Osmanlı Kültür Ve Medeniyeti Anlatım
OSMANLI KÜLTÜR ve MEDENİYETİ
DEVLET VE MEMLEKET YÖNETİMİ
1. Merkez Yönetimi
Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren merkeziyetçi ve mutlak bir idare ile yönetilmekteydi. 1876'da ise Kanuni Esasi (anayasa) hazırlanıp meşrutiyet yönetimine geçilmiştir. Halk kısmen yönetime katılma hakkını elde etmiştir.
Osmanlı Devleti'nde egemenlik hakkı emirleri kanun sayılan hükümdara aitti. Hükümdarlar ülkeyi keyfi bir şekilde değil; kanunlara, töreye ve İslami kurallara göre yönetirler, önemli devlet adamlarına da danışırlardı. Ancak son söz yine padişaha aitti.
Hükümdarlar bey, gazi, hünkar, sultan, han, padişah gibi unvanlar kullanırlardı. Para bastırmak, hutbe okutmak hükümdarlık alametleriydi. Hükümdarlar başkentte otururlardı. Ülkeyi yönetmek, orduya komuta etmek, savaş ve barışa karar vermek, önemli devlet adamlarını atamak, gerektiğinde Divanıhümayun toplantılarına başkanlık etmek hükümdarın görevleri arasındaydı.
Hükümdarlık hakkı hanedana mensup bütün şehzadelere tanınmıştı. Ancak genelde babadan oğula geçerdi. Bu nedenle şehzadelerin yetişmesine önem verilirdi. Şehzade ya da çelebi denilen padişah çocukları lala denilen deneyimli hocalar gözetiminde küçük yaşta sancaklara vali olarak atanırlardı.
Böylece hükümdar adaylarının yönetimde tecrübe kazanması, halkı ve devlet kurumlarını tanıması sağlanırdı. I. Ahmet döneminde bu durum kaldırıldı. Yine I. Ahmet döneminde akıllı olmak şartıyla en yaşlı şehzadenin hükümdar olması kural haline geldi. Bununla taht kavgalarının ve şehzadelerin öldürülmesinin engellenmesi amaçlandı. Ancak bu durum şehzadelerin yönetim deneyimi kazanma imkanını ortadan kaldırdı.
Divanıhümayun: Osmanlı Devleti'nde yönetim, askerlik, maliye adalet gibi önemli konular Divanıhümayun adı verilen bir kurulda görüşülürdü. Orhan Bey zamanında oluşturulan Divanıhümayun toplantılarına başlangıçta padişahlar başkanlık ederlerdi. Fatih zamanında Divan toplantılarının başkanlığı veziriazamlara bırakıldı. Divanıhümayun yaptığı işler bakımından bugünkü Bakanlar Kurulu'na benzerdi. Yalnız aldığı kararlar padişah tarafından onaylanırsa yürürlüğe girdiğinden bir danışma meclisi özelliği gösterirdi. Ayrıca Divanıhümayun önemli davalara da baktığından yüksek yargı organı gibi de çalışırdı. Divanıhümayun toplantılarına veziriazam, vezirler, kazasker, defterdar ve nişancı katılırdı. Gerekli durumlarda kaptanıderya ve şeyhülislam da toplantılara katılırdı.
Veziriazam (Sadrazam): Padişahın vekili sayılırdı. Önemli devlet adamlarını atamak ya da görevden almak, padişah katılmadığı zamanlarda orduya komuta etmek, Divanıhümayun toplantılarını yönetmek başlıca görevleriydi.
Vezirler: Bilgili ve yetenekli devlet adamları arasından seçilirler, veziriazamın verdiği görevleri yaparlardı. Bugünkü devlet bakanlarına benzerdi.
Kazaskerler: Divanda büyük davalara ve askeri davalara bakarlar, kadı ve müderrislerin (medrese hocaları) atama ve görevden alma işlerini yaparlardı. Bugünkü Milli Eğitim ve Adalet Bakanlığı’nın görevlerini yaparlardı.
Defterdarlar: Devletin bütün gelir ve giderlerinden sorumluydular. Bugünkü Maliye Bakanı’nın görevlerini yapardı.
Nişancı: Kanunları iyi bilir, gerektiği zamanlarda Divanda açıklamalarda bulunurdu. Padişah fermanlarına ve mektuplara padişahın tuğrasını (imzasını) çekerdi. Ayrıca fethedilen toprakları tapu defterlerine kaydeder, dirliklerin dağıtımını yapardı.
Şeyhülislam: Divanıhümayun’da alınan kararların İslamiyet'e uygun olup olmadığına dair fetva verirdi.
Kaptanıderya: Donanma komutanıydı. İstanbul'da olduğu zamanlarda Divan toplantılarına katılır, donanma ve tersaneler hakkında bilgi verirdi.
19. yüzyılda II. Mahmut tarafından Divanıhümayun kaldırıldı. Yerine bugünkü anlamda bakanlıklar diyebileceğimiz nazırlıklar kuruldu. Bunlara danışmanlık yapmak üzere adli, idari ve askeri danışma meclisleri oluşturuldu. I. Meşrutiyetin ilanıyla da Âyan ve Mebuslar Meclisi oluşturuldu.
