Osmanlı Dönemindeki Sanat Dalları Nelerdir - Osmanlı Dönemindeki Sanatlar

SoruCevap

Yeni Üye
Çözümler
1
Tepkime
56
Yaş
36
Coin
256,936
Osmanlı Dönemindeki Sanat Dalları - Osmanlı Dönemindeki Sanatlar
Osmanlı Padişahları, vezirleri kültürel zenginliğin önemini benimsemiş, sanatla yakından ilgilenmişlerdir. Saray yönetimi, saray teşkilatı içinde ehl-i hıref adı altında sanatçı topluluğu oluşturmuştu. Sarayın her türlü sanat ve zenaat işlerini gören ve saraydan maaş alan bu grup imparatorluğun parlak döneminde oldukça kalabalık bir kadroya sahipti.
Osmanlı’da sanat denilince öncelikle akla minyatür sanatı gelir. Bu sanat dalı I. Selim döneminde (1512-1520) gelişmeye başlamıştır. I. Selim 1514’de Safevilerden Tebriz’i aldığı sıralarda Tebriz Nakkaşhane’si islam dünyasının ünlü sanatçılarıyla doluydu. I. Selim bu sanatçıların önde gelenlerini İstanbul’a gönderdi. Sarayda eğitilmiş, İstanbul esnafı arasından seçilmiş Osmanlı nakkaşlarının yanısıra Horasan’lı, Tebriz’li nakkaşlar da İstanbul nakkaşhanesine katılmış oldu. Böylece değişik üsluplara sahip nakkaşların bir araya gelmesiyle Osmanlı’ya has bir tarz ortaya çıktı. Bu yıllar aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun dünyada güç kazandığı zenginleştiği yıllardır. Padişahların ve paşaların katıldıkları savaşlar, misafir kabulleri, düğün ve sünnet şenlikleri, padişahların av, cirit, ok atmadaki hünerleri, ordu alayları, padişah portreleri nakkaşların resimlemek için seçtikleri konuların başında geliyordu. Bu tasvirlerde ilk dikkati çeken ciddi ve ağırbaşlı ortamın varlığı, imparatorluğun gücü ve düzenin etkinliğidir.
Saray nakkaşhanesinde 16. Yüzyılın ortalarından itibaren o dönemde veya daha önce yapılmış tek yaprak halindeki eserlerin bir araya getirilmesiyle oluşan murakka yapımcılığı yaygınlaşmıştır. Dönemin ünlü murakka yapımcısı ise Osmanlı saray nakkaşhanesinde çalışan Şah Kulu’dur. Şah Kulu ‘saz yazma’ veya ‘saz üslubu’ diye anılan üslubun da yaratıcısıdır.

1720 yılında şenliğe katılan elçileri gösteren bir minyatür.

Saray nakkaşları üslup ve konu bakımından doğu nakkaşlarından farklıydılar. Doğunun masalsı dünyası, abartılı süslemeleri Osmanlı ressamının ilgisini çekmiyordu, onlar doğaya veya seçtikleri konuya daha gerçekçi gözlerle bakıyorlardı.
II. Selim ve III. Murat da sanata düşkün padişahlardı. Bu dönemlerde Türk minyatürü en verimli çağını yaşamıştır. İlk 12 Osmanlı padişahının yüz ve vücut şekillerinin, giysilerinin anlatıldığı ve içinde Sultan Orhan’dan III. Murat’a kadar olan sultanların portrelerinin yer aldığı Şemailname bu dönemde hazırlanmıştır. Nakkaş Osman’ın bu eserleri çağdaşı ve sonraki Türk ressamlarına model olmuş, bir çok kopyası yapılmıştır. Nakkaş Osman’nın bir başka ölümsüz eseri ise III. Murat’ın oğlu Şehzade Mehmet’in sünnet düğünü şenliklerini konu alan resimleridir. Bu esere ‘Surname’ adı verildi. Yeri gelmişken sözedelim:
Osmanlı döneminde sünnet düğünleri dostlukları pekiştirmek, imparatorluğun gücünü göstermek için bir araçtı. Bu şenliğe doğulu ve batılı hükümdarlar çağırılırdı.

Osmanlı sarayının nakkaşhanesindeki çalışmalar saray yönetiminin koruyuculuğunda ve denetiminde 15. Yüzyılın ikinci yarısında yoğunluk kazanmış, 16. Yüzyılın ikinci yarısında özellikle III.Murat döneminde minyatür sanatı doruğa ulaşmıştır. 16. Yüzyılın sonundan başlayarak imparatorluğun ekonomik gücünün azalması sarayın her türlü sanat işlerini gören ehl-i hıref mensuplarını da etkiler. Resimli kitap üretimi de zenginliğini kaybeder.

