zeberus1234
Yeni Üye
HZ. Aişe anlatmıştır
bir gün iğnemi kaybettim.aradım,bulamadım,ışık tuttum yine yoktu.Peygamberimiz(S.A.V) geldi yüzünün nuruyla ortalık aydınlandı.İğnemi buldum ve güldüm
ya Aişe ne gülersin,dedi
Peygamberimize(S.A.V)e durumu anlattım o
kıyamettede böyle olacak,dedi.O gün beni göremeyeceklere yazık Efendim ..dedim kıyamette seni kimler göremeyecek?
yanında benim ismim anılıpta selavatı şerife okumayanlar,benim yüzümü göremeyecekler buyurdu.
PEYGAMBER EFENDİMİZ(S.A.V)İN ŞEMALİ:
Peygamberimiz (s.a.v) efendimizin mübarek vücutlarında toplanan ve Bâtınî güzelliklerine delalet eden zâhiri güzellikler; hiçbir kimsenin vucudunda toplanmamıştır. Hatta İmam-ı Kurtubî rivayet eder ki; Nebiyy-i muhterem( s.a.v) efendimizin cemalinin güzelliği temamen ortaya çıkmamıştır. Eğer dış görünüşünün bütün güzelliği görünür olsaydı, sahabe-i kiram ona bakmaya takat getiremezlerdi. Cabir bin Semüre (r.a) demiştir ki; bir mehtaplı gecede âlemin güneşi efendimizi (s.a.v) gördüm. Üzerlerinde kırmızı alacadan bir hulle vardı. Nebi (s.av) in nurlu yüzü ile aydan hangisinin güzelliği daha fazla diye; bir kere Rasulullah (s.a.v) in nurlu yüzüne, bir kere de ayın yüzüne bakmaya başladım. Allah’a yemin ederim ki, benim yanımda Nebiyy-i muhterem hazretlerinin saadetli yüzü aydan daha güzel idi.
Enes bin Mâlik (r.a) demiştir ki;
’’Rasulullah( s.a.v) efendimiz hazretlerinin boyu, çok uzun ve kısa arasında orta halli idi.’’ Bu ifadeden anlaşılan Rasul-ü Ekrem efendimizin uzuna yakın olduğuna işaret edilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v) efendimize bakan kimse ilk bakışta onu orta boylu zannederdi.Fakat bakışını derinleştirdiği zaman Onun uzuna yakın olduğuna hükmederdi. Beyhakî ve İbn-ü Asakîr rivayet ettiler ki; Rasul-ü Ekrem (s.a.v) kiminle beraber yürüse o kimseden uzun görünürdü. İki uzun kimse arasında bulunsa ikisinden de uzun görünürdü. Tek başına olduğu zaman orta boylu görünürdü. Yine rivayet edilmiştir ki; Hazret-i Fahr-i âlem bir mecliste oturduğu zaman mübarek omuzları o mecliste oturan kimselerin omuzlarından yüksek görünürdü. Bu durum; Peygamberimiz (s.a.v) efendimizin mucizelerinden bir mucize idi. Bu mucize ile şu geçek anlatılmak isteniyordu; dış ve maddî görünüşü itibariyle ümetinden herhangi bir ferd Ona denk olamadığı gibi yaşayış ve mana itibariyle de hiçbir kimse ona denk değildir. Sahabeden Bera’ bin Âzib Peyğamberimiz (s.a.v) efendimizin güzelliğini anlatırken: ’’Asla Ondan daha güzel bir kimse görmedim’’ sözüyle ifade etmiştir.
Rasul-ü Ekrem (s.a.v) efendimizin mübarek tenlerin rengi, ne kireç gibi beyaz ve ne de esmer idi. Kırmızı ile karışık beyazdı. Anber kokulu saçları, ne tememen düz ve nede kıvırcık idi. Düz ile kıvırcık arasında vasat bir güzellikteydi. Mübarek başından omuzlarına doğru sarkmış olan gür saçları; bazen iki kulağının yumşağına kadar uzanır, bazen da kulaklarının yarısına kadar vâsıl olurdu. Bir başka rivayette ise omuzlarına kadar uzardı. Nebiyy-i Ekrem( s.a.v) âhirete göç ettiklerinde mübarek başlarında ve sakallarında yirmiden az beyazlık bulunuyordu. Peygamberimiz (s.a.v) in iki omzunun arası geniş idi. Bu;O’nun seçkin ve efendiliğinin bir nişanesi idi.