2. Ülke (Taşra) Yönetimi
Osmanlı Devleti'nde başkentin dışındaki yerlere taşra denirdi. Ülke beylerbeyilerin yönettiği eyaletlere ayrılmıştı. Ülke sınırları genişledikçe eyalet sayısı da artmıştır. Eyaletler idare bakımından üçe ayrılmıştı. Bunlar;
Merkeze Bağlı Eyaletler: Anadolu ve Rumeli eyaletleri idi. Bu eyaletlerin başında beylerbeyi bulunurdu. Eyaletler sancakbeyi tarafından yönetilen sancaklara, sancaklar da kazalara ayrılmıştı. Kazalarda belediye ve adalet işlerine kadı, askerlik işlerine subaşılar bakardı. Kazalar da nahiye ve köylere ayrılmıştı.
Özel Yönetimli Eyaletler: (Trablusgarp, Mısır, Tunus vb.)
İmtiyazlı Eyaletler: (Kırım, Eflak, Boğdan, Erdel gibi)
19. yüzyılda eyalet yönetiminde değişiklikler oldu. II. Mahmut zamanında bugünkü il sistemine benzer bir yönetim kuruldu.
3. Toprak Yönetimi
Devlete Ait Topraklar (Miri Arazi); Osmanlılarda fethedilen topraklar devletin malı sayılırdı. Bu topraklar tapu defterlerine kaydedilir, yıllık gelirine göre sınıflandırılırdı. Toprağı kullanma hakkı üzerinde yaşayan halka verilmişti. Halk bu toprağı istediği gibi ekip biçerdi. Toprağını iyi ekip biçmeyen ya da üst üste üç yıl boş bırakanlardan topraklar geri alınır, başkasına verilirdi. Böylece tarımda üretimin sürekliliği sağlanırdı.
Devlete ait toprakların önemli bir kısmını dirlik toprakları oluştururdu. Bu topraklarda yaşayanlar devletin kiracısı olarak kabul edilirlerdi. Bu nedenlede topraktan elde ettikleri gelirin bir kısmını devletin gösterdiği kişilere vergi olarak verirlerdi. Bu kişiler asker ya da memur olabilirdi. Bunlar devletten maaş almazlar, elde ettikleri bu gelirle geçinirlerdi.
Dirlikler yıllık gelirine göre has, zeamet ve tımar olarak üçe ayrılırdı. Has; veziriazam, vezirler, beylerbeyi gibi büyük devlet adamlarına verilirdi. Zeamet; kadı, subaşı gibi orta dereceli memur ve askerlere verilirdi. Tımar ise; savaşta yararlık gösteren askerlere ve bazı küçük devlet memurlarına verilirdi.
Dirlik sahipleri topladıkları vergilerle hem kendi geçimlerini sağlarlar, hem de gelirlerine göre atlı asker beslerlerdi. Bunlara tımarlı askerler denirdi. Bu askerler barış zamanında asayiş ve güvenliği sağlar, üretimin sürekliliğini denetler, bir savaş zamanında da subaşı ve sancakbeylerinin komutasında sefere çıkarlardı.
Devlete ait topraklardan sınır boylarındaki akıncılara verilenlere yurtluk, kale muhafızları ve tersane giderlerine ayrılanlara ocaklık denirdi. Geliri doğrudan hazineye aktarılan topraklara mukataa denirdi.
Vakıf Toprakları: Bu toprakların gelirleri cami, medrese, kervansaray, aşevi, hastane gibi sosyal kurumların giderlerine harcanırdı. Bu topraklar satılamaz, miras bırakılamazdı. Devlet bu topraklardan vergi almazdı.
Mülk Topraklar: Genelde padişah tarafından kişilere mülk olarak verilen topraklardı. Bu toprak sahipleri topraklarını istedikleri gibi kullanırlar, miras bırakabilirler, isterlerse satabilirlerdi.
18. yüzyılda tımar sistemi bozuldu. Bu durum ordu ve maliyeyi olumsuz yönde etkiledi. 1858'de çıkarılan arazi kanunnamesi ile uzun süre bir toprağı kullananlar toprağın sahibi sayıldı.
4. Maliye
Osmanlı Devleti'nde maliyenin başında defterdar bulunuyordu. Osmanlı hazinesinin başlıca gelir kaynakları; Müslüman halktan alınan öşür vergisi ile Müslüman olmayan halktan alınan haraç ve cizye vergileri, Gümrük, maden, orman ve tuzla gelirleri, Savaşlarda elde edilen ganimetlerin beşte biri, Bağlı beyliklerden ve yabancı devletlerden alınan vergi ve hediyelerdir.
18. yüzyıldan itibaren savaş ganimetleri ile bağlı beyliklerin ödediği vergiler ortadan kalkmıştır. Ayrıca kapitülasyonlar nedeniyle gümrük gelirleri de azalmıştır.
Osmanlılarda ilk parayı Osman Bey bastırmıştır. Fatih'e gelinceye kadar Osmanlı paraları gümüş akçe iken Fatih zamanında ilk kez altın para bastırılmıştır.
