zeberus1234
Yeni Üye
On sekizinci yüzyılda Anadolu'da yetişen ilim ve gönül ehlinden. İsmi, Mustafa bin Ebû Muhammed Bayram Efendi el-Merzifonî'dir. 1686 (H.1098) senesinde Amasya'da doğdu. 1760 (H.1173) senesinde Amasya'da vefât etti. Kabri, Amasya'da surların dışındaki kabristanın kıble tarafındadır.
İlim ehli asîl bir âileye mensûb olan Mustafa Âkif Efendi, küçük yaşta ilim tahsîline başladı. Zamânının ileri gelen âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti. Şeyh Muhammed Amâsî'nin babası Abdullah Efendi ile Kazâbâdî ve Remzî el-Kayserî ilim tahsîl ettiği âlimlerin başında gelirler. Tahsil için zamânın çeşitli ilim merkezlerini gezdi. Kâhire'ye giderek, Arabî ilimler ile hadîs ilmini tahsîl etti. Burada özellikle Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim ve diğer sahîh hadîs-i şerîf kitaplarını okudu. Ebü'l-İzz el-Acemî ona hadîs-i şerîf okutmakla ilgili icâzet verdi.
Üç defâ hacca giden Mustafa Âkif Efendi, hac esnâsında çeşitli İslâm memleketlerinden gelen âlim ve velîlerle görüşüp, onların meclis ve sohbetlerinde bulundu. Aklî ve naklî ilimlerde derin âlim olduktan sonra memleketi olan Amasya'ya döndü. Sultan Bâyezîd Medresesine müderris tâyin edilip ders okuttu ve talebe yetiştirdi. Daha sonra uzun müddet Amasya Müftisi olarak vazîfe yaptı. Gerek müderisliği, gerek müftîliği sırasında insanlara İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlatıp onların iki cihân saâdetine kavuşmalarına vesîle oldu.
Yaşlanınca müftîlikten ayrıldı. İlme ve müslümanlara hizmeti sebebiyle, Şeyhülislâm Mustafa Efendi kendisine, Süleymâniye müderrisliği pâyesini gönderdi. Ömrünün sonunda insanlardan uzak bir hayat yaşamayı tercih eden Mustafa Âkif Efendi, ilim ve ibâdetle meşgûl oldu. Tasavvuf yoluna girip bu yolda ilerledi. Onda mânevî haller ve kerâmetler görüldü. İnsanlar ona, gördükleri bu haller sebebiyle deli ve mecnûn gözüyle bakmaya başladılar. Gece ve gündüzünü ilme ve ibâdete veren Mustafa Âkif Efendi, ilmî mütâlaalar ve araştırmalarda bulundu. Gece sabaha kadar lambası hiç sönmeyen bu âlim zât, gözlerinin bozulmaması için çalıştığı odaya birçok lamba koyardı.
Tıb, astronomi ve matematik ilimlerinde mahâret sâhibiydi. Tıb ilminin gereklerine dikkat ederdi. Talebelerinin ve sevdiklerinin hastalıklarına çeşitli ilaçlar yaparak tatbik ederdi. Bunun için evinin üstünde bir oda yaptırmıştı. Burada oturur, bedenen sıhhatli olmak için oraya hızlı iner çıkardı. Bahçede gidip gelerek hareketli olmaya çalışırdı. Bu bahçede talebelere ders okuturdu. Yanında çok sayıda talebe bulunmasını istemezdi. Eğer talebelere ders vermesi gerekirse dört veya beş talebeye ders verirdi. Bir kişi fazla olsa, onu kabûl etmezdi. Eğer azıcık müsâde etse etrâfını talebe sarardı.
Mustafa Âkif Efendi ulemâ sınıfından olmasına rağmen belli bir kıyâfet giyinmezdi. Bâzan ulemâya âit elbise giydiği gibi bâzan da mevlevî dervişlerine âit elbise giyerdi. Câmiye giderken vakar ve ağır başlılıkla giderdi.