Buharî’nin Hz Ali (r.a) den rivayetinde,Hz Ali (r.a) Onun emsalsiz vucut güzelliğini şöyle anlatıyor: ’’Nebiyy-i zî-şân (s.a.v) orta boylu, mübarek elleri ve ayakları büyük idi. (Bilindiği gibi el ve ayakların iriliği erkeklerde ğüzellik ve övgü vesilesi kadınlarda ise tam tersidir.) Omuz, diz ve bilek mafsallarındaki kemikleri de iri idi. (Bu kemiklerin iriliği onun çok kuvvetli olduğunun bir alametidir) Mübarek göğüsleri pek fazla kıllı olmayıp göğüs kılları ince bir hat halinde göbegine kadar ulaşırdı. Yürüyüşlerinde sanki yüksek bir yerden aşağıya inen kimse gibi bir miktar öne eğilerek yürürlerdi. Ondan önce ve Ondan sonra Ondan daha güzel bir kimse görmedim’’ sözleriyle O yüce nebinin eşsiz güzelliğe işaret ediyordu.
Peygamberimiz (s.a.v) efendimizin pek kıymetli torunu, Hz Ali (r.a) nin oğlu İmam Hüseyin (r.a) rivayet ediyor; dedi ki: ’’Annem Fatıma-t-üz Zehra (r.anha) nın anne bir kardeşi, dayım Hind bin Ebî Hâle’den Resul-ü Ekrem (s.a.v) in hılye-i saadetlerinden sordum. Hind (r.a) Rasul-ü Ekrem (s.av) efendimizin terbiyesi altında büyüdüğü için O’nun sıfatlarına hakkıyle vâkıf ve ârif idi. Ondan bana bir şeyler anlatmasını çok arzu ediyordum. Taki Ona âit sıfatları hayalimin hazinesinde saklayıp o ahlaklarla ahlaklanayım. Hz Hasan (r.a)Peygamberimiz(S.A.V) Âhirete göç ettiklerinde temyiz yaşına ulaşmadığı için bizzat kendisi Onun mübarek sıfatlarının tamamını muhafazaya güç yetirememişti. Bu cihetle dayısına sorarak öğrenmek istiyordu. Nitekim aynı sualleri babsı hz Ali’ye tevcih etmişti. Hz Hind peygamberimiz (s.a.v) efendimizi Hz Hasan’a (r.a) şu şekilde tavsif etti: ’’Rasul-ü Ekrem (s.a.v) haddi zatında kadr-ü değeri büyük, insanların gönlünde muazzam, kemalat ve yücelik dolu cemaline bakan kimselerin kalbinde çok büyük ve yüce idi. Yüzü,ayın on dördü gibi pırıl pırıl parlardı. Orta boyludan uzunca, zaif uzun boyludan kısa ve orta boylu idi. Mübarek saçları, kıvırcık ile düz arası idi. Saçları kendi kendine iki bölük olduğunda,o halde bırakır ve başlarının iki yanına salıverir toplamazlardı.Eğer mübarek saçları kendi kendine iki bölük olmazsa; bu durumda mübarek saçlarını ayırıp iki tarafına salmazlar, toplu bulunduğu hal üzere bırakırlardı. Tenlerinin rengi kırmızılık karışmış beyaz idi. Mübarek alınları ve alınlarının iki tarafı açık ve geniş idi. Nebiyy-i zî şân’ın kaşları, yay gibi, uzun olup, ucu zahiren birbirine bitişik, gerçekte ince bir hatla ayrı gözüne kadar uzanmış idi.
