çgüdüyü “öğrenmeye bağlı olmayan hayvan ya da insan davranışlarının tümü” şeklinde tanımlayabiliriz.
Bu tanımdan da anlaşıldığına göre içgüdüler ruhsal ve eğitimsel değil fizyolojiktir. İnsanların temel içgüdüleri arasında sayılabilecek pek çok olumsuz vasfından biri de yaşama içgüdüsüdür diyebiliriz.
İçgüdüyle ilgili olarak öncelikle Darwin ve Konrad Lorenz’e ait iki orjinal görüşü tanımak gerekir:
Darwin “ içgüdünün adım adım zihinsel organlardaki değişikliklerle ve doğal seçimle bilinçsizce kazanıldığını” söylerken Lorenz konuya genetik açıdan yaklaşmış ve içgüdülerin kalıtsal olarak varolduğunu ifade etmiştir.
Lorenz “ içgüdü gen formasyonu ile insandan insana aktarılır. ve doğum anından itibaren hissedilir.” demektedir.
Bütün bu bilgilerin ışığında içgüdünün DNA’ nın hangi kısmından transfer olduğunu düşünüyorum. Ancak şu ana kadar işin içinden çıkamadım. Pozitif bilimin bu noktaları açıklığa kavuşturacak verileri maalesef henüz yeterli düzeyde değil. Ancak bazı bulgular istatiksel veriler genler kanalıyla aktarılabildiğini kanıtlıyor.
İçgüdü ile ilgili yığınla örnek var. Hayvanlarda da içgüdü genetik olarak kodlanmış.
Meselâ köpek balığı sürekli yüzmek ve uyanık kalmak zorunda. Bu korkunç yaratık denizlerdeki organik artık malzemeleri devamlı toplayarak ömrünü geçirir. Onun için durmak ölmekle eş anlamlıdır.
Sonuçta hayvanların bu tip özellikler yanında bir yaşam enerjisine sahip olduğu ve onların da ölümden korktuğu görülüyor.
Bir başka örneği ise ölüm ötesi ile ilgili. Korku denen duygunun inanca dayalı olsun veya olmasın bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde içgüdü halinde ortaya çıkması söz konusu. Aslında burada inanç faktörünün çok önemli bir rol oynadığını söyleyemeyiz.
“ Korkunun Ecele faydası yoktur ” atasözü bunu gösteriyor.
Bu nokta itibariyle insanla hayvanı ayıran fark hayvanın ölüm ötesi hakkında bilgiye sahip olmaması diyebiliriz. Bunu doğuran etmen ise onun öte yaşamın varlığını hissettirecek bir beyne sahip bulunmayışıdır. (Bu yüzden de bir hayvandan mükellefiyet beklenmiyor.) Böyle olunca içgüdülerinin gösterdiği yolda davranan hayvanın veri tabanında bu konuda bir bilgi oluşmuyor. Yani yerin iki metre altı ile ilgili en küçük bir korku duymuyor. Ancak yine de bizler gibi ölümden korkuyor ve ölümle sonuçlanabilecek olaylardan şiddetle kaçıyor. Bu bilgiler hayvan davranışlarının tamamamen içgüdüsel olduğunu gösteriyor.
Tabi bu arada şartlanmaların ve değer yargılarının da buna önemli derecede bir katkısı olduğunu kabul etmeliyiz. Hayvanda değer yargısı diye bir şey söz konusu olamayacağına göre ondaki ölüm korkusu tamamen yaşam enerjisi ile bağlantılıdır. Hayvan da yaşamının bitmesini istemez.
Bu dahi gen formasyonu ile ilgilidir.
İnsan ise yaşam gayesini belirlemek nasıl davranacağına kendisi karar vermek ölüm ötesini kabullenmek durumundadır. Ve böylesi üstün bir şuura özgürlüğe sahiptir.
