü tanrısı Kişar'la birlikte dişi yılan Lakamu'yla erkek yılan Lakmu'nun çocuklarıdır.
Annunaki'ler: (Sümer) İkinci derece tanrılar. Bunlar baş tanrı Marduk'tan kendilerine bir hizmetçi vermesini istemişler, o da insanı yaratmış.
Arallu: (Sümer) Cehennem ülkesi. Sümer inançlarına göre, cehennem ülkesini yöneten önce tanrıça Ereşkigal'miş, sonra çok güçlü bir tanrı olan Nergal onunla evlenerek cehennem ülkesinin kralı olmuş.
Aruru: (Sümer) Sümer tanrıçası. Sümerlerin ünlü Gılgamış destanında adı geçen, A-Ru-Ru biçiminde de yazılıyor. Uruk kentinin genç kızları, nişanlılarını sabahtan akşama kadar çalıştıran kral Gılgamış'ı ona şikayet ederler. O da Gılgamış'ı başka konularda oyalasın diye Enkidu'yu yaratır.
Aya: (Babil)Güneş-tanrı Şamaş'ın karısı tanrıça.
Babbar: (Mezapotamya) Güneş-tanrı. İ.Ö. III. binyılda tapılmıştır. Asur ve Hititlerde Şamaş adını taşır. Adaletle ilgili bir tanrıdır, haksızlık yapanları cezalandırırmış.
Bel: (Babil) Tanrı. Baal deyiminin başka bir söyleyiş biçimidir. Nippul tanrısı Enlil,
Babil tanrısı Marduk bu adla anılırdı. Dişili Beltu'dur, Yunanlılar Beltis'de derler.
Daha çok Babillilerin kullandıkları Bel deyimi, İbranice ve Fenikecedeki kullanımından farklı olarak, en büyük kutsal tanrıyı dile getirir. Arami inançlarındaki tanrılar üçlüsü Yarhibol ve Aglibol'daki bol deyiminin de bel deyiminin başka bir biçimi olduğu açıktır.
Belit: (Babil) Tanrı Bel'in karısı. Tanrı Bel, büyük tanrı Enlil'in adıdır.
Boğa: (Sümer) Bolluk ve güçlülük simgesi. Hayvan tapımının en önemli tanrılık hayvanlarından biri olan boğa'ya ilkin Sümer inançlarında rastlamakla birlikte boğanın kutsallığı inancının hemen bütün ilkel inançlarda yer aldığı görülür. Bütün mitolojilerde boğa, dölleme ve kuvvet olarak erkek gücünü simgeler.
Sümerlerde boğa, erkek insan başlı olarak tasarımlanmıştır.
Boğa tapımı, bütün sami dinlerinde süregelerek Antikçağ Yunan ve Roma inançlarına kadar gelmiştir. Boğa eski Yunan'da Zeus'ün, Roma'da Jüpiter'in simgesidir.
Ea: (Sümer) Su-tanrı. Enki adıyla da anılır. Sümer-Akad inançlarında evrenin ana öğesi su'dur. Daha açık bir deyişle Sümer evreni gök (An), toprak (Enlil)ve su (Enki) olmak üzere üçe ayırmakla beraber bunların temel ve tümünün yaratıcı öğesi olarak su'ya tapmışlardır.
Bu bakımdan, Ea büyük yaratıcı tanrıdır, göğü ve toprağı o yaratmıştır, aynı zamanda tüm bilgeliktir ve bundan ötürüde büyüsel etkiler onun yardımıyla elde edilir, yaşam kaynağı olduğundan ötürü bolluğu da simgeler.
Sümer tapınaklarında Ea'nın kendisi olarak bir kap içinde kutsal su bulundurulurdu, bu sudan içen hastaların iyileşeceğine ve güçsüzlerin güçleneceğine inanılırdı. Tapınak rahipleri de balık biçiminde giysiler giyerlerdi. Hıristiyanların İsa'ya tasarladıkları balık niteliğinin de kaynağı Sümerlerin bu inancı olsa gerektir. Sümer inançlarında Ea'dan önce, bir su ilkesi olan Ab-zu(ya da Ab-su) inancı alır.