18. yüzyılda maliye bozulmuştur. Kaybedilen savaşlar, ödenen ağır savaş tazminatları, kapitülasyonlar ve Sanayi İnkılâbı bunda etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti ilk kez Kırım Savaşı sırasında Avrupalı devletlerden borç almıştır (1854). Ancak bir süre sonra alınan borçların faizleri bile ödenemez olmuş, Osmanlı maliyesi iflâs etmiştir. Avrupa devletleri, alacaklarını tahsil edebilmek için “Düyun-u Umumiye” adı verilen Genel Borçlar İdaresi'ni kurmuşlar (1881) Devletin önemli vergi gelirlerine el koymuşlardır.
5. Ordu ve Donanma
Orhan Bey zamanında özellikle kuşatmalarının sürdürülebilmesi için Yaya ve Müsellem (atlı) adıyla ilk düzenli ordu kurulmuştur. l. Murat devrinde “kapıkulu ordusu” kuruldu.
Osmanlı kara ordusu Yükselme Dönemi'nde dünyanın en güçlü ordusu durumundaydı. Bu dönemde kara ordusu; kapıkulu askerleri, eyalet askerleri ve yardımcı kuvvetler olmak üzere üç ana bölüme ayrılmıştır.
Kapıkulu Askerleri
Bunlar doğrudan padişaha bağlı ve üç ayda bir maaş (ulufe) alan askerler olup ayrı bir kanunla özel olarak yetiştirilirlerdi. Barış zamanında İstanbul ve çevresinde oturur, buraların güvenliğini sağlarlardı. Savaş zamanında da ordunun merkezinde yer alırlardı. Kapıkulu askerleri Piyade (yaya) ve Süvari (atlı) olmak üzere ikiye ayrılırlardı.
Kapıkulu Piyadeleri: Acemi Oğlanlar, Yeniçeriler, Topçular, Humbaracılar Cebeciler ve Lağımcılardan oluşurdu.
Kapıkulu Süvarileri: Bunların tamamı atlı olup savaş sırasında padişahı, hazineyi ve ordunun ağırlıklarını korurlardı altı bölükten oluşurdu.
Eyalet Askerleri: Bunların başında Tımarlı askerler gelirdi. Bunlar merkeze bağlı eyaletlerde dirlik sahiplerinin besledikleri atlı askerlerdir. Bu sınıf tamamen Türklerden oluşup, kuruluş ve yükseliş devirlerinde Osmanlı ordusunun asıl askerî gücünü oluşturmuştur. Tımarlı sipahiler, barış zamanında bulundukları yerlerin güvenliklerini sağlar, savaş zamanında ise savaşa katılırlardı.
Akıncılar: Sınır boylarında otururlardı. sınırları korumak, düşman topraklarına akınlar düzenlemek, orduya rehberlik etmek ve düşman hakkında istihbarat bilgileri toplamak başlıca görevleriydi.
Yardımcı Kuvvetler
Kırım, Eflak, Erdel, Boğdan gibi Bağlı beylik ve eyalet askerlerinden oluşurdu.
Donanma
Osmanlı Devleti'nde ilk denizcilik faaliyetleri Orhan Bey devrinde Karesi Beyliği'nin alınmasıyla başlamıştır. İlk Osmanlı tersanesi Yıldırım Bayezid devrinde Gelibolu'da kurulmuştur. Osmanlı denizciliği Fatih zamanında büyük gelişmeler göstermiş, Kanuni zamanında ise altın çağını yaşamıştır. Bu dönemde Osmanlı donanması tüm Avrupa donanmasıyla baş edebilecek güçte idi. Barbaros Hayreddin, Piri Reis, Burak Reis, Turgut Reis, Seydi Ali Reis, Kemal Reis Yükselme Dönemi'nin ünlü denizcileridir.
B. HUKUK SİSTEMİ - SOSYAL ve EKONOMİK HAYAT
Hukuk
Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren adalete büyük önem vermiştir. Din dil ırk ayırımı yapılmamış, herkes kanun önünde eşit sayılmıştır. 19. yüzyıla kadar kaynağı İslamiyet olan Şeri hukuk ile kaynağı Türk töresi olan Örfî hukuk kuralları uygulanmıştır. Osmanlılarda eyaletlerdeki davalara kadılar bakardı. Yüksek devlet görevlileri ile askeri davalara ise kazaskerler bakardı. Yargı tam anlamıyla bağımsızdı. Kadıların verdiği kararlardan memnun kalmayanların davalarına kazaskerler tarafından divanda bakılırdı. Müslüman olmayanların davaları (ceza davaları hariç) kendi din kurallarına göre kendi kilise veya havralarında çözümlenirdi.
Fatih zamanında hukuk kuralları “Kanunname-i Âli Osman” adıyla yazılı hale getirilmiştir. Bu kanunlara Kanuni zamanında eklemeler yapılmıştır. 19. yy'da Avrupa hukuk kurallarına benzer yeni hukuk kuralları yapılmıştır. 1876'da ilk Türk anayasası olan Kanun-i Esasi hazırlanmıştır. Bütün bunların dışında azınlıklar için de ayrı hukuk kuralları yapılmıştır. Bu durum hukuk kargaşasına yol açmıştır.
