Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu hakkında bir çalışma yaparken, öncelikle obsesif kompulsif bozukluktan farkının ne olduğu ile işe başlayabiliriz. Literatürde yapılan tarama doğrultusunda; kabaca obsesif kompulsif bozukluğu olan bireyler yaşadıkları sorunların farkındadırlar ve zihinlerini meşgul eden düşüncelerden uzaklaşabilmek için tekrarlayıcı davranışlar icra ederken kendilerini bunu yapmaya zorlayan dürtülerine karşı koyamazlar ve bu durumdan yakınırlar denilebilir. Dolayısıyla ego distoniktir demek doğru olacaktır. Diğer yandan obsesif kompulsif kişilik bozukluğu yaşayan bireylerde bu durum tam tersi olarak ego sintoniktir ve davranış örüntüsü yaşam boyu süreklilik gösteren bir durumdadır(akt. Gençtan, 2018).Bu iki bozukluk birbirinden oldukça farklıdır, karakteristik düşünce saplantılarını ve davranış zorlantılarını içermez. Öyle ki yapılan araştırmaların büyük çoğunluğunda, obsesif kompulsif nevroz hastalarının yalnızca ufak bir kısmında obsesif kompulsif kişilik bozukluğunun eşlik ettiği görülmüştür(akt. Davison ve Neale, 2011).
DSM 5’e göre takıntılı-zorlantılı kişilik bozukluğu olarak da isimlendirilen bu bozukluk erken erişkinlik döneminde kendini gösterir. Değişik bağlamlarda da sergilenen, esneklikten uzak ve kusursuzluk peşinde yoğun düşünce ve uğraşlara sahip olan bir davranış örüntüsü olarak karşımıza çıkar. Bu kişilik bozukluğuna sahip bireylerin mükemmeliyetçi yönleriyle bilindiklerini söylemek mümkündür. Ayrıntılar, kurallar, kusursuzlaştıracak detaylar, düzenli olma, uğraştıkları bir yapı içinde sıralama gibi durumlar bu bireyler için ciddi öneme sahiptir. Ancak kusursuz hale getirme uğraşı o kadar fazladır ki icra edilen faaliyetin asıl amacının bile önüne geçebilir. Üzerine aldığı işi eksiksiz bir biçimde yapma gayreti, işin tamamlanmasını tehlikeye atabilir. Bahsi geçen bu eksiksiz yapma uğraşı, kendi yarattığı aşırı katı kriterleri içerebilir ve hatta bunlara uymayan bir çalışmayı tamamlayamadıkları dahi söylenebilir. Bu bozukluğa sahip bireylerin ekonomik ihtiyaçlarıyla açıklanamaz düzeyde ve eğlenmek ve dinlenmeksizin kendilerini iş ve çalışma hayatına verdikleri söylenebilir. Bu bireyler genellikle ahlaki konularda ve değerlerde esneklik göstermezler. Bu kişilerin; eskimiş, yıpranmış, genellikle hiç bir işe yaramayacak, değersiz ya da bir önemi kalmayan ve duygusal altyapısı dahi olmayan nesneleri dahi atma konusunda sorunlar yaşadıkları bilinir(Amerikan Psikiyatri Birliği, 2014). Bu bireylerin genellikle kişilerarası ilişkileri de iyi değildir. Her şeyi kontrol etme arzuları ikili ilişkileri de kapsar ve yapılacak her şeyin kendi arzu ettikleri doğrultuda gelişmesi konusunda inatçı ve ısrarlı olabilirler(akt. Davison ve Neale, 2011).Etrafında bulunan insanların yapılacak bir işi, tam anlamıyla kendisi gibi kusursuz ve titizlikle, eksiksiz bir biçimde yapacaklarına dair bir inanç geliştirmediği sürece, o kişilere görev verme veya onlarla herhangi bir işbirliği içerisine girme hususunda oldukça isteksiz olabilecekleri bilinmektedir. Bu kişiler gelecekte başlarına gelebilecek kötü olayların sonunda ihtiyaçları olabileceğini düşündükleri için parayı biriktirmeyi tercih ederler ve hatta bu durum onların pinti olarak anılmasına sebep olabilir(Amerikan Psikiyatri Birliği, 2014).Katı ve inatçı yapılarının yanısıra, hata yapmaktan ve ellerindeki zamanı yanlış bir şeye harcamaktan kaynaklanan korkularından dolayı karar vermekte ve zamanı yönetmekte aşırı düzeyde zorluklar çekerler(akt. Davison ve Neale, 2011).
Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğunun Etiyolojisi
Biyolojik faktörler.
Katılım çalışmaları.
Bozukluğun doğasını anlamaya yönelik olarak başta aile ve ikiz çalışmaları ve ayrışım çözümlemesi çalışmalarının ortaya koyduğu üzere bozuklukta katılımsal geçişin rolü vardır. Özellikle %80 üzerindeki oranlarda eşhastalanma bulguları raporlayan tek yumurta ikizleriyle yapılan ve küçük ölçekli sayılabilecek çalışmalardan alınan verilere de bu durumu destekler niteliktedir. Bununla birlikte şu an için bu alandaki çalışmalar yeterli değildir(akt. Öztürk Ve Uluşahin, 2016).
Nörokimyasal çalışmalar.
Yapılan çalışmalar seçici serotonin geri alım önleyicilerinin ve depomin reseptörlerini bloke edici ilaçların, bozuklukta etkili olduğunu ve belirtilerin hafiflemesini sağladıklarını ortaya koymuştur(akt. Öztürk Ve Uluşahin, 2016).
Beyin görüntüleme çalışmaları.
İşlevsel beyin görüntüleme çalışmaları kullanılarak, sağaltım öncesinde ve sonrasında bir takım ölçümler yapılmıştır. Bu ölçümlere göre başarılı ilaç uygulamaları veya bilişsel davranışçı psikoterapi uygulamaları sonrasında, tedavi öncesinde görülen anormalliklerin düzeldiği rapor edilmiştir. Prefrontal korteksteki etkinliği yüksek olan bireylerin, psikofarmakolojik tedaviye ve psikoterapiye daha iyi yanıt gösterdiklerine yönelik bulgular da mevcuttur(akt. Öztürk Ve Uluşahin, 2016).
Nöropsikolojik çalışmalar.
Bu alanda yapılan çalışmalar, bu bozukluğun görsel-uzamsal ve sözel bellekte bozulmalar ve bilgi işleme hızında azalma gibi birtakım bilişsel işlevlerde bozulmayla ilerleyen bir bozukluk olduğuna işaret etse de spesifik olarak bu bozukluğa özgü bir nöropsikolojik profil belirlenememiştir(akt. Öztürk Ve Uluşahin, 2016).
Psikososyol faktörler.
Toplumsal ve kültürel faktörler.
Bu bozukluğun toplumsal tutumlarla bir ilişki içerisinde olduğuna yönelik bazı bulgular bulunmakla birlikte bu faktörlerin etkisi kesin olarak bilinmemektedir. Benzer şekilde kültürel etkilerin de bu bozukluk üzerinde farklı etkileri olduğu anlaşılmıştır. Bununla birlikte bu alanda yeterli ve tutarlı araştırma bulguları henüz yoktur(akt. Öztürk Ve Uluşahin, 2016).
Psikodinamik yaklaşım.
