Ölümü Çocuklara Nasıl Anlatmalı?
Batı dünyasından elimize geçen ve ölümle alâkalı olan çeşitli yazılar,
İslâmiyetin her yaş grubu için ne kadar isabetli müjde ve telkinlerde bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Batılı bir çocuk eğitimcisinin başından geçen çok enteresan bir olay, bu hakikate misâl olarak gösterilebilir.
Bu eğitimcinin küçük yaştaki kızı, günün birinde, bir türlü yemek yemez olmuştur. Annesi çocuğa önce yemesi için yalvarmış, sonra zorlamışsa da fayda vermeyince acıkması için beklemiştir.
Ancak aradan 2 gün geçtiği halde küçük çocuk, ağzına bir lokma dahi koymamıştır.
En nihayet annesi çok ısrar edince, çocukcağız ağlamaya başlar ve dilinden şu sözler dökülür:
--Ne olur anneciğim sen de yeme, çünkü seni çok seviyorum.
Annesi, neden yememesi gerektiğini sorduğunda küçük kız sebebini söyler ve anne hayretler içinde kalır.
Meğer küçük kız ile babası arsında birkaç gün evvel şöyle bir konuşma cereyan etmiştir.
--Baba, niçin yemek yiyoruz?
--Büyümek için.
--Büyüyünce ne olacak?
--İhtiyarlıyacağız.
--Peki ihtiyarladıktan sonra ne olacağız?
--Ne olacak, herkes gibi biz de öleceğiz...
O günden sonra çocuk yemek yememeğe karar vermiştir.
Çünkü o, herkesin yemek yediği için öldüğünü zannedip; öyleyse yemek yemem; yemezsem büyümem, büyümeyince de ihtiyarlamam ve dolayısıyla ölmem diye düşünmektedir.
Tabii kendisi ölmek istemediği gibi, çok sevdiği annesinin de ölmesini istemiyor.
Bu sebeple O'nun da yememesi için, yalvarıp yakarıyor.
Ve eğitimci bu hâdiseyi naklederek okuyucularına
"Demek çocuklara anlaşılması zor olan ölüm ve âhiret gibi mevzuları anlatmamalıyız." diyor.
Bunu burada noktalayıp bir başkasına göz atalım.
Doktor Di Freundin de, Readers Diegest adlı derginin bir sayısında "Çocuklara ölümden bahsetmeli mi?"
Konulu bir yazı yayınlar ve ölüm konusunda şu tavsiyelerde bulunur.
"Çocuğunuzun köpeği ölünce, derin bir uykuya daldığını, kardeşi, arkadaşı veya bir yakını ölünce de onların bir seyahate çıktığını söylersiniz." diyor.
Ancak birkaç gün sonra gelen yüzlerce mektupta; çocuğumuzu yatırıp uyutamıyoruz ve birlikte seyahate çıkamıyoruz.
Çünkü köpeğinin ve arkadaşlarının başına gelen âkibetin, kendilerine de geleceğinden korkuyorlar, ne yapacağız, şaşkına döndük şeklinde birçok soru soruluyor.
Doktorun cevaben yazdığı yazı ise "Bu meseleyi fazla kurcalamakla hata ettik" şeklinde oluyor.
İşte bu cevaplar hiç şüphesiz çaresizliğin ve aczin, ilâhi esaslardan habersizliğin ifadesinden başka bir şey olmasa gerek.
Demek ki, insan nev'inin yarısını teşkil eden çocuklar ancak ölüm sonrası bir hayat inancıyla insanca yaşayabilirler.
Ve yalnız Cennet fikriyle onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefâtlara karşı dayanabilirler.
Ve her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümlerinin onların endişeli nazarlarına çarpmasına, ancak ebedi hayatın müjdesiyle tahammül edebilirler. hem bunu tahmin etmek zor değildir.
Çünkü çocuklar daha küçük yaşlardan başlayarak çeşitli ölüm-kalım tecrübeleriyle belirli bir ölçüde ölümle ilk karşılaşmaya doğru ilâhi bir programlama çerçevesinde hazırlanmaktadır.
Aydınlık ve karanlığın birbirini takibi, uyuma ve uyanık kalma dönemleri, çeşitli çocukluk oyunları ölüm ve hayat zıtlıkları şuurunu geliştirmekte, çocuk yavaş yavaş bazı şeylerin daimi ve düzenli bir şekilde gelip gittiğini, ister istemez öğrenmektedir.
Bize düşen ise, en iyi ve realist telkini, ruha uygun olarak enjekte edebilmektir.
Yeri gelmişken bu konuda da bazı tecrübe ve tespitlerin ışığında çocuktaki ölüm şuurunun kendini hangi yaşta gösterdiğne göz atalım.