Rasul-ü Ekrem( s.a.v) efendimizin iki kaşı arasında bir damar vardı ki; gadab o tamarı harekete geçirdiği zaman o damar meydana çıkardı. Gadab vaktinin dışında bu damar gözükmezdi. Mübarek burunlarının (üst tarafı, yani) kaşları tarafı birazca yüksek, üstü ince idi. Burnu üzerinde bir nur vardıki; burnunun üzerine hâkim duruyordu. (Burnun direğinin ortası yüksek, üst tarafı düz ve uc tarafı alçakca olana Araplar ‘eşem’derler) Rasul-ü Ekrem( s.a.v) efendimizin mübarek burunlarına dikkatle bakmayanlar onu ilk bakışta eşem sanarlardı. Halbuki yukarıda da işaret edildiği gibi Nebiyi zi-şan eşem degil ‘akna’idi. (Akna: Burnun üst tarafının yüksece olması anlamınadır.)Peygamberimiz (s.a.v) efendimizin sakal-ı şerifleri büyükce; her tarafı birbirine uygun, ne düz ne de dıraz idi. Mübarek yanakları yumru olmayıp düz idi. Mübarek ağızları geniş, ön dişleri seyrekce idi.
Rasul-ü Ekrem (s.a.v) Efendimizin mübarek göğüslerinden saadetli göbeğine kadar ince hat gibi kıllar var idi. Rasul-ü Ekrem (s.a.v) Efendimizin bütün âzaları mutedil, şerefli vücutlarında olan mübarek etleri sık olup sarkmış değildi. Özetle ifade edecek olursak, Rasul-ü zi şân efendimizin vucut etleri semizlikle zaiflik arasında idi. Mübarek karınları ile göğsü düz; yani aynı hizada olup mübarek göğüsleri geniş idi. Geçen rivayetlerde de işaret edildiği gibi iki omuz arası geniş, mafsalları toplayan kemikleri iri idi. Mübarek âzaları, elbisesini çıkardiğı zaman gâyet nurlu pırıl pırıl parlardı. Vücudunda; mübarek iki memeleri ve karnında, göksünden göbeklerine varıncaya kadar ince bir hat gibi uzanmış olan kıllardan başka kıl yok idi.
Rasul-ü Ekrem (s.a.v) Efendimizin kollarında, omuzlarında ve göksünün üst taraflarında çok kıl vardı. Bileğinin iki yanında bulunan yumru kemikleri uzun el ayası geniş idi. (Malum olduğu üzre,el yasının genişliği cömertlik alametidir)
Resul-ü Ekrem (s.a.v) Efendimizin mübarek ellerinin ve ayaklarının parmakları kalın elleri ve ayakları büyükce; mübarek parmakları mutedil olmak üzere uzunca idi. Mübarek ayaklarının altı yerden yüksekce, üst kısmı düz olup üzerlerinde kir yarık ve yırtık yok idi. Resul-ü Ekrem (s.a.v) efendimizin mübarek ayaklarının eti hafif, üstü ziyade düz olduğundan su dökülse üstünde durmayıp iki tarafına akıp giderdi. Yürüdükleri zaman ayaklarını yerden kuvvetle kaldırırlar, istedikleri tarafa yönelirler, sağ ve sollarına meyletmiyerek bir miktar ön tarafa doğru eğilirlerdi. Rasul-ü zi şân efendimiz yürürken ayaklarını yere vurmadan vakar, sükünet ve tavazu ile yürürlerdi. Yürüyüşleri süratli adımları uzun idi. Sanki yer ayakları altında dürülürdü. Yürüyüşleri süratli, adımları uzun olmakla birlikte, yürüyüşleri vakar üzre olup acele değildi.
Resul-ü Ekrem ( s.a.v) Efendimiz bir şeye teveccüh ettikleri zaman, bütün beden, endam ve tenleri ile yönelirlerdi. Sebebsiz etrafına bakınmaz, ön taraflarına nazar ederdi. Yer yüzüne bakışları gök yüzüne bakışlarından daha çok idi. Yer yüzüne bakışları nihayet tavazuları, ziyade hudu’ ve huşularından ve Cenab-ı Haktan ziyade hayalarından dolayı idi. Resul-ü Ekrem (s.a.v) Efendimizin mubah olan şeylere yüce bakışları göz ucu ile idi. Ashab-ı kiramı ile beraber yolculuk ettikleri zaman, ashab-ı kiramını korumak ve himaye etmek; zaiflerini gözetmek ve fakirlerine yardımcı olmak için kendileri hepsinin ardınca yürürler, karşılaştığı kimselere selamı ilk önce kendileri verirlerdi. (Bu şekilde ilk önce selam vermek tavazu sahiplerinin âdetidir.)