Sosyal Hayat
Osmanlı Devleti'nde halk siyasî bakımdan; yönetenler (askerîler) ve yönetilenler (reaya) olarak ikiye ayrılabilir. Dinî bakımdan; Müslümanlar ve Gayrimüslimler olarak (Hristiyan ve Musevî) ikiye ayrılırlar. Ekonomik faaliyetler bakımından ise; çiftçiler, esnaflar, tüccarlar ve göçebeler olarak dörde ayrılabilir. Osmanlı Devleti'nde sosyal açıdan tam bir özgürlük vardı. Müslüman olmayan halk kendi geleneklerine göre yaşardı. Ancak herkes devletin koyduğu kurallara uymak zorundaydı.
Ekonomik Hayat
Osmanlılarda ekonominin temelini tarım, hayvancılık ve ticaret oluştururdu. Devlet bu alanlardaki gelişmeleri desteklerdi. Özellikle tarımın gelişmesine önem verilirdi. Tımar sistemi tarımın gelişmesine önemli bir katkı sağlamıştır. Osmanlılar ticarete de büyük önem vermiştir. Ticaretin gelişmesi için yollar üzerinde hanlar, kervansaraylar yapılarak hem tüccarların rahat etmesi amaçlanmış, hem de yolların güvenliği sağlanmıştır. Osmanlı Devleti'nde el işçiliği (zenaat) gelişmiştir. Denizli'nin dokumaları, Bilecik'in kadifeleri, Diyarbakır'ın ipekli kumaşları ünlü idi. Silah ve cephane Edirne'de imal edilirdi.
18. yy'da Sanayi İnkılabı'ndan sonra Avrupalı tüccarlar ürettikleri malları kapitülasyonların sağladığı imkanlardan yararlanarak Osmanlı pazarlarına satmaya başladılar. Bu durum Osmanlı sanayisini ve ekonomisini çökertmiştir.
C. EĞİTİM, ÖĞRETİM, BİLİM ve SANAT
1. Eğitim ve Öğretim
Medreseler: Osmanlı Devleti'nde en önemli eğitim kurumlarıydı. İlk, orta ve yüksek öğreniminin verildiği kurumlardır. Buralarda ders veren hocalara “Müderris” denirdi. En önemli medreseler Fatih ve Süleymaniye Medreseleridir. İlk Osmanlı medresesi Orhan Bey zamanında İznik'te açılmıştır. Medreselerde hem Kur'an, hadis, fıkıh gibi dini ilimler, hem de matematik, astronomi, tıp, felsefe gibi pozitif bilimler okutulurdu
Enderun Mektebi: Devlet memuru yetiştiren bir tür saray okulu idi.
Bunların dışında 18. yüzyıldan itibaren eğitim ve öğretimde önemli değişiklikler yapılmış, pek çok askeri, sivil ve teknik okul açılmıştır. 19. yüzyılda eğitim - öğretime verilen önem artmış, rüştiyeler (ortaokul), idadiler (lise) ve Darülfünun (üniversite) açılmıştır. Ayrıca azınlıklara ve yabancılara da okul açma izni verilmiştir. Ancak devlet eğitim kurumları üzerinde denetim kuramamış, bu durum eğitim karmaşasına yol açmıştır.
2. Bilim, Sanat, Mimari
Bilim: Osmanlı padişahları, bilim adamları ve sanatçıları koruyup desteklemişlerdir. Kuruluş Devri'nde Suriye ve Mısır medreselerine öğrenci gönderilirken Yükseliş Dönemi'nde Türkistan, Mısır, Suriye ve İran'dan bilim adamı ve öğrenciler gelmiştir. Bunlar arasında en ünlüsü Fatih zamanında Türkistan'dan gelen, astronomi ve matematik bilgini Ali Kuşçu’dur. Piri Reis Denizcilik ve harita alnında eserler vermiştir. Evliya Çelebi ve Kâtip Çelebi seyahatname yazmışlardır. 17. yüzyıldan itibaren Osmanlılardaki bilimsel çalışmalar gerilemiştir.
Sanat ve Mimari: Osmanlılarda en çok gelişen sanat dalı mimari idi. Mimaride cami ve türbe gibi dini yapıların yanında, medrese, aşevi, hastahane, köprü, kervansaray, saray gibi eğitim, sağlık, askeri, ticari ve sosyal amaçlı yapılar da yapılmıştır.
18. ve 19. yüzyıllarda mimaride Avrupa'nın etkisi görülmüştür. Dolmabahçe Sarayı ile Yıldız Sarayı en önemlileridir. Osmanlılarda minyatür, çinicilik, hattatlık, oymacılık, nakkaşlık, ciltçilik de önemli sanat dalları arasında yerini almıştır. Resim ve heykelin İslamiyet'te yasak olması, bu alandaki gelişmeleri engellemiştir.
3. Yazı, Dil ve Edebiyat
Osmanlılar Arap alfabesini kullanmışlardır. Resmi dil Türkçedir. Türkçeye, Arapça ve Farsça birçok kelimenin katılmasıyla Osmanlıca ortaya çıkmıştır. Osmanlılar edebiyata da önem vermiştir. Karacoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu gibi halk ozanları yetişmiştir. Saray ve çevresinde yaygın olan Divan edebiyatının en önemli temsilcileri Nedim ve Fuzuli'dir. 19. yüzyılda Avrupa edebiyatı Osmanlı toplumunu da etkilemiştir. Bu dönemde Namık Kemal, Şinasi, Ziya Paşa gibi edebiyatçılar yetişmiştir.