"Henüz 5 yaşına gelmemiş küçüklerin, ölümün varlığından bütünüyle habersiz ve herşeyin canlı olduğu, Macaristan, Çin İsveç, A.B.D. doğumlu çocuklarda yapılan testlerde hepsinin aynı kavrayış şeklini paylaştığı görülmüştür.
Çocuklara gerçeklerin bizim inancımız doğrultusunda öğretilmesi, onların yavaş yavaş ölüm fikrini kabul etmelerine ve bu tutumlarının düşünce ve konuşmalarına yansımasına sebep olur.
Pedagog ve psikologlar tarafından yapılan araştırmalar, çocuğun ruhî dünyasının en çok sarsıldığı yaşların 7 ve 9 yaşları olduğunu ortaya koymuştur.
Çünkü çocuğun ölümü ihtiva eden, ölü taklidi yapması gerektiren oyunlara merak sarması bu döneme rastlar.
Ölü taklidinin yer aldığı oyunların oynanması, çocuğun ölüm düşüncesini hayatın içine yerleştirmesi açısından tesirli bir rol oynar.
Bu dönemdeki çocukların çoğu ölümü, bütün hayatî faaliyetlerin süresiz olarak kesilmesi şeklinde benimserler.
Ünlü bir pedegog olan Carlos Costanetana'ya göre; çocuk ancak kendini doğrulayacak tasvirlere dayalı his ve müşahede tahlillerini yapabilecek duruma eriştiği bu yaştan itibaren, dünyayı ve hayatı tanımayı öğrenmiş ve dolayısıyla içinde yaşadığı cemiyetin bir üyesi olmağa hak kazanmış demektir.
Hiç şüphesiz insanlar içinde yapılan bu araştırmalarda mantık ölçülerine sığmayan tecrübe ve buluşlara da rastlamak mümkündür.
Ancak yine de bunların hepsi bir araya geldiğinde şaşırtıcı bir şekilde birbiriyle uyum gösteren bir tablo meydana getirmektedir.
Başta zikrettiğimiz iki misalde olduğu gibi; susmak veya meseleyi örtbas etmeye çalışmak kime ne kazandırır?
Aslında bizce hiç ehemmiyeti olmayan şeylerin dahi en ince noktalarını soran veya araştıran çocuk nasıl olur da kendisini ve bütün yakınlarını alâkadar eden ölüm ve âhiret gibi mevzuları sormaz, araştırmaz?.
Eğer siz ona
"Ölüm yokluk değil!.. Hiçlik değil!... Sönmek değil!... "
hakikatını ve kabir kapısının nur âlemine açılan bir kapı olduğunu anlatamazsanız çocuğun, küçücük kalbi paramparça olacaktır.
Oynamakta adi bir oyuncağı dahi elinden almaya çalıştığınızda ağlayan çocuk, eğer ahireti bilmezse, hergün beraber oynadıkları kardeşinin veya sevdiği bir yakınının birdenbire kaybolmasına nasıl tahammül edecektir?
Halbuki ruhu, "âhirete îman" nuruyla aydınlanan bir çocuğun çehresindeki teessür sisi dağılacak
"Gerçi çok sevdiğim oyun arkadaşım veya kardeşim öldü,
ama Cennetin bir kuşu oldu; orada bizden daha iyi yaşar.
Hem nasıl olsa biz de O'nun yanına gideceğiz.
Ölüm yok olmak değil ki üzüleyim. ölüm sadece bir vatan değişikliğinden ibarettir." düşüncesi şuur ve hislerine akseder aksetmez, gözyaşları dinecek ve o küçücük kalbi huzur bulacaktır.
Yazımızı Prof. dr. Atalay yörükoğluínun ölüm ve çocuk konusundaki bir tavsiyesiyle bitirelim:
Çocuklar ölümle çok erken yaşlarda ilgilenmeye başlarlar.
Öldükten sonra iyilerin cennete gideceğini öğrenmek onlar için çoğu zaman yatıştırıcı olur...
Sevdiği dedesi ölen bir küçük çocuk, bu gerçeği çok güzel dile getirmişti:
dedem beni bırakıp cennete gitti, orada başka çocuklarla oynuyor!..
Yörükoğlu çocuğun bu durumuyla ilgili olarak anne ve babalara son tavsiyesi;
onların sevdiği kişilerle bir öte dünyada buluşmak ümidini kırmayın şeklindedir.
Son olarak şunu da ifade edelim ki;
ölüm meslesini çocuklara doğru biçimde anlatmanın yolu asıl biz büyüklerin onu doğru şekilde anlamamızdan geçer.