İbn-ü Abbas (r.anhüma) nın rivayetinde,
Rasulullah (s.a.v) Efendimizin şemâilinden yukarıda geçen rivayette tafsil edilmeyen mübarek dişleri hakkında ise şöyle demiştir: ’’Rasulullah (s.a.v) efendimizin ikisi üstünde ikisi altında olan dört mübarek ön dişleri seyrekce ve gâyet berrak olduğundan; konuştukları zamanda o dişler inciler gibi görünüp aralarından nur çıkardı.
Nübüvvet mührü hakkında gelen rivayetler ise yukarda naklettiğimiz rivayetler gibi Muhammed Râif efendinin Muhtasar şemâil-i Şerif tercemesinde şöyle anlatılmaktadır: Hatem-ül Enbiya (s.a.v) Efendimizin geçmiş semavi kitaplarda nübüvvet mührü ile sıfatlanması ve ehl-i kitap yanında Âhir zaman Peygamberinin nübüvvet mührü ile belli olmasından, mübarek cisimlerinde nübüvvet mührü ortaya çıkmıştır. Sahabe-i kiramdan Sâib bin Zeyd (r.a) dan mervidir ki şöyle dediler: ’’Hâlem beni alıp Peygamber (s.a.v) in huzuruna götürdü ve ’’Ya resulellah! Hemşirezademin ağrısı var dedi. Rasulullah (s.a.v) lutfen seâdetli elleriyle benim başımı sığadı, benim için bereketle duâ buyurdu ve abdest aldı. Derhal benden acı son buldu.
Hazreti Peygamber (s.a.v) in abdest suyunun geri kalanından içtim ve edebe riâyet için mübarek arkaları tarafına durup nübüvvet mührüne baktım. O nübüvvet mührü, o saadetli cismin iki kürekleri arasında idi. Damat ve gelin için olan cebinliğin düğmesi mikdarı idi. (Bu düğmeler gümüşden veya ibrişimden keklik yumurtası büyüklügünde olur) Cabir (r.a) ın rivayetinde ise Hz Cabir Nübüvvet mührünü şu şekilde açıklamaktadır: ’’Ben Rasulullah (s.a.v) Efendimizin iki omuzu arasında bulunan Nübüvvet mührünü gördüm, Kırmızıya çalar güvercin yumurtası büyüklüğünde bir ben idi.’’
bir gün iğnemi kaybettim.aradım,bulamadım,ışık tuttum yine yoktu.Peygamberimiz(S.A.V) geldi yüzünün nuruyla ortalık aydınlandı.İğnemi buldum ve güldüm
ya Aişe ne gülersin,dedi
Peygamberimize(S.A.V)e durumu anlattım o
kıyamettede böyle olacak,dedi.O gün beni göremeyeceklere yazık Efendim ..dedim kıyamette seni kimler göremeyecek?
yanında benim ismim anılıpta selavatı şerife okumayanlar,benim yüzümü göremeyecekler buyurdu.
PEYGAMBER EFENDİMİZ(S.A.V)İN ŞEMALİ:
Peygamberimiz (s.a.v) efendimizin mübarek vücutlarında toplanan ve Bâtınî güzelliklerine delalet eden zâhiri güzellikler; hiçbir kimsenin vucudunda toplanmamıştır. Hatta İmam-ı Kurtubî rivayet eder ki; Nebiyy-i muhterem( s.a.v) efendimizin cemalinin güzelliği temamen ortaya çıkmamıştır. Eğer dış görünüşünün bütün güzelliği görünür olsaydı, sahabe-i kiram ona bakmaya takat getiremezlerdi. Cabir bin Semüre (r.a) demiştir ki; bir mehtaplı gecede âlemin güneşi efendimizi (s.a.v) gördüm. Üzerlerinde kırmızı alacadan bir hulle vardı. Nebi (s.av) in nurlu yüzü ile aydan hangisinin güzelliği daha fazla diye; bir kere Rasulullah (s.a.v) in nurlu yüzüne, bir kere de ayın yüzüne bakmaya başladım. Allah’a yemin ederim ki, benim yanımda Nebiyy-i muhterem hazretlerinin saadetli yüzü aydan daha güzel idi.