Kendisi cömert olup, ikrâm ve ihsân sâhibi idi. Ziyâfet hazırlar, memleketin ileri gelenlerinden vâli, kâdı ile ulemâdan birçoklarını ve halkın ileri gelenlerini dâvet ederdi. Şehrin vâlisi Cumâ günleri onu ziyâret ederdi. Vâliyi saygı ile karşılar ona izzet ve ikrâmda bulunurdu. Vâli ile müsâfeha ettikten sonra; "Siz sultanın vekillerisiniz. Size itâat ve saygı gerekir." derdi. Kendisi fakir olmasına rağmen Allahü teâlânın ihsân ve bereketiyle fakirlere bol tasaddukta bulunurdu. Câmiye giderken boynuna beyaz bir kese asar, kesenin içine altın ve gümüş paralar doldururdu. Onun cömert ve ihsân sâhibi olduğunu bilen fakirler, yolu üzerine sıra olurlardı.Kesede bulunan paraları fakirlere ve ihtiyaç sâhiplerine altın veya gümüş fark ettirmeden dağıtırdı. Bâzan da kesedeki para bitinceye kadar avuç dolusu verirdi. Bâzan fakirler onun üzerine fazlaca yüklenmek isteyince, keseyi bırakarak hızlıca evine giderdi. Sonra fakirler kesesini evine getirirlerdi. Malı ve geliri olmamasına rağmen bu âdetini hemen hemen her gün devâm ettirirdi. İnsanlar onun bu hâline şaşarlardı. Halbuki Allahü teâlâ pekçok velîsine olduğu gibi, Mustafa Âkif Efendiye de kerâmet olarak bu malları ihsân etmişti.
Mustafa Âkif Efendi, pekçok ilmî araştırmaları olan bir zâttı. Amasya kütüphânelerindeki kitapları araştırmıştı. Okuduğu ve incelediği kitaplara rakamlar şerhler koyar, fihristlerini çıkarırdı. Çok kere kırmızı mürekkeple ve ta'lik hattıyla yazardı. Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler söyler, nesirler yazardı. Üç lisanda da şiir kâbiliyeti vardı. Tıp ilminde de geniş bilgi sâhibiydi. Hey'et, astronomi ve hendese, geometri ilimlerinin teorik ve pratik kısımlarında ihtisas sâhibiydi. Aklî ve naklî ilimlerin usûl ve fürû kısımlarında yüksek âlimdi. Hattâ onun; "Üç yüz senedir usûl-i fıkıhta benim gibi birisi gelmedi." dediği rivâyet olunur. Edebiyâtta Anadolu'daki Arapça dîvânlar onun şiirinin kaynağıydı. Arapça Kasîde-i Mîmiyyesi ve Kasîde-i Ayniyyesi vardı.
İlmiyle âmil, fazîlet sâhibi bir velî idi. Tefsîr, hadîs, usûl-i fıkıh ve fıkıh ilimlerinde zamânının mürâcaat kaynağı olan Mustafa Âkif Efendi, 1760 (H.1173) senesi Receb ayının yirmi birinci Pazar günü güneş doğmadan önce Amasya'da vefât etti. Amasya surunun dışında, Musallâ yolundaki kabristanın kıble tarafında defnedildi.
1) Kitâbü'l-Mecmû fil-Meşhûd vel-Mesmû; s.40-43
İlim ehli asîl bir âileye mensûb olan Mustafa Âkif Efendi, küçük yaşta ilim tahsîline başladı. Zamânının ileri gelen âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti. Şeyh Muhammed Amâsî'nin babası Abdullah Efendi ile Kazâbâdî ve Remzî el-Kayserî ilim tahsîl ettiği âlimlerin başında gelirler. Tahsil için zamânın çeşitli ilim merkezlerini gezdi. Kâhire'ye giderek, Arabî ilimler ile hadîs ilmini tahsîl etti. Burada özellikle Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim ve diğer sahîh hadîs-i şerîf kitaplarını okudu. Ebü'l-İzz el-Acemî ona hadîs-i şerîf okutmakla ilgili icâzet verdi.
Üç defâ hacca giden Mustafa Âkif Efendi, hac esnâsında çeşitli İslâm memleketlerinden gelen âlim ve velîlerle görüşüp, onların meclis ve sohbetlerinde bulundu. Aklî ve naklî ilimlerde derin âlim olduktan sonra memleketi olan Amasya'ya döndü. Sultan Bâyezîd Medresesine müderris tâyin edilip ders okuttu ve talebe yetiştirdi. Daha sonra uzun müddet Amasya Müftisi olarak vazîfe yaptı. Gerek müderisliği, gerek müftîliği sırasında insanlara İslâm dîninin emir ve yasaklarını anlatıp onların iki cihân saâdetine kavuşmalarına vesîle oldu.
Yaşlanınca müftîlikten ayrıldı. İlme ve müslümanlara hizmeti sebebiyle, Şeyhülislâm Mustafa Efendi kendisine, Süleymâniye müderrisliği pâyesini gönderdi. Ömrünün sonunda insanlardan uzak bir hayat yaşamayı tercih eden Mustafa Âkif Efendi, ilim ve ibâdetle meşgûl oldu. Tasavvuf yoluna girip bu yolda ilerledi. Onda mânevî haller ve kerâmetler görüldü. İnsanlar ona, gördükleri bu haller sebebiyle deli ve mecnûn gözüyle bakmaya başladılar. Gece ve gündüzünü ilme ve ibâdete veren Mustafa Âkif Efendi, ilmî mütâlaalar ve araştırmalarda bulundu. Gece sabaha kadar lambası hiç sönmeyen bu âlim zât, gözlerinin bozulmaması için çalıştığı odaya birçok lamba koyardı.