Enkidu: (Sümer) Gılgamış'ın arkadaşı. Engidu biçimin dede yazılmaktadır. Kimi incelemeciler onun bir insan olmadığını, belki de bir aslan olduğunu ileri sürmektedirler.(Örneğin, Bkz. Challaye, Dinler Tarihi, İstanbul 1960, s. 116). Vücudu kıllarla kaplı, çok bilgeli bir varlıkmış. Bir başka anlatıma göre de kralı olduğu kenti kalkındırmak isteyen Gılgamış, ülkesinin bütün erkeklerini işe koşarmış. Kadınlar kocalarını, genç kızlar nişanlılarını göremez olmuşlar. Bu yüzden kralı, tanrı Aruru'ya şikayet etmişler. Kadınları haklı bulan tanrı da krala bir arkadaş yaratarak onu başka serüvenlere yöneltmek istemiş ve tanrı Anum'a benzeyen toprak vücutlu, çok iri ve vahşi Enkidu'yu yaratmış. Bu yaratık Gılgamış'ın yaşamında büyük çapta etken olanlardan biridir ve sonunda da onun uğrunda ölür. Öyküye göre tanrıça İştar, krala aşık olmuş. Ama onun bütün sevgililerini öldürdüğünü bilen Gılgamış, tanrıçaya yüz vermemiş. İştar da ondan öç almak için üstüne azgın bir boğayı saldırtmış. Gılgamış ancak Enkidu'nun yardımıyla boğayı alt edebilmiş.
Buna çok kızan İştar da Enkidu'nun canını almış. Enkidu'nun ölümü, Gılgamış'ın ölümden korkup ölümsüzlüğü aramasının nedenidir. Bir başka anlatıma göre de Gılgamış, ölüler ükesin de arkadaşıyla görüşür. Enkidu'nun ona ölümün ne denli kötü olduğunu anlatması, Gılgamış destanı'nın en şiirli bölümüdür.
Evrensel boşlukta ilkin erkek dev Absu'yla dişi dev Tiamat varmış, bunların birleşmesinden erkek yılan Lakamu meydana gelmiş, yılanların birleşmesinden de gökyüzü tanrısı Anşar'la yeryüzü tanrısı Kişar doğmuş, yeryüzüyle gökyüzü birleşerek Anum, Enlil ve Ea'yı doğurmuşlar.
Böylelikle sessizlik bozulmuş ve evrende gürültü başlamış. Sessizliğe alışık olan Absu'yla Tiamat bu gürültüden tedirgin olmuşlar. Absu, bütün yarattıklarını yok etmeye karar vermiş, çocuklarının yok olmasını istemeyen Tiamat her ne kadar ona karşı koymuşsa da dinletememiş.
Ne var ki büyükbabasının bu kararını sezgileyen Ea bir büyüyle onu yok etmiş. Kocasının yok oluşuna çok üzülen ve o oranda da çok kızan Tiamat bir canavarlar ordusu kurarak öç almak ve bütün tanrıları yok etmek istemiş. Tiamat dehşet verici yaratıklardan -akrep adamlar, kentaurlar ve başka korkunç yaratıklar- oluşan bir demon ordusunun başına komutan olarak konkunç dev Kingu'yu getirmiş ve kader ipleri'ni de onun eline vermiş.
Tanrılar önce korkudan titremişler, sonra çaresizlikizlik içinde kendilerini savunmaya karar vermişler. Önce Anum ve sonra Ea savaşı yönetmeyi denemişlerse de becerememişler ve korkup kaçmışlar.
Tiamat'la başa çıkamayacaklarını anlayan tanrılar sonunda Marduk'a başvurmak zorunda kalmışlar. Marduk, kendisini bütün tanrıların başkanı yapmaları ve kaderin iplerinide kendisine vermeleri şartıyla başkomutanlığı kabul etmiş. Anum'un diplomasi yolunu denemesine karşın Marduk güç kullanmayı seçer ve kadın ceddine alevler, fırtınalar ve şimşeklerle saldırır.