***** Selim Gündüzalp *****
Batı dünyasından elimize geçen ve ölümle alâkalı olan çeşitli yazılar,
İslâmiyetin her yaş grubu için ne kadar isabetli müjde ve telkinlerde bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Batılı bir çocuk eğitimcisinin başından geçen çok enteresan bir olay, bu hakikate misâl olarak gösterilebilir.
Bu eğitimcinin küçük yaştaki kızı, günün birinde, bir türlü yemek yemez olmuştur. Annesi çocuğa önce yemesi için yalvarmış, sonra zorlamışsa da fayda vermeyince acıkması için beklemiştir.
Ancak aradan 2 gün geçtiği halde küçük çocuk, ağzına bir lokma dahi koymamıştır.
En nihayet annesi çok ısrar edince, çocukcağız ağlamaya başlar ve dilinden şu sözler dökülür:
--Ne olur anneciğim sen de yeme, çünkü seni çok seviyorum.
Annesi, neden yememesi gerektiğini sorduğunda küçük kız sebebini söyler ve anne hayretler içinde kalır.
Meğer küçük kız ile babası arsında birkaç gün evvel şöyle bir konuşma cereyan etmiştir.
--Baba, niçin yemek yiyoruz?
--Büyümek için.
--Büyüyünce ne olacak?
--İhtiyarlıyacağız.
--Peki ihtiyarladıktan sonra ne olacağız?
--Ne olacak, herkes gibi biz de öleceğiz...
O günden sonra çocuk yemek yememeğe karar vermiştir.
Çünkü o, herkesin yemek yediği için öldüğünü zannedip; öyleyse yemek yemem; yemezsem büyümem, büyümeyince de ihtiyarlamam ve dolayısıyla ölmem diye düşünmektedir.
Tabii kendisi ölmek istemediği gibi, çok sevdiği annesinin de ölmesini istemiyor.
Bu sebeple O'nun da yememesi için, yalvarıp yakarıyor.
Ve eğitimci bu hâdiseyi naklederek okuyucularına
"Demek çocuklara anlaşılması zor olan ölüm ve âhiret gibi mevzuları anlatmamalıyız." diyor.
Bunu burada noktalayıp bir başkasına göz atalım.
Doktor Di Freundin de, Readers Diegest adlı derginin bir sayısında "Çocuklara ölümden bahsetmeli mi?"
Konulu bir yazı yayınlar ve ölüm konusunda şu tavsiyelerde bulunur.
"Çocuğunuzun köpeği ölünce, derin bir uykuya daldığını, kardeşi, arkadaşı veya bir yakını ölünce de onların bir seyahate çıktığını söylersiniz." diyor.
Ancak birkaç gün sonra gelen yüzlerce mektupta; çocuğumuzu yatırıp uyutamıyoruz ve birlikte seyahate çıkamıyoruz.
Çünkü köpeğinin ve arkadaşlarının başına gelen âkibetin, kendilerine de geleceğinden korkuyorlar, ne yapacağız, şaşkına döndük şeklinde birçok soru soruluyor.
Doktorun cevaben yazdığı yazı ise "Bu meseleyi fazla kurcalamakla hata ettik" şeklinde oluyor.
İşte bu cevaplar hiç şüphesiz çaresizliğin ve aczin, ilâhi esaslardan habersizliğin ifadesinden başka bir şey olmasa gerek.
Demek ki, insan nev'inin yarısını teşkil eden çocuklar ancak ölüm sonrası bir hayat inancıyla insanca yaşayabilirler.
Ve yalnız Cennet fikriyle onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefâtlara karşı dayanabilirler.
Ve her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümlerinin onların endişeli nazarlarına çarpmasına, ancak ebedi hayatın müjdesiyle tahammül edebilirler. hem bunu tahmin etmek zor değildir.
Çünkü çocuklar daha küçük yaşlardan başlayarak çeşitli ölüm-kalım tecrübeleriyle belirli bir ölçüde ölümle ilk karşılaşmaya doğru ilâhi bir programlama çerçevesinde hazırlanmaktadır.
Aydınlık ve karanlığın birbirini takibi, uyuma ve uyanık kalma dönemleri, çeşitli çocukluk oyunları ölüm ve hayat zıtlıkları şuurunu geliştirmekte, çocuk yavaş yavaş bazı şeylerin daimi ve düzenli bir şekilde gelip gittiğini, ister istemez öğrenmektedir.
Bize düşen ise, en iyi ve realist telkini, ruha uygun olarak enjekte edebilmektir.
Yeri gelmişken bu konuda da bazı tecrübe ve tespitlerin ışığında çocuktaki ölüm şuurunun kendini hangi yaşta gösterdiğne göz atalım.