Enes bin Mâlik (r.a) demiştir ki;
’’Rasulullah( s.a.v) efendimiz hazretlerinin boyu, çok uzun ve kısa arasında orta halli idi.’’ Bu ifadeden anlaşılan Rasul-ü Ekrem efendimizin uzuna yakın olduğuna işaret edilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v) efendimize bakan kimse ilk bakışta onu orta boylu zannederdi.Fakat bakışını derinleştirdiği zaman Onun uzuna yakın olduğuna hükmederdi. Beyhakî ve İbn-ü Asakîr rivayet ettiler ki; Rasul-ü Ekrem (s.a.v) kiminle beraber yürüse o kimseden uzun görünürdü. İki uzun kimse arasında bulunsa ikisinden de uzun görünürdü. Tek başına olduğu zaman orta boylu görünürdü. Yine rivayet edilmiştir ki; Hazret-i Fahr-i âlem bir mecliste oturduğu zaman mübarek omuzları o mecliste oturan kimselerin omuzlarından yüksek görünürdü. Bu durum; Peygamberimiz (s.a.v) efendimizin mucizelerinden bir mucize idi. Bu mucize ile şu geçek anlatılmak isteniyordu; dış ve maddî görünüşü itibariyle ümetinden herhangi bir ferd Ona denk olamadığı gibi yaşayış ve mana itibariyle de hiçbir kimse ona denk değildir. Sahabeden Bera’ bin Âzib Peyğamberimiz (s.a.v) efendimizin güzelliğini anlatırken: ’’Asla Ondan daha güzel bir kimse görmedim’’ sözüyle ifade etmiştir.
Rasul-ü Ekrem (s.a.v) efendimizin mübarek tenlerin rengi, ne kireç gibi beyaz ve ne de esmer idi. Kırmızı ile karışık beyazdı. Anber kokulu saçları, ne tememen düz ve nede kıvırcık idi. Düz ile kıvırcık arasında vasat bir güzellikteydi. Mübarek başından omuzlarına doğru sarkmış olan gür saçları; bazen iki kulağının yumşağına kadar uzanır, bazen da kulaklarının yarısına kadar vâsıl olurdu. Bir başka rivayette ise omuzlarına kadar uzardı. Nebiyy-i Ekrem( s.a.v) âhirete göç ettiklerinde mübarek başlarında ve sakallarında yirmiden az beyazlık bulunuyordu. Peygamberimiz (s.a.v) in iki omzunun arası geniş idi. Bu;O’nun seçkin ve efendiliğinin bir nişanesi idi.
Buharî’nin Hz Ali (r.a) den rivayetinde,Hz Ali (r.a) Onun emsalsiz vucut güzelliğini şöyle anlatıyor: ’’Nebiyy-i zî-şân (s.a.v) orta boylu, mübarek elleri ve ayakları büyük idi. (Bilindiği gibi el ve ayakların iriliği erkeklerde ğüzellik ve övgü vesilesi kadınlarda ise tam tersidir.) Omuz, diz ve bilek mafsallarındaki kemikleri de iri idi. (Bu kemiklerin iriliği onun çok kuvvetli olduğunun bir alametidir) Mübarek göğüsleri pek fazla kıllı olmayıp göğüs kılları ince bir hat halinde göbegine kadar ulaşırdı. Yürüyüşlerinde sanki yüksek bir yerden aşağıya inen kimse gibi bir miktar öne eğilerek yürürlerdi. Ondan önce ve Ondan sonra Ondan daha güzel bir kimse görmedim’’ sözleriyle O yüce nebinin eşsiz güzelliğe işaret ediyordu.