Tiamat onu yutmak üzere ağzını açar(kaos, her şeyi silip süpüren dişi, düzen ilkesini yutarak, yeniden soğurarak, onu ilk çıktığı yer olan ana rahmine geri göndererek yok etmeye çalışmaktadır), ancak Marduk, fırtınanın rüzgarını onun ağzından içeri sokarak midesine gönderir ve bedeninin acılar içinde şişmesine neden olur.
Tiamat gücünü kaybettiği bir anda Marduk okunu çeker ve onu öldürür. Kozmosu meydana getiren, hayat veren su aynı zamanda yok edilmesi gereken kaos, yani Tiamat'tır.
Kingu ve ordularını fazla zorlanmadan alt eden Marduk, Tiamat'ı ikiye böler(yani Kozmos'u ayırır), bir yarısını gökyüzüne yerleştirir ve kendisi ve diğer tanrılar için bir saray inşa eder.
Marduk şimdi evrenin örgütlenmesini, kozmosun yaratılışını tamamlar ve fiziksel dünyayı meydana getirdikten sonra, insanı yaratmaya koyulur. İnsanı tek bir amaç, kendisine ve diğer tanrılara hizmet etmesi için yaratmıştır: Bu nedenle, insanın başlıca görevi, tanrılara kurban sunmak ve tapınaklarda çalışmaktır.
Tuhaf olan şudur ki, Marduk insanları Kingu'nun kanından yapmıştır. Bu konuyla ilgili insanın düşmüş doğasının, atalarından, Tiamat'ın oğlu olan bu kötü prensten kaynaklandığı söylenebilir.
Babil'in yeraltı tanrıları, en iyi durumda "müphem" sayılabilecek özellikler sergiler.
"Karanlıkların kraliçesi" Ereşkigal'dir. Önceden bir gökyüzü tanrıçasıyken, canavar Kur tarafından zorla kaçırılarak ölüler diyarına indirilmiştir ve orda Kur'un eşi olarak tahta çıkmıştır.
Tahtını, Enlil'in oğlu ve aslında bir güneş tanrısı olan Nergal ile paylaşır. Nergal, silah olarak sıcağı ve yıldırımları kullanarak ölüler diyarına(yeraltı dünyasına) iner ve Ereşkigal'i yok etmekle tehdit eder. Ereşkigal yok olmaktan kurtulabilmek için onunla evlenmeye razı olur.
Bu karanlık ilahlar yıkım, salgın hastalık, savaş ve ölüm tanrılarıdır; bununla birlikte, her ikisi de ikircikli özelliklerini gerek işlerinde (Nergal aynı zamanda iyileştirici tanrıdır) gerekse ölüler diyarına düşen gök tanrılar olarak kökenlerinde göstermektedirler. Yıldızların tanrıçası İştar (Sümer-İnanna) kız kardeşi olan Ereşkigal, onun kökteşidir ve İştar'ın ölüler alemine inişiyle ilgili ünlü mit bu ilişkiyi doğrulamaktadır.
İştar tam olarak bilinmeyen nedenlerden dolayı ölüler alemine iner -olası ki yeraltı dünyasını yönetmeyi arzulamıştır. Ancak, anlaşılabilir nedenlerden dolayı kız kardeşi Ereşkigal'in, bu cesareti yüzünden ona kızacağından ve onu yok edeceğinden korkar. Yedi kapıdan geçmesi gerekir ve geçtiği her kapıda onu bir demon karşılayarak giysilerinden bir parça soyar.
