zeberus1234
Üye
Osmanlı devri din ve fen âlimlerinden, tasavvuf büyüklerinden. İsmi Muhammed bin Abdullah, lakabı Muhyiddîn’dir. Âlimler arasında Mehmed Bey olarak tanınırdı. Doğum târihi ve yeri tesbit edilememiştir.
Muhammed bin Abdullah, Sultan İkinci Bâyezîd Hânın kumandanlarından idi. İlme ve tasavvufa karşı aşırı istek ve arzusu olduğundan, idâreciliği bırakıp, kendisini ilme verdi. O zamânın âlimlerinin çoğundan ilim öğrendikten sonra, Muzafferuddîn Acemî ve Fenârî Muhyiddîn Çelebi'nin sohbet ve derslerine devâm etti.
Sonra Ahmed ibni Kemâl Paşanın hizmetine girdi. Din ve fen ilimlerinde de yetişti. Tasavvufta da yüksek derecelere kavuştuktan sonra, medreselerde müderrislik yapmayı arzu etti. Evvelâ İstanbul’da Mustafa Paşa Medresesinde ve diğer bâzı medreselerde müderrislik yaptıktan sonra, Edirne’de Üçşerefeli medreselerinin birinde vazife aldı. Burada müderrislik yapmakta iken, geçirdiği bir rahatsızlık sebebiyle vazifeden ayrıldı. Sonra sıhhat bulup, deniz yoluyla Mısır’a gitmek üzere yola çıktı. Denizde giderken, düşman gemileri müslümanların etrâfını iki taraftan çevirdi. Şiddetli cenk oldu. Rüzgâr da düşman gemilerinin tarafına uygun estiğinden, onlar gâlip geldi.
Muhammed bin Abdullah, Allahü teâlâya sığınarak, Kur’ân-ı kerîmde Kasas sûresi 21. âyet-i kerîmesinde Mûsâ aleyhisselâmın yaptığı bildirilen duâ ile duâ edip; “Yâ Rabbî! Beni zâlim kavmin şerrinden koru!” diye yalvardı. Bu anda fırtına şiddetlendi. Sâhile ulaşmak mümkün olmadı. Fırtına çok şiddetli estiğinden müslüman gemisinin idâresi tamâmen kontrolden çıktı. Gemi, kendi hâlinde deryâda fırtınanın önüne kapılıp gidiyordu. Sonunda rüzgâr gemiyi düşman sâhillerine attı. Gemide bulunanlarda bir şaşkınlık ve kargaşa başladı. Düşmanlar gemidekileri esir aldı. Muhammed bin Abdullah’ın büyüklüğünü bilen ve tanıyan, dostlarından bir kimse, para ödeyerek onu kâfirlerin elinden kurtardı. Mehmed Bey bu hâdiseden sonra İstanbul’a geldi.
Kânûnî Sultan Süleymân Hân, Muhammed bin Abdullah’ı, Bursa’da Sultan ve Edirne’de Sultan Bâyezîd Hân medreselerine müderris tâyin etti. Sonra Şam kadılığı ile vazifelendirildi. Şam kadılığına bir müddet adâlet ile devâm etti. Şam halkı kendisinden çok memnun iken, daha değişik bir vazife verilmek üzere oradaki vazifesinden alınıp İstanbul’a getirildi. İstanbul’a gelince rahatsızlandı. Hastalığı sırasında kendisine Mısır kadılığı verildi. Mevsim kış olup, rahatsızlığı da tam geçmeden vazifesinin ehemmiyeti îcâbı meşakkatli ve sıkıntılı bir şekilde Mısır’a gitmek üzere karadan yola çıktı. Kütahya’ya geldiği zaman hastalığı arttı ve 1543 (H.950) senesinde orada vefât etti.
Muhammed bin Abdullah, çok cömert ve yumuşak huylu idi. Fakat vakarını, heybetini kaybetmezdi. Kendisi çok sevilir ve sayılırdı. Kitap okumağa çok meraklı ve düşkün olup devamlı okurdu. Bunun için de çok kitabı vardı. Naklî ilimlerden başka; hesap, hendese (mühendislik) gibi riyâziyât ilimlerinde de ihtisas ve mahâret sâhibi olmuştu. O zamanda âlimler arasında mûteber olan birçok kitap kendisinde mevcûd idi ve bunların tamâmına yakınını okumuş idi. Bu ilimlerde böylece derinleşmiş olup, bâzı kitaplara ta’likler, ilâveler yazdı. Âlimlere muhabbeti ve ilme olan bağlılığı son derecede idi. Tasavvuf yolunda bulunanları çok severdi. Tasavvuf ehline olan meyli nihâyet derecesinde idi.