Peygamberimiz (s.a.v) efendimizin pek kıymetli torunu, Hz Ali (r.a) nin oğlu İmam Hüseyin (r.a) rivayet ediyor; dedi ki: ’’Annem Fatıma-t-üz Zehra (r.anha) nın anne bir kardeşi, dayım Hind bin Ebî Hâle’den Resul-ü Ekrem (s.a.v) in hılye-i saadetlerinden sordum. Hind (r.a) Rasul-ü Ekrem (s.av) efendimizin terbiyesi altında büyüdüğü için O’nun sıfatlarına hakkıyle vâkıf ve ârif idi. Ondan bana bir şeyler anlatmasını çok arzu ediyordum. Taki Ona âit sıfatları hayalimin hazinesinde saklayıp o ahlaklarla ahlaklanayım. Hz Hasan (r.a)Peygamberimiz(S.A.V) Âhirete göç ettiklerinde temyiz yaşına ulaşmadığı için bizzat kendisi Onun mübarek sıfatlarının tamamını muhafazaya güç yetirememişti. Bu cihetle dayısına sorarak öğrenmek istiyordu. Nitekim aynı sualleri babsı hz Ali’ye tevcih etmişti. Hz Hind peygamberimiz (s.a.v) efendimizi Hz Hasan’a (r.a) şu şekilde tavsif etti: ’’Rasul-ü Ekrem (s.a.v) haddi zatında kadr-ü değeri büyük, insanların gönlünde muazzam, kemalat ve yücelik dolu cemaline bakan kimselerin kalbinde çok büyük ve yüce idi. Yüzü,ayın on dördü gibi pırıl pırıl parlardı. Orta boyludan uzunca, zaif uzun boyludan kısa ve orta boylu idi. Mübarek saçları, kıvırcık ile düz arası idi. Saçları kendi kendine iki bölük olduğunda,o halde bırakır ve başlarının iki yanına salıverir toplamazlardı.Eğer mübarek saçları kendi kendine iki bölük olmazsa; bu durumda mübarek saçlarını ayırıp iki tarafına salmazlar, toplu bulunduğu hal üzere bırakırlardı. Tenlerinin rengi kırmızılık karışmış beyaz idi. Mübarek alınları ve alınlarının iki tarafı açık ve geniş idi. Nebiyy-i zî şân’ın kaşları, yay gibi, uzun olup, ucu zahiren birbirine bitişik, gerçekte ince bir hatla ayrı gözüne kadar uzanmış idi.
Rasul-ü Ekrem( s.a.v) efendimizin iki kaşı arasında bir damar vardı ki; gadab o tamarı harekete geçirdiği zaman o damar meydana çıkardı. Gadab vaktinin dışında bu damar gözükmezdi. Mübarek burunlarının (üst tarafı, yani) kaşları tarafı birazca yüksek, üstü ince idi. Burnu üzerinde bir nur vardıki; burnunun üzerine hâkim duruyordu. (Burnun direğinin ortası yüksek, üst tarafı düz ve uc tarafı alçakca olana Araplar ‘eşem’derler) Rasul-ü Ekrem( s.a.v) efendimizin mübarek burunlarına dikkatle bakmayanlar onu ilk bakışta eşem sanarlardı. Halbuki yukarıda da işaret edildiği gibi Nebiyi zi-şan eşem degil ‘akna’idi. (Akna: Burnun üst tarafının yüksece olması anlamınadır.)Peygamberimiz (s.a.v) efendimizin sakal-ı şerifleri büyükce; her tarafı birbirine uygun, ne düz ne de dıraz idi. Mübarek yanakları yumru olmayıp düz idi. Mübarek ağızları geniş, ön dişleri seyrekce idi.
Rasul-ü Ekrem (s.a.v) Efendimizin mübarek göğüslerinden saadetli göbeğine kadar ince hat gibi kıllar var idi. Rasul-ü Ekrem (s.a.v) Efendimizin bütün âzaları mutedil, şerefli vücutlarında olan mübarek etleri sık olup sarkmış değildi. Özetle ifade edecek olursak, Rasul-ü zi şân efendimizin vucut etleri semizlikle zaiflik arasında idi. Mübarek karınları ile göğsü düz; yani aynı hizada olup mübarek göğüsleri geniş idi. Geçen rivayetlerde de işaret edildiği gibi iki omuz arası geniş, mafsalları toplayan kemikleri iri idi. Mübarek âzaları, elbisesini çıkardiğı zaman gâyet nurlu pırıl pırıl parlardı. Vücudunda; mübarek iki memeleri ve karnında, göksünden göbeklerine varıncaya kadar ince bir hat gibi uzanmış olan kıllardan başka kıl yok idi.