En sonunda "Çırılçıplak ve dizlerinin üzerinde, Ereşkigal'le, Alt Dünya'nın en korkulan yedi yargıcı Annunaki'nin huzuruna getirilir. Ölüm dolu bakışlarını onun üzerinde toparlar ve o an bedeni bir cesete dönüşür; cesedi bir direğe asılır. İştar öldüğünde, yukarıda tüm yeryüzünün dölü kesilir. Enki'nin yardımıyla İştar yeniden canlanır, ancak ölüler aleminin kuralı odur ki, kendi yerine bir kurban bırakmadan hiç kimse yaşama geri dönmeyecektir.
İştar yukarıya geri döndüğünde, kocası çoban Tammuz'un yaşadığı Kullab'a gider. Temmuz(Sümerlilerde Dumuzi), onun yokluğuna yaz tutmak bir yana, hükümdar olmanın zevkini çıkarmaktadır. İştar ona "ölümün gözü"yle bakar ve onu hiç bir zaman dönmeyeceği ölüler aleminin demonlarına teslim eder. Cehennem burada yalnızca ölümün hüküm sürdüğü bir bölge değil, aşk ve doğurganlık tanrıçasını tutsak ettiğinde, dünyada kuraklık ve kısırlığa da yol açabilen bir güçtür.
Mezapotamya demonları genellikle tanrılardan daha az saygınlığa ve güce sahip ikincil derece düşman ruhlardı. Zaman zaman Tiamat'ın zürriyetinden oldukları kabul edilse de, daha sık olarak üst-tanrı Anum'un çocukları olarak düşünülürlerdi. Dehşet verici Anunnaki'ler ise cehennemdeki ölülerin gardiyanlarıydı.
Etimmu mutsuz ölenlerin hayaletleriydi.
Utukku çöllerde ya da mezarlarda yaşardı. Diğer kötü ruhlar, salgın hastalıkların demonları, karabasanların demonları, baş ağrılarının demonları, fırtınaların demonları(Pazuzu) gibi ve çeşitli hastalıkların demonlarıydı.
Bu demonların en korkunçlarından biri de Lilitu'dur. Lilitu geceleri dolaşıp "succubus" olarak erkeklere saldıran ya da onların kanını içen frijit, kara kuru, kocasız "umutsuzluk bakiresiydi.
Labartu, iki elinde birer yılan taşırdı ve genellikle bir köpek ya da bir domuz eşliğinde dolaşarak, çocuklara, annelere ve dadılara saldırırdı. İnsanlar bunlardan korunmak amacıyla muskalardan, efsunlardan, demon kovma dualarından ve diğer büyülerden yararlanırlar, ancak özellikle de kendi koruyucu tanrılarına özenle ibadet ibadet edip onların sevgisini kazanmaya çalışırlardı.
Tanrılar ve Tanrıçalar:
Ab-zu: (Sümer) Yeraltı tanrısı. Apsu(ya da Absu)'da denir. İlk insanlar, yaşamın sarmal gelişimini mevsimlerde izlemişler, doğum-ölüm döngüsünü yeraltı sularına bağlamışlardır. Yeraltı suları, ilkbaharda bütün doğaya canlılık verirler, yazın göklere doğru yükselirler, sonbaharda yağmurlarla yeniden insanın yaşadığı toprağa düşerler, kışın da toprağın altındaki yerlerine dönerler. Bu döngü her yıl böylece tekrarlanır. Su mevsimi gelince, her yıl doğayı yeniden canlandırır. Bu yüzden Ab-zu, canlandırıcı bir tanrıdır.
Adad: (Mezapotamya) Hava ve gökgürültüsü tanrısı. Bu tanrı, Ramman adıylada anılırdı. Mezapotamya çoktanrıcılığı, Sümer, Asur, Babil, Hitit ve Fenikeliler'in ufak tefek farklarla benimsedikleri oratk inançlardır.
Adapa: (Babil) Ölümsüzlük fırsatını kaçıran insan. Mısır'da Tel-el-Amarna mahsenlerinde çivi yazısıyla yazılmış tabletler halinde bulunan
Adapa efsanesi, insanın bir zamanlar ölümsüz olma fırsatını yakaladığı halde nasıl elinden kaçırdığını anlatmaktadır.