1) Şakâyik-ı Nu’mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.491
2) Şezerât-üz-Zeheb; c.8, s.284
3) Sicilli Osmânî; c.4, s.112
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.14, s.192
Muhammed bin Abdullah, Sultan İkinci Bâyezîd Hânın kumandanlarından idi. İlme ve tasavvufa karşı aşırı istek ve arzusu olduğundan, idâreciliği bırakıp, kendisini ilme verdi. O zamânın âlimlerinin çoğundan ilim öğrendikten sonra, Muzafferuddîn Acemî ve Fenârî Muhyiddîn Çelebi'nin sohbet ve derslerine devâm etti.
Sonra Ahmed ibni Kemâl Paşanın hizmetine girdi. Din ve fen ilimlerinde de yetişti. Tasavvufta da yüksek derecelere kavuştuktan sonra, medreselerde müderrislik yapmayı arzu etti. Evvelâ İstanbul’da Mustafa Paşa Medresesinde ve diğer bâzı medreselerde müderrislik yaptıktan sonra, Edirne’de Üçşerefeli medreselerinin birinde vazife aldı. Burada müderrislik yapmakta iken, geçirdiği bir rahatsızlık sebebiyle vazifeden ayrıldı. Sonra sıhhat bulup, deniz yoluyla Mısır’a gitmek üzere yola çıktı. Denizde giderken, düşman gemileri müslümanların etrâfını iki taraftan çevirdi. Şiddetli cenk oldu. Rüzgâr da düşman gemilerinin tarafına uygun estiğinden, onlar gâlip geldi.
Muhammed bin Abdullah, Allahü teâlâya sığınarak, Kur’ân-ı kerîmde Kasas sûresi 21. âyet-i kerîmesinde Mûsâ aleyhisselâmın yaptığı bildirilen duâ ile duâ edip; “Yâ Rabbî! Beni zâlim kavmin şerrinden koru!” diye yalvardı. Bu anda fırtına şiddetlendi. Sâhile ulaşmak mümkün olmadı. Fırtına çok şiddetli estiğinden müslüman gemisinin idâresi tamâmen kontrolden çıktı. Gemi, kendi hâlinde deryâda fırtınanın önüne kapılıp gidiyordu. Sonunda rüzgâr gemiyi düşman sâhillerine attı. Gemide bulunanlarda bir şaşkınlık ve kargaşa başladı. Düşmanlar gemidekileri esir aldı. Muhammed bin Abdullah’ın büyüklüğünü bilen ve tanıyan, dostlarından bir kimse, para ödeyerek onu kâfirlerin elinden kurtardı. Mehmed Bey bu hâdiseden sonra İstanbul’a geldi.
Kânûnî Sultan Süleymân Hân, Muhammed bin Abdullah’ı, Bursa’da Sultan ve Edirne’de Sultan Bâyezîd Hân medreselerine müderris tâyin etti. Sonra Şam kadılığı ile vazifelendirildi. Şam kadılığına bir müddet adâlet ile devâm etti. Şam halkı kendisinden çok memnun iken, daha değişik bir vazife verilmek üzere oradaki vazifesinden alınıp İstanbul’a getirildi. İstanbul’a gelince rahatsızlandı. Hastalığı sırasında kendisine Mısır kadılığı verildi. Mevsim kış olup, rahatsızlığı da tam geçmeden vazifesinin ehemmiyeti îcâbı meşakkatli ve sıkıntılı bir şekilde Mısır’a gitmek üzere karadan yola çıktı. Kütahya’ya geldiği zaman hastalığı arttı ve 1543 (H.950) senesinde orada vefât etti.
Muhammed bin Abdullah, çok cömert ve yumuşak huylu idi. Fakat vakarını, heybetini kaybetmezdi. Kendisi çok sevilir ve sayılırdı. Kitap okumağa çok meraklı ve düşkün olup devamlı okurdu. Bunun için de çok kitabı vardı. Naklî ilimlerden başka; hesap, hendese (mühendislik) gibi riyâziyât ilimlerinde de ihtisas ve mahâret sâhibi olmuştu. O zamanda âlimler arasında mûteber olan birçok kitap kendisinde mevcûd idi ve bunların tamâmına yakınını okumuş idi. Bu ilimlerde böylece derinleşmiş olup, bâzı kitaplara ta’likler, ilâveler yazdı. Âlimlere muhabbeti ve ilme olan bağlılığı son derecede idi. Tasavvuf yolunda bulunanları çok severdi. Tasavvuf ehline olan meyli nihâyet derecesinde idi.
1) Şakâyik-ı Nu’mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.491
2) Şezerât-üz-Zeheb; c.8, s.284
3) Sicilli Osmânî; c.4, s.112
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.14, s.192