zeberus1234
Yeni Üye
Vahiy H.z Muhammede Gelişi - Peygamber Efendimize Vahiy Gelişi Hakkında - Vahiy Peygaberimize Nasıl Gelmişti
Allah-u Teala, insanların doğru yolu bulup kendisine kulluk edebilmeleri için onlara, gerekli olan ihtiyaçları yanında, rahmetin bir sonucu olarakta peygamberler göndermiştir.
Kur'an, kendisinin Hz.Muhammed (sav)'in ve başka herhangi bir beşerin olmayıp, daha öncede belirttiğimiz gibi, "Arş'ın sahibi katında değerli, güçlü, sözü dinlenen ve güvenilen şerefli bir elçinin getrdiği talimat."(Tekvir 81/19,20) olduğunu bildirir. Bu elçi, Cebrail (a.s) lup ilmi herşeyi kuşatan Allah Teala'dan O'nu almış, sonrada Hz. Mu hammede (sav)'in kalbine açık bir arapça halinde O'nu indirmiştir. Ne manalarını keşfetmek, ne de ifadelerini kalıba dökmekte Onun en ufak bir rolü olmamaıştır. Yani Hz. Muhammed (sav) Kur'an'ı, herhangibir talebenin hocasından bir metni öğrenmesi tarzında öğrenmiş, metin hazırlanması konusunda Onun en ufak bir hissesi olmamaıştır.
Peki birbirinden tamamen farklı olan bu iki varlık arasında vahiy alış-verişi nasıl gerçekleşmiştir?
Cebrail ve Peygamber arasında ki bu iletişimde gerekli olan iki ortak nokta vardır. Birincisi; aynı işaret veya anlaşma sisteminin kullanılmasıdır. Başka bir ifadeyle iletişimin gerçekleşebilmesi için, onun lisani bir konuşma olması ve kullanılan dilin, her iki tarafın anlayabilmesi için ortak bir dil olması gerekmektedir. Nitekim vahiy elçisinin Tevrat'ı İbranice, İncil'i Ârâmice ve Kur'an'ı Arapça lisanla indirdiğini görmekteyiz.
İkinci ortak nokta, vahiy esnasında konuşan ve dinleyen zatın aynı kategoriye mensup, aynı düzeyde varlıklar olmasısır. Halbuki sözü edilen vahiy tarzında konuşanlar, birbirinden farklıdır, o halde bu iletişim nasıl gerçekleşebilir? Bu husus İslam alimleri tarafından iyice anlaşılmıştır. Mesela, Buhari şarihlerinden el-Kirmanî'nin konuyla ilgili enteresan bir yorumu vardır.
Şöyle ki: Vahiy melekle insan arasında meydana gelen olağan üstü bir konuşmadır. İki taraf arasında bir çeşit eşitlik gerçeklerşmedikçe, yani konuşan ve dinleyen arasında bir ilişki olmadıkça, karşılıklı bir kelime alış-verişi mümkün değildir. Bunun iki yolu vardır. Ya dinleyen konuşanın galip gelmesiyle derin bir kişiliksel değişikliğe uğrar, yada konuşan aşağı inip bir parça dinleyenin sıfatına bürünür. Resulullah Muhammed (sav)'in vahiy alması her şekilde de vuku bulmuştur.
Diğer bir İslam alimi olan ez-Zerkeşi'ye göre de Hz.Peygamber (sav) ya kendisinin melekleşmesiyle ya da aracı meleğinn insan suretine bürünüp onunla konuşmuş ve ondan vahiy almıştır. Ancak bunlardan zor olanı birincisidir.
Yine bir Sosyoloji bilgini olan İbn Haldun'da peygamberlerin meleklerle münaseber kurmalarını, ancak kendilerinin melekleşmeleriyle mümkün görmektedir. Ona göre bunun yolu da, peygamberlere manevi bir kuvvetin gelip kendilerini etkilemesi ve tabiatlarını değiştirmesiyle gerçekleşmektedir.