Efsaneye göre, Adapa adında bir bilgin, tanrılık bilgiye eriştiği halde halde, tanrılık ölümsüzlüğe erişemediğine yakınırmış. Bir gün kayığının devrilmesine kızarak Güney yeli tanrısının kanatlarını kırıvermiş. Tanrı Anum'un başkanlığında tanrılar, onu yargılamak için toplanmışlar. Yargının sonunda Adapa'ya ölüm ekmeği yedirileceğini bilen insanların koruyucusu tanrısı Ea, onun kulağına bu ekmeği yememesini fısıldamış. Oysa, Adapa'nın bilgisini çok beğenen tanrılar, ona ölüm ekmeği yerine ölümsüzlük ekmeği vermişler. Adapa, tanrı Ea'nın öğüdüne uyarak bu ekmeği yememiş ve böylelikle insanoğluna bir daha asla bağışlanmayacak olan ölümsüzlük fırsatını kaçırmış.
Akrep İnsanlar: (Sümer)Akrep insanlar ülkesi. Tufan varsayımının ilk biçimi Sümerler'in Gılgamış öyküsünde anlatılır.
Tufandan kurtularak ölümsüzlüğe kavuşan Utnapiştim'in oturduğu yer, Akrep ülkesini aştıktan sonra varılan yerdir. Gılgamış, ölümsüzlüğe ulaşmanın çaresini ini öğrenmek için büyük dedesi Utnapiştim'e gitmek için bu ülkeden geçer.
An: (Sümer) Gök-tanrı. Anum da denir. Savaş tanrısı İştar'ın kocasıdır. Yunanlıların Zeus'uyla eşdeğerlidir, tanrılar tanrısıdır. Sümer inançlarında Enlil(toprak) ve Enki(okyanus) ya da Ea'yla birlikte büyük tanrılar üçlüsünü kurarlar.
Anşar: (Sümer) Gökyüzü tanrısı. Yeryüzü tanrısı Kişar'la birlikte dişi yılan Lakamu'yla erkek yılan Lakmu'nun çocuklarıdır.
Annunaki'ler: (Sümer) İkinci derece tanrılar. Bunlar baş tanrı Marduk'tan kendilerine bir hizmetçi vermesini istemişler, o da insanı yaratmış.
Arallu: (Sümer) Cehennem ülkesi. Sümer inançlarına göre, cehennem ülkesini yöneten önce tanrıça Ereşkigal'miş, sonra çok güçlü bir tanrı olan Nergal onunla evlenerek cehennem ülkesinin kralı olmuş.
Aruru: (Sümer) Sümer tanrıçası. Sümerlerin ünlü Gılgamış destanında adı geçen, A-Ru-Ru biçiminde de yazılıyor. Uruk kentinin genç kızları, nişanlılarını sabahtan akşama kadar çalıştıran kral Gılgamış'ı ona şikayet ederler. O da Gılgamış'ı başka konularda oyalasın diye Enkidu'yu yaratır.
Aya: (Babil)Güneş-tanrı Şamaş'ın karısı tanrıça.
Babbar: (Mezapotamya) Güneş-tanrı. İ.Ö. III. binyılda tapılmıştır. Asur ve Hititlerde Şamaş adını taşır. Adaletle ilgili bir tanrıdır, haksızlık yapanları cezalandırırmış.
Bel: (Babil) Tanrı. Baal deyiminin başka bir söyleyiş biçimidir. Nippul tanrısı Enlil,
Babil tanrısı Marduk bu adla anılırdı. Dişili Beltu'dur, Yunanlılar Beltis'de derler.
Daha çok Babillilerin kullandıkları Bel deyimi, İbranice ve Fenikecedeki kullanımından farklı olarak, en büyük kutsal tanrıyı dile getirir. Arami inançlarındaki tanrılar üçlüsü Yarhibol ve Aglibol'daki bol deyiminin de bel deyiminin başka bir biçimi olduğu açıktır.
Belit: (Babil) Tanrı Bel'in karısı. Tanrı Bel, büyük tanrı Enlil'in adıdır.