OSMANLI KÜLTÜR ve MEDENİYETİ
DEVLET VE MEMLEKET YÖNETİMİ
1. Merkez Yönetimi
Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren merkeziyetçi ve mutlak bir idare ile yönetilmekteydi. 1876'da ise Kanuni Esasi (anayasa) hazırlanıp meşrutiyet yönetimine geçilmiştir. Halk kısmen yönetime katılma hakkını elde etmiştir.
Osmanlı Devleti'nde egemenlik hakkı emirleri kanun sayılan hükümdara aitti. Hükümdarlar ülkeyi keyfi bir şekilde değil; kanunlara, töreye ve İslami kurallara göre yönetirler, önemli devlet adamlarına da danışırlardı. Ancak son söz yine padişaha aitti.
Hükümdarlar bey, gazi, hünkar, sultan, han, padişah gibi unvanlar kullanırlardı. Para bastırmak, hutbe okutmak hükümdarlık alametleriydi. Hükümdarlar başkentte otururlardı. Ülkeyi yönetmek, orduya komuta etmek, savaş ve barışa karar vermek, önemli devlet adamlarını atamak, gerektiğinde Divanıhümayun toplantılarına başkanlık etmek hükümdarın görevleri arasındaydı.
Hükümdarlık hakkı hanedana mensup bütün şehzadelere tanınmıştı. Ancak genelde babadan oğula geçerdi. Bu nedenle şehzadelerin yetişmesine önem verilirdi. Şehzade ya da çelebi denilen padişah çocukları lala denilen deneyimli hocalar gözetiminde küçük yaşta sancaklara vali olarak atanırlardı.
Böylece hükümdar adaylarının yönetimde tecrübe kazanması, halkı ve devlet kurumlarını tanıması sağlanırdı. I. Ahmet döneminde bu durum kaldırıldı. Yine I. Ahmet döneminde akıllı olmak şartıyla en yaşlı şehzadenin hükümdar olması kural haline geldi. Bununla taht kavgalarının ve şehzadelerin öldürülmesinin engellenmesi amaçlandı. Ancak bu durum şehzadelerin yönetim deneyimi kazanma imkanını ortadan kaldırdı.
Divanıhümayun: Osmanlı Devleti'nde yönetim, askerlik, maliye adalet gibi önemli konular Divanıhümayun adı verilen bir kurulda görüşülürdü. Orhan Bey zamanında oluşturulan Divanıhümayun toplantılarına başlangıçta padişahlar başkanlık ederlerdi. Fatih zamanında Divan toplantılarının başkanlığı veziriazamlara bırakıldı. Divanıhümayun yaptığı işler bakımından bugünkü Bakanlar Kurulu'na benzerdi. Yalnız aldığı kararlar padişah tarafından onaylanırsa yürürlüğe girdiğinden bir danışma meclisi özelliği gösterirdi. Ayrıca Divanıhümayun önemli davalara da baktığından yüksek yargı organı gibi de çalışırdı. Divanıhümayun toplantılarına veziriazam, vezirler, kazasker, defterdar ve nişancı katılırdı. Gerekli durumlarda kaptanıderya ve şeyhülislam da toplantılara katılırdı.
Veziriazam (Sadrazam): Padişahın vekili sayılırdı. Önemli devlet adamlarını atamak ya da görevden almak, padişah katılmadığı zamanlarda orduya komuta etmek, Divanıhümayun toplantılarını yönetmek başlıca görevleriydi.
Vezirler: Bilgili ve yetenekli devlet adamları arasından seçilirler, veziriazamın verdiği görevleri yaparlardı. Bugünkü devlet bakanlarına benzerdi.
Kazaskerler: Divanda büyük davalara ve askeri davalara bakarlar, kadı ve müderrislerin (medrese hocaları) atama ve görevden alma işlerini yaparlardı. Bugünkü Milli Eğitim ve Adalet Bakanlığı’nın görevlerini yaparlardı.
Defterdarlar: Devletin bütün gelir ve giderlerinden sorumluydular. Bugünkü Maliye Bakanı’nın görevlerini yapardı.
Nişancı: Kanunları iyi bilir, gerektiği zamanlarda Divanda açıklamalarda bulunurdu. Padişah fermanlarına ve mektuplara padişahın tuğrasını (imzasını) çekerdi. Ayrıca fethedilen toprakları tapu defterlerine kaydeder, dirliklerin dağıtımını yapardı.
Şeyhülislam: Divanıhümayun’da alınan kararların İslamiyet'e uygun olup olmadığına dair fetva verirdi.
Kaptanıderya: Donanma komutanıydı. İstanbul'da olduğu zamanlarda Divan toplantılarına katılır, donanma ve tersaneler hakkında bilgi verirdi.
19. yüzyılda II. Mahmut tarafından Divanıhümayun kaldırıldı. Yerine bugünkü anlamda bakanlıklar diyebileceğimiz nazırlıklar kuruldu. Bunlara danışmanlık yapmak üzere adli, idari ve askeri danışma meclisleri oluşturuldu. I. Meşrutiyetin ilanıyla da Âyan ve Mebuslar Meclisi oluşturuldu.
