zeberus1234
Yeni Üye
İstanbul velîlerinden. İsmi, Seyyid Nûri Mehmed Efendidir. Babası, Ebû Eyyûb-el-Ensârî Câmi-i şerîfi kürsî şeyhi Seyyid Osman Efendi olup, onun pederi de Nakşibendî büyüklerinden Seyyid İbrâhim Necâtî Efendidir. İstanbul'un Üsküdar semtinde doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1855 (H.1272) senesinde bir Salı günü vefât etti. Debbağlar Meydanındaki Nasûh Baba Dergâhına defnedildi. Daha sonra üzerine güzel bir türbe yapıldı.
Seyyid Nûri Efendi, önce babasından ilim ve edeb öğrendi.Tefsîr ve hadîs ilimlerini okudu. Sonra Fâtih Câmi-i şerîfindeki derslere devâm etti. Şeyhülislâm Müftîzâde Ahmed Efendiden Fütûhât-ı Mekkiyye ve Füsûs-ül-Hikem adlı eserleri okudu. İlimde üstün bir dereceye yükseldi. Hat sanatındaki mahâreti sebebiyle, Şeyhülislâm Mekkî Efendinin delâletiyle, Sultan Üçüncü Selîm Hânın şehzâdelerinin hocalığına ve Bâb-ı âlî dîvân-ı hümâyûn kâtipliğine tâyin edildi. Yirmi iki sene kadar bu vazifeye devâmla serhalîfe, başkâtip oldu.
Zâhirî ilimlerde söz sâhibi olan Seyyid Nûri Efendi, asıl makam ve mevkînin bir Allah dostuna teslim olmakla ele geçtiğini görüp 1793 (H.1208) senesinde Lâleli civârında bulunan Alaca Mescidi şeyhi Şeyh Sâdık Efendiye talebe oldu. On dokuz sene onun hizmet ve sohbetinde bulundu. Hocasının vefâtından sonra, onun emir ve işâreti üzerine Fâtih civârındaki dergâhında talebe yetiştiren ve insanlara ilim öğreten Kara Sarıklı İbrâhim Sabri Efendiye giderek, onun sohbetlerinde olgunlaştı. Tahsîlini tamamlayıp icâzet, diploma aldı veÜsküdar'da insanlara ilim ve irfân öğretti.
Seyyid Nûri Efendi, güler yüzlü, çok kibar ve talebe yetiştirmek arzusuyla dolu bir zât idi. Bu sebeple, dergâhına gelenler ilim ve irfân sâhibi oldular. Talebelerinden bâzıları şunlardır: Üsküdârlı Şeyh Mûsâ Efendi, Tahta Minâre Dergâhı şeyhi Sâlih Efendi, Otağbaşı Dergâhı şeyhi Abdullah Efendi, şâir Şeyh Es'ad Efendi, Sarac İshâk Dergâhı şeyhi Mustafa Adlî Efendi. Oğlu Tevfik Efendi de talebeleri arasındadır.
Yetiştirdiği talebeleri yanında pek kıymetli eserler de yazan Seyyid Nûrî Efendinin; 1) Terceme-i Makâlât-ı Seyyid AhmedRıfâî, 2) Ta'birnâme-i Muhibbân, 3) Terbiyet-üt-Tâlibîn, 4) Miftâh-ul-Havâs, 5) Hadîka-i Tevhîd, 6) Ravzat-ül-Ezkâr, 7) Risâle-i Bî'at, 8) Risâle-iMi'râc, 9) Âdâb-ı Tarîkat, 10) Sülûknâme, 11) Risâle-i Muhabbet-i Âl-i âbâ adlı eserleri vardır. Ayrıca Seyyid Nûri Efendi, Salât-ı Kâmile ismindeki eseri de çok güzel bir şekilde şerh etti. Bu eseri, 1851 (H.1268) senesinde bir Cumâ günü tamamladı. Tamamladığı şerhin bir bölümünde buyurdu ki:
"Tefsîr ve fıkıh ilmi, en üstün ilimlerdir. Bunlardan sonra tasavvuf ilmi gelir. Tasavvuf, nefsi ve kalbi temizlemek demektir. Cenâb-ı Hakk'ı, bütün hakîkatiyle bilmek kâbil değildir. Peygamber efendimiz, "Cenâb-ı Hakk'ın nîmetlerini tefekkür ediniz. Zât-ı ilâhiyyeyi tefekkür etmeyiniz. Çünkü zât-ı ilâhiyyenin kadrini takdir edemezsiniz" buyurmuştur.