Din önemli olan şeyin sistem olduğunu bizlere anlatırken öte boyutu hali hazırda müşahede eden daha sonra olacakları aynen gören Nebi / Resullere bir birimi teşvik etmek amacıyla cennetten korkutmak içinse cehennemden bahsetme yetkisini verir
Bu tanımdan da anlaşıldığına göre içgüdüler ruhsal ve eğitimsel değil fizyolojiktir. İnsanların temel içgüdüleri arasında sayılabilecek pek çok olumsuz vasfından biri de yaşama içgüdüsüdür diyebiliriz.
İçgüdüyle ilgili olarak öncelikle Darwin ve Konrad Lorenz’e ait iki orjinal görüşü tanımak gerekir:
Darwin “ içgüdünün adım adım zihinsel organlardaki değişikliklerle ve doğal seçimle bilinçsizce kazanıldığını” söylerken Lorenz konuya genetik açıdan yaklaşmış ve içgüdülerin kalıtsal olarak varolduğunu ifade etmiştir.
Lorenz “ içgüdü gen formasyonu ile insandan insana aktarılır. ve doğum anından itibaren hissedilir.” demektedir.
Bütün bu bilgilerin ışığında içgüdünün DNA’ nın hangi kısmından transfer olduğunu düşünüyorum. Ancak şu ana kadar işin içinden çıkamadım. Pozitif bilimin bu noktaları açıklığa kavuşturacak verileri maalesef henüz yeterli düzeyde değil. Ancak bazı bulgular istatiksel veriler genler kanalıyla aktarılabildiğini kanıtlıyor.
İçgüdü ile ilgili yığınla örnek var. Hayvanlarda da içgüdü genetik olarak kodlanmış.
Meselâ köpek balığı sürekli yüzmek ve uyanık kalmak zorunda. Bu korkunç yaratık denizlerdeki organik artık malzemeleri devamlı toplayarak ömrünü geçirir. Onun için durmak ölmekle eş anlamlıdır.
Sonuçta hayvanların bu tip özellikler yanında bir yaşam enerjisine sahip olduğu ve onların da ölümden korktuğu görülüyor.
Bir başka örneği ise ölüm ötesi ile ilgili. Korku denen duygunun inanca dayalı olsun veya olmasın bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde içgüdü halinde ortaya çıkması söz konusu. Aslında burada inanç faktörünün çok önemli bir rol oynadığını söyleyemeyiz.
“ Korkunun Ecele faydası yoktur ” atasözü bunu gösteriyor.
Bu nokta itibariyle insanla hayvanı ayıran fark hayvanın ölüm ötesi hakkında bilgiye sahip olmaması diyebiliriz. Bunu doğuran etmen ise onun öte yaşamın varlığını hissettirecek bir beyne sahip bulunmayışıdır. (Bu yüzden de bir hayvandan mükellefiyet beklenmiyor.) Böyle olunca içgüdülerinin gösterdiği yolda davranan hayvanın veri tabanında bu konuda bir bilgi oluşmuyor. Yani yerin iki metre altı ile ilgili en küçük bir korku duymuyor. Ancak yine de bizler gibi ölümden korkuyor ve ölümle sonuçlanabilecek olaylardan şiddetle kaçıyor. Bu bilgiler hayvan davranışlarının tamamamen içgüdüsel olduğunu gösteriyor.
Tabi bu arada şartlanmaların ve değer yargılarının da buna önemli derecede bir katkısı olduğunu kabul etmeliyiz. Hayvanda değer yargısı diye bir şey söz konusu olamayacağına göre ondaki ölüm korkusu tamamen yaşam enerjisi ile bağlantılıdır. Hayvan da yaşamının bitmesini istemez.
Bu dahi gen formasyonu ile ilgilidir.
İnsan ise yaşam gayesini belirlemek nasıl davranacağına kendisi karar vermek ölüm ötesini kabullenmek durumundadır. Ve böylesi üstün bir şuura özgürlüğe sahiptir.
Din önemli olan şeyin sistem olduğunu bizlere anlatırken öte boyutu hali hazırda müşahede eden daha sonra olacakları aynen gören Nebi / Resullere bir birimi teşvik etmek amacıyla cennetten korkutmak içinse cehennemden bahsetme yetkisini verir