Psikoterapiye başvuran danışanlarda pek çoğunda görülen bir yanılgı var; her şeyi kontrol etme yanılgısı... Oysa hayatta kontrol edemediğimiz şeyler de var. Ölüm, hastalıklar bizim kontrolümüz dışında. İnsan sadece kendi evini istediği şekilde düzenleyebiliyor, evinin içini kontrol edebiliyor. Böylece sanki bütün dünyayı kontrol edebileceği yanılgısına düşüyor. Bir de işin duygu tarafı var.
Duygular hem genetik olarak, hem de ebeveynlerimizden gözlemleyerek kopyalayarak nesilden nesile geçiyor. Anne veya bakım veren kişiden çocuğa iyi duygular da kötü duygular da geçiyor. Anne çok kaygılı birisiyse, o çocuk da yetişkin olduğunda kaygılı olabiliyor.
Sağlıklı olan, kişinin tüm duyguları yeri geldiğinde yaşayabilmesidir. Kişi çevresine çok rahat ve gamsız bir izlenim veriyorsa, muhtemelen kaygısını bastırıyor demektir. Örneğin, terapide danışan çok konuşuyorsa, susma ve sessiz kalabilme yetisi gelişmemiş demektir. Terapist seanslarda bunu danışana fark ettirip, susma yetisini geliştirebilir. Aslında en sağlıklı olanı, kişinin bazen çok
konuşması, bazen orta düzeyde konuşması, bazen de hiç konuşmak istememesidir.. Danışan bunun tek bir kutbunda kalıyorsa yani çoğu zaman çok konuşuyorsa, çocukluğuyla ilgili olumsuz travmaları olabilir. Çok konuşan danışan, seanslarda sessiz kaldığında bu anılar bilinç dışından bilince çıkar ve kişi diğer kutupla temas ettikçe beynine geçmişle ilgili anılar, imgeler gelir.
Terapilerde olumsuz travmalar hemen ilk seanslarda ortaya çıkmaz. Danışan terapide yeni şeyleri deneyimledikçe beyninde yeni sinapslar ve protein sentezleri oluşur. Danışan terapistle güvenli bir bağ kurduğu için ilk üç-dört seansta kendini daha iyi hisseder. Terapinin ilerleyen seanslarında olumsuz çocukluk yaşantıları ve acılar ortaya çıkar. Kişiler genellikle acı verici konuları konuşmaktan, kendini üzüntülü kaygılı hissetmekten kaçınır. Terapilerde danışanın kötü duyguyu (acı, üzüntü, korku, öfke ...) deneyimleyip, o duyguda kalması önemlidir.
Terapi için mutlaka kişi kendinde bir sorun tanımlayıp bu şekilde yardım almaya gelmelidir. Yani; “insanlarla ilişkilerimi geliştirmek istiyorum” ya da “eşimin bana daha iyi davranmasını istiyorum” gibi şeyler terapinin konusu değildir. Kişi kendisi ile ilgili sorumluluk alabilmelidir; “İnsanlarla ilişkimde öfkemi kontrol edemiyorum”, “Kendimi ifade ederken zorlanıyorum” gibi...
Duygular hem genetik olarak, hem de ebeveynlerimizden gözlemleyerek kopyalayarak nesilden nesile geçiyor. Anne veya bakım veren kişiden çocuğa iyi duygular da kötü duygular da geçiyor. Anne çok kaygılı birisiyse, o çocuk da yetişkin olduğunda kaygılı olabiliyor.
Sağlıklı olan, kişinin tüm duyguları yeri geldiğinde yaşayabilmesidir. Kişi çevresine çok rahat ve gamsız bir izlenim veriyorsa, muhtemelen kaygısını bastırıyor demektir. Örneğin, terapide danışan çok konuşuyorsa, susma ve sessiz kalabilme yetisi gelişmemiş demektir. Terapist seanslarda bunu danışana fark ettirip, susma yetisini geliştirebilir. Aslında en sağlıklı olanı, kişinin bazen çok
konuşması, bazen orta düzeyde konuşması, bazen de hiç konuşmak istememesidir.. Danışan bunun tek bir kutbunda kalıyorsa yani çoğu zaman çok konuşuyorsa, çocukluğuyla ilgili olumsuz travmaları olabilir. Çok konuşan danışan, seanslarda sessiz kaldığında bu anılar bilinç dışından bilince çıkar ve kişi diğer kutupla temas ettikçe beynine geçmişle ilgili anılar, imgeler gelir.
Terapilerde olumsuz travmalar hemen ilk seanslarda ortaya çıkmaz. Danışan terapide yeni şeyleri deneyimledikçe beyninde yeni sinapslar ve protein sentezleri oluşur. Danışan terapistle güvenli bir bağ kurduğu için ilk üç-dört seansta kendini daha iyi hisseder. Terapinin ilerleyen seanslarında olumsuz çocukluk yaşantıları ve acılar ortaya çıkar. Kişiler genellikle acı verici konuları konuşmaktan, kendini üzüntülü kaygılı hissetmekten kaçınır. Terapilerde danışanın kötü duyguyu (acı, üzüntü, korku, öfke ...) deneyimleyip, o duyguda kalması önemlidir.
Terapi için mutlaka kişi kendinde bir sorun tanımlayıp bu şekilde yardım almaya gelmelidir. Yani; “insanlarla ilişkilerimi geliştirmek istiyorum” ya da “eşimin bana daha iyi davranmasını istiyorum” gibi şeyler terapinin konusu değildir. Kişi kendisi ile ilgili sorumluluk alabilmelidir; “İnsanlarla ilişkimde öfkemi kontrol edemiyorum”, “Kendimi ifade ederken zorlanıyorum” gibi...