Tasavvuf talebesi, sâdece; Allah, Allah! demekle ilâhî feyze kavuşamaz. Ancak nefs-i emmâresini yakıp, temizleyerek feyze kavuşur."
Şeyh Vasfî Efendi anlatır: "Bir gün Üsküdar'da, azgın bir manda, çarşıda öteye beriye saldırıyordu. Halk korkudan kaçıyor, dükkânlar kapanıyordu. Bu sırada Seyyid Nûri Efendi çarşıya çıkmıştı. Mandanın hâlini görünce, bakkaldan bir yumurta aldı. Kudurmuş hayvana attı. Yumurtayı hayvanın alnına isâbet ettirdi. Hayvan derhâl sükûnet buldu. Boynuna bir ip taktırıp sâhibine teslim etti. Bu hâl sebebiyle, halkın sevgi ve hürmeti daha da arttı."
Zamânın Kâdirî büyüklerinden OsmanŞemsüddîn Efendi, Seyyid Nûri Efendiyle ilgili yazdığı beytlerinde özetle şöyle demektedir: "Rifâîlik yolu, onun ile kemâl buldu. Doksan sene ömür sürdü. Kırk beş sene tasavvuf bilgilerini öğretti. Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için çalıştı. Ledünnî ilminin esrârına vâkıftı. İlmi ile âmil bir zâttı. Âşıkları onun kerâmetlerini temâşâ ve seyr ederlerdi. Tasarrufu kuvvetli ve Hak âşığı bir zâttı."
1) Sefînet-ül-Evliyâ; c.1, s.198
2) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.179
3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.18, s.208
Seyyid Nûri Efendi, önce babasından ilim ve edeb öğrendi.Tefsîr ve hadîs ilimlerini okudu. Sonra Fâtih Câmi-i şerîfindeki derslere devâm etti. Şeyhülislâm Müftîzâde Ahmed Efendiden Fütûhât-ı Mekkiyye ve Füsûs-ül-Hikem adlı eserleri okudu. İlimde üstün bir dereceye yükseldi. Hat sanatındaki mahâreti sebebiyle, Şeyhülislâm Mekkî Efendinin delâletiyle, Sultan Üçüncü Selîm Hânın şehzâdelerinin hocalığına ve Bâb-ı âlî dîvân-ı hümâyûn kâtipliğine tâyin edildi. Yirmi iki sene kadar bu vazifeye devâmla serhalîfe, başkâtip oldu.
Zâhirî ilimlerde söz sâhibi olan Seyyid Nûri Efendi, asıl makam ve mevkînin bir Allah dostuna teslim olmakla ele geçtiğini görüp 1793 (H.1208) senesinde Lâleli civârında bulunan Alaca Mescidi şeyhi Şeyh Sâdık Efendiye talebe oldu. On dokuz sene onun hizmet ve sohbetinde bulundu. Hocasının vefâtından sonra, onun emir ve işâreti üzerine Fâtih civârındaki dergâhında talebe yetiştiren ve insanlara ilim öğreten Kara Sarıklı İbrâhim Sabri Efendiye giderek, onun sohbetlerinde olgunlaştı. Tahsîlini tamamlayıp icâzet, diploma aldı veÜsküdar'da insanlara ilim ve irfân öğretti.