2. Ülke (Taşra) Yönetimi
Osmanlı Devleti'nde başkentin dışındaki yerlere taşra denirdi. Ülke beylerbeyilerin yönettiği eyaletlere ayrılmıştı. Ülke sınırları genişledikçe eyalet sayısı da artmıştır. Eyaletler idare bakımından üçe ayrılmıştı. Bunlar;
Merkeze Bağlı Eyaletler: Anadolu ve Rumeli eyaletleri idi. Bu eyaletlerin başında beylerbeyi bulunurdu. Eyaletler sancakbeyi tarafından yönetilen sancaklara, sancaklar da kazalara ayrılmıştı. Kazalarda belediye ve adalet işlerine kadı, askerlik işlerine subaşılar bakardı. Kazalar da nahiye ve köylere ayrılmıştı.
Özel Yönetimli Eyaletler: (Trablusgarp, Mısır, Tunus vb.)
İmtiyazlı Eyaletler: (Kırım, Eflak, Boğdan, Erdel gibi)
19. yüzyılda eyalet yönetiminde değişiklikler oldu. II. Mahmut zamanında bugünkü il sistemine benzer bir yönetim kuruldu.
3. Toprak Yönetimi
Devlete Ait Topraklar (Miri Arazi); Osmanlılarda fethedilen topraklar devletin malı sayılırdı. Bu topraklar tapu defterlerine kaydedilir, yıllık gelirine göre sınıflandırılırdı. Toprağı kullanma hakkı üzerinde yaşayan halka verilmişti. Halk bu toprağı istediği gibi ekip biçerdi. Toprağını iyi ekip biçmeyen ya da üst üste üç yıl boş bırakanlardan topraklar geri alınır, başkasına verilirdi. Böylece tarımda üretimin sürekliliği sağlanırdı.
Devlete ait toprakların önemli bir kısmını dirlik toprakları oluştururdu. Bu topraklarda yaşayanlar devletin kiracısı olarak kabul edilirlerdi. Bu nedenlede topraktan elde ettikleri gelirin bir kısmını devletin gösterdiği kişilere vergi olarak verirlerdi. Bu kişiler asker ya da memur olabilirdi. Bunlar devletten maaş almazlar, elde ettikleri bu gelirle geçinirlerdi.
Dirlikler yıllık gelirine göre has, zeamet ve tımar olarak üçe ayrılırdı. Has; veziriazam, vezirler, beylerbeyi gibi büyük devlet adamlarına verilirdi. Zeamet; kadı, subaşı gibi orta dereceli memur ve askerlere verilirdi. Tımar ise; savaşta yararlık gösteren askerlere ve bazı küçük devlet memurlarına verilirdi.
Dirlik sahipleri topladıkları vergilerle hem kendi geçimlerini sağlarlar, hem de gelirlerine göre atlı asker beslerlerdi. Bunlara tımarlı askerler denirdi. Bu askerler barış zamanında asayiş ve güvenliği sağlar, üretimin sürekliliğini denetler, bir savaş zamanında da subaşı ve sancakbeylerinin komutasında sefere çıkarlardı.
Devlete ait topraklardan sınır boylarındaki akıncılara verilenlere yurtluk, kale muhafızları ve tersane giderlerine ayrılanlara ocaklık denirdi. Geliri doğrudan hazineye aktarılan topraklara mukataa denirdi.
Vakıf Toprakları: Bu toprakların gelirleri cami, medrese, kervansaray, aşevi, hastane gibi sosyal kurumların giderlerine harcanırdı. Bu topraklar satılamaz, miras bırakılamazdı. Devlet bu topraklardan vergi almazdı.
Mülk Topraklar: Genelde padişah tarafından kişilere mülk olarak verilen topraklardı. Bu toprak sahipleri topraklarını istedikleri gibi kullanırlar, miras bırakabilirler, isterlerse satabilirlerdi.
18. yüzyılda tımar sistemi bozuldu. Bu durum ordu ve maliyeyi olumsuz yönde etkiledi. 1858'de çıkarılan arazi kanunnamesi ile uzun süre bir toprağı kullananlar toprağın sahibi sayıldı.
4. Maliye
Osmanlı Devleti'nde maliyenin başında defterdar bulunuyordu. Osmanlı hazinesinin başlıca gelir kaynakları; Müslüman halktan alınan öşür vergisi ile Müslüman olmayan halktan alınan haraç ve cizye vergileri, Gümrük, maden, orman ve tuzla gelirleri, Savaşlarda elde edilen ganimetlerin beşte biri, Bağlı beyliklerden ve yabancı devletlerden alınan vergi ve hediyelerdir.
18. yüzyıldan itibaren savaş ganimetleri ile bağlı beyliklerin ödediği vergiler ortadan kalkmıştır. Ayrıca kapitülasyonlar nedeniyle gümrük gelirleri de azalmıştır.
Osmanlılarda ilk parayı Osman Bey bastırmıştır. Fatih'e gelinceye kadar Osmanlı paraları gümüş akçe iken Fatih zamanında ilk kez altın para bastırılmıştır.