Rasul-ü Ekrem (s.a.v) Efendimizin kollarında, omuzlarında ve göksünün üst taraflarında çok kıl vardı. Bileğinin iki yanında bulunan yumru kemikleri uzun el ayası geniş idi. (Malum olduğu üzre,el yasının genişliği cömertlik alametidir)
Resul-ü Ekrem (s.a.v) Efendimizin mübarek ellerinin ve ayaklarının parmakları kalın elleri ve ayakları büyükce; mübarek parmakları mutedil olmak üzere uzunca idi. Mübarek ayaklarının altı yerden yüksekce, üst kısmı düz olup üzerlerinde kir yarık ve yırtık yok idi. Resul-ü Ekrem (s.a.v) efendimizin mübarek ayaklarının eti hafif, üstü ziyade düz olduğundan su dökülse üstünde durmayıp iki tarafına akıp giderdi. Yürüdükleri zaman ayaklarını yerden kuvvetle kaldırırlar, istedikleri tarafa yönelirler, sağ ve sollarına meyletmiyerek bir miktar ön tarafa doğru eğilirlerdi. Rasul-ü zi şân efendimiz yürürken ayaklarını yere vurmadan vakar, sükünet ve tavazu ile yürürlerdi. Yürüyüşleri süratli adımları uzun idi. Sanki yer ayakları altında dürülürdü. Yürüyüşleri süratli, adımları uzun olmakla birlikte, yürüyüşleri vakar üzre olup acele değildi.
Resul-ü Ekrem ( s.a.v) Efendimiz bir şeye teveccüh ettikleri zaman, bütün beden, endam ve tenleri ile yönelirlerdi. Sebebsiz etrafına bakınmaz, ön taraflarına nazar ederdi. Yer yüzüne bakışları gök yüzüne bakışlarından daha çok idi. Yer yüzüne bakışları nihayet tavazuları, ziyade hudu’ ve huşularından ve Cenab-ı Haktan ziyade hayalarından dolayı idi. Resul-ü Ekrem (s.a.v) Efendimizin mubah olan şeylere yüce bakışları göz ucu ile idi. Ashab-ı kiramı ile beraber yolculuk ettikleri zaman, ashab-ı kiramını korumak ve himaye etmek; zaiflerini gözetmek ve fakirlerine yardımcı olmak için kendileri hepsinin ardınca yürürler, karşılaştığı kimselere selamı ilk önce kendileri verirlerdi. (Bu şekilde ilk önce selam vermek tavazu sahiplerinin âdetidir.)
İbn-ü Abbas (r.anhüma) nın rivayetinde,
Rasulullah (s.a.v) Efendimizin şemâilinden yukarıda geçen rivayette tafsil edilmeyen mübarek dişleri hakkında ise şöyle demiştir: ’’Rasulullah (s.a.v) efendimizin ikisi üstünde ikisi altında olan dört mübarek ön dişleri seyrekce ve gâyet berrak olduğundan; konuştukları zamanda o dişler inciler gibi görünüp aralarından nur çıkardı.
Nübüvvet mührü hakkında gelen rivayetler ise yukarda naklettiğimiz rivayetler gibi Muhammed Râif efendinin Muhtasar şemâil-i Şerif tercemesinde şöyle anlatılmaktadır: Hatem-ül Enbiya (s.a.v) Efendimizin geçmiş semavi kitaplarda nübüvvet mührü ile sıfatlanması ve ehl-i kitap yanında Âhir zaman Peygamberinin nübüvvet mührü ile belli olmasından, mübarek cisimlerinde nübüvvet mührü ortaya çıkmıştır. Sahabe-i kiramdan Sâib bin Zeyd (r.a) dan mervidir ki şöyle dediler: ’’Hâlem beni alıp Peygamber (s.a.v) in huzuruna götürdü ve ’’Ya resulellah! Hemşirezademin ağrısı var dedi. Rasulullah (s.a.v) lutfen seâdetli elleriyle benim başımı sığadı, benim için bereketle duâ buyurdu ve abdest aldı. Derhal benden acı son buldu.
Hazreti Peygamber (s.a.v) in abdest suyunun geri kalanından içtim ve edebe riâyet için mübarek arkaları tarafına durup nübüvvet mührüne baktım. O nübüvvet mührü, o saadetli cismin iki kürekleri arasında idi. Damat ve gelin için olan cebinliğin düğmesi mikdarı idi. (Bu düğmeler gümüşden veya ibrişimden keklik yumurtası büyüklügünde olur) Cabir (r.a) ın rivayetinde ise Hz Cabir Nübüvvet mührünü şu şekilde açıklamaktadır: ’’Ben Rasulullah (s.a.v) Efendimizin iki omuzu arasında bulunan Nübüvvet mührünü gördüm, Kırmızıya çalar güvercin yumurtası büyüklüğünde bir ben idi.’’