Seyyid Nûri Efendi, güler yüzlü, çok kibar ve talebe yetiştirmek arzusuyla dolu bir zât idi. Bu sebeple, dergâhına gelenler ilim ve irfân sâhibi oldular. Talebelerinden bâzıları şunlardır: Üsküdârlı Şeyh Mûsâ Efendi, Tahta Minâre Dergâhı şeyhi Sâlih Efendi, Otağbaşı Dergâhı şeyhi Abdullah Efendi, şâir Şeyh Es'ad Efendi, Sarac İshâk Dergâhı şeyhi Mustafa Adlî Efendi. Oğlu Tevfik Efendi de talebeleri arasındadır.
Yetiştirdiği talebeleri yanında pek kıymetli eserler de yazan Seyyid Nûrî Efendinin; 1) Terceme-i Makâlât-ı Seyyid AhmedRıfâî, 2) Ta'birnâme-i Muhibbân, 3) Terbiyet-üt-Tâlibîn, 4) Miftâh-ul-Havâs, 5) Hadîka-i Tevhîd, 6) Ravzat-ül-Ezkâr, 7) Risâle-i Bî'at, 8) Risâle-iMi'râc, 9) Âdâb-ı Tarîkat, 10) Sülûknâme, 11) Risâle-i Muhabbet-i Âl-i âbâ adlı eserleri vardır. Ayrıca Seyyid Nûri Efendi, Salât-ı Kâmile ismindeki eseri de çok güzel bir şekilde şerh etti. Bu eseri, 1851 (H.1268) senesinde bir Cumâ günü tamamladı. Tamamladığı şerhin bir bölümünde buyurdu ki:
"Tefsîr ve fıkıh ilmi, en üstün ilimlerdir. Bunlardan sonra tasavvuf ilmi gelir. Tasavvuf, nefsi ve kalbi temizlemek demektir. Cenâb-ı Hakk'ı, bütün hakîkatiyle bilmek kâbil değildir. Peygamber efendimiz, "Cenâb-ı Hakk'ın nîmetlerini tefekkür ediniz. Zât-ı ilâhiyyeyi tefekkür etmeyiniz. Çünkü zât-ı ilâhiyyenin kadrini takdir edemezsiniz" buyurmuştur.
Tasavvuf talebesi, sâdece; Allah, Allah! demekle ilâhî feyze kavuşamaz. Ancak nefs-i emmâresini yakıp, temizleyerek feyze kavuşur."
Şeyh Vasfî Efendi anlatır: "Bir gün Üsküdar'da, azgın bir manda, çarşıda öteye beriye saldırıyordu. Halk korkudan kaçıyor, dükkânlar kapanıyordu. Bu sırada Seyyid Nûri Efendi çarşıya çıkmıştı. Mandanın hâlini görünce, bakkaldan bir yumurta aldı. Kudurmuş hayvana attı. Yumurtayı hayvanın alnına isâbet ettirdi. Hayvan derhâl sükûnet buldu. Boynuna bir ip taktırıp sâhibine teslim etti. Bu hâl sebebiyle, halkın sevgi ve hürmeti daha da arttı."
Zamânın Kâdirî büyüklerinden OsmanŞemsüddîn Efendi, Seyyid Nûri Efendiyle ilgili yazdığı beytlerinde özetle şöyle demektedir: "Rifâîlik yolu, onun ile kemâl buldu. Doksan sene ömür sürdü. Kırk beş sene tasavvuf bilgilerini öğretti. Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için çalıştı. Ledünnî ilminin esrârına vâkıftı. İlmi ile âmil bir zâttı. Âşıkları onun kerâmetlerini temâşâ ve seyr ederlerdi. Tasarrufu kuvvetli ve Hak âşığı bir zâttı."
1) Sefînet-ül-Evliyâ; c.1, s.198
2) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.179
3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.18, s.208