"Henüz 5 yaşına gelmemiş küçüklerin, ölümün varlığından bütünüyle habersiz ve herşeyin canlı olduğu, Macaristan, Çin İsveç, A.B.D. doğumlu çocuklarda yapılan testlerde hepsinin aynı kavrayış şeklini paylaştığı görülmüştür.
Çocuklara gerçeklerin bizim inancımız doğrultusunda öğretilmesi, onların yavaş yavaş ölüm fikrini kabul etmelerine ve bu tutumlarının düşünce ve konuşmalarına yansımasına sebep olur.
Pedagog ve psikologlar tarafından yapılan araştırmalar, çocuğun ruhî dünyasının en çok sarsıldığı yaşların 7 ve 9 yaşları olduğunu ortaya koymuştur.
Çünkü çocuğun ölümü ihtiva eden, ölü taklidi yapması gerektiren oyunlara merak sarması bu döneme rastlar.
Ölü taklidinin yer aldığı oyunların oynanması, çocuğun ölüm düşüncesini hayatın içine yerleştirmesi açısından tesirli bir rol oynar.
Bu dönemdeki çocukların çoğu ölümü, bütün hayatî faaliyetlerin süresiz olarak kesilmesi şeklinde benimserler.
Ünlü bir pedegog olan Carlos Costanetana'ya göre; çocuk ancak kendini doğrulayacak tasvirlere dayalı his ve müşahede tahlillerini yapabilecek duruma eriştiği bu yaştan itibaren, dünyayı ve hayatı tanımayı öğrenmiş ve dolayısıyla içinde yaşadığı cemiyetin bir üyesi olmağa hak kazanmış demektir.
Hiç şüphesiz insanlar içinde yapılan bu araştırmalarda mantık ölçülerine sığmayan tecrübe ve buluşlara da rastlamak mümkündür.
Ancak yine de bunların hepsi bir araya geldiğinde şaşırtıcı bir şekilde birbiriyle uyum gösteren bir tablo meydana getirmektedir.
Başta zikrettiğimiz iki misalde olduğu gibi; susmak veya meseleyi örtbas etmeye çalışmak kime ne kazandırır?
Aslında bizce hiç ehemmiyeti olmayan şeylerin dahi en ince noktalarını soran veya araştıran çocuk nasıl olur da kendisini ve bütün yakınlarını alâkadar eden ölüm ve âhiret gibi mevzuları sormaz, araştırmaz?.
Eğer siz ona
"Ölüm yokluk değil!.. Hiçlik değil!... Sönmek değil!... "
hakikatını ve kabir kapısının nur âlemine açılan bir kapı olduğunu anlatamazsanız çocuğun, küçücük kalbi paramparça olacaktır.
Oynamakta adi bir oyuncağı dahi elinden almaya çalıştığınızda ağlayan çocuk, eğer ahireti bilmezse, hergün beraber oynadıkları kardeşinin veya sevdiği bir yakınının birdenbire kaybolmasına nasıl tahammül edecektir?
Halbuki ruhu, "âhirete îman" nuruyla aydınlanan bir çocuğun çehresindeki teessür sisi dağılacak
"Gerçi çok sevdiğim oyun arkadaşım veya kardeşim öldü,
ama Cennetin bir kuşu oldu; orada bizden daha iyi yaşar.
Hem nasıl olsa biz de O'nun yanına gideceğiz.
Ölüm yok olmak değil ki üzüleyim. ölüm sadece bir vatan değişikliğinden ibarettir." düşüncesi şuur ve hislerine akseder aksetmez, gözyaşları dinecek ve o küçücük kalbi huzur bulacaktır.
Yazımızı Prof. dr. Atalay yörükoğluínun ölüm ve çocuk konusundaki bir tavsiyesiyle bitirelim:
Çocuklar ölümle çok erken yaşlarda ilgilenmeye başlarlar.
Öldükten sonra iyilerin cennete gideceğini öğrenmek onlar için çoğu zaman yatıştırıcı olur...
Sevdiği dedesi ölen bir küçük çocuk, bu gerçeği çok güzel dile getirmişti:
dedem beni bırakıp cennete gitti, orada başka çocuklarla oynuyor!..
Yörükoğlu çocuğun bu durumuyla ilgili olarak anne ve babalara son tavsiyesi;
onların sevdiği kişilerle bir öte dünyada buluşmak ümidini kırmayın şeklindedir.
Son olarak şunu da ifade edelim ki;
ölüm meslesini çocuklara doğru biçimde anlatmanın yolu asıl biz büyüklerin onu doğru şekilde anlamamızdan geçer.
***** Selim Gündüzalp *****