Osmanlı Dönemi

OSMANLI SANATI

(1299-1923)
Anadolu Selçukluları döneminde Söğüt ve çevresine yerleşen Osmanlılar, 13. yüzyıl sonlarında bağımsız bir devlet kurmuşlardır. Kısa sürede fetihlerle genişleyen bu devletin başkentleri 1326 yılında Bursa, 1361 yılında Edirne ve 1453 yılında İstanbul olmuş; 16. yüzyıl ortalarında da Asya, Doğu Avrupa ve Kuzey Afrika'ya kadar yayılan bir imparatorluk haline gelmiştir.
Osmanlı sanatının erken dönemden itibaren en belirgin özelliği, Ehli Hiref örgütündeki nakkaşların hazırladığı desenlerin, saraya bağlı sanatçılar tarafından tezhipten madene, çiniden seramiğe, kumaştan halıya kadar tüm eserlerde uygulanması ile üslup ve desen birliğinin sağlanmış olmasıdır. Erken Osmanlı eserlerinde en yaygın süsleme motifleri, dal kıvrımları üzerinde stilize hatayi çiçekleri, palmet ve lotuslarla zenginleştirilmiş rumi kıvrımları, geometrik kompozisyonlar ve 15. yüzyıl sonlarından itibaren çin bulutu motifleridir.
Klasik Osmanlı üslubunun gelişmeye başladığı 16. yüzyıl ilk yarısında, Kanuni Sultan Süleyman'ın nakkaşbaşı Şahkulu'dur ve bu dönemde Sazyolu denilen yeni bir üslup oluşmuştur. Saz üslubunun ana motifleri hatayi, sivri uçlu iri kıvrık yapraklar ve bazen aralarına serpiştirilmiş kuşlar ve efsanevî yaratıklardır. Pars beneklerini simgeleyen üç benek (çintemani) ve kaplan postunu simgeleyen dalgalı bulut motifleri bu dönemde yaygınlaşmıştır.
16. yüzyılın ortalarına doğru nakkaşhanenin başına geçen Kara Memi'nin eserlerinde görülmeye başlanan lale, gül, sümbül, bahar açmış meyva ağaçları, selvi gibi naturalist çiçek desenleri Osmanlı sanatının ana teması olmuştur. Bu naturalist çiçekler, simetri ve sonsuzluk prensibine bağlı kalınarak, belirli kompozisyon şemaları içinde uygulanmıştır. Motifler tek tek kayan eksenler üzerinde yer almakta, dikey olarak uzayan dal kıvrımları üzerinde sıralanmakta veya madalyonlar içinde düzenlenmektedirler.
Duraklama içinde geçen 17. yüzyıldan sonra, Lale Devri olarak adlandırılan 18. yüzyıl başlarında, 16. yüzyılın muhteşemliği yeniden canlandırılmaya çalışılmıştır. Batı ile ilişkilerin gelişmesi sonucu Avrupa sanatının etkileri görülmeye başlamaktadır. Klasik dönemin çiçek motifleri buket biçiminde düzenlenmiş, renk tonlamaları ile ışık-gölge etkisi verilmiştir. Meyve dolu tabaklar, perspektifin verildiği manzara resimleri, minyatür sanatçısı Levnî'nin eserlerinde karşımıza çıkan eğlence ve giyim-kuşam biçimini yansıtan sahneler dönemin sevilen temalarıdır.
Avrupa sanatına ve yaşam biçimine duyulan ilginin 18. yüzyıl sonlarında giderek artması ile sanatta Türk Rokokosu olarak adlandırılan üslup yaygınlaşmıştır. Çiçekli girlantlar, iri akantus yaprakları, meyve dolu sepet ve tabaklar, kurdele ve fiyonklar, istiridye kabukları, bereket boynuzları mimariden küçük sanatlara kadar tüm sanat dallarında uygulama alanı bulmuştur.