Psikanalitik kurama göre obsesif kompulsif kişilik yapısı, aşırı düzeyde düzen ve titizlik, inatçılık ve cimrilik gibi anal dönemde saplanma belirtileri gösteren anal kişilik özelliklerine sahiptir. Dışkı ve sidiği içeride tutmak ile dışarı bırakmak gibi birbirine tamamen zıt olan iki yönlü arzuların varlığı olarak ifade edilebilecek ambivalence belirginliği yaşayan çocuğun; bu özelliği kullanması ilk etapta annesinin isteğine bağlıdır ve anal bölgenin katı bir şekilde denetlenmek suretiyle ailenin istediği yer ve zamanda bu kasların kullanılmaya zorlanması çocuk ile çevre arasında bir soruna yol açar. Psikanalitik açıdan bu dönemde yaşanacak bir saplanma, yukarıda bahsi geçen iki yönlü arzuların hatta duyguların artmasına yol açacak ve kişi bir eylemi yapıp yapmama konusunda ciddi kararsızlıklar yaşayacaktır. Bu bozuklukta, anal dönemle ilişkilendirilmiş belirtilere karşı olarak kişinin kullandığı savunma düzenekleri de görmek mümkündür. Yer değiştirme, yalıtma, karşıt tepki kurma gibi savunmalar karşımıza en sık çıkan savunme düzeneklerindendir. Psikanalitik yaklaşıma göre bu savunma düzeneklerinin yerleşmesi saplantılı kişilik gelişimin ön koşuludur. Bu bozuklukta karşılaşılan temel sorun, kişinin sahip olduğu birbine zıt dürtülerin benlik tarafından denetim altına alınma uğraşı olarak nitelendirilir. Bu bozukluğa sahip bireylerin dürtüleri arasında seçim yapmakta zorlandığı görülür ve özerklik duygusunun yeteri kadar gelişmediği değerlendirilir. Bu konuda dikkat edilmesi gereken bir başka nokta ise büyüsel düşüncedir. Birey, düşüncesinin gerçeğe dönüşebileceğine yönelik bir inanç sahibidir ve bu durumdan aşırı derecede korkar. Örneğin sevdiği bir kişinin ölümünü düşünen kişi, gerçekten onun ölebileceğine düşünür. Bozukluk ile başa çıkabilmek için kullanılan yapma-bozma savunma düzeneği de bu noktada görev yapar. Kötü bir şeyin gerçekleşmesine engellemek için tahtaya vurma kültürü bu düzeneğe örnek olabilir(akt. Öztürk Ve Uluşahin, 2016).
Bu bozukluğa ilişkin açıklamalar son yıllarda nörobiyolojik alanda ağırlık göstermektedir. Yapılan son çalışmalar bozukluğu açıklamaya çalışan psikanalitik yaklaşımın geçerli olmadığına işaret etmektedir. Bununla birlikte her şeye rağmen psikodinamik yaklaşımın literatüre kazandırdığı özgün açıklamaların tamamını geçersiz saymak mümkün değildir(akt. Öztürk Ve Uluşahin, 2016).
Davranışçı yaklaşım.
Öğrenme kuramlarına dayanan bu yaklaşıma göre, kişinin sahip olduğu takıntı ve zorlantılar örnek alma suretiyle öğrenilen yanlış davranışlardır. Davranışçı yaklaşıma göre altında bilinçdışı dürtülerin olmadığı bu davranışlar; ilk etapta birtakım sorunlara çözüm olsun diye uygulanan ancak zaman içinde yavaşça koşullanılmış davranış örüntülerinden ibarettir. Dolayısıyla öğrenildikleri gibi ters öğrenme yoluyla bırakılabilir veya bu davranışlar söndürülebilir. Bu bozukluğun tedavisinde etkililik bakımından kendini kanıtlamış bilişsel davranışçı psikoterapinin dayanağı da burasıdır. Ancak bu yaklaşımın bazı kısıtlılıkları da mevcuttur. Uzun yıllar bu bozukluğa ilişkin herhangi bir belirti göstermeyen kişilerin hayatlarının bir döneminde aniden ya da kısa bir zaman içinde, ağır düzeyde belirtiler göstermeye başlamasını davranışçı yaklaşım açıklamakta güçlük çekmekte veya açıklayamamaktadır(akt. Öztürk Ve Uluşahin, 2016).
Kaynakça
Amerikan Psikiyatri Birliği. (2014). Ruhsal Bozuklukların Tanımsal ve Sayımsal Elkitabı: Tanı Ölçütleri Başvuru Elkitabı (5. Baskı), (E. Köroğlu, Çev.). Ankara: Hekimler Yayın Birliği. (Orijinal çalışma basım tarihi 2013).