18. yüzyılda maliye bozulmuştur. Kaybedilen savaşlar, ödenen ağır savaş tazminatları, kapitülasyonlar ve Sanayi İnkılâbı bunda etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti ilk kez Kırım Savaşı sırasında Avrupalı devletlerden borç almıştır (1854). Ancak bir süre sonra alınan borçların faizleri bile ödenemez olmuş, Osmanlı maliyesi iflâs etmiştir. Avrupa devletleri, alacaklarını tahsil edebilmek için “Düyun-u Umumiye” adı verilen Genel Borçlar İdaresi'ni kurmuşlar (1881) Devletin önemli vergi gelirlerine el koymuşlardır.
5. Ordu ve Donanma
Orhan Bey zamanında özellikle kuşatmalarının sürdürülebilmesi için Yaya ve Müsellem (atlı) adıyla ilk düzenli ordu kurulmuştur. l. Murat devrinde “kapıkulu ordusu” kuruldu.
Osmanlı kara ordusu Yükselme Dönemi'nde dünyanın en güçlü ordusu durumundaydı. Bu dönemde kara ordusu; kapıkulu askerleri, eyalet askerleri ve yardımcı kuvvetler olmak üzere üç ana bölüme ayrılmıştır.
Kapıkulu Askerleri
Bunlar doğrudan padişaha bağlı ve üç ayda bir maaş (ulufe) alan askerler olup ayrı bir kanunla özel olarak yetiştirilirlerdi. Barış zamanında İstanbul ve çevresinde oturur, buraların güvenliğini sağlarlardı. Savaş zamanında da ordunun merkezinde yer alırlardı. Kapıkulu askerleri Piyade (yaya) ve Süvari (atlı) olmak üzere ikiye ayrılırlardı.
Kapıkulu Piyadeleri: Acemi Oğlanlar, Yeniçeriler, Topçular, Humbaracılar Cebeciler ve Lağımcılardan oluşurdu.
Kapıkulu Süvarileri: Bunların tamamı atlı olup savaş sırasında padişahı, hazineyi ve ordunun ağırlıklarını korurlardı altı bölükten oluşurdu.
Eyalet Askerleri: Bunların başında Tımarlı askerler gelirdi. Bunlar merkeze bağlı eyaletlerde dirlik sahiplerinin besledikleri atlı askerlerdir. Bu sınıf tamamen Türklerden oluşup, kuruluş ve yükseliş devirlerinde Osmanlı ordusunun asıl askerî gücünü oluşturmuştur. Tımarlı sipahiler, barış zamanında bulundukları yerlerin güvenliklerini sağlar, savaş zamanında ise savaşa katılırlardı.
Akıncılar: Sınır boylarında otururlardı. sınırları korumak, düşman topraklarına akınlar düzenlemek, orduya rehberlik etmek ve düşman hakkında istihbarat bilgileri toplamak başlıca görevleriydi.
Yardımcı Kuvvetler
Kırım, Eflak, Erdel, Boğdan gibi Bağlı beylik ve eyalet askerlerinden oluşurdu.
Donanma
Osmanlı Devleti'nde ilk denizcilik faaliyetleri Orhan Bey devrinde Karesi Beyliği'nin alınmasıyla başlamıştır. İlk Osmanlı tersanesi Yıldırım Bayezid devrinde Gelibolu'da kurulmuştur. Osmanlı denizciliği Fatih zamanında büyük gelişmeler göstermiş, Kanuni zamanında ise altın çağını yaşamıştır. Bu dönemde Osmanlı donanması tüm Avrupa donanmasıyla baş edebilecek güçte idi. Barbaros Hayreddin, Piri Reis, Burak Reis, Turgut Reis, Seydi Ali Reis, Kemal Reis Yükselme Dönemi'nin ünlü denizcileridir.
B. HUKUK SİSTEMİ - SOSYAL ve EKONOMİK HAYAT
Hukuk
Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren adalete büyük önem vermiştir. Din dil ırk ayırımı yapılmamış, herkes kanun önünde eşit sayılmıştır. 19. yüzyıla kadar kaynağı İslamiyet olan Şeri hukuk ile kaynağı Türk töresi olan Örfî hukuk kuralları uygulanmıştır. Osmanlılarda eyaletlerdeki davalara kadılar bakardı. Yüksek devlet görevlileri ile askeri davalara ise kazaskerler bakardı. Yargı tam anlamıyla bağımsızdı. Kadıların verdiği kararlardan memnun kalmayanların davalarına kazaskerler tarafından divanda bakılırdı. Müslüman olmayanların davaları (ceza davaları hariç) kendi din kurallarına göre kendi kilise veya havralarında çözümlenirdi.
Fatih zamanında hukuk kuralları “Kanunname-i Âli Osman” adıyla yazılı hale getirilmiştir. Bu kanunlara Kanuni zamanında eklemeler yapılmıştır. 19. yy'da Avrupa hukuk kurallarına benzer yeni hukuk kuralları yapılmıştır. 1876'da ilk Türk anayasası olan Kanun-i Esasi hazırlanmıştır. Bütün bunların dışında azınlıklar için de ayrı hukuk kuralları yapılmıştır. Bu durum hukuk kargaşasına yol açmıştır.