Boğa: (Sümer) Bolluk ve güçlülük simgesi. Hayvan tapımının en önemli tanrılık hayvanlarından biri olan boğa'ya ilkin Sümer inançlarında rastlamakla birlikte boğanın kutsallığı inancının hemen bütün ilkel inançlarda yer aldığı görülür. Bütün mitolojilerde boğa, dölleme ve kuvvet olarak erkek gücünü simgeler.
Sümerlerde boğa, erkek insan başlı olarak tasarımlanmıştır.
Boğa tapımı, bütün sami dinlerinde süregelerek Antikçağ Yunan ve Roma inançlarına kadar gelmiştir. Boğa eski Yunan'da Zeus'ün, Roma'da Jüpiter'in simgesidir.
Ea: (Sümer) Su-tanrı. Enki adıyla da anılır. Sümer-Akad inançlarında evrenin ana öğesi su'dur. Daha açık bir deyişle Sümer evreni gök (An), toprak (Enlil)ve su (Enki) olmak üzere üçe ayırmakla beraber bunların temel ve tümünün yaratıcı öğesi olarak su'ya tapmışlardır.
Bu bakımdan, Ea büyük yaratıcı tanrıdır, göğü ve toprağı o yaratmıştır, aynı zamanda tüm bilgeliktir ve bundan ötürüde büyüsel etkiler onun yardımıyla elde edilir, yaşam kaynağı olduğundan ötürü bolluğu da simgeler.
Sümer tapınaklarında Ea'nın kendisi olarak bir kap içinde kutsal su bulundurulurdu, bu sudan içen hastaların iyileşeceğine ve güçsüzlerin güçleneceğine inanılırdı. Tapınak rahipleri de balık biçiminde giysiler giyerlerdi. Hıristiyanların İsa'ya tasarladıkları balık niteliğinin de kaynağı Sümerlerin bu inancı olsa gerektir. Sümer inançlarında Ea'dan önce, bir su ilkesi olan Ab-zu(ya da Ab-su) inancı alır.
Enkidu: (Sümer) Gılgamış'ın arkadaşı. Engidu biçimin dede yazılmaktadır. Kimi incelemeciler onun bir insan olmadığını, belki de bir aslan olduğunu ileri sürmektedirler.(Örneğin, Bkz. Challaye, Dinler Tarihi, İstanbul 1960, s. 116). Vücudu kıllarla kaplı, çok bilgeli bir varlıkmış. Bir başka anlatıma göre de kralı olduğu kenti kalkındırmak isteyen Gılgamış, ülkesinin bütün erkeklerini işe koşarmış. Kadınlar kocalarını, genç kızlar nişanlılarını göremez olmuşlar. Bu yüzden kralı, tanrı Aruru'ya şikayet etmişler. Kadınları haklı bulan tanrı da krala bir arkadaş yaratarak onu başka serüvenlere yöneltmek istemiş ve tanrı Anum'a benzeyen toprak vücutlu, çok iri ve vahşi Enkidu'yu yaratmış. Bu yaratık Gılgamış'ın yaşamında büyük çapta etken olanlardan biridir ve sonunda da onun uğrunda ölür. Öyküye göre tanrıça İştar, krala aşık olmuş. Ama onun bütün sevgililerini öldürdüğünü bilen Gılgamış, tanrıçaya yüz vermemiş. İştar da ondan öç almak için üstüne azgın bir boğayı saldırtmış. Gılgamış ancak Enkidu'nun yardımıyla boğayı alt edebilmiş.
Buna çok kızan İştar da Enkidu'nun canını almış. Enkidu'nun ölümü, Gılgamış'ın ölümden korkup ölümsüzlüğü aramasının nedenidir. Bir başka anlatıma göre de Gılgamış, ölüler ükesin de arkadaşıyla görüşür. Enkidu'nun ona ölümün ne denli kötü olduğunu anlatması, Gılgamış destanı'nın en şiirli bölümüdür.