Davison, G. C. ve Neale, J. M. (2011). Anormal psikolojisi (7. Baskı). (İ. Dağ, Çev. Ed.). Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları.
Gençtan, E. (2018). Psikodinamik psikiyatri ve normaldışı davranışlar (23. Baskı). Ankara: Metis Yayınları.
Öztürk, M. O. Ve Uluşahin, N. A. (2016). Ruh sağlığı ve bozuklukları (14. Baskı). Ankara: Nobel Tıp Kitapevleri.
DSM 5’e göre takıntılı-zorlantılı kişilik bozukluğu olarak da isimlendirilen bu bozukluk erken erişkinlik döneminde kendini gösterir. Değişik bağlamlarda da sergilenen, esneklikten uzak ve kusursuzluk peşinde yoğun düşünce ve uğraşlara sahip olan bir davranış örüntüsü olarak karşımıza çıkar. Bu kişilik bozukluğuna sahip bireylerin mükemmeliyetçi yönleriyle bilindiklerini söylemek mümkündür. Ayrıntılar, kurallar, kusursuzlaştıracak detaylar, düzenli olma, uğraştıkları bir yapı içinde sıralama gibi durumlar bu bireyler için ciddi öneme sahiptir. Ancak kusursuz hale getirme uğraşı o kadar fazladır ki icra edilen faaliyetin asıl amacının bile önüne geçebilir. Üzerine aldığı işi eksiksiz bir biçimde yapma gayreti, işin tamamlanmasını tehlikeye atabilir. Bahsi geçen bu eksiksiz yapma uğraşı, kendi yarattığı aşırı katı kriterleri içerebilir ve hatta bunlara uymayan bir çalışmayı tamamlayamadıkları dahi söylenebilir. Bu bozukluğa sahip bireylerin ekonomik ihtiyaçlarıyla açıklanamaz düzeyde ve eğlenmek ve dinlenmeksizin kendilerini iş ve çalışma hayatına verdikleri söylenebilir. Bu bireyler genellikle ahlaki konularda ve değerlerde esneklik göstermezler. Bu kişilerin; eskimiş, yıpranmış, genellikle hiç bir işe yaramayacak, değersiz ya da bir önemi kalmayan ve duygusal altyapısı dahi olmayan nesneleri dahi atma konusunda sorunlar yaşadıkları bilinir(Amerikan Psikiyatri Birliği, 2014). Bu bireylerin genellikle kişilerarası ilişkileri de iyi değildir. Her şeyi kontrol etme arzuları ikili ilişkileri de kapsar ve yapılacak her şeyin kendi arzu ettikleri doğrultuda gelişmesi konusunda inatçı ve ısrarlı olabilirler(akt. Davison ve Neale, 2011).Etrafında bulunan insanların yapılacak bir işi, tam anlamıyla kendisi gibi kusursuz ve titizlikle, eksiksiz bir biçimde yapacaklarına dair bir inanç geliştirmediği sürece, o kişilere görev verme veya onlarla herhangi bir işbirliği içerisine girme hususunda oldukça isteksiz olabilecekleri bilinmektedir. Bu kişiler gelecekte başlarına gelebilecek kötü olayların sonunda ihtiyaçları olabileceğini düşündükleri için parayı biriktirmeyi tercih ederler ve hatta bu durum onların pinti olarak anılmasına sebep olabilir(Amerikan Psikiyatri Birliği, 2014).Katı ve inatçı yapılarının yanısıra, hata yapmaktan ve ellerindeki zamanı yanlış bir şeye harcamaktan kaynaklanan korkularından dolayı karar vermekte ve zamanı yönetmekte aşırı düzeyde zorluklar çekerler(akt. Davison ve Neale, 2011).
Obsesif Kompulsif Kişilik Bozukluğunun Etiyolojisi
Biyolojik faktörler.
Katılım çalışmaları.