Bizce de bu yorumlar isabetlidir. Çünkü vahiy esnasında Hz. Peygamber de beliren müthiş değişikleri ileri ki konularımızda detaylı bir şekilde ele alacağız.
Allah-u Teala, insanların doğru yolu bulup kendisine kulluk edebilmeleri için onlara, gerekli olan ihtiyaçları yanında, rahmetin bir sonucu olarakta peygamberler göndermiştir.
Kur'an, kendisinin Hz.Muhammed (sav)'in ve başka herhangi bir beşerin olmayıp, daha öncede belirttiğimiz gibi, "Arş'ın sahibi katında değerli, güçlü, sözü dinlenen ve güvenilen şerefli bir elçinin getrdiği talimat."(Tekvir 81/19,20) olduğunu bildirir. Bu elçi, Cebrail (a.s) lup ilmi herşeyi kuşatan Allah Teala'dan O'nu almış, sonrada Hz. Mu hammede (sav)'in kalbine açık bir arapça halinde O'nu indirmiştir. Ne manalarını keşfetmek, ne de ifadelerini kalıba dökmekte Onun en ufak bir rolü olmamaıştır. Yani Hz. Muhammed (sav) Kur'an'ı, herhangibir talebenin hocasından bir metni öğrenmesi tarzında öğrenmiş, metin hazırlanması konusunda Onun en ufak bir hissesi olmamaıştır.
Peki birbirinden tamamen farklı olan bu iki varlık arasında vahiy alış-verişi nasıl gerçekleşmiştir?
Cebrail ve Peygamber arasında ki bu iletişimde gerekli olan iki ortak nokta vardır. Birincisi; aynı işaret veya anlaşma sisteminin kullanılmasıdır. Başka bir ifadeyle iletişimin gerçekleşebilmesi için, onun lisani bir konuşma olması ve kullanılan dilin, her iki tarafın anlayabilmesi için ortak bir dil olması gerekmektedir. Nitekim vahiy elçisinin Tevrat'ı İbranice, İncil'i Ârâmice ve Kur'an'ı Arapça lisanla indirdiğini görmekteyiz.
İkinci ortak nokta, vahiy esnasında konuşan ve dinleyen zatın aynı kategoriye mensup, aynı düzeyde varlıklar olmasısır. Halbuki sözü edilen vahiy tarzında konuşanlar, birbirinden farklıdır, o halde bu iletişim nasıl gerçekleşebilir? Bu husus İslam alimleri tarafından iyice anlaşılmıştır. Mesela, Buhari şarihlerinden el-Kirmanî'nin konuyla ilgili enteresan bir yorumu vardır.
Şöyle ki: Vahiy melekle insan arasında meydana gelen olağan üstü bir konuşmadır. İki taraf arasında bir çeşit eşitlik gerçeklerşmedikçe, yani konuşan ve dinleyen arasında bir ilişki olmadıkça, karşılıklı bir kelime alış-verişi mümkün değildir. Bunun iki yolu vardır. Ya dinleyen konuşanın galip gelmesiyle derin bir kişiliksel değişikliğe uğrar, yada konuşan aşağı inip bir parça dinleyenin sıfatına bürünür. Resulullah Muhammed (sav)'in vahiy alması her şekilde de vuku bulmuştur.
Diğer bir İslam alimi olan ez-Zerkeşi'ye göre de Hz.Peygamber (sav) ya kendisinin melekleşmesiyle ya da aracı meleğinn insan suretine bürünüp onunla konuşmuş ve ondan vahiy almıştır. Ancak bunlardan zor olanı birincisidir.
Yine bir Sosyoloji bilgini olan İbn Haldun'da peygamberlerin meleklerle münaseber kurmalarını, ancak kendilerinin melekleşmeleriyle mümkün görmektedir. Ona göre bunun yolu da, peygamberlere manevi bir kuvvetin gelip kendilerini etkilemesi ve tabiatlarını değiştirmesiyle gerçekleşmektedir.
Bizce de bu yorumlar isabetlidir. Çünkü vahiy esnasında Hz. Peygamber de beliren müthiş değişikleri ileri ki konularımızda detaylı bir şekilde ele alacağız.