Osmanlı'da Güzel Sanat

Güzel San'atlar, mîmârî, çinicilik, minyatür sahalarinda muhtesem, nâdide eserler verildi. Mîmarlik sahasinda, kendine has, estetik mâhiyette sanat eserleri yapildi. Bunu sivil, askerî, dînî, mülkî, adlî, sosyal ve kültürel eserlerde en güzel sekilde basta İstanbul olmak üzere, memleketin her tarafinda görmek mümkündür. Topkapi, Yildiz, Çiragan, Göksu Kasri, Dolmabahçe, Beylerbeyi saraylari, Selimiye Kislasi, Kuleli Askerî Lisesi, Anadolu ve Rumeli Hisarlari, Bursa Yesil, Ulu câmileri, Edirne'deki Selimiye Câmii, İstanbul'daki Fâtih, Mahmûd Pasa, Süleymâniye, Sehzâdebasi, Sultanahmed, Nûruosmâniye, Vâlide Sultan; Manisa'da Murâdiye, Hâtuniye câmileri; Mahmûdpasa, Sultan Süleyman, Sultanahmed, Fuadpasa, Mahmud Sevket Pasa, Hürrem Sultan, Naksidil Sultan türbeleri; Nilüfer Hâtun İmâreti, Kapaliçarsi, Sultanahmed Çesmesi, Mîmar Sinân Sebili, Fâtih, Süleymâniye medreseleri, Haseki, Gureba Hastâneleri Osmanli mîmârî eserlerinin nümûneleridir.
Çinicilik; dekoratif sekiller olup yaygin olarak câmilerde, saraylarda ve diger eserlerde kullanildi.
Minyatür; nakkaslar tarafindan kâgit, duvar, tahta ve tasa zarif sekilde islenirdi. Kat'i denilen kâgit oymaciligi sanati da vardi.
Hat; güzel yazi sanati olup, yazarlarina hattat denir: Kûfî, Sülüs, Nesih, Muhakkak, Reyhânî, Tevkî', İcâze, Ta'lik, Divânî, Celi, Rik'a, Ma'kili dâhil, bin kadar çesidi vardi. Halicilik, kumasçilik, dericilik, ciltçilik, kitapçilik, tezhipçilik,
porselencilik, kehribarcilik, mürekkepçilik, mobilya, sandalcilik da ayri birer sanat dali olarak, her sahada eserler verildi.

Ahlâk; Osmanli idâresinde İslâm ahlâki hâkimdi. Pâdisâhin sarayinda İslâm ahlâki en güzel sekliyle yasanir, buradan halka yayilirdi. Enderunda yetistirilerek tasra çikarilan beyler ve askerler bir taraftan haremde yetistirilerek üstün ahlâk sâhibi kimselerle evlendirilen câriyeler, güzel ahlâkin çevreye yayilmasinda baslica âmil oldular. Memlekette umûmî kâideler dâhil gayri müslimler hâriç herkes İslâm ahlâkina ve örfe uymak mecburiyetindeydi. Vatanseverlik, Osmanlilik suuru, vakâr, büyüge hürmet, küçüge sefkât, vefâ ve sadâkat, hayirseverlik, cömertlik, merhamet ve müsâmaha, tevekkül, nâmus, temizlik, hayvan ve bitki sevgisi, his, kiymet ve idealleri basligi altinda toplanabilen ahlâk ölçülerine riâyet edilirdi. Güzel ahlâk, kiymet ölçüleri sâyesinde memleket emniyet ve huzur içinde olup, tam bir kardeslik havasi hâkimdi. Osmanli ahlâkini gören devrin sefir ve seyyahlari yazdiklari eserlerde gibtayla bahsetmekte ve okuyanlari imrendirmektedirler. Sultan İkinci Abdülhamîd Han (1876-1909) zamâninda Osmanli ülkesinde bulunan Edmondo da Amicis, Constantinople (İstanbul) 1883 adli eserinde söyle yazmaktadir: "Pasasindan sokak saticisina kadar istisnâsiz her Türkte vakâr, agirbaslilik ve asillik ihtisami vardir. Hepsi derece farklari ile, ayni terbiyeyle yetistirilmislerdir. Kiyâfetleri farkli olmasa, İstanbul'da bir baska tabakanin oldugu belli degildir... İstanbul'un Türk halki, Avrupa'nin en nâzik ve kibar cemâatidir. En issiz sokaklarda bile bir yabanci için küçük bir hakârete ugrama tehlikesi yoktur. Namaz kilinirken bile bir Hiristiyan câmiye girip Müslüman ibâdetini seyredebilir. Size bakmazlar bile, küstahça bir bakis degil, sizinle ilgilenen mütecessis bir nazar dahi göremezsiniz. Kahkaha ve kadin sesi duyamazsiniz. Fuhusla ilgili en küçük bir tezâhüre sâhit olmak imkân disidir. Sokaklarda bir yerde birikmek, yolu tikamak, yüksek sesle konusmak, çarsida bir dükkâni lüzûmundan fazla isgâl etmek, ayip sayilir."
 
Üst Alt