Bozukluğun doğasını anlamaya yönelik olarak başta aile ve ikiz çalışmaları ve ayrışım çözümlemesi çalışmalarının ortaya koyduğu üzere bozuklukta katılımsal geçişin rolü vardır. Özellikle %80 üzerindeki oranlarda eşhastalanma bulguları raporlayan tek yumurta ikizleriyle yapılan ve küçük ölçekli sayılabilecek çalışmalardan alınan verilere de bu durumu destekler niteliktedir. Bununla birlikte şu an için bu alandaki çalışmalar yeterli değildir(akt. Öztürk Ve Uluşahin, 2016).
Nörokimyasal çalışmalar.
Yapılan çalışmalar seçici serotonin geri alım önleyicilerinin ve depomin reseptörlerini bloke edici ilaçların, bozuklukta etkili olduğunu ve belirtilerin hafiflemesini sağladıklarını ortaya koymuştur(akt. Öztürk Ve Uluşahin, 2016).
Beyin görüntüleme çalışmaları.
İşlevsel beyin görüntüleme çalışmaları kullanılarak, sağaltım öncesinde ve sonrasında bir takım ölçümler yapılmıştır. Bu ölçümlere göre başarılı ilaç uygulamaları veya bilişsel davranışçı psikoterapi uygulamaları sonrasında, tedavi öncesinde görülen anormalliklerin düzeldiği rapor edilmiştir. Prefrontal korteksteki etkinliği yüksek olan bireylerin, psikofarmakolojik tedaviye ve psikoterapiye daha iyi yanıt gösterdiklerine yönelik bulgular da mevcuttur(akt. Öztürk Ve Uluşahin, 2016).
Nöropsikolojik çalışmalar.
Bu alanda yapılan çalışmalar, bu bozukluğun görsel-uzamsal ve sözel bellekte bozulmalar ve bilgi işleme hızında azalma gibi birtakım bilişsel işlevlerde bozulmayla ilerleyen bir bozukluk olduğuna işaret etse de spesifik olarak bu bozukluğa özgü bir nöropsikolojik profil belirlenememiştir(akt. Öztürk Ve Uluşahin, 2016).
Psikososyol faktörler.
Toplumsal ve kültürel faktörler.
Bu bozukluğun toplumsal tutumlarla bir ilişki içerisinde olduğuna yönelik bazı bulgular bulunmakla birlikte bu faktörlerin etkisi kesin olarak bilinmemektedir. Benzer şekilde kültürel etkilerin de bu bozukluk üzerinde farklı etkileri olduğu anlaşılmıştır. Bununla birlikte bu alanda yeterli ve tutarlı araştırma bulguları henüz yoktur(akt. Öztürk Ve Uluşahin, 2016).
Psikodinamik yaklaşım.
Psikanalitik kurama göre obsesif kompulsif kişilik yapısı, aşırı düzeyde düzen ve titizlik, inatçılık ve cimrilik gibi anal dönemde saplanma belirtileri gösteren anal kişilik özelliklerine sahiptir. Dışkı ve sidiği içeride tutmak ile dışarı bırakmak gibi birbirine tamamen zıt olan iki yönlü arzuların varlığı olarak ifade edilebilecek ambivalence belirginliği yaşayan çocuğun; bu özelliği kullanması ilk etapta annesinin isteğine bağlıdır ve anal bölgenin katı bir şekilde denetlenmek suretiyle ailenin istediği yer ve zamanda bu kasların kullanılmaya zorlanması çocuk ile çevre arasında bir soruna yol açar. Psikanalitik açıdan bu dönemde yaşanacak bir saplanma, yukarıda bahsi geçen iki yönlü arzuların hatta duyguların artmasına yol açacak ve kişi bir eylemi yapıp yapmama konusunda ciddi kararsızlıklar yaşayacaktır. Bu bozuklukta, anal dönemle ilişkilendirilmiş belirtilere karşı olarak kişinin kullandığı savunma düzenekleri