Tıb, astronomi ve matematik ilimlerinde mahâret sâhibiydi. Tıb ilminin gereklerine dikkat ederdi. Talebelerinin ve sevdiklerinin hastalıklarına çeşitli ilaçlar yaparak tatbik ederdi. Bunun için evinin üstünde bir oda yaptırmıştı. Burada oturur, bedenen sıhhatli olmak için oraya hızlı iner çıkardı. Bahçede gidip gelerek hareketli olmaya çalışırdı. Bu bahçede talebelere ders okuturdu. Yanında çok sayıda talebe bulunmasını istemezdi. Eğer talebelere ders vermesi gerekirse dört veya beş talebeye ders verirdi. Bir kişi fazla olsa, onu kabûl etmezdi. Eğer azıcık müsâde etse etrâfını talebe sarardı.
Mustafa Âkif Efendi ulemâ sınıfından olmasına rağmen belli bir kıyâfet giyinmezdi. Bâzan ulemâya âit elbise giydiği gibi bâzan da mevlevî dervişlerine âit elbise giyerdi. Câmiye giderken vakar ve ağır başlılıkla giderdi.
Kendisi cömert olup, ikrâm ve ihsân sâhibi idi. Ziyâfet hazırlar, memleketin ileri gelenlerinden vâli, kâdı ile ulemâdan birçoklarını ve halkın ileri gelenlerini dâvet ederdi. Şehrin vâlisi Cumâ günleri onu ziyâret ederdi. Vâliyi saygı ile karşılar ona izzet ve ikrâmda bulunurdu. Vâli ile müsâfeha ettikten sonra; "Siz sultanın vekillerisiniz. Size itâat ve saygı gerekir." derdi. Kendisi fakir olmasına rağmen Allahü teâlânın ihsân ve bereketiyle fakirlere bol tasaddukta bulunurdu. Câmiye giderken boynuna beyaz bir kese asar, kesenin içine altın ve gümüş paralar doldururdu. Onun cömert ve ihsân sâhibi olduğunu bilen fakirler, yolu üzerine sıra olurlardı.Kesede bulunan paraları fakirlere ve ihtiyaç sâhiplerine altın veya gümüş fark ettirmeden dağıtırdı. Bâzan da kesedeki para bitinceye kadar avuç dolusu verirdi. Bâzan fakirler onun üzerine fazlaca yüklenmek isteyince, keseyi bırakarak hızlıca evine giderdi. Sonra fakirler kesesini evine getirirlerdi. Malı ve geliri olmamasına rağmen bu âdetini hemen hemen her gün devâm ettirirdi. İnsanlar onun bu hâline şaşarlardı. Halbuki Allahü teâlâ pekçok velîsine olduğu gibi, Mustafa Âkif Efendiye de kerâmet olarak bu malları ihsân etmişti.
Mustafa Âkif Efendi, pekçok ilmî araştırmaları olan bir zâttı. Amasya kütüphânelerindeki kitapları araştırmıştı. Okuduğu ve incelediği kitaplara rakamlar şerhler koyar, fihristlerini çıkarırdı. Çok kere kırmızı mürekkeple ve ta'lik hattıyla yazardı. Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler söyler, nesirler yazardı. Üç lisanda da şiir kâbiliyeti vardı. Tıp ilminde de geniş bilgi sâhibiydi. Hey'et, astronomi ve hendese, geometri ilimlerinin teorik ve pratik kısımlarında ihtisas sâhibiydi. Aklî ve naklî ilimlerin usûl ve fürû kısımlarında yüksek âlimdi. Hattâ onun; "Üç yüz senedir usûl-i fıkıhta benim gibi birisi gelmedi." dediği rivâyet olunur. Edebiyâtta Anadolu'daki Arapça dîvânlar onun şiirinin kaynağıydı. Arapça Kasîde-i Mîmiyyesi ve Kasîde-i Ayniyyesi vardı.
İlmiyle âmil, fazîlet sâhibi bir velî idi. Tefsîr, hadîs, usûl-i fıkıh ve fıkıh ilimlerinde zamânının mürâcaat kaynağı olan Mustafa Âkif Efendi, 1760 (H.1173) senesi Receb ayının yirmi birinci Pazar günü güneş doğmadan önce Amasya'da vefât etti. Amasya surunun dışında, Musallâ yolundaki kabristanın kıble tarafında defnedildi.
1) Kitâbü'l-Mecmû fil-Meşhûd vel-Mesmû; s.40-43