Sosyal Hayat
Osmanlı Devleti'nde halk siyasî bakımdan; yönetenler (askerîler) ve yönetilenler (reaya) olarak ikiye ayrılabilir. Dinî bakımdan; Müslümanlar ve Gayrimüslimler olarak (Hristiyan ve Musevî) ikiye ayrılırlar. Ekonomik faaliyetler bakımından ise; çiftçiler, esnaflar, tüccarlar ve göçebeler olarak dörde ayrılabilir. Osmanlı Devleti'nde sosyal açıdan tam bir özgürlük vardı. Müslüman olmayan halk kendi geleneklerine göre yaşardı. Ancak herkes devletin koyduğu kurallara uymak zorundaydı.
Ekonomik Hayat
Osmanlılarda ekonominin temelini tarım, hayvancılık ve ticaret oluştururdu. Devlet bu alanlardaki gelişmeleri desteklerdi. Özellikle tarımın gelişmesine önem verilirdi. Tımar sistemi tarımın gelişmesine önemli bir katkı sağlamıştır. Osmanlılar ticarete de büyük önem vermiştir. Ticaretin gelişmesi için yollar üzerinde hanlar, kervansaraylar yapılarak hem tüccarların rahat etmesi amaçlanmış, hem de yolların güvenliği sağlanmıştır. Osmanlı Devleti'nde el işçiliği (zenaat) gelişmiştir. Denizli'nin dokumaları, Bilecik'in kadifeleri, Diyarbakır'ın ipekli kumaşları ünlü idi. Silah ve cephane Edirne'de imal edilirdi.
18. yy'da Sanayi İnkılabı'ndan sonra Avrupalı tüccarlar ürettikleri malları kapitülasyonların sağladığı imkanlardan yararlanarak Osmanlı pazarlarına satmaya başladılar. Bu durum Osmanlı sanayisini ve ekonomisini çökertmiştir.
C. EĞİTİM, ÖĞRETİM, BİLİM ve SANAT
1. Eğitim ve Öğretim
Medreseler: Osmanlı Devleti'nde en önemli eğitim kurumlarıydı. İlk, orta ve yüksek öğreniminin verildiği kurumlardır. Buralarda ders veren hocalara “Müderris” denirdi. En önemli medreseler Fatih ve Süleymaniye Medreseleridir. İlk Osmanlı medresesi Orhan Bey zamanında İznik'te açılmıştır. Medreselerde hem Kur'an, hadis, fıkıh gibi dini ilimler, hem de matematik, astronomi, tıp, felsefe gibi pozitif bilimler okutulurdu
Enderun Mektebi: Devlet memuru yetiştiren bir tür saray okulu idi.
Bunların dışında 18. yüzyıldan itibaren eğitim ve öğretimde önemli değişiklikler yapılmış, pek çok askeri, sivil ve teknik okul açılmıştır. 19. yüzyılda eğitim - öğretime verilen önem artmış, rüştiyeler (ortaokul), idadiler (lise) ve Darülfünun (üniversite) açılmıştır. Ayrıca azınlıklara ve yabancılara da okul açma izni verilmiştir. Ancak devlet eğitim kurumları üzerinde denetim kuramamış, bu durum eğitim karmaşasına yol açmıştır.
2. Bilim, Sanat, Mimari
Bilim: Osmanlı padişahları, bilim adamları ve sanatçıları koruyup desteklemişlerdir. Kuruluş Devri'nde Suriye ve Mısır medreselerine öğrenci gönderilirken Yükseliş Dönemi'nde Türkistan, Mısır, Suriye ve İran'dan bilim adamı ve öğrenciler gelmiştir. Bunlar arasında en ünlüsü Fatih zamanında Türkistan'dan gelen, astronomi ve matematik bilgini Ali Kuşçu’dur. Piri Reis Denizcilik ve harita alnında eserler vermiştir. Evliya Çelebi ve Kâtip Çelebi seyahatname yazmışlardır. 17. yüzyıldan itibaren Osmanlılardaki bilimsel çalışmalar gerilemiştir.
Sanat ve Mimari: Osmanlılarda en çok gelişen sanat dalı mimari idi. Mimaride cami ve türbe gibi dini yapıların yanında, medrese, aşevi, hastahane, köprü, kervansaray, saray gibi eğitim, sağlık, askeri, ticari ve sosyal amaçlı yapılar da yapılmıştır.
18. ve 19. yüzyıllarda mimaride Avrupa'nın etkisi görülmüştür. Dolmabahçe Sarayı ile Yıldız Sarayı en önemlileridir. Osmanlılarda minyatür, çinicilik, hattatlık, oymacılık, nakkaşlık, ciltçilik de önemli sanat dalları arasında yerini almıştır. Resim ve heykelin İslamiyet'te yasak olması, bu alandaki gelişmeleri engellemiştir.
3. Yazı, Dil ve Edebiyat
Osmanlılar Arap alfabesini kullanmışlardır. Resmi dil Türkçedir. Türkçeye, Arapça ve Farsça birçok kelimenin katılmasıyla Osmanlıca ortaya çıkmıştır. Osmanlılar edebiyata da önem vermiştir. Karacoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu gibi halk ozanları yetişmiştir. Saray ve çevresinde yaygın olan Divan edebiyatının en önemli temsilcileri Nedim ve Fuzuli'dir. 19. yüzyılda Avrupa edebiyatı Osmanlı toplumunu da etkilemiştir. Bu dönemde Namık Kemal, Şinasi, Ziya Paşa gibi edebiyatçılar yetişmiştir.