de görmek mümkündür. Yer değiştirme, yalıtma, karşıt tepki kurma gibi savunmalar karşımıza en sık çıkan savunme düzeneklerindendir. Psikanalitik yaklaşıma göre bu savunma düzeneklerinin yerleşmesi saplantılı kişilik gelişimin ön koşuludur. Bu bozuklukta karşılaşılan temel sorun, kişinin sahip olduğu birbine zıt dürtülerin benlik tarafından denetim altına alınma uğraşı olarak nitelendirilir. Bu bozukluğa sahip bireylerin dürtüleri arasında seçim yapmakta zorlandığı görülür ve özerklik duygusunun yeteri kadar gelişmediği değerlendirilir. Bu konuda dikkat edilmesi gereken bir başka nokta ise büyüsel düşüncedir. Birey, düşüncesinin gerçeğe dönüşebileceğine yönelik bir inanç sahibidir ve bu durumdan aşırı derecede korkar. Örneğin sevdiği bir kişinin ölümünü düşünen kişi, gerçekten onun ölebileceğine düşünür. Bozukluk ile başa çıkabilmek için kullanılan yapma-bozma savunma düzeneği de bu noktada görev yapar. Kötü bir şeyin gerçekleşmesine engellemek için tahtaya vurma kültürü bu düzeneğe örnek olabilir(akt. Öztürk Ve Uluşahin, 2016).
Bu bozukluğa ilişkin açıklamalar son yıllarda nörobiyolojik alanda ağırlık göstermektedir. Yapılan son çalışmalar bozukluğu açıklamaya çalışan psikanalitik yaklaşımın geçerli olmadığına işaret etmektedir. Bununla birlikte her şeye rağmen psikodinamik yaklaşımın literatüre kazandırdığı özgün açıklamaların tamamını geçersiz saymak mümkün değildir(akt. Öztürk Ve Uluşahin, 2016).
Davranışçı yaklaşım.
Öğrenme kuramlarına dayanan bu yaklaşıma göre, kişinin sahip olduğu takıntı ve zorlantılar örnek alma suretiyle öğrenilen yanlış davranışlardır. Davranışçı yaklaşıma göre altında bilinçdışı dürtülerin olmadığı bu davranışlar; ilk etapta birtakım sorunlara çözüm olsun diye uygulanan ancak zaman içinde yavaşça koşullanılmış davranış örüntülerinden ibarettir. Dolayısıyla öğrenildikleri gibi ters öğrenme yoluyla bırakılabilir veya bu davranışlar söndürülebilir. Bu bozukluğun tedavisinde etkililik bakımından kendini kanıtlamış bilişsel davranışçı psikoterapinin dayanağı da burasıdır. Ancak bu yaklaşımın bazı kısıtlılıkları da mevcuttur. Uzun yıllar bu bozukluğa ilişkin herhangi bir belirti göstermeyen kişilerin hayatlarının bir döneminde aniden ya da kısa bir zaman içinde, ağır düzeyde belirtiler göstermeye başlamasını davranışçı yaklaşım açıklamakta güçlük çekmekte veya açıklayamamaktadır(akt. Öztürk Ve Uluşahin, 2016).
Kaynakça
Amerikan Psikiyatri Birliği. (2014). Ruhsal Bozuklukların Tanımsal ve Sayımsal Elkitabı: Tanı Ölçütleri Başvuru Elkitabı (5. Baskı), (E. Köroğlu, Çev.). Ankara: Hekimler Yayın Birliği. (Orijinal çalışma basım tarihi 2013).
Davison, G. C. ve Neale, J. M. (2011). Anormal psikolojisi (7. Baskı). (İ. Dağ, Çev. Ed.). Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları.
Gençtan, E. (2018). Psikodinamik psikiyatri ve normaldışı davranışlar (23. Baskı). Ankara: Metis Yayınları.
Öztürk, M. O. Ve Uluşahin, N. A. (2016). Ruh sağlığı ve bozuklukları (14. Baskı). Ankara: Nobel Tıp Kitapevleri.